Duygu'Seli~
03-26-2009, 17:52
İnsanların kuşatıcı ve objektif bir dünya/varlık algısına erişmeye gayret etmek yerine kendilerini dar bir çevre içerisine hapsetmeye yönelten sebeplerin hemen hepsi bir şekilde endoktrinasyon merkezli konulara bağlanabilir. Milgram ve Zimbardo deneyleri doğrudan insan davranışlarına odaklanıyor olduğundan, bu deneyler bünyesinde yapılan gözlemlerin farklı yönlerini ele alarak, bireylerin varlık algılarının şekillenişine ışık tutma adına farklı değerlendirmeler yapmak fazlasıyla mümkün. Ancak bütün bu deneylerde özellikle 'otorite' ve 'çevre' vurgusunun öne çıktığı söylenebilir.
http://www.derinsular.com/im/2007/1016-asch-deneyi.jpg
Belli şartlar yerine getirildiğinde (çoğu zaman) eğitim seviyelerinden de bağımsız olarak insanların düşüncelerinin ne denli kolay bir şekilde etki altına alınabileceğini gösteren bir diğer çalışma da, Sorokin ve Boldyreff Deneyi olabilir.
Amerikan sosyologları Pitirim A. Sorokin ve J.W. Boldyreff, binin üzerinde lise ve üniversite öğrencisine ard arda iki kez Brahms (http://en.wikipedia.org/wiki/Brahms)'ın Birinci Senfonisi'ni dinlettiler. Öğrencilere dinletilen iki kayıt arasında hiçbir fark yoktu. Ancak deneyde, birinci dinletiden hemen önce senfoninin sunumunu yapan bir uzman, ilk senfoninin güzellik, duygusallık ve teknik kalite açısından ikinciye göre çok daha üstün olduğunu söyledi. İkinci dinletiden önce yapılan sunumda ise, dinleyicilere, birazdan dinleyecekleri senfoninin olsa olsa tanınmış bir şaheserin abartılmış bir taklidi olabileceği bilgisi verildi. Dinletilerin ardından, öğrencilerin sadece %4'ü iki farklı çalışma dinlediklerini kabul etmedi. %60'lık bir kesim ilk senfoniyi, ikinciden üstün bulduklarını belirtirken, %21'e tekabül eden diğer bir geniş kitle ise kararsız kaldı.1
Sorokin ve Boldyreff Deneyi ile ulaşılan sonuçların, Milgram ve Zimbardo deneylerinde elde edilen bulgularla aynı doğrultuda olduğu, insanların belli bir alandaki uzmanlığı ya da otoritesi genel kabul görmüş olan birinin yargılarını sorgulamaktan kaçındığı söylenebilir. Bu deneyle bir kez daha teyit edilen 'otorite' ve 'çevre' etkileri sonucunda, her toplumun, özellikle yer ve zamana bağlı olarak, kendi insan tipini ürettiği sonucuna da varmak mümkün. Ancak bu türden süreçlerin başka bileşenleri de yok değil.
Asch Deneyi
Amerikalı psikoloji profesörü Solomon Asch (http://en.wikipedia.org/wiki/Solomon_Asch), Milgram ve Zimbardo deneylerinden çok önce, 1950'li yıllarda gerçekleştirdiği bir dizi deney ile, insanların çoğunluğauyum gösterme adına kendi doğru bildiklerinden ne derece taviz vereceklerini ölçmek istedi. Sonuçlarının Profesör Asch'i dahi şaşırttığı bu deneyler, takip eden yıllarda Stanley Milgram'a da ilham kaynağı olacaktı.
Asch Deneyi (http://en.wikipedia.org/wiki/Asch_conformity_experiments)'nde, deneklere 'göz muayenesi'ne alınacakları söylenmiş ve kendilerine iki karttan oluşan bir test uygulanmıştı. Kartlardan birincisinde, tek bir kalın çizgi bulunuyordu. Deneklerin yapması gereken, ikinci karttaki üç kalın çizgiden hangisinin birinci karttaki çizgi ile aynı uzunlukta olduğunu bulmaktı. Son derece basit olan bu deney sorusu, aynı oda içerisinde yan yana oturan ve genellikle 8 ila 10 kişiden oluşan gruplara aynı anda soruluyor, her kart ikilisinin gösterilmesinin ardından deneklerden sırayla sesli olarak yanıt vermeleri isteniyordu.
