Hüdaverdi
05-20-2010, 05:32
Abdulhamit KIRMIZI-Selin BÖLME
Kürt Hareketlerinde Dindarlığın Yeni Tezahürleri
Türkiye'de ulus inşa sürecinin en önemli dayanaklarından biri ortak din mensubiyeti olmuş, Lozan'da azınlıklar dini temelde tanımlanmış, göç alma ve verme durumunda din bağı esas kabul edilmiştir.1 Ancak, din kardeşliği fikrine dayanan "Müslüman azınlık yoktur" ilkesini Lozan'dan beri koruyan Türkiye Cumhuriyeti ülkeye göçen Arnavut, Boşnak ve Pomak gibi Türk olmayan Müslüman grupları potasında eritebilirken, diğerleri gibi göçmen olmayan en büyük gayr-i Türk Müslüman grup olan Kürtler, bugün hızla "öteki" haline gelmektedir.
Türklerle Kürtler arasında iki taraflı milliyetçilikten kaynaklanabilecek yapısal kırılmayı önleyen en önemli köprü din bağı olabilecekken,2 bu payda değerlendirilememektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumda dini aidiyetin dil aidiyetinden daha baskın oluşu Türkiye için bir talih olarak görülmüş, ancak bu talih iyi değerlendirilmemiştir. Turgut Özal Cumhurbaşkanı iken, danışmanlığını yapan Hikmet Özdemir, "Güneydoğu İçin Bir Model Önerisi" başlıklı raporunda, Cumhuriyet idarecilerinin "dinin bir kültür ve değerler sistemi olarak sunduğu zenginliklerden istifade edemeyişi"ni "kayıp" olarak nitelemiş ve "sivil toplumun oluşması ve gelişmesinde, özellikle Türkiye örneğinde, dini cemaatlerin rolü her geçen gün artan bir önem kazanmakta" demiştir.3
Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek isimli kitabında, bugün de İslam'ın PKK ve radikal Kürt milliyetçiliği önünde engel olmaya devam ettiğini, İslamcı bir Kürtçü'nün ortalama seküler bir Kürtçü'den daha az şoven olduğunu, hızlı sekülerleşmenin dindışı bir sezgi olan Kürtlük bilincinin yükselişinde önemli bir rol oynadığını yazmıştır.4 Seküler yaklaşımlar, Kürt toplumunda dinin toplumsal hayat üzerinde düzenleyici etkilerini de görmezden gelmektedir. Doğu ve Güneydoğu'da bir tarikata mensup olanların oranı % 30'u geçmektedir ve bu oran bütün Türkiye'deki Kürtler genelinde % 11'dir. Türklerdeki tarikat mensubiyeti oranı ise yalnızca % 6'dır.5 Tarikatların sadece dini değil, toplumsal düzenle ilgili fonksiyonları devam etmektedir.6 Bruinessen'e göre, Cumhuriyet her ne kadar medeni kanunu ve ceza kanununu yerleştirmek için mahkemeler kurmuş ve böylece bölgede şeyhlerin etkisini kırmaya çalışmışsa da, Batı'dan gelen memurlar güven telkin edememiş ve geleneksel otoritelerin yerini almayı başaramamışlardır. Jandarmanın sıkı kontrolü geniş bir yerel otoritenin ortaya çıkmasına izin vermediği gibi, devlet organlarının otoritesi de gerçek bir kabul görmemiştir. Bu da otorite boşluğu oluşturmuştur. Kürt toplumu ağaların ve şeyhlerin tamamen ortadan kaldırıldığı bölgelerde her zamankinden daha fazla çatışmalı bir ortama düşmüştür.7 Yine de, zaman zaman bölgeyi bilen bazı devlet görevlilerinin yasa ve düzeni koruyabilmenin tek kolay yolu olarak şeyhlerin aracılığına başvurdukları bilinmektedir.8 Zira şeyhler bölgede birden fazla aşireti kendine bağlayabilen ve yönlendirebilen tek otoritedir.9
Kürtlerin tarihiyle ilgili en önemli eserlerden birini yazan David McDowall'e göre, Kürtlerin çoğunluğu Sünni olduğu için Kürt memleketlere komşu olan Arapların ve Türklerin çoğunluğu ile dini konularda uyum içinde olmuşlardır. Dindar Sünni Kürtler kendilerinden farklı mezheplerdeki Kürtlere karşı Kürt olmayan Sünnilerin yanında yer almışlar ve almaktadırlar. Hatta aynı tarikatten olan Kürtler çok güçlü aşiret farklılıklarını aşabilmişlerdir.10 Güncel siyaset açısından bakıldığında, muhafazakar kitle partilerine oy vermeyi yeğleyen dindar Kürtlerin, bölgede ayrılıkçı partilerin önünü kesen en önemli engel olduğu görülür. 2002 yılında, sadece Doğu ve Güneydoğu bölgesinde değil, bütün Türkiye'de AKP'yi birinci yapan oyların yarısının bu kesimden geldiği kuvvetle muhtemeldir.
