Orijinalini görmek için tıklayınız : Mustafa İslâmoğlu
Mustafa İslâmoğlu
28 Ekim 1960 Develi’de doğdu. İlk ve orta eğitimini doğduğu ilçede yaptı. Aynı dönemde babasından klasik usulde Sarf-Nahiv okudu. Yüksek İslam Enstütüsü’nde başladığı yüksek öğrenimini Ezher Üniversitesi Şeri’a İslamiyye Fakültesi’nde sürdürdü.
Edebi ürünlerini Mavera (1980) ve Aylık Dergi (1982-1989) ve Dergah’ta yayımladı. İlk makaleleri Milli Gazete (1980) ve Yeni Devir’de (1982-83) çıktı. Üniversiteler arası şiir yarışması 1. ve 2.lik ödüllerini aldı.
Şiirlerinden oluşan ilk kitabı Heyelan, Aylık Dergi Yayınları arasından 1987’de çıktı. Değişik coğrafyalardan İslami hareket önderleriyle yaptığı söyleşiler Eksen Yayınları tarafından Öncülerle Konuşmalar adıyla kitaplaştırıldı (1989).
Kahire’de eğitim için bulunduğu yıllarda bir yandan İslami araştırmalarda bulundu, bir yandan da dersler verdi. İlk araştırma ürünü olan İmamlar ve Sultanlar isimli çalışmasını burada kaleme aldı (1990). Yine ilk deneme eseri Yürek Devleti de bu dönemde yayımlandı. Aynı dönemde Safinaz Kazım’ın fî Mes’eti’s-Süfur ve’l-Hicab adlı eserini Kadının Özgürlüğü adıyla Türkçe’ye kazandırdı (1990). İlk cildini Kahire’de diğer ciltlerini döndükten sonra Türkiye’de kaleme aldığı Anadolu İslami Hareketleri (şimdiki adı: İslami Hareketler ve Kıyamlar Tarihi) serisini peşi peşine yayımladı (1991-1993). Bu serinin ilk cildini Hasan Ali Beyyumi ile birlikte Arapça’ya çevirdi. Bu çeviri Daru’z-Zehra tarafından Cuzuru’l-Hareketi’l-İslamiyye fi Türkiye adıyla yayımlandı (Kahire-1994).
Bir araştırma eseri olan Yahudileşme Temayülü adlı eseri 1994’te okuruyla buluştu. Seminer notlarından oluşan Tavsiyeler I-II adlı eserler de bu yıllarda yayımlandı (1995, 1998).
Kahire-Mekke hattında yazdığı şiirleri Ya-sîn adıyla yayımladı (1991). Daha sonra tüm şiirlerini Divan adlı kitabında topladı (1996). Kahire’de verdiği tefsir derslerini, bir “konulu tefsir” örneği olan Adayış Risalesi’nde bir araya getirdi (1992).
Görüntülü tefsir projesi ile başlayan Gerekçeli Meal adı verilen Kur’an’ın Türkçe tercüme çalışması da yukarıdaki projeyle eş zamanlı olarak yürümekte ve birlikte tamamlanması öngörülmektedir.
Yazar, kimilerinde halen yazmaya devam ettiği Yeni Şafak, Anadolu’da Vakit, Akit, Selam, Aylık Dergi, Ribat, Meydan gibi gazete ve dergilerde yayımlanan makalelerini Makalat, Şafak Yazıları, Dağarcık, Yokluğunda Düşülmüş Notlar, Savaş Kesmeyen Sözler, Sözün Gücü mü, Gücün Sözü mü, Yerliler ve Yersizler, Ayetlerin Işığında isimleriyle kitaplaştı. Kendisiyle yapılan söyleşiler Söyleşiler I ve Bir Yaradan Kurşun Çıkarır Gibi adlarıyla yayımlandı.
Hükümlü olarak bulunduğu Gölcük ve Ankara cezaevlerinde çok zor şartlar altında Yahudi asıllı oryantalist Ignaz Goldziher’in De Richtungen der İslamichen Koranauslegung adlı eserini, Arapça tercümesinden Türkçe’ye çevirdi. 1997 yılında Human Rights Watch Helmann-Hammet 1997 ödülünü aldı.
II. Uluslararası Fetih Sempozyumu’nda sunduğu tebliğ Yürek Fethi adıyla kitaplaştı (1997). Mekke’de kaleme aldığı Hac Risalesi 1998’de yayımlandı. Aralık 2000 tarihinde dini çevrelerde hayli ses getiren eseri Üç Muhammed’i yayımladı. Amerika/Atlanta’da verdiği seminerler Hayatın Yeniden İnşası İçin (2001) adıyla yayımlandı. Bunu Ne Yapmalı-Nasıl Yapmalı-Kiminle Yapmalı (2002) adlı eseri takip etti. Yazar, 1983 yılında kaleme aldığı Seyrani adlı ilk edebi kitap çalışmasını 2002’de yayımladı. Allah: Tanımak-Bilmek-Anlamak adlı eser, yazarın yayımlanmış son kitabıdır.
Ayrıca yazarın konferans, seminer, hutbe ve konuşmalarından oluşan onlarca görüntülü eseri bulunmaktadır.
Kitaplarından bazıları Arapça, Almanca, İngilizce, Kürtçe, Romanca, Bulgarca, Arnavutça’ya çevrilip yayımlanmıştır.
Yazar evli ve beş çocuk babasıdır.
böyle bi yaşam tarzı olan birinin yanlışlarını görmek
yaşamadan anlamak gerçekten zordur
Ümmü seleme sözüm meclisten disari ama Milli Görüscü arkadaslarin cogu nedense Mustafa Islamogluna karsi bir durus sergiliyor, onu benimsemiyor, tasvip etmiyorlar..
acaba bir sorun varda biz mi göremiyoruz ben hilal tv yi izleyen biriyim öyle sapkin düsüncelere rastlamadim bu konuda gercekten aydinlanmaya ihtiyacim var...
[b]abi milli görüşçü olduğumu unut ben burda bir milli görüşçü olarak değil yaşayan ve yaşadıklarının acısı halen taze olan ve bu yaşananarda mustafa islamoğlunu sayesinde olan bir aileyi çok iyi tanıyorum..ve yaşananlardan sonra bile adam halen islamoğlunun yanında hilal tv zaten meshepleri fazlada bi tutmuyo bildiğim kadarıyla
[b]abi milli görüşçü olduğumu unut ben burda bir milli görüşçü olarak değil yaşayan ve yaşadıklarının acısı halen taze olan ve bu yaşananarda mustafa islamoğlunu sayesinde olan bir aileyi çok iyi tanıyorum..ve yaşananlardan sonra bile adam halen islamoğlunun yanında hilal tv zaten meshepleri fazlada bi tutmuyo bildiğim kadarıyla
Ben azten seni meclis disi tuttum bir cok milli görüscü arkadasimdan bunu duydum bunlarin arasinda kayinbabamda var kendiside koyu bir milli görüscüdür ve mustafa islamogluna karsi cok soguktur..
bende diyorum ki bizim bilmedigimiz neler oluyor, onu merak ediyor ve acikcasi ögrenmek istiyorum..
Duygu'Seli~
03-03-2008, 16:51
Tam olarak bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla bazı ayetleri kendi kafasına göre yorumlamış diyorlardı..Şimdiye kadar hiç kitabını okumadım ama.. :-\ hatta bizim burdaki dini bir kitapçı kitaplarını sorduğumuzda artık getirmediklerini söylemişti..Hiç tanımıyorum ama..Sadece öyle duydum.. :-\ yanlış bir şey biliyorsak bilen biri anlatsın..Bende merak ettim şimdi.. :)
abi o zaman kayınpederine sor amcam doğruları anlatır...ah söylediğimde bişey olmıyacağını bilsem
bide geçen gün onların farklı bi isim altında vakıflarına gitiik düşünceleri askere bile çocuklarını yollamamak..
içlerine giren bidaha kurtulmuyo ama çok merak edersen kitaplarının tamamına bak ayetleri bile saptırıyo
Tam olarak bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla bazı ayetleri kendi kafasına göre yorumlamış diyorlardı..Şimdiye kadar hiç kitabını okumadım ama.. :-\ hatta bizim burdaki dini bir kitapçı kitaplarını sorduğumuzda artık getirmediklerini söylemişti..Hiç tanımıyorum ama..Sadece öyle duydum.. :-\ yanlış bir şey biliyorsak bilen biri anlatsın..Bende merak ettim şimdi.. :)
evet doğrudur ayetleri kafasına göre yorumluyo...
abi o zaman kayınpederine sor amcam doğruları anlatır...ah söylediğimde bişey olmıyacağını bilsem
bide geçen gün onların farklı bi isim altında vakıflarına gitiik düşünceleri askere bile çocuklarını yollamamak..
içlerine giren bidaha kurtulmuyo ama çok merak edersen kitaplarının tamamına bak ayetleri bile saptırıyo
iste ayni söylemleri kayinbabamda söylüyor yani bir nevi sapkin oldugunu düsünüyor ama onun sohbetinde bulunmus bir kac arkadas ise tam tersini söylüyorlar..
bende bir kac arastirma yaptim internette ama acikcasi beni tatmin etmedi ama bana göre öyle cok büyük sapkinlik yada dinden sogutma olayi yok..
olsa simdiye kadar ipligi meydana cikardi o yüzden cok fazla bilgi sahibi olmadigimiz insanlar hakkinda suizanda bulunmamak gerekir diye düsünüyorum..
Keşke dünkü yerden devam etseydik :)
Milli görüşçülerin sevmemesi çok anlaşılır değil: http://www.akpartiforum.com/index.php?topic=26534.0
İkincisi Ümmü Seleme kardeşimizin anlattığı olayın ne olduğu ne olmadığı Hoca'nın etkisinin ne olduğu konusunda hiçbir şey bilemediğimiz için bilgi niteliği taşımıyor. Suizan etmek isteyen bu olayı kıstas alabilir tabii.
Mezhepler konusundaki görüşlerini de şöyle ifade ediyor, biraz uzun ama keyifli ve dolu bir makale, anlaşılıyor ki mezheplere "karşı" ya da mezhepleri "beğenmez" ya da "mezhepsiz" diye adlandırmak çok insaflı değil:
Mezhebin içinden mi, dışından mı konuşmalı?