Ancak gerçekte, Asch Deneyi'nde yer alan her denek grubunda, deneklerin biri dışındaki herkes deney ekibindendi ve dolayısıyla ortada aslında sadece tek bir denek vardı. Deney başladığında deney ekibindeki sözde denekler, (önceden planlandığı şekilde) ilk birkaç soruya doğru yanıt veriyor, ancak takip eden sorularda hep birlikte aynı yanlış cevabı vermeye başlıyorlardı. Böylelikle, herkesin aynı yanlış cevabı verdiği durumlarda, deneklerin ne kadarının sıra kendilerine geldiğinde gözleri önündeki gerçeği dile getirmeyip çoğunluğa uyum gösterecekleri ölçülmek isteniyordu.
Asch Deneyi'nin Sonuçları
Deneklerin %74'ü, gerçekleştirilen deneylerde en az bir kez çoğunluğa uyarak yanlış cevap vermeyi tercih ederken, %28'i ise, deneylerin yarıdan fazlasında yanlış cevaba iştirak etti. Deneklerin önemli bir yüzdesi, sadece ve sadece çoğunluk tersi istikamette görüş belirttiği için, net bir şekilde gördükleri bir gerçeği inkar yoluna gitmişlerdi.
Profesör Asch, çeşitli kontrol deneyleriyle bu durumun nedenlerini analiz etmek istedi. Bu deneylerden birinde, gruba 'doğru yanıt veren' bir kişi daha dahil edildi. Kendisinden önce sadece bir kişinin çoğunluktan ayrıldığını gören denekler, çok büyük bir çoğunlukla (%95) doğru yanıt vermeye başladılar. Bu durum, çoğunluğun otoritesinin tek bir kişiyle dahi kırılabileceği yönünde ipuçları vermekteydi. Zira bu sonuçlara göre, çevreye uyum eğilimininde belirleyici olan unsurlardan birinin de, insanın tek başına karar alıp uygulama konusundaki yetersizliği olduğu ortaya çıkıyordu. Şöyle ki, insan, belli konularda tavrını ortaya koyabilme adına rol modellerine ihtiyaç duymakta, küçük de olsa belli bir muhalif grup oluşmadan kendi başına doğru bildiklerini uygulamakta zorlanmaktaydı.
Bir diğer kontrol deneyinde ise, denekten 'geç geldiği için' yanıtlarını yazılı olarak vermesi istendi. Diğerlerinin aksine sesli yanıt vermeyen ve dolayısıyla herkesin içinde farklı bir yanıt vermek zorunda kalmayacak olan deneklerde çoğunluğa uyma eğilimi %66 oranında azaldı.
Profesör Asch, bu sonuçlar karşısında, topluma hakim olan çoğunluğa uyma eğiliminin, zeki ve iyi niyetli insanlara beyaza siyah dedirtecek kadar güçlü olduğunu söyledi. Asch'a göre, bu durum, eğitim sistemi ve de topluma hakim değerler adına kaygı verici nitelikteydi.2
Berns Deneyi
Asch Deneyi, sosyal ve politik alandaki gelişmeleri açıklayabilme adına yeni ve önemli bir açılım sunduğundan, sosyal psikoloji (http://en.wikipedia.org/wiki/Social_psychology) merkezli çalışmalarda giderek daha fazla referans verilir oldu. Ancak 2005 yılında Emory Üniversitesi'nde Dr. Gregory Berns (http://www.ccnl.emory.edu/greg)'ün yönetiminde gerçekleştirilen ve Asch Deneyi'ni farklı bir açıdan tekrarlayan çalışma, çoğunluğa uyum gösterme konusunda yeni sonuçlar ortaya koydu.
