Duygu'Seli~
02-15-2009, 23:32
Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye
yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini
orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da
halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi
bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun
düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman
iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak
etti, sordu:
- Hangi kumaştan sattın?
-Şu kumaştan efendim.
-Metresini kaça verdin?
-On akçeye.
-Nasıl olur?" diye hayret etti,
-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın.
Görsen tanır mısın onu?
Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan
sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik
istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri
şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa
karşılaşıyordu.
-Ne demekti hakkını helâl et?
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden
kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş
tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:
-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne
duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle
emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla
kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı
düzelttim.
Kral,
-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe
sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı.
Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını.
Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha
sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.
250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı.Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler,sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir."
Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi.
Konuşmaktan çok yaşamaktı.
Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye
girmesiydi.
alıntıdır..
yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini
orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da
halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi
bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun
düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman
iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak
etti, sordu:
- Hangi kumaştan sattın?
-Şu kumaştan efendim.
-Metresini kaça verdin?
-On akçeye.
-Nasıl olur?" diye hayret etti,
-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın.
Görsen tanır mısın onu?
Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan
sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik
istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri
şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa
karşılaşıyordu.
-Ne demekti hakkını helâl et?
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden
kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş
tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:
-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne
duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle
emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla
kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı
düzelttim.
Kral,
-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe
sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı.
Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını.
Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha
sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.
250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı.Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler,sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir."
Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi.
Konuşmaktan çok yaşamaktı.
Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye
girmesiydi.
alıntıdır..