Bu haftaki yazılarımı, bir ilim talibesinin bir süre beklettiğim usul sorusuna ayıracağım. Usul sorularını önemsiyorum. Usulü konuşmak, bir bakıma “asılı” konuşmaktır. “Ne asıl”dan türetilen “nasıl” sorusu, aynı etimolojiden neşet ettiği için hem asla hem usule mütealliktir. Hepsinden önemlisi “vusulsüzlük, usulsüzlüktendir”.
“Hocam, Size, Ürdün'den yazan yüksek lisans öğrencisinin mektubundan cesaret alarak görüş ve önerilerinizi almak adına ben de bir mektup yazmak istedim. … İlahiyat Fakültesi'nde fıkıh'tan yüksek lisans yapıyorum, tez dönemindeyim ve aynı zamanda … İl Müftülüğü vaizesiyim.
Tez olarak "Yusuf el-Kardavî'nin çağdaş fıkıh meselelerinde izlediği yöntem" i inceliyorum ve bu şahsın usulüyle ilgili kitapları başta olmak üzere fetva ve görüşlerinde nasıl bir yöntem izlediğini anlamaya çalışıyorum. Konuyu çalışırken bu şahısla ilgilenen ilim adamları ve hocalarımızdan bazılarının Kardavî ile ilgili olarak "mutlak müctehid" tanımı yapmaları, konu üzerinde farklı bir açıdan düşünmemi sağladı ve açıkçası kafam karıştı, içinden çıkamadım.
Fıkıh mirasının ancak mezhep ekolleri içinde neşv-ü nema bulacağını düşünen Erciyes Üniversitesinden lisans tezi danışmanım …, "bir mezhebin içinden konuşmamanın, bir yerden konuşmak olmadığını" söylerdi. bir yerden konuşmayan kimseyi ise "neye göre" doğrulayabilir yahut yalanlayabiliriz derdi.
Kardavî bir mezhebin içinden konuşmayan ve kendini bir başka mezhebi taklit merciinde görmeyen bir âlim. Bu, modern zamanlarda "yeni hayat"ı anlamak için yeni mezheplerin teşekkül etmesi midir? Yoksa geleneksel mirasımızın yeniden düşünülmesinden ibaret bir "tecdit" anlamı mı taşır?
Bu sorular ilmî olduğu kadar meslekî anlamda da zihnimi meşgul etmekte. Diyanet İşleri Başkanlığı sadece tek bir mezhebi esas alarak fetva vermiyor. Birden fazla mezhep arasında tercihlerde bulunuyor. Kimi meseleler hakkında ise bir fikir beyan etmiyor. Bizler vaiz ve vaizeler olarak hayatın ve müslümanların direk içindeyiz ve cemaatle muhatabız ve gelen fetvalara cevap vermekle mükellefiz. Taklit merciinde olan bu kimselere çoğunlukla Hanefi mezhebi içinden cevaplar veriyoruz ancak bazı modern problemlere nasıl ve ne şekilde cevap verileceği usul olarak bir sorun.
Bu usul problemine çözüm olabilir diye fetva usulüyle ilgili tez yapayım derken kafam daha da bir karıştı. Sorunu ne kadar anlatabildim bilemiyorum ama bu konularla ilgili genel bir bakış açısına şiddetle ihtiyaç duymaktayız. Yardımcı olursanız minnet duyacağız ve zaten size bize öğrettikleriniz sebebiyle minnettarız. Rab, ilmiyle amil, ameliyle kâmil eylesin bizleri. Hürmetlerimle.”
Peşinen söyleyeyim ki, sual sahibi ilim talibesi hayatın içinden konuşan bir vaize olmamış olsaydı, şu meseleyi dert edinmezdi, edinemezdi. Modern eğitimin ürünü olan akademik kariyer süreçlerinin bir azizliğidir bu. Bilgi hayattan koptuğu anda, ahlaktan da kopar. Kim bilir, belki de kartezyen ve pozitivist köklere dayalı “modern üniversite”nin amacı budur. Ancak bu efsunun mayıştıramadığı uyanık şuurlar bozabilir bu ahir zaman büyüsünü.
Fıkıh başlangıçta “ilm-i hal” idi. Yani, “halin ilmi” idi. Sonraları “ilm-i kîlukâl” oldu. Fıkhın ilm-i hal olmasının “tefakkuha” dayalı olmasıyla mümkün olduğunu bu köşede dile getirmiştim. Tefakkuh, Allah’ın insana verdiği tefekkür nimetinin “hâle” tekabül eden boyutuydu. Bunun “Mazi”ye tekabül edenini tezekkür, “istikbale” tekabül edenini ise tedebbür idi. Bu üç hal arasında bağ kurma melekesine ise “taakkul” diyorduk.
Okurumuz, Mısır asıllı alim ve müctehid Yusuf Karadavi’nin çağdaş meselelere dair fetvalarında uyguladığı usul üzerinden geldiği noktanın “kafa karışıklığı” olduğunu söylüyor. Aslında bu hiç garip değil. Karışmayan kafa konforunu bozmuyor demektir. Kafa konforunu bozmadan bir bilginin elde edilme, üretilme ve iletilme süreçlerine katılmaya kalkışmak, elini makasa vurmadan berberlik, hamura vurmadan ekmek yapmaya, ıslanmadan yüzmeye benzer.
Elbette bu bir sual değil, meseledir. Şimdilerde “problematik” yerine uydurulan “sorunsal” (Arapların dilinde “işkaliyye”) diyorlar ya, işte o türden. Bu meselenin nirengi noktasını belirlemek için, bizim de sorular sormamız şart.
Mesela şu okurumuzun lisans tezi hocasının “Bir mezhebin içinden konuşmamak, bir yerden konuşmamaktır” iddiası. Bu aforizma, ilk bakışta sorunu çözüyormuş gibi duruyor. Fakat hayatın pertavsızına tutunca, ilk bakıştaki o iddialı duruş yerini bir güvercin ürkekliğine bırakıyor. Sorular sormaya başlayınca, lambada titreyen alev resmen üşüyor.
İyi de, bu durumda mezhep imamlarını bir “yerden” konuşmamakla, yani “yersiz” olmakla suçlamış olmuyor muyuz? İctihad önceki âlimlerin sorumluluğu ise, sonrakilerin de sorumluluğu. Öncekilerin sorumluluklarını yerine getirmiş olmaları, sonrakilerin üzerinden sorumluluğu kaldırır mı? Karadavi Hoca’nın, bütün bir fıkıh geleneğini dışladığını söylemek hakkaniyetli olur mu? Bunu demeye sebep eğer onun dün hiç konuşulmamış, konuşulması da beklenmeyen yeni meseleler hakkında hüküm vermesi ise, bu durumda cevap verilmesi gereken soru şu: Karadavi veya bir başka fakih ne yapmalıydı? Şıklar: a) Ya konuşacaksa mutlaka her hususta tek bir mezhebin içinden konuşmalı, b) Bir mezhebin içinden konuşmuyorsa susmalı, c) Mezhep imamlarının bastığı yerin kontenjanı doldu, oraya ayak basmamalı, d) O yerden onlar konuşursa “yerli”, fakat Karadavi konuşursa “yersiz” sayılmalı.
Görüyorsunuz, bazen bir meseleye cevap sandığınız bir söz, bin soruya ebelik eder.
----
Bir önceki yazımda köşeme taşıdığım ilim talibesinin mesajında yer alan usul sorusu/sorunu/sorunsalı, tez hocasından aktardığı şu pasajda dile geliyordu:
“Fıkıh mirasının ancak mezhep ekolleri içinde neşv-ü nema bulacağını düşünen Erciyes Üniversitesinden lisans tezi danışmanım …, "bir mezhebin içinden konuşmamanın, bir yerden konuşmak olmadığını" söylerdi. bir yerden konuşmayan kimseyi ise "neye göre" doğrulayabilir yahut yalanlayabiliriz derdi.”
Bu naçiz Kur’an talebesi de, önceki yazımda bu tesbitin açıklarmış gibi yaptığı meseleleri açıklamaktan uzak olduğunu, sorunu çözmediğini, hatta daha da içinden çıkılmaz hale getirdiğini, yazımın sonunda sorduğum sorularla ortaya koymaya çalışmıştım.
Kaldığımız yerden devam edelim ve ilk olarak “fıkıh mirasımız” kavramsallaştırmasını ele alalım. Fıkıh mirasımız, bizim mirasımızdır. Zerresini feda etmeyiz. Yunan Felsefe medeniyetiyde, Roma savaş medeniyeti, İslam ise “fıkıh medeniyeti”. Bürhan ve İrfan bilgi sisteminden farklı olarak Beyan Bilgi Sistemi, İslam’ın ürettiği özgün bilgi sistemidir. Bu sistemin kökü vahiy, gövdesi ameli sünnet, meyvesi fıkıhtır.
Bu ağacı kökünden sökmek, insanlığın değişmez değerlerinin ölür adı olan İslam’ın insanlığın son çevrimindeki tezahürü olan vahyin köküne kibrit suyu dökmekle eş anlamlıdır. Fakat tohumunu el-Vedud olanın ektiği bu “tuba” ağacını daha cins meyveler elde etmek için budamak ve aşılamak işin tabiatı gereğidir. Yoksa ağaç bakımsızlıktan yaşlanır ve meyve vermez olur. Bu durumun sorumlusu da ona bakmakla sorumlu olanlardır.
Bu “tuba” ağacına karşı üç tür yaklaşım vardır:
1. Ağacı kökünden sökmek, o becerilemezse kökünden kesmek. Bunların niyeti bellidir. “Tuba” ağacını söküp yerine “şecere-i melune” ve “şecere-i zakkum”u dikmek. Onlar insanın değil şeytanın dostlarıdır.