Berns Deneyi'nin ayırt edici özelliği, teknolojiye de yer veren ilginç tasarımıydı. Deneyde, deneklere birbirine benzer iki şeklin farklı açılardan görüntüleri gösterilecek ve kendilerinden, üç boyutlu düşünmek suretiyle bu iki şeklin aynı olup olmadığını belirlemeleri istenecekti. Tıpkı Asch Deneyi'nde olduğu gibi, burada da aslında sadece tek bir denek vardı. Diğer denekler, deney ekibindendi.
http://www.derinsular.com/im/2007/1016-berns-deneyi.jpg
Berns Deneyi'nde, denekler bilgisayar başında olacak, asıl denekten ise (muhtemelen kendisine tek cihaz olduğu söylenilerek) anlık beyin fotoğrafları çekebilen M.R.I. (http://en.wikipedia.org/wiki/MRI) cihazına bağlanması istenecekti. Zira Berns Deneyi, sadece çoğunluğa uyma oranını değil, insan beyninin bu gibi durumlarda ne gibi bir muhakeme süreci yaşadığını da ölçebilecek şekilde tasarlanmıştı.
Şöyle ki, eğer çoğunluğa uyum gösterme, kişinin doğru ile yanlışı ayırt edebiliyor olmasına rağmen çoğunluktan çekinmesinden ötürü bilinçli olarak aldığı bir karar ise, bu durumda, beynin planlama, çelişki ve üst düzey zihinsel aktiviteler ile ilgilenen ön kısmında faaliyetler gözlenecekti. Ancak araştırmacılar, çoğunluğun bir objeyi belli bir şekilde algılaması durumunda, beynin de kendini kandırarak söz konusu objeyi aynı şekilde algılamaya başladığından şüpheleniyorlardı! Bu nedenle de, araştırmacıların asıl test etmek istedikleri nokta, çoğunluğa uymanın bizzat algının değişmesinden kaynaklanıyor olup olmadığıydı. Zira böyle bir durum söz konusu ise, beynin ön kısmında değil, görsellik ve üç boyut algısının gerçekleştiği arka kısmında faaliyetler gözlenecekti.
Deney sonuçları incelendiğinde, deneklerin yanlış cevaplarda çoğunluğa uyma oranının %41 olduğu görüldü. Asch Deneyi'nin sonuçlarını teyit eden bu orandan çok daha dikkat çekici olan diğer sonuç ise, denekleri çoğunluğa uymaya ya da uymamaya iten beyin faaliyetleriydi. Zira çoğunluk yanlış bir cevap üzerinde uzlaştığında onlara uyum göstermeyi tercih eden deneklerin beyinlerinin arka kısmında faaliyet gözleniyor, bilinçli karar alma merkezlerinde herhangi bir aktiviteye rastlanmıyordu. Diğer yandan, çoğunluğun kararının aksi yönünde yanıtlar veren deneklerde ise görsellik değil, çelişki ve zihinsel aktivite merkezleri faaliyet halinde oluyordu. Bir başka deyişle, önlerindeki resmi kendileri dışında herkesin farklı bir şekilde gördüğünü düşünmeye başlayan insanlar, çoğunluğa uyma eğilimi gösterdiklerinde, söz konusu resmi gerçekte olduğundan farklı bir şekilde görmeye başlıyorlardı.
Son derece çarpıcı olan deney sonuçlarını, The New York Times gazetesi, Başkalarının Söyledikleri Sizin Gördüklerinizi Değiştirebilir (http://www.nytimes.com/2005/06/28/science/28brai.html)' 'başlığıyla haber yaptı. Dr. Gregory Berns ve araştırma ekibinin Biological Psychiatry adlı akademik dergide yayınlanan makalesinde3 yer alan deney sonuçlarının aktarıldığı haberde, Dr. Berns'ün bu sonuçların gerçek hayata uygulanmasıyla ilgili değerlendirmelerine de yer verildi.4 Dr. Berns, seçimler ya da jüri yargılamaları da dahil olmak üzere toplumsal hayatın pek çok alanında birey ile grup arasındaki uyuşmazlıkların 'çoğunluğun hakimiyeti' (rule of the majority) yöntemiyle çözülmesinin genel kabul gördüğünü, bu genel kabulün ardında ise, çoğunluğun tek bir insanın muhakemesini değil, insanların kollektif bilgeliğini yansıtıyor olduğu düşüncesinin bulunduğunu söylüyordu. Dr. Berns, buradan hareketle, eğer başka insanların görüşleri, bir insanın dış dünyayı algılayış şeklini değiştiriyorsa, o zaman daha baştan gerçekliğin kendisine şüpheyle yaklaşmak gerektiği ve bu problemden çıkış yolu bulunmadığı sonucuna varıyordu.
