fatih kısaparmak balon baskılı balon Anne’den Ülke’ye... - AK Parti |AKParti Forum |AK Gençlik |Recep Tayyip Erdoğan |AKPARTİ Gençlik Forumu|

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Anne’den Ülke’ye...


yolcu44
03-28-2008, 13:07
Anne’den Ülke’ye...
Sibel Eraslan - Vakit - haber@habervaktim.com

[b]Tüm ülkeyi kasıp kavuran çete-darbe-medya denklemi mi, yoksa küçük hayatlarımızın sadece bizi ilgilendiren sızıları mı, hangisi daha gerçek? Bilmiyorum ama; öte yandan büyükten küçük olana, mikrodan makroya karşılıklı etkileşimlerin rüzgarında “gitmekte olduğumuz” gerçeğini değiştiremiyoruz…
Annem epeydir hasta. Her anne gibi hastalıklarını özenle saklar ve yüzünde zor zamanlar için köşede biriktirdiği tebessümünü hiç bitirmezdi. Küçük ve kızıl tüylü bir kuş gibi geliyor yoğun bakım penceresinden bakınca. Onun bu hastalığı sihirli bir değnek gibi vurunca başlarımızın üstüne, aniden boylarımız küçülüyor kız kardeşimle, kendi kendilerine saçlarını öremeyecek iki kıza dönüşüyoruz. Annenin yatağa düşmesi demek, ayağınızın altından zaman ve mekan kiliminin çekilmesi demekmiş, öğreniyoruz. Acı, nasıl da pürüzsüz bir sağırlık verirmiş insana, tadıyoruz…
Gerçek ve küçük kederler, hakiki ve kısa hikayeler; çoğu kez demirden ve dev cüsseli ülke gündemlerinin arasında yitip gidiyor. Yitip giderlerken, derin ve kişisel izleri de birer damga sırtımıza vurarak sırra kadem basıyorlar…
Sırra kadem basmak deyince, ölümlü olduğunu bilmek meselesi sözgelimi… Artık tasını tarağını toplayıp çekip gitmiştir aramızdan bu bilgi. Herkes ve hepimiz hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz. Yargıçlar, Başyazarlar, Sonyazarlar, Başbakanlar, Bakanlar, Bakmayanlar, Kariyer Sahipleri, Bir türlü listeye giremeyenler, Zengin patronlar, Rektörler, Sektörler, Mankenler ve Bilginler… çevrenizdeki tumturaklı tüm gündem ikonlarına bir göz atıverin. Sonra reklamları seyredin. Ardından da yeterince sivriltip hayatın canına iyice saplayamadığınız tırnaklarınızı törpülemeye devam edin arka odalarda, hırsla ve üzüntüyle… İşte her şey, ama her şey, siz ölüme bir adım daha yaklaşırken, böylece geçip gidiyor…
Kavganın gözünü seveyim! Nasıl da uyutur insanı! Nasıl da oyalar! Annem hasta düştüğünden beri oyundan çıkarılmış bir çocuk gibiyim. Dışarıdan bakıyorum her şeye ve hepinize… Beyaz Türklerin Ayışığı’nda anlattığı Ergenekon Destanı, koca cüssesiyle tüm küçük hayatların üstünden bir buldozer gibi geçiyor. Geçiyor geçmesine de benim aklım annemde. Garip bir merhamet hissi çöküyor üzerime. Misal daha evvel hakkında sayısız yazı kaleme aldığım, sayısız basın toplantısına, protestoya katıldığım Kemal Alemdaroğlu’nun gazetelerdeki resimlerine bakıyorum hastane kafeteryasında. Ve ilk defa aslında bayağı da ihtiyarlamış olduğunu fark ediyorum Alemdaroğlu’nun… Evladı, torunu falan var mıdır acaba? çay demlemiş eve baskına gelen polislere, yaşı babamdan da büyükmüş hayret… Acaba hangisi gerçek? Torunu yaşındaki kız çocuklarına, Rektörü olduğu üniversitenin kapılarını yıllarca ve hoyratça kapayan, hasta nineleri başı örtülü diye diyaliz ünitesine sokmadığı için ölümlerine sebep olan o korkunç adam mı, şu gözleri dolu dolu deklanşörlere bakan ihtiyar dede? Yüzbinlerce genç kızın hayatını, hayallerini, umudunu söndüren pehlivan, hayatında bir gün olsun ölümü ve sonrasını düşünmüş müdür onca gönlü yıkarken? Ah, onun yerinde olmak istemezdim, çok ağır bir yük son nefes için…
Anneniz hasta düştüğü zaman böyle oluyor demek ki; Başbakan’ı yorgun, Latif Bey’i kurnaz tilki, Uğur Dündar’ı telaşlı, Doğu Perinçek’i kısa, Ahmet Hakan ile Emine Şenlikoğlu’nu üzgün, Alemdaroğlu’nu ihtiyar, İlhan Selçuk’u trajik ve zavallı, Kanal Z’deki yemek tariflerini faydalı görürken buluyorsunuz kendiniz… Sonra da; çoğusuyla politik kavgalı olduğunuz başhekimlerin, size iyi davranan hastane hademeleriyle aynı yemekhanede yemek yeme alicenaplığını fark ediyorsunuz veya; sair zamanlarda kendisini ateist olarak takdim ettiği halde son nefesini verirken kelime-i şehadet getirmeye çalışan hastaların elini şefkatle tutan hekimlerin inşallah bir gün hidayete ereceğini falan… Hepsini bir mikser gibi, bir anın daha da küçük bir deminde hızlıca ve üst üste düşünüyorsunuz… Ardından annenizin çocukluk arkadaşları geliyor hastaneye küçük ayaklarıyla tıkır tıkır… Sizi hâlâ bir bebek gibi okşuyorlar, ne güzel! Bisküvi, limon kolonyası, karanfil getiriyorlar. Sanki Kapatma Davası hiç yokmuş, sanki Darbe hiç gerçekleşmemiş, sanki Ergenekon hiç yokmuş gibi… Koridorları sürekli silinip temizlendiği için, ölen hastaların nereye gittiğinin sırrını çok iyi tutuyor hastaneler. Dün başında Yasin okuduğum genç kadına yetiştirmek için evden getirdiğim zemzem. Yetişemiyor misal... Oysa birkaç saat evvel hemşirelerle selavat getiriyordu. Şimdi gitmiş… Diyorum… Gitmiş, gidivermiş…
Büyük ve mühim memleket meselelerinden yanıbaşımızdaki gerçek gündemlere hep sırt dönüyoruz. Annenizin kıymetini iyi bilin dostlar. Anne, ülke demekmiş, öğrendim bunu… Haşa huzurdan bir sağduyu çağrısı falan değildir bu. Annenize uğrayıverin bu akşam mesela veya dayınıza, halanıza bir telefon açın, çocuklarınıza dedenizi anlatın, eski bir arkadaşınıza mektup yazın, memleketin halleri düzelsin diye üç Kulhuvallah bir Elham okuyun. Ciddiyim… Kederden bunaldıkça hastanedeki bebekleri kucaklayın, ilaç gibi geliyor! Vakit varken annenizin elini yüzünü öpün...



[b]
Sibel Eraslan - Vakit