2. Ağacı “dokunulmaz” ilan edip tek dalına dahi elletmemek. İçtihad kapısını “cehennem kapısı” olarak lanse edip kendilerini de o kapının zebanisi zannedenler takımı bu kısma girer. İyi niyet ve samimiyetlerinden kimsenin şüphesi yoktur. Kimisi cehaletinden, kimisi hamakatinden, kimisi taassubundan böyle yapar. Elinde makas gördükleri herkese “aman tuba ağacımızı kökünden kesecek diye” hücum edenler bu kesimden çıkar. Bu kesimin iyiliği vardır: Ağacımıza musallat olabilecek dağ keçilerinden ve yabani eşeklerden ağacımızı korumak. Bunun yanında zararı da vardır. Ağacı budamak ve meyvelerini daha da cins hale getirmek isteyen bahçıvanlara da dağ keçisi muamelesi yapmak. Ağacın günümüzdeki hal-i pür melalinin müsebbibi biraz da bu tavrın sahipleridir. Ağaç budanıp gençleştirilerek şimdi ve buradamızda meyve vermeyince, millete ağacın dalında geçmiş mevsimden kalmış ve kuruyup kemikleşmiş kalıntıları işaret edip “Bunu yesenize” demeleri, yemeyeni suçlamaları da cabası. Sonuçta avamın fıkıhsızlaşmasında bu kesim büyük pay sahibidir.
3. Ağacın kökünü ve gövdesini koruyup, her yıl ince budama, her nesil gençleştirme budaması, her asır ise en gelişmiş yöntemlerle aşılamak için sa’y u gayret göstermek. Bu kesimin işi zordur. Risklidir de. Zira bazen bu kesime ehliyetsizler ve kifayetsiz muhterisler de katılır. Ben biliyorum deyip ağaca zarar da verebilir. Ama bu bir risktir ve ağacın sahibi Allah’tır. Nihayetinde o ektiği ağacı korumasını bilir. Bu risk alınmalıdır. Ağacı kocatmak ve meyvesiz bırakmak daha büyük bir risktir. Sonuçları itibarıyla daha vahim ve tehlikelidir. Zira hayata ilahi bir müdahale olan din, hayatın dışına itilmiş olmaktadır. Dinin düşmanlarının dine veremediği zararı, onun ahmak dostlarının vermesi anlamına gelir.
Geleneğe sadakat, o geleneği üreten köklere sadakatle mümkündür. Bir ırmak kaynağına sadakat göstermek istiyorsa denize ulaşmayı hedeflemelidir, geri dönmeyi değil. Zira bu hem imkansızdır, hem de enerji kaybıdır. Ataların ocağına sadakat, o ocaktaki küle sadakat değil, köze sadakattir. Kül, ataların ocağında diye kutsallaşmaz. İşte bizim karıştırdığımız budur.
Madem bu mesele Karadavi örneği üzerinden ele alınıp soruldu, şimdi bunu söyleyen hocamız Karadavi’yi geleneğe sırt dönmekle mi itham etmiş oluyor. Zahiren evet. Peki bu hakkaniyetli mi? Gerçekten durum bu mu? Karadavi, geleneğe sırt dönmekle itham edilebilir mi? Bu iftira olmaz mı? Adil ve mutedil olur mu? Ölmüş alimlerimizi savunacağız diye, kaç yaşayan alimimizi daha diri diri mezara gömmemiz gerekiyor, bilmiyorum.
Ben Karadavi ile bir kez görüştüm ve konuştum. Bu benim “tanışma” tanımıma göre yeterli değil. Onu eserlerinden tanıyorum. Bazı fetvalarını –gayet tabii olarak- isabetsiz buluyorum. Bazı siyasi fetvalarına şiddetle itiraz ediyorum. Kişisel olarak çok da sempatik bulmuyorum. Kısa tanışmamız ardından bende kalan duygusal izlenimim de pek olumlu olmadı. Fakaaaaat…
O bir İslam âlimi. Bu ümmetin yetiştirdiği bir değer. Şunun şurasında kaç tane Karadavi’miz var? Burada asıl sormamız gereken soru şu: İyi güzel de, ne diyor Karadavi?
Sahi, ne diyor Karadavi? Onu, içtihatlarına bakarak “fıkıh mirasını” red eden bir redd-i mirasçı gibi görebilir miyiz? Böyle görürsek, hem ona, hem savunduğumuz fıkıh mirasına, hem de kendimize yazık etmiş olmaz mıyız? Onun ümmetin çağdaş meselelerine getirdiği yorum ve izahlarla bir yerden konuşmadığını –zımnen de olsa- söylemek, büyük bir iddiadır. İsbat ister. Ve bu iddiayı yapan kendine güveniyor ki böyle iddialı konuşyuyor. O zamnan ona “Buyurun, siz bulunduğunuz yerden konuşun da çözün ümmetin çözüm bekleyen meselelerini” diyenler haklı sayılmazlar mı?
“Karadavi ne diyor?” sorusunun cevabı bir sonraki yazıya kaldı.
-----
Eserlerinden, fetvalarından, içtihadlarından ve usule ilişkin konuşma ve TV programlarından aklımda kaldığı ve muttali olduğum kadarıyla Üstad Yusuf el-Karadavi içtihad usulünün koordinatlarını da ele veren şu hususları dile getiriyor:
“Dinin sabiteleri vardır, değişkenleri vardır”…
Bu temel bir meseledir. Zaten hangi zaman ve zeminde, kim tarafından yapılmış olursa olsun içtihad diye bir kategorinin varlığını kabul ediyorsanız, bu ilkeyi de kabul ediyorsunuz demektir. Siz klasik usulde dört asli delilden ikisi olan “icma”yı kolektif ictihad, kıyas’ı da bireysel içtihad olarak düşünebilirsiniz. Alimimiz bu ilkeyi sebepsiz dile getirmiyor. “İslam her an değişen ve gelişen hayatın dışında kalmıştır” diyen garazkârlara cevap sadedinde dile getiriyor bunu. Şer’î hükümlerin yüzde doksanının içtihadi, içtihadi olanın da değişkenler sınıfına girdiğini söylüyor.
Şimdi neresini beğenmiyoruz bu sözlerin? Bunlar geçmiş fıkıh imamlarımızdan bazılarının da esasa ve usule ilişkin kurallarından bazıları değil mi?
Daha ne diyor?
Bir söyleşide “Yeni bir fıkha ihtiyacımız var” diyor. Yeni meselelerin hallinde Makasıdu’ş-Şeria’nın gözetilmesinde ısrar ediyor. Mesela, “Maksatları fıkhetmeliyiz” diyor. Dahası, “Kur’ani kavramlar üzerinde tefakkuh etmeliyiz” diyor. “Maslahat ve mefsedet fıkhını bilmeliyiz” diyor.
Allahu alem, Şatıbi’den bu noktada çok istifade etmiş ve ediyor. İyi de ediyor Hocamız. Medine ehlinin ameli, mesalih-i mursele, istihsan, ıstıslah gibi unsurları “edille-i şer’iyye” içine katan imamlarımız bütün bu yeni yöntemlere hangi saik ve sebeplerle mecbur kalmışlar acaba? Aslında günümüzde yaşayan bir müctehid “istihsan” ve/veya “ıstıslah” delili üzerinden yeni meselelere çözümler ürettiğini söylese, ona “senin bastığın bir yer yok” mu diyeceğiz?
Karadavi şunları da söylüyor:
“Önceliklerimizi iyi tesbit edip içinde yaşadığımız dünyayı çok iyi kavramalıyız”. “Bunu yapamazsak günümüz problemlerini çözemeyiz”.
Yanlış mı? Kendisine hipodromdaki at yarışları sorulduğunda “Sünnettir efendim, sevaptır” diyen gerçekten değerli ama çağından bi haber hocalar çıkmadı mı? “Altılı ganyan”ı bilmeden at yarışları hakkında hüküm verilirse, olacağı budur.
Bir eserinin önsözünde herhangi bir mezhebe taassup derecesinde bağlanmadığını, zorluğu terk edip kolaylığı tercih ettiğini, taassup ve taklide yer vermediğini, insanlara konuştukları dil ile cevap verdiğini söylüyor. Gerekçe sadedinde diyor ki: “Çünkü, Kur’an ve sünnetin yolu bu”. Ve ekliyor “İnsanlara fayda vermeyen şeylerden uzak durdum, dengeli yolu tercih ettim”.
Bunları söyleyen bir alimi “fıkıh geleneğini” yok saymakla itham edebilir miyiz? O alime “sen hiçbir yerden konuşmuyorsun” dersek, insaflı davranmış olur muyuz? O zaman birileri de çıkıp “Ey bir yerde durduğunu söyleyen! Buyur, organ nakli, sigorta, hisse senedi, borsa, çekiliş, İsrail’le barış, istişhad eylemleri, rahim kiralama, klonlama, genom projesi, gen transferi vb. gibi konularda sen konuş!” derse haksız mı?
Peki, yeni bir fıkıh usulünün olmazsa olmazları ne olabilir?
1. İslam fıkıh usulü ve fıkhı, Kur’an temelinde yeniden yapılandırılmalı ve geleneksel fıkıh müktesebatı vahye arz edilmelidir. Beyan Bilgi sistemi’ni oluşturan başta fıkıh olmak üzere tüm diğer İslami disiplinler için de geçerlidir aynı şey. Ulum-i diniyyeye vahiy kapısından geçmek şarttır. İslam’ın ana kapısı vahiy kapısıdır. Bu dine vahiy kapısından değil de sonradan açılmış kapılardan girmek, “evlere arkalarından girmek” anlamına gelir.
Hadiste metin tenkidinde nasıl ki metni Kur’an’a arz etmek şartsa, aynı şeyi fıkhi hükümler için de geçerlidir. Şimdiye kadar verilmiş tüm cevaplar Kur’an’a arz edilmelidir. Zira kaynak odur. Ve o kaynak bozulmadan bize kadar gelmiştir. Diğer İslami disiplinleri o kaynak doğurmuştur.
Bu fıkıh mirasımızı göz ardı etmek olarak adlandırılamaz. Nedeni açıktır. Zira fıkıh mirasımızı göz ardı ettiğimizde Kur’an’a arz edeceğiniz bir hüküm kalmaz ortada. Demek ki Kur’an’a arz edeceğimiz hükümler aslında “fıkıh mirasımız” dediğimiz geleneksel müktesebatın ta kendisidir.