İnsanlar Neden Çoğunluğa Uyma Eğilimindeler?
Stanley Milgram, insanların neden kendi gözlem ve düşünceleri yerine, çoğunluğun normlarına uyma ihtiyacı duydukları konusunda çeşitli değerlendirmelerde bulunuyor. İnsanlara daha çok küçük yaşlardan itibaren itaatkar olmalarının telkin edildiğini ifade eden Milgram, aile ortamından kitlesel eğitime, ardından da sosyal çevreden çalışma ortamına kadar hayatın her noktasında itaatin esas olduğunu söylüyor. İtaatin, iyi notlar, ayrıcalıklar ve terfi gibi mükafatları netice verdiğini, ancak otoriteyle fazlasıyla içli dışlı bir hayatı da beraberinde getirdiği konusuna dikkat çekiyor Milgram. Milgram'a göre, bütün bunlar nedeniyle insanlar hayatları boyunca hep işleri çekip çeviren bir otorite figürü beklentisi içerisinde oluyorlar. Böyle bir zihniyetin hakim hale gelmiş olması nedeniyle de, herhangi bir otorite sahibinin etkili olabilme adına güç kullanması dahi gerekmeyip, sadece kendisini tanıtması yeterli oluyor.5
Kişinin otoriteye (ya da bir otorite figürüne) karşı gelmesinin, oturaklaşmış sosyal yapıyı karşısına alması anlamına geleceğini de ifade eden Milgram, bu durumun ortaya çıkaracağı sıkıntıyla çoğu insanın baş edemeyeceğini ve bu nedenle, çok daha sorunsuz olan itaati seçeceğini söylüyor.6
Bütün bunlar, insanın ürkek ve dolayısıyla sindirilmeye müsait bir yapıya sahip olduğu anlamına geliyor. Milgram ve Zimbardo deneylerinde olduğu gibi, farklı türden bir sosyal yapılanma içerisine dahil olan insanların, kısa bir süre içerisinde o çevre tarafından tüketilip, yeniden üretilebiliyor, sonuç itibariyle de, önceden ihtimal dahi vermeyecekleri şeyleri düşünüp uygulayabilir hale gelebiliyor olmalarını mümkün kılan da zaten bu.
Kişi, kendi doğrularını bulma ve hayatını o doğruların ışığında sürdürme gayretinden yoksun olduğu ölçüde başkalarını taklit etme eğilimi içerisine girdiğinden, çoğunluğa uyum gösterme ve genel kabul görmüş davranış biçimlerini esas alma gibi eğilimler temelde iki sonucu doğuruyor:
1- Bu tür insanlardan müteşekkil bir toplum içerisinde bulunan ve kendi hayatlarına sahip çıkmaktan aciz olan kimseler, kendileri ile aynı durumda olan başkalarına bakarak yollarını bulmaya çalışıyorlar. Sadece körlerin bulunduğu bir otobüste oy birliğiyle yol tayinine çalışılmasına benzeyen bu durumun sonucunda ortaya çıkan normlar, son derece kaba bir 'hayatta kalma' dürtüsünün tesiri altında kutsanabiliyor.
2- Kendi değer yargılarına sahip olmayan kimseler, muhkem bir varlık algısından da yoksun olduklarından, başkalarından (ya da içerisine girdikleri yeni çevrelerden) çok daha kolay etkilenebiliyor ve kendileri gibi olan diğer insanlarla birlikte yığın halinde kolaylıkla kullanılabiliyorlar.
Serdar Kaya
1 Winn, Denise. [1983] 2000. The Manipulated Mind: Brainwashing, Conditioning and Indoctrination. Cambridge, Massachusetts: Malor Books. 109.
2 Asch Deneyi'ne ait video kayıtları YouTube'dan izlenebilir: http://www.youtube.com/watch?v=DKivdMAgdeA
3 Berns, Gregory S. et al. "Neurobiological Correlates of Social Conformity Independence During Mental Rotation (http://www.ccnl.emory.edu/greg/Berns%20Conformity%20final%20printed.pdf)" Biological Psychiatry 2005(58): 245-253.