Kürt toplumu üzerinde dinin bu etkin konumu, bölgede sağ partiler için güçlü bir taban meydana getirirken; Hizbullah gibi radikal dini hareketlerin ve son dönemde İslami STK'ların doğmasına neden olmuş, PKK gibi sosyalist söyleme sahip bir hareketin bile dini açılımlar aramasına yol açmıştır.
Abdullah Öcalan'ın Yeni Din Yaklaşımı ve PKK
Sosyalist bir ideoloji temelinde kurulan PKK, özellikle 1990 sonrası süreç içinde Kürt toplumunun yaşantısında dinin etkisini kabulleniyor ve bu yöndeki politikalarında değişime gidiyor, görünmektedir. Abdullah Öcalan'ın din konusundaki görüşleri bu değişimi yansıtmaktadır. Öcalan, dinin insanın var olduğu ilk dönemlerde anlamlandıramadığı doğa güçlerine karşı zayıflığı dolayısıyla tanrılar yaratarak korkularından, zayıflıklarından kurtulmak çabasının sonucu ortaya çıktığını11 ve tek tanrılı dinlerin toplum içinde egemen sınıf, kabile ya da hanedanın çıkarlarına hizmet ettiğini savunan12 sosyalist dilini korusa da; dinin Kürt toplumu üzerindeki kırılmaz etkisinin artık farkındadır.
Bu noktada, sol kesim için yaptığı eleştiri aslında bir öz eleştirinin izlerini taşımaktadır. Öcalan'a göre solcuların en büyük hatası dini küçümsemeleri ve inkârcı yaklaşımlarıdır. Dinin insanın bir parçası olduğunu ifade eden Öcalan, insanın dinsel bir varlık olduğunu ve dini tanımayan hiçbir toplum olmadığını söylemekte13 ve sosyalizm çerçevesinde yapılan, dinin kaba materyalist yorumunun toplumsal destekten mahrumiyet ve halktan soyutlanma gibi tehlikeli sonuçlara yol açtığını yazmaktadır.14 Yapılması gereken İslam'ı emperyalist güç ABD ve onun Türk işbirlikçileri olan egemen sınıfların eline bırakmamaktır. Öcalan, devletin PKK etkisini kırmak amacıyla kendisini "din düşmanı" ilân ettiğini söylemekte, oysa Kürt halkının adalet ve ahlak değerlerinin ayrılmaz parçası haline gelmiş olan dine saygılı olmak gerektiğini dile getirmektedir.15 Öcalan'a göre, din, emperyalizme, sömürgeciliğe ve gericiliğe karşı olarak, ulusal kurtuluş hareketine ve devrime hizmet eder konuma sokulmalı ve ona sahip çıkılmalıdır. Bu nedenle, dinin devrimci yorumunun yapılmasına ihtiyaç vardır. Böylece, PKK hareketi daha fazla kitleselleşecek ve hız kazanacaktır.16 Ulusal kurtuluş hareketinin başarıya ulaşması için halk kitleleriyle bağları geliştirmenin ve halkın direniş, hak ve adalet duygularının harekete geçirilmesinin gerekliliğine değinen Öcalan,17 bugün Kürt toplumunda geniş bir tabana seslenebilmenin din paydasında mümkün olduğunun farkındadır. Bu noktada, "İslam dini ile ulusal kurtuluş arasındaki doğru ilişkiyi Kur'an ayetlerine dayanarak açıklamak" gerektiğini belirterek, halka uzak sosyalist söylemin yerini halkın öz değerleri ile doldurmaya çalışmaktadır.18