2. Fıkıh geleneğimizin ürettiği tüm müktesebata bütüncül olarak bakılmalı ve ümmetin ortak mirası sayılmalıdır. Bunun anlamı, mezhep eksenli bakmamaktır. İster fıkhi ister kelami olsun, mezhep eksenli bir bakış, ister istemez “vahdeti” esas alan değil “tefrikayı” esas alan bir bakıştır ve benzer bir sonuç üretecektir.
3. Yeni fetvaların/ictihadların bastığı yer şu veya bu fıkıh okulu değil, tüm fıkıh okullarını üreten ana kaynaklar ve onlardan çıkarılmış usul kuralları olmalıdır. İslam fıkıh müktesebatının tali kollarından birine dalmak, öbürlerinden mahrum kalmak anlamına gelmemelidir. Bunun için de, yeni meselelere fıkhi çözümler üretilirken “mukayeseli İslam fıkhı” diyeceğimiz bir yönteme başvurulmalıdır.
Allah en doğrusunu bilir.
Mustafa İslamoğlu
İslamoğlunun"Ayetleri kendi kendine yorumluyor olması" da mezhep imamlarının dediklerine, zamanın şartlarına göre kendi yorumlarını(ama yine hadise ve kur'ana dayanarak tabii) katması olmasın ? Hocanın dediği gibi imamlarımızın dediğine birşeyler katmayacaksak alim yetiştirmenin ne anlamı var ve güncel sorunlara (at yarışı, dna nakli, organ nakli...) nasıl çare bulacağız ? Kur'anın ilmi sonsuz olduğuna göre bu ilmin mezhep imamlarınca ya da geçmişteki alimlerce ortaya konup bittiği iddası doğru mu?
İmam ı Şafii: "Hz. Peygamberin haisi karşısında beni taklit etmeyin,sahih bir hadise aykırı görüşüme rastlarsanız onu duvara çarpın ve o hadisle amel edin" (Anadolu üniversitesi yayını, ilahiyat önlisan programı, islam dininin kaynakları kitabı sy 66)
İmam ı azam hemen tüm içtihadlarını öğrencileriyle istişare ettikten değiştirmiştir.
Ahmed İbn Hanbelib bir sözü var ki yazmaya cesaret edemedim.
Haliyle mezhep imamlarının görüşlerini "kutsal" olarak almamak gerekir.Bu "mezhepsiz"lik olmasa gerek..Mezhepli olmak iyi ama "mezhepçi" olmak insanı kötü noktalara götürür der hoca.
Muhammed Esed:
Araf Suresi:3."Rabbinizin katından size indirilene uyun; O'ndan başka önderlerin ardından gitmeyin. (3) Ne kadar az tutuyorsunuz aklınızda, bu (öğüdü).
3 - Başta İbni Hazm ve İbni Teymiyye olmak üzere, büyük Müslüman düşünürlerden bazıları, bizim önderler (masters) sözcüğüyle karşıladığımız evliyâ' teriminin, bu anlam örgüsü içinde, sözcüğün dinî anlamıyla "otoriteler" (din alanında sözü dinlenenler) anlamında kullanıldığını söylemişler ve bu yüklemiyle ayetin, Hz. Peygamber dışında ve aşağısında herhangi bir şahsın sübjektif görüşlerine, onları Kur'ânî buyruk ve öğretilerle yanyana ve eşdeğer tutarcasına, hukukî bir geçerlik atfetmek konusunda bir yasaklama getirdiğini belirtmişlerdir. Bu konuyla ilgili olarak bkz. 5:101 ve ilgili notlar.
Maide 101. SİZ EY imana ermiş olanlar! [Kesin hukukî kurallar şeklinde] açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın; zira, Kur'an vahyedilirken onlar hakkında soru sorsaydınız, size [hukukî kurallar şeklinde] açıklanabilirlerdi. Allah, bu konuda [sizi her türlü yükümlülükten] azad etmiştir: (122) Zira Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir.
122 - Yani, Allah, bazı konuları değinmeden bırakmak suretiyle onları insanların ihtiyârına terk etmekte; böylece insanların kendi vicdanları ve toplumun menfaatleri doğrultusunda hareket etmelerine imkan vermektedir.
Elmalılı Hamdi Yazır:
Araf 3 - (Ey insanlar) Rabbinizden, size indirilene uyun ve O'ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
4 - Nice kentler helak ettik. Gece yatarlarken, yahut gündüz uyurlarken, azabımız onlara geliverdi.
3-4- Bu hatırlatma ve uyarı şöyle ki: Ey Muhammed ümmeti! Rabbinizden size indirilen bu Kitaba uyunuz. Ve bunsuz birtakım dostun, bir yardımcının, bir âmirin bizzat kendilerine ve kendilerinden olan söz veya davranışlarına uyuvermeyiniz. Onlara uyup uymamak için öncelikle Rabbinizden indirilmiş olan bu Kitab´a uymayı ölçü edininiz. Kitab´a aykırı olan, Rabbinizin emir ve yasaklarına aykırı bulunan hususlarda gizli açık kimseye uymayın. Rabbinizi bırakıp başkalarının arkasından, izinden gitmeyin. Siz pek az öğüt alır ve hatırlarsınız. Halbuki nice karyeler (kentler); insan toplanan memleketler vardı ki, biz onları yok etmişizdir. Öyle ki ona, o kente azabımız, azap darbemiz ansızın geliverdi. O sırada halkı yataklarına yatmış, gece uykusuna dalmış veya kaylûle hâlinde, kuşluk uykusunda bulunuyorlardı. Kısaca, ya Lût kavmi gibi gece yarısında veya Şuayb kavmi gibi güpe gündüz dinlenme ve gaflet halinde azap kendilerini bastırıverdi de
Ayrıca "İçtihad Kapısı Kapalı mıdır?" sorusuna görüntülü cevap için:
http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=watch&id=129
Haddim olmadan birşeyler karalamaya çalıştım, kendi yorumlarımı değil alim kabul edilmiş kimselerin görüşlerine yer vermeye çalıştım.
Sürç ü lisanımız affonula...
yasinarslanpay
03-03-2008, 19:04
Paylaşım için teşekkürler..
abi o zaman kayınpederine sor amcam doğruları anlatır...ah söylediğimde bişey olmıyacağını bilsem
bide geçen gün onların farklı bi isim altında vakıflarına gitiik düşünceleri askere bile çocuklarını yollamamak..
içlerine giren bidaha kurtulmuyo ama çok merak edersen kitaplarının tamamına bak ayetleri bile saptırıyo
iste ayni söylemleri kayinbabamda söylüyor yani bir nevi sapkin oldugunu düsünüyor ama onun sohbetinde bulunmus bir kac arkadas ise tam tersini söylüyorlar..
bende bir kac arastirma yaptim internette ama acikcasi beni tatmin etmedi ama bana göre öyle cok büyük sapkinlik yada dinden sogutma olayi yok..
olsa simdiye kadar ipligi meydana cikardi o yüzden cok fazla bilgi sahibi olmadigimiz insanlar hakkinda suizanda bulunmamak gerekir diye düsünüyorum..
KİMSE ZATEN ONUN İÇİN DİNDEN SOĞUTUYO GİBİ BİŞEY SOLEYEMEZ ÇÜNKÜ BU ÇOK BÜYÜK BİR İFTİRA OLUR BİLAKİS MUSTAFA İSLAMOĞLU Bİ ÇOK İNSANIN BENCE MANEVİ ANLAMDA GELİŞMESİNE YARDIMCI OLMUŞTUR MUSTAFA İSLAMOĞLUNUN TEK DERDİ BENCE TEBLİĞ GÖREVİNİ EN İYİ ŞEKİLDE YAPMAK İSTEMESİDR SİZ BOLE KONUŞARAK MUSTAFA İSLAMOĞLUNU TANIMAYANLARI SUİ ZANA SÜRÜKLEMİŞ OLUYOSUNUZ HEPİNİZDEN RİCA EDİYORUM ALLAH AŞKINA ŞU ADAMIN KİTABLARINI OKUMADIYSANIZ BOLE KONUŞANA KADAR HİÇ DEĞİLSE Bİ KİTABINI BİTİRİN O ZAMAN ANLARSINIZ NASIL BİRİ OLDUĞU VE SİZLERLE MUSTAFA İSLAMOĞLUNUNYÜREK DEVLETİ KİTABINDAKİ Bİ SÖZÜNÜ PAYLAŞMAK İSTİYORUM"BİZLER İSLAMIN HAYRANIYIZ,DAHASI KURBANIYIZ,FAKAT İSLAMIN İNSANI OLAMADIK HENÜZ.ÇÜNKÜ ALLAHIN İNSANI ÜZERİNDE YARATTIĞI DENGEYİ BULAMADIK HENÜZ"ŞİMDİ KİM DİYEBİLİRKİ BU ADAM İÇİN DİNDEN SOĞUTUYO DİYE ÜMMÜ SELEME SENİN NEYE ŞAHİT OLDUĞUNU BİLMİYORUM AMA BEN MUSTAFA İSLAMOĞLUNU TANIDIĞIM KADAR KONUŞUYORUM
abi o zaman kayınpederine sor amcam doğruları anlatır...ah söylediğimde bişey olmıyacağını bilsem
bide geçen gün onların farklı bi isim altında vakıflarına gitiik düşünceleri askere bile çocuklarını yollamamak..
içlerine giren bidaha kurtulmuyo ama çok merak edersen kitaplarının tamamına bak ayetleri bile saptırıyo
iste ayni söylemleri kayinbabamda söylüyor yani bir nevi sapkin oldugunu düsünüyor ama onun sohbetinde bulunmus bir kac arkadas ise tam tersini söylüyorlar..
bende bir kac arastirma yaptim internette ama acikcasi beni tatmin etmedi ama bana göre öyle cok büyük sapkinlik yada dinden sogutma olayi yok..
olsa simdiye kadar ipligi meydana cikardi o yüzden cok fazla bilgi sahibi olmadigimiz insanlar hakkinda suizanda bulunmamak gerekir diye düsünüyorum..