4 Sandra Blakeslee, "What Other People Say May Change What You See (http://www.nytimes.com/2005/06/28/science/28brai.html)," The New York Times, 28 June 2005.
5 Winn 107.
6 Winn 107-108.
http://www.derinsular.com/im/2007/1016-asch-deneyi.jpg
Belli şartlar yerine getirildiğinde (çoğu zaman) eğitim seviyelerinden de bağımsız olarak insanların düşüncelerinin ne denli kolay bir şekilde etki altına alınabileceğini gösteren bir diğer çalışma da, Sorokin ve Boldyreff Deneyi olabilir.
Amerikan sosyologları Pitirim A. Sorokin ve J.W. Boldyreff, binin üzerinde lise ve üniversite öğrencisine ard arda iki kez Brahms (http://en.wikipedia.org/wiki/Brahms)'ın Birinci Senfonisi'ni dinlettiler. Öğrencilere dinletilen iki kayıt arasında hiçbir fark yoktu. Ancak deneyde, birinci dinletiden hemen önce senfoninin sunumunu yapan bir uzman, ilk senfoninin güzellik, duygusallık ve teknik kalite açısından ikinciye göre çok daha üstün olduğunu söyledi. İkinci dinletiden önce yapılan sunumda ise, dinleyicilere, birazdan dinleyecekleri senfoninin olsa olsa tanınmış bir şaheserin abartılmış bir taklidi olabileceği bilgisi verildi. Dinletilerin ardından, öğrencilerin sadece %4'ü iki farklı çalışma dinlediklerini kabul etmedi. %60'lık bir kesim ilk senfoniyi, ikinciden üstün bulduklarını belirtirken, %21'e tekabül eden diğer bir geniş kitle ise kararsız kaldı.1
Sorokin ve Boldyreff Deneyi ile ulaşılan sonuçların, Milgram ve Zimbardo deneylerinde elde edilen bulgularla aynı doğrultuda olduğu, insanların belli bir alandaki uzmanlığı ya da otoritesi genel kabul görmüş olan birinin yargılarını sorgulamaktan kaçındığı söylenebilir. Bu deneyle bir kez daha teyit edilen 'otorite' ve 'çevre' etkileri sonucunda, her toplumun, özellikle yer ve zamana bağlı olarak, kendi insan tipini ürettiği sonucuna da varmak mümkün. Ancak bu türden süreçlerin başka bileşenleri de yok değil.
Asch Deneyi
Amerikalı psikoloji profesörü Solomon Asch (http://en.wikipedia.org/wiki/Solomon_Asch), Milgram ve Zimbardo deneylerinden çok önce, 1950'li yıllarda gerçekleştirdiği bir dizi deney ile, insanların çoğunluğauyum gösterme adına kendi doğru bildiklerinden ne derece taviz vereceklerini ölçmek istedi. Sonuçlarının Profesör Asch'i dahi şaşırttığı bu deneyler, takip eden yıllarda Stanley Milgram'a da ilham kaynağı olacaktı.
Asch Deneyi (http://en.wikipedia.org/wiki/Asch_conformity_experiments)'nde, deneklere 'göz muayenesi'ne alınacakları söylenmiş ve kendilerine iki karttan oluşan bir test uygulanmıştı. Kartlardan birincisinde, tek bir kalın çizgi bulunuyordu. Deneklerin yapması gereken, ikinci karttaki üç kalın çizgiden hangisinin birinci karttaki çizgi ile aynı uzunlukta olduğunu bulmaktı. Son derece basit olan bu deney sorusu, aynı oda içerisinde yan yana oturan ve genellikle 8 ila 10 kişiden oluşan gruplara aynı anda soruluyor, her kart ikilisinin gösterilmesinin ardından deneklerden sırayla sesli olarak yanıt vermeleri isteniyordu.