Öte yandan, "dini bir söylem" kurgulayarak halka yeni bir cazibe merkezi haline gelebilmek için tarikatların Kürt toplumu içindeki etkin rolünün kırılması gerektiğinin bilincinde olan Öcalan, tarikatların yerleştirdiği din anlayışına karşın eleştirisini sürdürmektedir. Gerici ve dogmatik İslam anlayışını reddettiklerini söylerken, yüzyılların din propagandasının Kürt toplumunda başa gelen her şeye kader inancı ile şükretmeye ve boyun eğmeye yol açtığını vurgulamaktadır.19 Bu anlayışın yerleşmesine yol açan tarikatların, 12 Eylül döneminde ortaya konulan "Türk-İslam Sentezi"nin bir uzantısı olarak devlet destekli kurulduklarını iddia eden Öcalan, bunların bölgede bu anlayışın örgütlenme birimleri olarak seçildiğini eklemektedir.20
Öcalan'a göre 12 Eylül faşizmi Anavatan Partisi (ANAP) adı altında sürdürülmüştür. Bu dönemde yine gerici ağalar, şeyhler desteklenerek tarikatlara ağırlık verilmiştir. ANAP hükumetinin desteklediği ve bağlantılı olduğu bir tarikat da Nakşî tarikatıdır. Öcalan, Yavuz Sultan Selim döneminde örgütlendiğini belirttiği bu tarikatın, Bitlis merkezli olduğunu, pek çok Doğu illerine de yayıldığını söyler. Böylece ANAP, bu bölgedeki halkı kendi egemenliği ve hizmeti altına sokmuştur. Nakşîliğe dayanan, ama Süleymancılık, Kadirilik gibi başka adlar altında aynı işlevi yerine getiren pek çok tarikatın varlığına dikkat çeken Öcalan'a göre, daha önce Aleviliğe karşı bir örgütlenme olarak ortaya çıkan ve aslında İslam'la hiçbir ilgisi olmadığı halde onu kullanan Nakşîlik, bugün de Kürt ulusal kurtuluş hareketine karşı örgütlenmesini sürdürmektedir.21
Abdullah Öcalan, tarikatların etkinliğini kırmanın mümkün olmadığının farkındadır. Bugün her ne kadar daha yumuşak bir dil kullanarak tarikatlara karşı olmadığını bunların toplumsal bir ihtiyaç olduğunu belirtse de, bölgede yükselen dindarlık kendisini de kaygılandırmaktadır. 6 Aralık 2006 tarihinde, avukatları yoluyla yaptığı açıklamada Kürtlere seslenmiş "Diyarbakırlılar'a, bütün Kürtler'e sesleniyorum. Tarikatları kullananlara, bunlara, bu partilere sakın oy vermesinler. Bir tek oy dahi vermesinler. Verilen oylar bomba olarak, linç kültürü olarak Kürtlere geri dönüyor." sözleri ile tarikatları kullanan partilere oy verilmemesi çağrısında bulunmuştur.22
Öcalan'ın dine bakış açısında gerçekleşen değişim, PKK tarafından kullanılan dile ve beraberinde uygulamalara da yansımıştır. PKK, bu değişimle birlikte kendisini zaman zaman dini bir söylem kullanmak zorunda hissetmiş, ekseriyeti sağa eğilimli olan dindar Kürtlere yönelik propaganda faaliyetlerinde Türk sağı ile olan anlaşmazlık noktalarına vurgu yapmıştır. İslam'ın evrenselliği ile Kürt ulusal kimliğinin çelişmediğini, Şafiiliğin Hanefiliğe, Kürtlerin mensup olduğu tarikatların diğerlerine üstün olduğu dile getirilmiş; kentlerdeki Türk Müslümanlar Kemalizm'e teslim olurken bölge halkının inançlarını bu şekilde canlı tutmayı başardığı vurgulanmıştır.