KİMSE ZATEN ONUN İÇİN DİNDEN SOĞUTUYO GİBİ BİŞEY SOLEYEMEZ ÇÜNKÜ BU ÇOK BÜYÜK BİR İFTİRA OLUR BİLAKİS MUSTAFA İSLAMOĞLU Bİ ÇOK İNSANIN BENCE MANEVİ ANLAMDA GELİŞMESİNE YARDIMCI OLMUŞTUR MUSTAFA İSLAMOĞLUNUN TEK DERDİ BENCE TEBLİĞ GÖREVİNİ EN İYİ ŞEKİLDE YAPMAK İSTEMESİDR SİZ BOLE KONUŞARAK MUSTAFA İSLAMOĞLUNU TANIMAYANLARI SUİ ZANA SÜRÜKLEMİŞ OLUYOSUNUZ HEPİNİZDEN RİCA EDİYORUM ALLAH AŞKINA ŞU ADAMIN KİTABLARINI OKUMADIYSANIZ BOLE KONUŞANA KADAR HİÇ DEĞİLSE Bİ KİTABINI BİTİRİN O ZAMAN ANLARSINIZ NASIL BİRİ OLDUĞU VE SİZLERLE MUSTAFA İSLAMOĞLUNUNYÜREK DEVLETİ KİTABINDAKİ Bİ SÖZÜNÜ PAYLAŞMAK İSTİYORUM"BİZLER İSLAMIN HAYRANIYIZ,DAHASI KURBANIYIZ,FAKAT İSLAMIN İNSANI OLAMADIK HENÜZ.ÇÜNKÜ ALLAHIN İNSANI ÜZERİNDE YARATTIĞI DENGEYİ BULAMADIK HENÜZ"ŞİMDİ KİM DİYEBİLİRKİ BU ADAM İÇİN DİNDEN SOĞUTUYO DİYE ÜMMÜ SELEME SENİN NEYE ŞAHİT OLDUĞUNU BİLMİYORUM AMA BEN MUSTAFA İSLAMOĞLUNU TANIDIĞIM KADAR KONUŞUYORUM
bir an kendi yazdiklarima baktim acaba yanlis birsey mi dedim diye ben mustafa beyin tv sohbetlerini dinliyor ve haz aliyorum, hilal tv en fazla izledigim kanallar arasinda ama sayin islamoglu hakkinda hic bir bilgiye sahip degilim o yüzden suiazdan bulunmak istemedim..
ama nedense sayin islamoglu hakkindaki söylentiler malumunuz bunu görmezlikten gelmek bence yarar getirmez, konuyu muallakta birakmamak gerekir yoksa kisilerin zihninde her daim bir acaba olur degerli kardesim..
abi o zaman kayınpederine sor amcam doğruları anlatır...ah söylediğimde bişey olmıyacağını bilsem
bide geçen gün onların farklı bi isim altında vakıflarına gitiik düşünceleri askere bile çocuklarını yollamamak..
içlerine giren bidaha kurtulmuyo ama çok merak edersen kitaplarının tamamına bak ayetleri bile saptırıyo
iste ayni söylemleri kayinbabamda söylüyor yani bir nevi sapkin oldugunu düsünüyor ama onun sohbetinde bulunmus bir kac arkadas ise tam tersini söylüyorlar..
bende bir kac arastirma yaptim internette ama acikcasi beni tatmin etmedi ama bana göre öyle cok büyük sapkinlik yada dinden sogutma olayi yok..
olsa simdiye kadar ipligi meydana cikardi o yüzden cok fazla bilgi sahibi olmadigimiz insanlar hakkinda suizanda bulunmamak gerekir diye düsünüyorum..
KİMSE ZATEN ONUN İÇİN DİNDEN SOĞUTUYO GİBİ BİŞEY SOLEYEMEZ ÇÜNKÜ BU ÇOK BÜYÜK BİR İFTİRA OLUR BİLAKİS MUSTAFA İSLAMOĞLU Bİ ÇOK İNSANIN BENCE MANEVİ ANLAMDA GELİŞMESİNE YARDIMCI OLMUŞTUR MUSTAFA İSLAMOĞLUNUN TEK DERDİ BENCE TEBLİĞ GÖREVİNİ EN İYİ ŞEKİLDE YAPMAK İSTEMESİDR SİZ BOLE KONUŞARAK MUSTAFA İSLAMOĞLUNU TANIMAYANLARI SUİ ZANA SÜRÜKLEMİŞ OLUYOSUNUZ HEPİNİZDEN RİCA EDİYORUM ALLAH AŞKINA ŞU ADAMIN KİTABLARINI OKUMADIYSANIZ BOLE KONUŞANA KADAR HİÇ DEĞİLSE Bİ KİTABINI BİTİRİN O ZAMAN ANLARSINIZ NASIL BİRİ OLDUĞU VE SİZLERLE MUSTAFA İSLAMOĞLUNUNYÜREK DEVLETİ KİTABINDAKİ Bİ SÖZÜNÜ PAYLAŞMAK İSTİYORUM"BİZLER İSLAMIN HAYRANIYIZ,DAHASI KURBANIYIZ,FAKAT İSLAMIN İNSANI OLAMADIK HENÜZ.ÇÜNKÜ ALLAHIN İNSANI ÜZERİNDE YARATTIĞI DENGEYİ BULAMADIK HENÜZ"ŞİMDİ KİM DİYEBİLİRKİ BU ADAM İÇİN DİNDEN SOĞUTUYO DİYE ÜMMÜ SELEME SENİN NEYE ŞAHİT OLDUĞUNU BİLMİYORUM AMA BEN MUSTAFA İSLAMOĞLUNU TANIDIĞIM KADAR KONUŞUYORUM
bir an kendi yazdiklarima baktim acaba yanlis birsey mi dedim diye ben mustafa beyin tv sohbetlerini dinliyor ve haz aliyorum, hilal tv en fazla izledigim kanallar arasinda ama sayin islamoglu hakkinda hic bir bilgiye sahip degilim o yüzden suiazdan bulunmak istemedim..
ama nedense sayin islamoglu hakkindaki söylentiler malumunuz bunu görmezlikten gelmek bence yarar getirmez, konuyu muallakta birakmamak gerekir yoksa kisilerin zihninde her daim bir acaba olur degerli kardesim..
YANLIŞ ANLAMAYIN LÜTFEN BEN SADECE SİZİN DİNDEN SOĞUTMA OLAYI GÖREMİYORUM SÖZÜNÜZDEN YOLA ÇIKARAK SÖYLEDİM BUNU DESTEKLEDİĞİMİ BİLİN DİYE DİĞER SÖYLEMLERİM SİZE DEĞİLDİ ÜMMÜ SELEME'YEYDİ.SANIRIM BENİM HATAMDI ÖZÜR DİLERİM
Anladim kardes ben sadece bana söylenen iddalar dogrultusunda ufak bir arastirma yaptim ama acikcasi o iddalari dogruluyor sonuclara ulasamadim bunu belirtmeye calistim..
BENDE MUSTAFA İSLAMOĞLU HAKKINDA ÇOK ŞELER DUYDUM KÖTÜ ANLAMDA AMA BANA BUNU SÖYLEYENLERİN HİÇ BİRİSİ Bİ KAYNAĞA DAYANAMIYO KULAKTAN DOLMA ŞEYLERLE KARŞIMA ÇIKIYO BENDE BU DURUMDA TABİKİDE İNANMIYORUM ÖZELLİKLEDE CEMAATE BAĞLI OLAN ARKADAŞLARIM BUNLARI SÖYLÜYO FAKAT Bİ YAZISINI BİLE DAHA OKUMUŞ DEĞİLLER
Arkadaşlar mustafa hoca hakkında bu şekildeki yazıları hiç hoş bulmuyorum
bence delilsiz ortaya atılan şeyler.
Eğer ayetler hakkında yanlış yorum gördüyseniz bunları lütfen paylaşın
Bence mustafa hoca okunması gereken bir yazar
O dine çok farklı bir penceren bakıyor ve ilim olarak ilerlemiş, bizim kavrayamadığımız
veya dinde gelenek haline gelmiş görüşleri tekrar yorumlaması bizi yanıltmasın.
[ ]Arkadaşlar mustafa hoca hakkında bu şekildeki yazıları hiç hoş bulmuyorum
bence delilsiz ortaya atılan şeyler.
Eğer ayetler hakkında yanlış yorum gördüyseniz bunları lütfen paylaşın
Bence mustafa hoca okunması gereken bir yazar
O dine çok farklı bir penceren bakıyor ve ilim olarak ilerlemiş, bizim kavrayamadığımız
veya dinde gelenek haline gelmiş görüşleri tekrar yorumlaması bizi yanıltmasın.[/color][/i]
[/quote]
SANA ŞİDDETLE KATILIYORUM ;) ;)
TÜRK EVLADI
03-03-2008, 20:51
[i][b]Mustafa İslamoğlu'nun doğum yeri benimde memleketim Kayseri-Develi ilçesi ve orada onun babasıda çok büyük bir alimdi...Ahmet Hoca sanıyorum...
Yaşıyormu hala bilmiyorum ama insanların zihinlerini açan hurafelerden dini kurtaran bir adamdı...
Mustafa İslamoğlu'nun hayatını yazmışsın zaten arkadaşım gördüğün gibi İslam'a bu kadar hayatını adamış ve bu kadar kendini geliştirmiş birinden şüphe duymak ayıp olmaz mı?
Eğer kanıt olarak bana saptırdığı bir ayet gösterin bende bir daha sevmem bu adamı ama ortaya birisi ''ayetleri saptırıyor'' diye laf atmış ve geriye kalanlar da araştırmadan buna inanmış...
Hilal Tv'de perşembe günleri yayınlanan Vahyin Penceresinden programında Engin Noyan sürekli onun için ''MUSTAFA HOCA EZBERLERİ BOZMAYA DEVAM EDİYOR'' diyor hayranlıkla...
Gerçekten de sürekli babadan oğula anlatılanların aksine araştırarak bilimin ışığında yorum yapıyor!
Ne kadar doğru insan varsa mutlaka hakkında iftiralar atılıyor!
İslamoğlu'nu ve onun gibi bilimsel olarak dini ve Allah'ın varlığını açıklayan hocaları ayrıca severim...