Ancak gerçekte, Asch Deneyi'nde yer alan her denek grubunda, deneklerin biri dışındaki herkes deney ekibindendi ve dolayısıyla ortada aslında sadece tek bir denek vardı. Deney başladığında deney ekibindeki sözde denekler, (önceden planlandığı şekilde) ilk birkaç soruya doğru yanıt veriyor, ancak takip eden sorularda hep birlikte aynı yanlış cevabı vermeye başlıyorlardı. Böylelikle, herkesin aynı yanlış cevabı verdiği durumlarda, deneklerin ne kadarının sıra kendilerine geldiğinde gözleri önündeki gerçeği dile getirmeyip çoğunluğa uyum gösterecekleri ölçülmek isteniyordu.
Asch Deneyi'nin Sonuçları
Deneklerin %74'ü, gerçekleştirilen deneylerde en az bir kez çoğunluğa uyarak yanlış cevap vermeyi tercih ederken, %28'i ise, deneylerin yarıdan fazlasında yanlış cevaba iştirak etti. Deneklerin önemli bir yüzdesi, sadece ve sadece çoğunluk tersi istikamette görüş belirttiği için, net bir şekilde gördükleri bir gerçeği inkar yoluna gitmişlerdi.
Profesör Asch, çeşitli kontrol deneyleriyle bu durumun nedenlerini analiz etmek istedi. Bu deneylerden birinde, gruba 'doğru yanıt veren' bir kişi daha dahil edildi. Kendisinden önce sadece bir kişinin çoğunluktan ayrıldığını gören denekler, çok büyük bir çoğunlukla (%95) doğru yanıt vermeye başladılar. Bu durum, çoğunluğun otoritesinin tek bir kişiyle dahi kırılabileceği yönünde ipuçları vermekteydi. Zira bu sonuçlara göre, çevreye uyum eğilimininde belirleyici olan unsurlardan birinin de, insanın tek başına karar alıp uygulama konusundaki yetersizliği olduğu ortaya çıkıyordu. Şöyle ki, insan, belli konularda tavrını ortaya koyabilme adına rol modellerine ihtiyaç duymakta, küçük de olsa belli bir muhalif grup oluşmadan kendi başına doğru bildiklerini uygulamakta zorlanmaktaydı.
Bir diğer kontrol deneyinde ise, denekten 'geç geldiği için' yanıtlarını yazılı olarak vermesi istendi. Diğerlerinin aksine sesli yanıt vermeyen ve dolayısıyla herkesin içinde farklı bir yanıt vermek zorunda kalmayacak olan deneklerde çoğunluğa uyma eğilimi %66 oranında azaldı.
Profesör Asch, bu sonuçlar karşısında, topluma hakim olan çoğunluğa uyma eğiliminin, zeki ve iyi niyetli insanlara beyaza siyah dedirtecek kadar güçlü olduğunu söyledi. Asch'a göre, bu durum, eğitim sistemi ve de topluma hakim değerler adına kaygı verici nitelikteydi.2
Berns Deneyi
Asch Deneyi, sosyal ve politik alandaki gelişmeleri açıklayabilme adına yeni ve önemli bir açılım sunduğundan, sosyal psikoloji (http://en.wikipedia.org/wiki/Social_psychology) merkezli çalışmalarda giderek daha fazla referans verilir oldu. Ancak 2005 yılında Emory Üniversitesi'nde Dr. Gregory Berns (http://www.ccnl.emory.edu/greg)'ün yönetiminde gerçekleştirilen ve Asch Deneyi'ni farklı bir açıdan tekrarlayan çalışma, çoğunluğa uyum gösterme konusunda yeni sonuçlar ortaya koydu.
Berns Deneyi'nin ayırt edici özelliği, teknolojiye de yer veren ilginç tasarımıydı. Deneyde, deneklere birbirine benzer iki şeklin farklı açılardan görüntüleri gösterilecek ve kendilerinden, üç boyutlu düşünmek suretiyle bu iki şeklin aynı olup olmadığını belirlemeleri istenecekti. Tıpkı Asch Deneyi'nde olduğu gibi, burada da aslında sadece tek bir denek vardı. Diğer denekler, deney ekibindendi.
http://www.derinsular.com/im/2007/1016-berns-deneyi.jpg
Berns Deneyi'nde, denekler bilgisayar başında olacak, asıl denekten ise (muhtemelen kendisine tek cihaz olduğu söylenilerek) anlık beyin fotoğrafları çekebilen M.R.I. (http://en.wikipedia.org/wiki/MRI) cihazına bağlanması istenecekti. Zira Berns Deneyi, sadece çoğunluğa uyma oranını değil, insan beyninin bu gibi durumlarda ne gibi bir muhakeme süreci yaşadığını da ölçebilecek şekilde tasarlanmıştı.