Hatta PKK, Partiye İslami Kürdistan (PİK) adlı bir kol kurarak, Cudi gibi yayın organlarında, Öcalan'ın tavsiyelerine kulak vererek ayet ve hadisler kullanmış, Türklerin İslam anlayışlarına etnik bir karşıtlık göstererek dindarları kazanmaya çalışmıştır. Bölgede oyların % 50'sinin şeyhlerin etkisiyle belirlendiğini gören PKK, kendi davasına gönül verecek genç şeyhler ve mollalar arayışına girmiştir.23 Kürt milliyetçileri, yazdıkları eserlerde "İslamiyete Hizmet Kürtçe de Olur" gibi başlıklar altında Kürt kökenli İslam âlimlerinin "bir ölçüde Kürtlük güttükleri"ni ispat etmeye yönelmişler, bunların "İslamiyet'in koyu tutuculuğunun egemen olduğu dönemde" bile Kürtlüğe vurgu yaptıklarını söyleyerek, dindarların sempatisini kazanmaya çalışmışlardır.24 PKK son dönemde militanlarının cenazelerinde mevlit okutmaya başlarken, DTP'li belediyeler geçtiğimiz Ramazan ayında kentlerinde ilk defa iftar çadırları kurmuşlardır.
PKK yanlısı (Özgür) Gündem gazetesinde bugün ilahiyatçı bir köşe yazarı bile mevcuttur. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslami Bilimleri Bölümü Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet İnan, köşesinde Türkiye'de İslamcıların Kürt meselesine bakışını eleştiren yazılar kaleme almaktadır: "Bazıları da, sadece dindar Kürtleri rölantiye almak adına kendilerinin dahi inanmadığı bu sahte kozu kullanmak istiyor; böylece saf dindar Kürt tabakasını sanal bir imparatorluk konsepti içinde yaşatarak işlevsiz bırakmayı amaçlıyorlar."25 İnan, İslam vurgusu yapılarak Kürtlerin kandırıldığını söylediği bir röportajında şöyle demiştir:26
"Müslümanlığı bazı kimlikleri eritmek için kullanıyorlar. Sanki bir kişi Kürt artı Müslüman olamazmış gibi düşünüyorlar. Temelde bu İslamcı ana gövdenin 'ümmetçilik' adı altında geliştirdikleri şey, aslında Kürtlerin haklarını ve Kürtleri yok saymaktır. 'Kürt de Türk de değilim, Müslümanım' diyen bu anlayış Türklüğe ait bütün unsurları göğsünü gere gere kullanabiliyor. Eğer bir Kürt kendi etnik kimliğine ait unsurları kullanırsa ona başka bir gözle bakıyor. Dolayısıyla AKP'ye rengini veren ana akım 'Orta Anadolu akliyesi' diyebileceğimiz bu akım hiçbir zaman Kürt sorunu konusunda dürüst olamaz. Yani baştan böyle bir sorunu var."
PKK örgütü içinde bile samimiyetle kucaklanamamış dindarlık arayışındaki bu çizginin Kürt toplumundaki ihtiyaçlara cevap vermekten uzak oluşu, Hizbullah'ın çökertilmesinin sonrasında oluşan boşlukta yeni yapılanmaları beraberinde getirmiştir.