[i][b]Mustafa İslamoğlu'nun doğum yeri benimde memleketim Kayseri-Develi ilçesi ve orada onun babasıda çok büyük bir alimdi...Ahmet Hoca sanıyorum...
Yaşıyormu hala bilmiyorum ama insanların zihinlerini açan hurafelerden dini kurtaran bir adamdı...
Mustafa İslamoğlu'nun hayatını yazmışsın zaten arkadaşım gördüğün gibi İslam'a bu kadar hayatını adamış ve bu kadar kendini geliştirmiş birinden şüphe duymak ayıp olmaz mı?
Eğer kanıt olarak bana saptırdığı bir ayet gösterin bende bir daha sevmem bu adamı ama ortaya birisi ''ayetleri saptırıyor'' diye laf atmış ve geriye kalanlar da araştırmadan buna inanmış...
Hilal Tv'de perşembe günleri yayınlanan Vahyin Penceresinden programında Engin Noyan sürekli onun için ''MUSTAFA HOCA EZBERLERİ BOZMAYA DEVAM EDİYOR'' diyor hayranlıkla...
Gerçekten de sürekli babadan oğula anlatılanların aksine araştırarak bilimin ışığında yorum yapıyor!
Ne kadar doğru insan varsa mutlaka hakkında iftiralar atılıyor!
İslamoğlu'nu ve onun gibi bilimsel olarak dini ve Allah'ın varlığını açıklayan hocaları ayrıca severim...
Evet haklısın yermek için öncelikle daha iyisini bilmek lazım en azından birkaç yazısını okusunlar yada ayetleri görelim yargısız infaz olmaz
[i][b]Mustafa İslamoğlu'nun doğum yeri benimde memleketim Kayseri-Develi ilçesi ve orada onun babasıda çok büyük bir alimdi...Ahmet Hoca sanıyorum...
Yaşıyormu hala bilmiyorum ama insanların zihinlerini açan hurafelerden dini kurtaran bir adamdı...
Mustafa İslamoğlu'nun hayatını yazmışsın zaten arkadaşım gördüğün gibi İslam'a bu kadar hayatını adamış ve bu kadar kendini geliştirmiş birinden şüphe duymak ayıp olmaz mı?
Eğer kanıt olarak bana saptırdığı bir ayet gösterin bende bir daha sevmem bu adamı ama ortaya birisi ''ayetleri saptırıyor'' diye laf atmış ve geriye kalanlar da araştırmadan buna inanmış...
Hilal Tv'de perşembe günleri yayınlanan Vahyin Penceresinden programında Engin Noyan sürekli onun için ''MUSTAFA HOCA EZBERLERİ BOZMAYA DEVAM EDİYOR'' diyor hayranlıkla...
Gerçekten de sürekli babadan oğula anlatılanların aksine araştırarak bilimin ışığında yorum yapıyor!
Ne kadar doğru insan varsa mutlaka hakkında iftiralar atılıyor!
İslamoğlu'nu ve onun gibi bilimsel olarak dini ve Allah'ın varlığını açıklayan hocaları ayrıca severim...
SANA SESİNLİKLE KATILIYORUM BENCE MUSTAFA İSLAMOĞLUNU SEVMEMELERİNİN EN ÖNEMLİ NEDENİ İNSANLARIN YANLIŞ EZBERLERİNİ BOZMASIDIR ADAM ARAŞTIRIYO DOĞRULARI BULUYO FAKAT BİZİM İNSANIMIZIN DİN ANLAYIŞI BİDATLER VE HURAFELERLE KAPLI OLDUĞU İÇİN İŞLERİNE GELMİO.ADAM ARAŞTIRIYO SAHİH OLMAYAN HADİSLERİ,SÜNNETLERİ ÇIKARIO BU SEFERDE ADAM EHLİ SÜNNET DEĞİL DİYOLAR
TÜRK EVLADI
03-03-2008, 21:06
[i][b]Valla arkadaşlar bu ülkede herşeye yada herkese mutlaka bir muhalif çıkıyor...
Bence İslamoğlu'na güvenmeyen insanlar makalelerini okusa eminim benden çok severler...
evet arkadaslar güzel bir noktaya deginmissiniz sayin islamoglu ne zekeriyya beyaz, yasar nuri öztürk gibi birilerine yaranacagim diye dini birilerine uyarlamiyor nede dini tamamen tutucu,herseyi kisitlayan, zamana acik olmayan bir sekilde gösteren bazilari gibi yapiyor.
Ben sohbetlerinden haz aliyorum acikcasi,kanalida gercekten cok egitigi ve her yasa hitap ediyor..
KANALINIDA İZLEMEYİ ÇOK İSTERDİM ÖZELLİKLE ENGİN NOYANLA BİRLİKTE YAPTIĞI PROGRAMI AMA MALESEF BİZDE UYDU YOK :'(
arkadaşlar size artık mustafa islamoğlu hakkında birşey demiycem...onların içinde eniştemiz var...hilal tvde program yapıyor.. evet çok kitap okuyolar arapçaları çok kuvvetli azıcık sıkışınca mısıra gidiyolar..ama o herşeye itiraz eden eniştem babamın karşısında çıt çıkaramıyor neden saygı değil neden babamı kandıracak kadar kendine uygun görmüyor keşke babamı şuraya oturtabilseydim ama keşke..o zaman size istediğiniz ayeti açıklardı...eniştem namazını kılar kuran okur ama meshepleri kabul ettiremezsiniz ama tek sorun bu değil daha vahimleri var herşey yüzeysel değildir...iftira neden atim...bilmediğim bişey hakkındada yorum yapmam...milli görüşçü diyosunuz babam ak partili ama islamoğlunu hiç sevmez..(babam 40 yıllık imam siirt tilloda arapça icazeti var)
MUSTAFA İSLAMOĞLU YE’CÛC VE ME’CÛC’U DA İNKÂR EDİYOR
Bu yazılarımızdan etkilenerek yanlış inançlardan tevbe edenler ve yanlış insanlardan uzak duranlar olabilir ümidiyle bu reddiyelerimizi inşâallâh sürdüreceğiz. Sizden beklentimiz dikkatle ve insafla muhakeme etmeniz, bu yazımızın okunması hususunda iyiliği emretmeniz ve bu ilmî reddiyeleri yaymak dışında hiçbir şahsa hakaret ve nefretle dilinizi ve kalbinizi meşgul etmemenizdir.
Bizleri Kur’ân-ı Kerîm’e inanan ve buyurduklarını tahrife yeltenmeyen Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’ten kılan Allâh-u Te‘âlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlardan ve: “Benim ve ashâbımın sahip bulunduğumuz Cemaat inancından bir karış ayrılan kişi, muhakkak İslâm ipini boynundan çıkarmış olur” (Tirmizî, no:2641, 2863,) buyuran Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve Cemaati temsil eden ashâbına sınırsız salât-ü selâmdan sonra!
Bu ayki yazımız yine Ehli Sünnet müdâfaası ve Ehli Bidat reddiyesi kapsamında Mustafa İslamoğlu’nun Kur’an mealine ve tefsirine soktuğu bir bidati, bir tahrifi ve bir inkârı eleştirmek üzerine olacaktır. Tabi şunu sizlerle paylaşmak isterim ki; bizim, kişilerin şahsiyetine hakaret ve bazı kimselerden nefret gibi bir seciyemiz bulunmamaktadır. Zaten dînimiz de bize bu tür ahlâkı yasaklamaktadır. Biz ancak kişilerin yanlış bulduğumuz fikirlerini ilmî cevaplarla reddetmeye ve insanların bu yanlışlara inanarak îmandan çıkmamalarına gayret etmeye yönelik faaliyetler içerisinde olabiliriz. Zaten bundan başka bir şey düşünmeye bile vaktimiz yoktur. İnkârın îmanla, dalâletin de hidâyetle yer değiştirmesi neticesinde İslâm’a giren bir kâfire ve yola gelen bir dalâlet sahibine karşı fikrimizi ve tavrımızı değiştirmemiz bize emrolunduğuna göre, bidatten sünnete ve firak-ı dâlleden Ehl-i Sünnete dönen bir kimseye de aynı muameleyi revâ görürüz ki, bu da bizim kimseye karşı şahsî ve nefsî bir nefret ve adâvet taşımadığımızın en büyük göstergesidir.
Fakat şunu insafla düşünerek bize hak vermeniz gerekir ki, itikadımıza göre Ehl-i Sünnet dışı bulduğumuz bir kişinin, insanı dinden çıkaracağına kanaat getirdiğimiz görüşlerinin Ehl-i Sünnet mensupları arasında, bilgisizlik ve seçici olmamak nedeniyle kabul gördüğünü müşahede etmemize rağmen, bu kardeşlerimizi bu yanlış inançlara uymamaları hususunda uyarmamamız, inançlarını bizden duydukları ilimlere emânet eden sevenlerimize karşı büyük bir hıyânet olmaz mı ve bu kıyamet gününde büyük bir vebâli mûcib olmaz mı? Bir çukura doğru gittiğini gördüğümüz görme engelli bir kişiyi uyarmamaktan ve elinden tutup selâmet yoluna iletmemekten daha büyük bir vicdansızlık olabilir mi? İşte biz arz-ı ekber günü: “Yâ Rabbi! Biz doğru bildiklerimizi bildirdik ve kötülükten nehyettik, ama herkes bizi dinlemedi. Elimizde olmayan şeyler sebebiyle bizi muâhaze etme” diyebilmemiz için, bir de bu yazılarımızdan etkilenerek yanlış inançlardan tevbe edenler ve yanlış insanlardan uzak duranlar olabilir ümidiyle bu reddiyelerimizi inşâallâh sürdüreceğiz. Sizden beklentimiz dikkatle ve insafla muhakeme etmeniz, bu yazımızın okunması hususunda iyiliği emretmeniz ve bu ilmî reddiyeleri yaymak dışında hiçbir şahsa hakaret ve nefretle dilinizi ve kalbinizi meşgul etmemenizdir.
Bugünkü reddiye konumuz, İslamoğlu’nun Ye’cûc ve Me’cûc mevzuundaki bâtıl fikirleri Kur’ân-ı Kerîm meâline dahil etmiş olmasıdır.