Şöyle ki, eğer çoğunluğa uyum gösterme, kişinin doğru ile yanlışı ayırt edebiliyor olmasına rağmen çoğunluktan çekinmesinden ötürü bilinçli olarak aldığı bir karar ise, bu durumda, beynin planlama, çelişki ve üst düzey zihinsel aktiviteler ile ilgilenen ön kısmında faaliyetler gözlenecekti. Ancak araştırmacılar, çoğunluğun bir objeyi belli bir şekilde algılaması durumunda, beynin de kendini kandırarak söz konusu objeyi aynı şekilde algılamaya başladığından şüpheleniyorlardı! Bu nedenle de, araştırmacıların asıl test etmek istedikleri nokta, çoğunluğa uymanın bizzat algının değişmesinden kaynaklanıyor olup olmadığıydı. Zira böyle bir durum söz konusu ise, beynin ön kısmında değil, görsellik ve üç boyut algısının gerçekleştiği arka kısmında faaliyetler gözlenecekti.
Deney sonuçları incelendiğinde, deneklerin yanlış cevaplarda çoğunluğa uyma oranının %41 olduğu görüldü. Asch Deneyi'nin sonuçlarını teyit eden bu orandan çok daha dikkat çekici olan diğer sonuç ise, denekleri çoğunluğa uymaya ya da uymamaya iten beyin faaliyetleriydi. Zira çoğunluk yanlış bir cevap üzerinde uzlaştığında onlara uyum göstermeyi tercih eden deneklerin beyinlerinin arka kısmında faaliyet gözleniyor, bilinçli karar alma merkezlerinde herhangi bir aktiviteye rastlanmıyordu. Diğer yandan, çoğunluğun kararının aksi yönünde yanıtlar veren deneklerde ise görsellik değil, çelişki ve zihinsel aktivite merkezleri faaliyet halinde oluyordu. Bir başka deyişle, önlerindeki resmi kendileri dışında herkesin farklı bir şekilde gördüğünü düşünmeye başlayan insanlar, çoğunluğa uyma eğilimi gösterdiklerinde, söz konusu resmi gerçekte olduğundan farklı bir şekilde görmeye başlıyorlardı.
Son derece çarpıcı olan deney sonuçlarını, The New York Times gazetesi, Başkalarının Söyledikleri Sizin Gördüklerinizi Değiştirebilir (http://www.nytimes.com/2005/06/28/science/28brai.html)' 'başlığıyla haber yaptı. Dr. Gregory Berns ve araştırma ekibinin Biological Psychiatry adlı akademik dergide yayınlanan makalesinde3 yer alan deney sonuçlarının aktarıldığı haberde, Dr. Berns'ün bu sonuçların gerçek hayata uygulanmasıyla ilgili değerlendirmelerine de yer verildi.4 Dr. Berns, seçimler ya da jüri yargılamaları da dahil olmak üzere toplumsal hayatın pek çok alanında birey ile grup arasındaki uyuşmazlıkların 'çoğunluğun hakimiyeti' (rule of the majority) yöntemiyle çözülmesinin genel kabul gördüğünü, bu genel kabulün ardında ise, çoğunluğun tek bir insanın muhakemesini değil, insanların kollektif bilgeliğini yansıtıyor olduğu düşüncesinin bulunduğunu söylüyordu. Dr. Berns, buradan hareketle, eğer başka insanların görüşleri, bir insanın dış dünyayı algılayış şeklini değiştiriyorsa, o zaman daha baştan gerçekliğin kendisine şüpheyle yaklaşmak gerektiği ve bu problemden çıkış yolu bulunmadığı sonucuna varıyordu.
İnsanlar Neden Çoğunluğa Uyma Eğilimindeler?