Kürt Hareketlerinde Dindarlığın Yeni Tezahürleri
Türkiye'de ulus inşa sürecinin en önemli dayanaklarından biri ortak din mensubiyeti olmuş, Lozan'da azınlıklar dini temelde tanımlanmış, göç alma ve verme durumunda din bağı esas kabul edilmiştir.1 Ancak, din kardeşliği fikrine dayanan "Müslüman azınlık yoktur" ilkesini Lozan'dan beri koruyan Türkiye Cumhuriyeti ülkeye göçen Arnavut, Boşnak ve Pomak gibi Türk olmayan Müslüman grupları potasında eritebilirken, diğerleri gibi göçmen olmayan en büyük gayr-i Türk Müslüman grup olan Kürtler, bugün hızla "öteki" haline gelmektedir.
Türklerle Kürtler arasında iki taraflı milliyetçilikten kaynaklanabilecek yapısal kırılmayı önleyen en önemli köprü din bağı olabilecekken,2 bu payda değerlendirilememektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumda dini aidiyetin dil aidiyetinden daha baskın oluşu Türkiye için bir talih olarak görülmüş, ancak bu talih iyi değerlendirilmemiştir. Turgut Özal Cumhurbaşkanı iken, danışmanlığını yapan Hikmet Özdemir, "Güneydoğu İçin Bir Model Önerisi" başlıklı raporunda, Cumhuriyet idarecilerinin "dinin bir kültür ve değerler sistemi olarak sunduğu zenginliklerden istifade edemeyişi"ni "kayıp" olarak nitelemiş ve "sivil toplumun oluşması ve gelişmesinde, özellikle Türkiye örneğinde, dini cemaatlerin rolü her geçen gün artan bir önem kazanmakta" demiştir.3
Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek isimli kitabında, bugün de İslam'ın PKK ve radikal Kürt milliyetçiliği önünde engel olmaya devam ettiğini, İslamcı bir Kürtçü'nün ortalama seküler bir Kürtçü'den daha az şoven olduğunu, hızlı sekülerleşmenin dindışı bir sezgi olan Kürtlük bilincinin yükselişinde önemli bir rol oynadığını yazmıştır.4 Seküler yaklaşımlar, Kürt toplumunda dinin toplumsal hayat üzerinde düzenleyici etkilerini de görmezden gelmektedir. Doğu ve Güneydoğu'da bir tarikata mensup olanların oranı % 30'u geçmektedir ve bu oran bütün Türkiye'deki Kürtler genelinde % 11'dir. Türklerdeki tarikat mensubiyeti oranı ise yalnızca % 6'dır.5 Tarikatların sadece dini değil, toplumsal düzenle ilgili fonksiyonları devam etmektedir.6 Bruinessen'e göre, Cumhuriyet her ne kadar medeni kanunu ve ceza kanununu yerleştirmek için mahkemeler kurmuş ve böylece bölgede şeyhlerin etkisini kırmaya çalışmışsa da, Batı'dan gelen memurlar güven telkin edememiş ve geleneksel otoritelerin yerini almayı başaramamışlardır. Jandarmanın sıkı kontrolü geniş bir yerel otoritenin ortaya çıkmasına izin vermediği gibi, devlet organlarının otoritesi de gerçek bir kabul görmemiştir. Bu da otorite boşluğu oluşturmuştur. Kürt toplumu ağaların ve şeyhlerin tamamen ortadan kaldırıldığı bölgelerde her zamankinden daha fazla çatışmalı bir ortama düşmüştür.7 Yine de, zaman zaman bölgeyi bilen bazı devlet görevlilerinin yasa ve düzeni koruyabilmenin tek kolay yolu olarak şeyhlerin aracılığına başvurdukları bilinmektedir.8 Zira şeyhler bölgede birden fazla aşireti kendine bağlayabilen ve yönlendirebilen tek otoritedir.9
Kürtlerin tarihiyle ilgili en önemli eserlerden birini yazan David McDowall'e göre, Kürtlerin çoğunluğu Sünni olduğu için Kürt memleketlere komşu olan Arapların ve Türklerin çoğunluğu ile dini konularda uyum içinde olmuşlardır. Dindar Sünni Kürtler kendilerinden farklı mezheplerdeki Kürtlere karşı Kürt olmayan Sünnilerin yanında yer almışlar ve almaktadırlar. Hatta aynı tarikatten olan Kürtler çok güçlü aşiret farklılıklarını aşabilmişlerdir.10 Güncel siyaset açısından bakıldığında, muhafazakar kitle partilerine oy vermeyi yeğleyen dindar Kürtlerin, bölgede ayrılıkçı partilerin önünü kesen en önemli engel olduğu görülür. 2002 yılında, sadece Doğu ve Güneydoğu bölgesinde değil, bütün Türkiye'de AKP'yi birinci yapan oyların yarısının bu kesimden geldiği kuvvetle muhtemeldir.