Şöyle ki: İslamoğlu, “Hayat Kitabı Kur’an-Gerekçeli Meal-Tefsir” namındaki kitabının birinci cildinin 575. sayfasına denk gelen Kehf Sûresinin 94. âyet-i kerîmesinin notunda şu ifadelere yer vermiştir:
“Ye’cûc ve Me’cûc’e helâki hak eden tüm toplumlardan söz edilen bir pasajda daha değinilir (21:95-96). İkisi birlikte düşünüldüğünde, Ye’cuc ve Me’cuc’un belli bir zaman ve mekana has mahdut ve belirli bir topluluk olmadığı, her zaman ve mekânda ortaya çıkan yıkıcı ve tahripkar güçleri temsil ettiği anlaşılır. Ye’cûc ve me’cûc isimlerinin manaları ve ayrıntılı bir tahlil için 21:96’nın notuna bkz.”
Kendisinin bu konudaki görüşlerini imla hatalarına ve yazım çelişkilerine dahi riayet ederek hiçbir noktasını bile değiştirmeden naklettikten sonra, şimdi de havale ettiği notu yani Enbiyâ Sûresinin 96. âyet-i kerîmesinin dipnotunun bir bölümünü zikredelim:
“Musa Carullah’ın dediği gibi Ye’cûc-Me’cûc yeryüzünün her tarafında, her millette, her çağda bulunabilir. Kur’an’da, bunların cinsiyetleri, zaman ve mekânı sınırlanmamıştır. Günümüz itibarıyla askeri ve ekonomik gücüyle bütün yeryüzünü işgal etmiş olan egemen küresel güçler en dehşetli anlamıyla Ye’cûc ve Me’cûc’turlar.”
Evvelâ İslâmoğlu’nun, görüşünü benimseyerek kendisinden nakil yaptığı bu kişiyi tanıyalım: Mûsâ Cârullah, (1875-1949) yılları arasında yaşamış, bir çok yanlış fikirleri olan bir şahıstır. Onun, insanı dinden çıkaracak tek fikri bu değildir. Nitekim kendisi dinler tarihi araştırmalarının önemine temas sadedinde, dinlerden söz ederken birine hak, diğerine bâtıl demekten sakınmanın ve her dine saygı göstermenin gereğine inanmıştır. “Rahmet-i İlâhiyye Burhanları” adlı eserinde, âhirette daimi azabın İlâhî rahmete uygun olmayacağını ve İlâhî rahmetin herkesi kapsadığını söyler. (Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, 31/215) Onun bu görüşlerinden anlaşıldığına göre; İslâm için hak, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi bâtıl dinler için bâtıl demekten sakınılması gerekiyormuş. Allâh-u Te‘âlâ nezdinde hak olan tek dînin İslâm olduğu Kur’ân-ı Kerîm’in sarih ifadesiyken, bize Allâh’ın hak dediği şeye hak demekten sakınmamız gerektiğini öğütleyen ve Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok yerinde kâfirlerin azabından bahsedilirken sadece “Sonsuz azapta kalacakları” mânâsını ifade eden “Hâlidîne” tabiriyle yetinilmeyip, tekid için peşisıra “Ebedâ” lafzı zikredildiği halde, Allâh-u Te‘âlâ’nın kendisine yakıştırdığı gazap ve azap sıfatlarını Allâh’a yakıştıramayarak sonsuz azabı inkâr etmek suretiyle, kâfir olan bir adamın görüşünü bir Kur’ân meâlinde nakletmek bile büyük bir cinayetken, üstelik bu kişinin bir çok âyetin müfâdını inkâra götüren bir dalâlet ifadesini, muhakemeye bile tâbî tutmaksızın kabule şâyân tek bir görüşmüş gibi hikâye etmek, elbette ki İslâm toplumuna yapılacak en büyük hainlik olmuştur. Oysa Ye’cûc ve Me’cûc kavimlerinin, Zülkarneyn’in yolculuğu sırasında uğradığı belli bir mıntıkada bulunan iki dağın arasına demir parçaları ile kurşun kullanarak yaptığı muhkem bir seddin arkasında bulunan iki ümmet oldukları, kıyamete yakın vaat edilen zaman gelinceye kadar o seddi delemeyecekleri ve insanlara zarar veremeyecekleri Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça belirtilmiştir.
Nitekim Allâh-u Te‘âlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Sonra yine o (Zülkarneyn doğuyla batı arasında, doğudan kuzeye doğru üçüncü bir yola girerek maksadına ulaştıracak) başka bir sebep izledi.
Nihâyet (aralarına sed yapacağı) o iki dağın arasına ulaştığı zaman onların önünde öyle bir toplum buldu ki, onlar (dillerinin garipliği ve akıllarının kıtlığı yüzünden) hiçbir söz anlamaya yanaşmıyorlardı.
(Oranın halkı) dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Gerçekten Ye’cûc ve Me’cûc (isimli iki kabilenin mensupları) bu toprakta (katliâm, tahribât ve ekinleri telef etmek suretiyle) fesat çıkaran kimselerdir. Bizimle onlar arasında (bize saldırmalarını engelleyecek) bir sed yapmana karşılık sana bir vergi versek nasıl olur?”
(Zülkarneyn (Aleyhisselâm) onlara cevâben) dedi ki: Rabbimin beni içerisinde yerleştirmiş bulunduğu (mallar, mülkler, sebepler ve alet-edevât gibi gerekli) şeyler (sizin bana teklif ettiğiniz ücretten) daha iyidir.
Öyleyse siz bana (parayla değil de,) bir kuvvetle (; insan gücü ve güzel sanat becerisiyle) yardım edin de sizinle onlar arasında (istediğinizden daha) sağlam bir sed yapayım!
(Hadi) bana büyük demir parçaları getirin!” (Onlar da dediğini yaptılar. Böylece o yavaş yavaş demir kütlelerini dizmeye başladı.)
Nihâyet (dağların) karşılıklı iki kenarın arasını düzlediğinde: “ (Körüklerle demir parçalarına) üfleyin!” dedi. (Onların üflemesi) netice(sin)de onu (kızgın) bir ateş hâline çevirince (ilgililere): “Getirin bana da, onun üzerine erimiş bir bakır dökeyim!” dedi.
(Onlar söylenenleri harfiyyen yapınca, o sed iyice lehimlenerek sert bir dağ haline geliverdi. Derken Ye’cûc ve Me’cûc gelip, onu delmek ve üstüne tırmanmak istedilerse de) artık onlar onun üstüne çıkmaya da güç bulamadılar, onu azıcık delmeye de en ufak bir imkân bulamadılar. (Bunun üzerine Zülkarneyn (Aleyhisselâm)) dedi ki: “İşte bu (seddi yapmaya muvaffak olmam), Rabbimden (kullarına karşı) büyük bir rahmet (eseri)dir. Ama (kıyamete yakın o sed ardında kalan Ye’cûc ve Me’cûc’un insanlara musallat edilmesi hakkında) Rabbimin vaadi(nin gerçekleşme zamanı) gelince O onu yerle bir edecektir. Zaten Rabbimin vaadi dâima (yerini bulacak) bir hak olmuştur.
İşte o (seddin arkasından çıkacakları) gün (aralarında vukû bulacak izdiham nedeniyle) Biz onların bir kısmını diğer bir kısmın içerisinde deniz dalgası gibi çarpışmakta olduğu halde bırakmışızdır.
Derken sûr içerisine üfürüldü de, artık Biz onları (hesap ve ceza için) tam bir toplayışla cem ettik!” (Kehf Sûresi:92-99)
Diğer bir âyet-i kerîmesinde de onların şu anda dünya halkı içerisinde fesat çıkaramadıklarını, ama vakti gelip sedleri delinince süratlice her tarafa yayılacaklarını beyan sadedinde şöyle buyurmuştur:
“(Hakkı bildikleri halde onda birleşmeyen kâfir milletlerin helâkleri böylece sürüp gidecek,) nihâyet Ye’cûc ve Me’cûc (seddi) açılınca ki, onlar (dağ ve tepe gibi) her yüksek yerden (inerek, ekinlere ve canlılara saldırmak üzere) süratlice koşacaklar!” (Enbiyâ Sûresi:96)
Ye’cûc ve Me’cûc hakkındaki hadîs-i şerîfleri konu edecek olursak bunlar ciltler dolusu kitaplara mevzu olacak kadar fazladır. Ama bunları özetleyerek konumuzu aydınlatmaya yeterli olacak bir kısmını zikredecek olursak: “Ye’cûc ve Me’cûc Âdemoğullarından iki kabilenin ismidir. Kıyâmete yakın Îsâ (Aleyhisselâm) inerek Deccal’ı helâk ettikten sonra Zülkarneyn’in bina ettiği sed açılarak, Ye’cûc ve Me’cûc kavimleri dağ ve tepe gibi yüksek yerlerden akın ederek insanlara karışacak ve her şeyi yiyip içmeleri üzerine göller dahî kuruyacak, neticede büyük bir kıtlık baş gösterecektir. Sonra Îsâ (Aleyhisselâm)ın duasıyla boyunlarına musallat olan deve kurduyla top yekûn helâk olacaklardır, leşleri dünyâyı doldurunca Îsâ (Aleyhisselâm)ın duasıyla Allâh-u Te‘âlâ, uzun boyunlu develere benzeyen birtakım kuşları göndererek o leşleri dilediği yerlere attıracaktır. Daha sonra Allâh-u Te‘âlâ’nın göndereceği yağmurlarla yeryüzü onların pisliklerinden yıkanacaktır.
