![]() |
#1 |
![]() Sabah mahmurluğu ile bindiğim takside şoförün ‘Taksimetreyi açmayı unutmuşum abi’ seslenişiyle uyandım.
‘Önemli değil, her zaman gittiğim yer. Anlaşırız’ dedim. Yıllar öncesine gittim aniden. Taksilerde mesafeye göre ücreti belirleyen cihazlar yoktu. Belli mesafelerin standartları olsa da, esas olan şoförle yaptığınız pazarlıktı. Şimdi durum tamamen farklı. Taksimetre, açılış ücreti ve onu takip eden kilometre fiyatı. Pazarlık etmiyorsunuz. Siz ya da taksi şoförü sohbete meraklı değilseniz, aranızdaki tek iletişim, gideceğiniz yer ve ödeyeceğiniz ücretle sınırlı oluyor. *** Standartların değil, pazarlığın hakim olduğu bir dünyada, neyi ne kadar verdiğiniz ya da aldığınız, ikna gücünüze, hava şartlarına, giyiminize ve daha pek çok etkene bağlı olarak değişebilir. Oysa hayatın her alanına standart lar damga vurdukça, hele bir de bunların ‘evrensel’ olanlarını kabul edince, pazarlık şansınız iyice azalır. Türkiye’de cumhuriyetle birlikte ‘devlet aklı’nı yeniden inşa etme iddiasında olanlar, ‘eski akıl’dan arta kalanları tasfiye ederken, önlerine konulmuş bazı standartlara sığınmayı emin bir yol olarak gördüler. Oysa yola çıkarken güvenli görünen bu standartlar, şimdi aynı akıl sahiplerini çaresiz bırakan taleplerin zeminini oluşturuyor. Ödünç akıllarla inşa edilen ‘ulus’ ve ‘ulus devlet’ modelinin, er geç kendi içinde çatlamalara ve sızıntılara yol açacağını görenler elbette vardı. Ama ne çare! Bir kere ‘dünya nereye gidiyorsa oraya gitmeye’ karar verilmişti. Bugün aynı yanlışı yüzyıllık gecikmeyle, üstelik tam da o dönemin modeline öykünerek tekrarlamak isteyenlere söz söylemek kolay değil. *** Şimdilerde yükselen ve taleplerini gür bir sesle ortaya koyan oluşumlara karşı pazarlık gücünü hala koruduğunu zannedenler, çok geçmeden yanıldıklarının farkına varacaklar. Sözü dolaştırmaya lüzum yok. Kafamızı nereye çevirirsek çevirelim karşılaşacağımız sorunun adı aynıdır: Kürt sorunu. Sadece topraklarımızda değil, komşularımızın büyük bölümünde ortaya çıkan Kürt taleplerini, önce basit bir ‘asayiş meselesi’, onun ikna edici olamadığı noktada ‘dış mihraklar’ teziyle karşılamaya çalışan Türkiye, bir anlamda yolun sonuna geldi. Ortalığı kasıp kavuran çıkışlarla ‘ulus’ merkezli yapının devamından medet umanların samimi olup olmadıkları ya da çıkar gözetip gözetmedikleri önem taşımıyor. Yüzyıl önce ektiğiniz rüzgardan eninde sonunda fırtına biçeceğinizi görmüyorsanız, ne hissettiğinizin önemi yok. Bu ülke, kendi doğup büyüdüğü ilçenin her duvarında onlarca kurşun izi varken, oradan bahsetme cesareti bile olmayan siyasetçiler gördü. Şimdi kendi geçmişini inkar edercesine memleketinin adını söylemeyi ‘bölücülük’ sayanların olması şaşırtıcı değil. Müslümanlıktan bahsetmek sistemin sahipleri nezdinde hala sorun. Ortak değerlerden bahsettiğinizde ‘Sen Kürtlerin Türkleşmesini mi savunuyorsun’ diyecek kadar kendini kaybedenler var. Biz yüzyıl önce masaya otururken geçmişle bağımızı kopardığımızı ilan etmek için her şeye sırtımızı döndük. Bugün yazık ki Kürtlerin en azından bir bölümü, bu hatayı tekrarlamaya hevesli görünüyor. Eğer hepimiz için doğru olanı arıyorsak, önce yaptığımız büyük yanlışla yüzleşmek ve bugün yaşadığımız büyük sorunların o sürecin bir sonucu olduğunu kabul etmek zorundayız. Gerisi boş laftır.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|