Kürt toplumu üzerinde dinin bu etkin konumu, bölgede sağ partiler için güçlü bir taban meydana getirirken; Hizbullah gibi radikal dini hareketlerin ve son dönemde İslami STK'ların doğmasına neden olmuş, PKK gibi sosyalist söyleme sahip bir hareketin bile dini açılımlar aramasına yol açmıştır.
Abdullah Öcalan'ın Yeni Din Yaklaşımı ve PKK
Sosyalist bir ideoloji temelinde kurulan PKK, özellikle 1990 sonrası süreç içinde Kürt toplumunun yaşantısında dinin etkisini kabulleniyor ve bu yöndeki politikalarında değişime gidiyor, görünmektedir. Abdullah Öcalan'ın din konusundaki görüşleri bu değişimi yansıtmaktadır. Öcalan, dinin insanın var olduğu ilk dönemlerde anlamlandıramadığı doğa güçlerine karşı zayıflığı dolayısıyla tanrılar yaratarak korkularından, zayıflıklarından kurtulmak çabasının sonucu ortaya çıktığını11 ve tek tanrılı dinlerin toplum içinde egemen sınıf, kabile ya da hanedanın çıkarlarına hizmet ettiğini savunan12 sosyalist dilini korusa da; dinin Kürt toplumu üzerindeki kırılmaz etkisinin artık farkındadır.
Bu noktada, sol kesim için yaptığı eleştiri aslında bir öz eleştirinin izlerini taşımaktadır. Öcalan'a göre solcuların en büyük hatası dini küçümsemeleri ve inkârcı yaklaşımlarıdır. Dinin insanın bir parçası olduğunu ifade eden Öcalan, insanın dinsel bir varlık olduğunu ve dini tanımayan hiçbir toplum olmadığını söylemekte13 ve sosyalizm çerçevesinde yapılan, dinin kaba materyalist yorumunun toplumsal destekten mahrumiyet ve halktan soyutlanma gibi tehlikeli sonuçlara yol açtığını yazmaktadır.14 Yapılması gereken İslam'ı emperyalist güç ABD ve onun Türk işbirlikçileri olan egemen sınıfların eline bırakmamaktır. Öcalan, devletin PKK etkisini kırmak amacıyla kendisini "din düşmanı" ilân ettiğini söylemekte, oysa Kürt halkının adalet ve ahlak değerlerinin ayrılmaz parçası haline gelmiş olan dine saygılı olmak gerektiğini dile getirmektedir.15 Öcalan'a göre, din, emperyalizme, sömürgeciliğe ve gericiliğe karşı olarak, ulusal kurtuluş hareketine ve devrime hizmet eder konuma sokulmalı ve ona sahip çıkılmalıdır. Bu nedenle, dinin devrimci yorumunun yapılmasına ihtiyaç vardır. Böylece, PKK hareketi daha fazla kitleselleşecek ve hız kazanacaktır.16 Ulusal kurtuluş hareketinin başarıya ulaşması için halk kitleleriyle bağları geliştirmenin ve halkın direniş, hak ve adalet duygularının harekete geçirilmesinin gerekliliğine değinen Öcalan,17 bugün Kürt toplumunda geniş bir tabana seslenebilmenin din paydasında mümkün olduğunun farkındadır. Bu noktada, "İslam dini ile ulusal kurtuluş arasındaki doğru ilişkiyi Kur'an ayetlerine dayanarak açıklamak" gerektiğini belirterek, halka uzak sosyalist söylemin yerini halkın öz değerleri ile doldurmaya çalışmaktadır.18