Stanley Milgram, insanların neden kendi gözlem ve düşünceleri yerine, çoğunluğun normlarına uyma ihtiyacı duydukları konusunda çeşitli değerlendirmelerde bulunuyor. İnsanlara daha çok küçük yaşlardan itibaren itaatkar olmalarının telkin edildiğini ifade eden Milgram, aile ortamından kitlesel eğitime, ardından da sosyal çevreden çalışma ortamına kadar hayatın her noktasında itaatin esas olduğunu söylüyor. İtaatin, iyi notlar, ayrıcalıklar ve terfi gibi mükafatları netice verdiğini, ancak otoriteyle fazlasıyla içli dışlı bir hayatı da beraberinde getirdiği konusuna dikkat çekiyor Milgram. Milgram'a göre, bütün bunlar nedeniyle insanlar hayatları boyunca hep işleri çekip çeviren bir otorite figürü beklentisi içerisinde oluyorlar. Böyle bir zihniyetin hakim hale gelmiş olması nedeniyle de, herhangi bir otorite sahibinin etkili olabilme adına güç kullanması dahi gerekmeyip, sadece kendisini tanıtması yeterli oluyor.5
Kişinin otoriteye (ya da bir otorite figürüne) karşı gelmesinin, oturaklaşmış sosyal yapıyı karşısına alması anlamına geleceğini de ifade eden Milgram, bu durumun ortaya çıkaracağı sıkıntıyla çoğu insanın baş edemeyeceğini ve bu nedenle, çok daha sorunsuz olan itaati seçeceğini söylüyor.6
Bütün bunlar, insanın ürkek ve dolayısıyla sindirilmeye müsait bir yapıya sahip olduğu anlamına geliyor. Milgram ve Zimbardo deneylerinde olduğu gibi, farklı türden bir sosyal yapılanma içerisine dahil olan insanların, kısa bir süre içerisinde o çevre tarafından tüketilip, yeniden üretilebiliyor, sonuç itibariyle de, önceden ihtimal dahi vermeyecekleri şeyleri düşünüp uygulayabilir hale gelebiliyor olmalarını mümkün kılan da zaten bu.
Kişi, kendi doğrularını bulma ve hayatını o doğruların ışığında sürdürme gayretinden yoksun olduğu ölçüde başkalarını taklit etme eğilimi içerisine girdiğinden, çoğunluğa uyum gösterme ve genel kabul görmüş davranış biçimlerini esas alma gibi eğilimler temelde iki sonucu doğuruyor:
1- Bu tür insanlardan müteşekkil bir toplum içerisinde bulunan ve kendi hayatlarına sahip çıkmaktan aciz olan kimseler, kendileri ile aynı durumda olan başkalarına bakarak yollarını bulmaya çalışıyorlar. Sadece körlerin bulunduğu bir otobüste oy birliğiyle yol tayinine çalışılmasına benzeyen bu durumun sonucunda ortaya çıkan normlar, son derece kaba bir 'hayatta kalma' dürtüsünün tesiri altında kutsanabiliyor.
2- Kendi değer yargılarına sahip olmayan kimseler, muhkem bir varlık algısından da yoksun olduklarından, başkalarından (ya da içerisine girdikleri yeni çevrelerden) çok daha kolay etkilenebiliyor ve kendileri gibi olan diğer insanlarla birlikte yığın halinde kolaylıkla kullanılabiliyorlar.
Serdar Kaya
1 Winn, Denise. [1983] 2000. The Manipulated Mind: Brainwashing, Conditioning and Indoctrination. Cambridge, Massachusetts: Malor Books. 109.
2 Asch Deneyi'ne ait video kayıtları YouTube'dan izlenebilir: http://www.youtube.com/watch?v=DKivdMAgdeA
3 Berns, Gregory S. et al. "Neurobiological Correlates of Social Conformity Independence During Mental Rotation (http://www.ccnl.emory.edu/greg/Berns%20Conformity%20final%20printed.pdf)" Biological Psychiatry 2005(58): 245-253.
4 Sandra Blakeslee, "What Other People Say May Change What You See (http://www.nytimes.com/2005/06/28/science/28brai.html)," The New York Times, 28 June 2005.
5 Winn 107.
6 Winn 107-108.