Öte yandan, "dini bir söylem" kurgulayarak halka yeni bir cazibe merkezi haline gelebilmek için tarikatların Kürt toplumu içindeki etkin rolünün kırılması gerektiğinin bilincinde olan Öcalan, tarikatların yerleştirdiği din anlayışına karşın eleştirisini sürdürmektedir. Gerici ve dogmatik İslam anlayışını reddettiklerini söylerken, yüzyılların din propagandasının Kürt toplumunda başa gelen her şeye kader inancı ile şükretmeye ve boyun eğmeye yol açtığını vurgulamaktadır.19 Bu anlayışın yerleşmesine yol açan tarikatların, 12 Eylül döneminde ortaya konulan "Türk-İslam Sentezi"nin bir uzantısı olarak devlet destekli kurulduklarını iddia eden Öcalan, bunların bölgede bu anlayışın örgütlenme birimleri olarak seçildiğini eklemektedir.20
Öcalan'a göre 12 Eylül faşizmi Anavatan Partisi (ANAP) adı altında sürdürülmüştür. Bu dönemde yine gerici ağalar, şeyhler desteklenerek tarikatlara ağırlık verilmiştir. ANAP hükumetinin desteklediği ve bağlantılı olduğu bir tarikat da Nakşî tarikatıdır. Öcalan, Yavuz Sultan Selim döneminde örgütlendiğini belirttiği bu tarikatın, Bitlis merkezli olduğunu, pek çok Doğu illerine de yayıldığını söyler. Böylece ANAP, bu bölgedeki halkı kendi egemenliği ve hizmeti altına sokmuştur. Nakşîliğe dayanan, ama Süleymancılık, Kadirilik gibi başka adlar altında aynı işlevi yerine getiren pek çok tarikatın varlığına dikkat çeken Öcalan'a göre, daha önce Aleviliğe karşı bir örgütlenme olarak ortaya çıkan ve aslında İslam'la hiçbir ilgisi olmadığı halde onu kullanan Nakşîlik, bugün de Kürt ulusal kurtuluş hareketine karşı örgütlenmesini sürdürmektedir.21
Abdullah Öcalan, tarikatların etkinliğini kırmanın mümkün olmadığının farkındadır. Bugün her ne kadar daha yumuşak bir dil kullanarak tarikatlara karşı olmadığını bunların toplumsal bir ihtiyaç olduğunu belirtse de, bölgede yükselen dindarlık kendisini de kaygılandırmaktadır. 6 Aralık 2006 tarihinde, avukatları yoluyla yaptığı açıklamada Kürtlere seslenmiş "Diyarbakırlılar'a, bütün Kürtler'e sesleniyorum. Tarikatları kullananlara, bunlara, bu partilere sakın oy vermesinler. Bir tek oy dahi vermesinler. Verilen oylar bomba olarak, linç kültürü olarak Kürtlere geri dönüyor." sözleri ile tarikatları kullanan partilere oy verilmemesi çağrısında bulunmuştur.22
Öcalan'ın dine bakış açısında gerçekleşen değişim, PKK tarafından kullanılan dile ve beraberinde uygulamalara da yansımıştır. PKK, bu değişimle birlikte kendisini zaman zaman dini bir söylem kullanmak zorunda hissetmiş, ekseriyeti sağa eğilimli olan dindar Kürtlere yönelik propaganda faaliyetlerinde Türk sağı ile olan anlaşmazlık noktalarına vurgu yapmıştır. İslam'ın evrenselliği ile Kürt ulusal kimliğinin çelişmediğini, Şafiiliğin Hanefiliğe, Kürtlerin mensup olduğu tarikatların diğerlerine üstün olduğu dile getirilmiş; kentlerdeki Türk Müslümanlar Kemalizm'e teslim olurken bölge halkının inançlarını bu şekilde canlı tutmayı başardığı vurgulanmıştır.
Hatta PKK, Partiye İslami Kürdistan (PİK) adlı bir kol kurarak, Cudi gibi yayın organlarında, Öcalan'ın tavsiyelerine kulak vererek ayet ve hadisler kullanmış, Türklerin İslam anlayışlarına etnik bir karşıtlık göstererek dindarları kazanmaya çalışmıştır. Bölgede oyların % 50'sinin şeyhlerin etkisiyle belirlendiğini gören PKK, kendi davasına gönül verecek genç şeyhler ve mollalar arayışına girmiştir.23 Kürt milliyetçileri, yazdıkları eserlerde "İslamiyete Hizmet Kürtçe de Olur" gibi başlıklar altında Kürt kökenli İslam âlimlerinin "bir ölçüde Kürtlük güttükleri"ni ispat etmeye yönelmişler, bunların "İslamiyet'in koyu tutuculuğunun egemen olduğu dönemde" bile Kürtlüğe vurgu yaptıklarını söyleyerek, dindarların sempatisini kazanmaya çalışmışlardır.24 PKK son dönemde militanlarının cenazelerinde mevlit okutmaya başlarken, DTP'li belediyeler geçtiğimiz Ramazan ayında kentlerinde ilk defa iftar çadırları kurmuşlardır.
PKK yanlısı (Özgür) Gündem gazetesinde bugün ilahiyatçı bir köşe yazarı bile mevcuttur. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslami Bilimleri Bölümü Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet İnan, köşesinde Türkiye'de İslamcıların Kürt meselesine bakışını eleştiren yazılar kaleme almaktadır: "Bazıları da, sadece dindar Kürtleri rölantiye almak adına kendilerinin dahi inanmadığı bu sahte kozu kullanmak istiyor; böylece saf dindar Kürt tabakasını sanal bir imparatorluk konsepti içinde yaşatarak işlevsiz bırakmayı amaçlıyorlar."25 İnan, İslam vurgusu yapılarak Kürtlerin kandırıldığını söylediği bir röportajında şöyle demiştir:26
"Müslümanlığı bazı kimlikleri eritmek için kullanıyorlar. Sanki bir kişi Kürt artı Müslüman olamazmış gibi düşünüyorlar. Temelde bu İslamcı ana gövdenin 'ümmetçilik' adı altında geliştirdikleri şey, aslında Kürtlerin haklarını ve Kürtleri yok saymaktır. 'Kürt de Türk de değilim, Müslümanım' diyen bu anlayış Türklüğe ait bütün unsurları göğsünü gere gere kullanabiliyor. Eğer bir Kürt kendi etnik kimliğine ait unsurları kullanırsa ona başka bir gözle bakıyor. Dolayısıyla AKP'ye rengini veren ana akım 'Orta Anadolu akliyesi' diyebileceğimiz bu akım hiçbir zaman Kürt sorunu konusunda dürüst olamaz. Yani baştan böyle bir sorunu var."
PKK örgütü içinde bile samimiyetle kucaklanamamış dindarlık arayışındaki bu çizginin Kürt toplumundaki ihtiyaçlara cevap vermekten uzak oluşu, Hizbullah'ın çökertilmesinin sonrasında oluşan boşlukta yeni yapılanmaları beraberinde getirmiştir.