Sonunda Allâh-u Te‘âlâ yeryüzünü cennet gibi yeşertecek ve Îsâ (Aleyhisselâm)ın beraberinde olan tüm müminlerin durumları düzelecektir. (İbni Mâce, Fiten: 33, no: 4075-4077, 2/1358; Tirmizî, Fiten: 59, no: 2240, 4/510)
Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) sed hakkında şöyle buyurmuştur:
“Ye’cûc ve Me’cûc her gün onu kazarlar, tam delmeye yaklaştıklarında başlarındaki yetkili: ‘Dönün, yarın onu delersiniz’ der. Ama Allâh-u Te‘âlâ onu eskisi gibi sağlam şekle döndürür. Nihayet müddetlerinin sonuna ulaşıp Allâh onları insanlara musallat etmek istediğinde görevlileri: ‘Dönün, yarın inşâallâh onu delersiniz’ der. Döndüklerinde onu, bıraktıkları hâli üzere bulurlar ve onu delerek insanlara saldırırlar, bütün suları içerler, insanlar onlardan kaçmaya başlar. Bunun üzerine oklarını göğe doğru atarlar, onlar kana bulanmış halde kendilerine geri dönünce kibir ve kasvetlerinden dolayı: ‘Yer ehline galip geldik, göktekileri de mağlup ettik’ derler. O zaman Allâh-u Te‘âlâ onların üzerine, enselerine yapışan bir kurt musallat eder de böylece onları helâk eder.” (Ebû Ya‘lâ, no:6436; Hâkim, el-Müstedrek: 4/488; Abdürrezzâk, el-Musannef, 2/28,29; Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:10632, 16/369; Tirmizî, no:3153; İbni Mâce, no:4080; İbni Hibbân, no:6829)
Ebu’z-Zâhiriyye (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Müslümanların kıyamete yakın çıkacak fitnelerden sığınağı Dimeşk’tir, Deccal’dan sığınakları Beyt-i Makdis’dir, Ye’cûc ve Me’cûc’den sığınakları ise Tûr Mescidi’dir.” (İbni Ebî Şeybe, el-Musannef, 5/324, 325, 12/191)
Zeyneb binti Cahş (Radıyallâhu Anhâ) şöyle anlatmıştır: Bir gün Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yüzü kızarmış vaziyette uykusundan uyandı.
Bir yandan da şöyle diyordu: “Allâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur, çok yaklaşan bir şerden dolayı vay Arapların başına gelecek olanlara! Bu gün Ye’cûc ve Me’cûc’ün seddinden şu kadar (az bir miktar) açılmıştır.” (Buhârî, no:3346, 3598, 7059, 7135; Müslim, no:2880)
Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh) dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Ye’cûc ve Me’cûc açılacak, onlar Allâh-u Te‘âlâ’nın: ‘Her yüksek yerden boşalıyorlar’ buyurduğu gibi, insanlara musallat olacaklar, Müslümanlar onlardan kaçarak şehirlerine ve kalelerine çekilecekler, hayvanlarını bile yanlarına toplayacaklar. Ye’cûc ve Me’cûc yeryüzünün sularını içecekler, bir nehre uğradıklarında onu kupkuru bırakacaklar, arkalarından gelenler: ‘Bir zamanlar burada su vardı’ diyecekler. İnsanlardan özel sığınaklara girmeyen kimse kalmayınca onların sözcüsü: ‘İşte yer halkından kurtulduk, şimdi gök ehli kaldı’ diyecek…” (Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:11731, 18/256; İbni Mâce, 4079; Ebû Ya‘lâ, 1144, 1351; Taberî, 15/399; İbni Hibbân, no:6830; Hâkim, el-Müstedrek: 2/245, 4/489)
Kıymetli okuyucularımız! Takdiri size bırakıyoruz. Bu iki kavmin kimlikleri, Zülkarneyn’in seddi arkasında yaşadıkları, kıyamete yakın Allâh-u Te‘âlâ’nın parçalamasıyla sed açılarak insanlara musallat olacakları, onlardan kaçanların Tur dağına sığınacakları ve Îsâ (Aleyhisselâm) indikten sonra onun duâsıyla helâk edilecekleri bunca âyet-i kerîme ve mânen mütevâtir olan sahih hadîs-i şerîflerde şüpheye mahal bırakmayacak sarih ifadelerle anlatılmışken, bu iki kavmin belli bir cinsiyetle, zaman ve mekânla kayıtlı olmadığı ve hâli hâzırda dünya üzerindeki tüm teröristlerin ve tahakküm gücünü elinde bulunduran siyâsi ve ekonomik güçlerin Ye’cûc ve Me’cûc olduğunu söylemek, Kehf Sûresinin âyetlerinde zamanı ve mekânı, yapım tarihi ve yapı malzemeleri zikredilen böyle bir seddin ve arkasında kalan iki kavmin mevcûdiyetinin inkârı anlamına gelmez mi?
Bu tür milletlerin her zamanda ve her mekanda bulunduğunu söylemek, Kehf ve Enbiyâ Sûrelerinin âyetlerinde açıkça ifade edilmiş olan: “Vakti gelince seddin parçalanacağı” gerçeğini reddetmek mânâsı taşımaz mı? Bunca hadîs-i şerîf ve rivâyetlerde bu toplumların suları kurutacakları ve her türlü ifsadı yapacakları açıklanmışken, bu gün bir testi suyu bile birden içemeyen müfsitleri bunlar yerine ikame etmek, bu hadîs-i şerîf ve rivayetleri tanımamak olmaz mı? İslamoğlu’nun Ye’cûc ve Me’cûc hakkında kabule şâyan bularak naklettiği bu görüş, bunca âyet-i kerîmeyi ve mütevâtir hadîs-i şerîfleri inkâr etmek demek değilse, artık bu âyetleri ve hadîs-i şerîfleri inkâr etmek daha başka nasıl düşünülebilir? Bunca tahrif ve tevil, küfür ve inkâr sayılmayacaksa artık dinde adına inkâr denecek hiçbir şey kalmamış demektir. Çünkü bunların iki kavim olarak adlandırılmaları, onların her milletten olabileceği görüşünü çürütmüştür. Zülkarneyn’in yaptığı seddin arkasında bulunmaları ve âhir zamana kadar oradan çıkamayacak olmaları, onları belli bir bölgede sınırlamıştır.
Başka bir noktadan düşünecek olursak, kıyamete yakın sed parçalanmadan yerlerinden ayrılamayacak olmalarının bildirilmesi, şu anda dünyanın herhangi bir yerinde kesinlikle bulunamayacaklarını ifade etmektedir. Bu meseleler, biri varsa diğeri yok olacak kadar açık konularken, Allâh-u Te‘âlâ’nın: “Onlar seddin arkasındadır ve Benim vâdem gelinceye kadar oradan çıkamayacaklardır” buyurduğu bir mevzuda: “Yok onlar belli bir yerde sınırlı değildirler, her yerde ifsat yapanlar onlardır” demek, “Allâh-u Te‘âlâ’nın buyurduğu gibi değil, benim dediğim gibidir” demekten başka ne mânâ ifade eder.
Artık Allâh-u Te‘âlâ’dan niyazımız, bizi de, siz okurlarımızı da, tüm sevdiklerimizi de Allâh-u Te‘âlâ’yı ve Rasûlünü yalancı çıkaran kişileri dinlemekten, kitaplarını okumaktan ve görüşlerine kapılmaktan muhafaza etmesidir. Bu konuda tek güvencemiz Allâh-u Te‘âlâ’nın fazl-u keremidir. Allâh-u Te‘âlâ’nın âyetleri, Meâl ve Tefsir adı altında yazılan hurafelerde açıkça inkâr edilirken: “Bu adam bilgili ve kültürlü biridir, elbet bir bildiği vardır” diyenlere ve aklını kullanmayıp kiraya verenlere çokça rastladığımız şu ortamda, akıllarımızı ve îmanlarımızı Allâh’a emanet ederiz. Şüphesiz ki O, emanetleri zayi etmez ve vâdine hulfetmez.
Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli Ahmet) Hocaefendi
MUSTAFA İSLAMOĞLU’NUN GEREKÇELİ MEAL-TEFSİR KİTABINDA BİR ÂYETİN İNKÂRI
Sohbetlerimize devam eden kardeşlerimizin: “Mustafa İslamoğlu nasıl biri? Kitapları okunabilir mi ve derslerine gidilebilir mi?” şeklindeki ısrarlı soruları üzerine bu fakir kardeşiniz, bu kişinin kitapları hakkında bir araştırma yapmak zorunluluğu hissettim. Elime geçen “Yahudileşme temâyülü” kitabı, bana bu kişinin ne kadar çelişkili ve karmaşık batıl görüşlere sahip biri olduğunu kolayca anlatmış oldu.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh ism-i şerîfiyle!
Bizleri Ehl-i Sünnet itikadı üzere sabit kılan Allâh-u Te‘âlâ’ya hamd-ü senâdan, Cumhur’un yolundan ayrılanları, İslâm ipini boynundan çıkarmakla niteleyen Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e salât-ü selamdan ve O’nun yolundan bir karış bile ayrılmayan âl-i ashâbına hayırla duadan sonra: Sohbetlerimize devam eden kardeşlerimizin: “Mustafa İslamoğlu nasıl biri? Kitapları okunabilir mi ve derslerine gidilebilir mi?” şeklindeki ısrarlı soruları üzerine bu fakir kardeşiniz, bu kişinin kitapları hakkında bir araştırma yapmak zorunluluğu hissettim. Elime geçen “Yahudileşme temâyülü” kitabı bana bu kişinin ne kadar çelişkili ve karmaşık batıl görüşlere sahip biri olduğunu kolayca anlatmış oldu. Bu esnada fıkıh âlimlerinin cumhurunu, “Hayızlı kadınların camiye giremeyeceği” gibi bazı fetvalarından dolayı Yahudilere meyletmekle suçladığını görmem de işin tuzu biberi oldu.
Sonra bana verilen “Üç Muhammed” kitabında, onun Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şanına tazim sadedinde yazılmış olan Kâzî İyaz (Rahimehullâh)ın “eş-Şifâ”sı ve İmâm-ı Süyûtî’nin “el-Hasâis”i gibi muteber eserlerde geçen sahih rivâyetleri tenkit ederek, “Bu kitaplarda anlatılan hârikulâde vasıfların Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)de bulunmadığı”nı söylemiş olduğunu görmem, bende tedavisi kabil olmayan çok derin bir yara açtı.
Ama daha sonra elime geçen “Gerekçeli Meal” kitabında onun, bu yazımızda örneklendireceğimiz üzere; “Teröristlerin cezasıyla ilgili” bir âyeti nasıl yok saydığını, “Tur dağının Yahudiler üzerine kaldırılması” gibi bazı mûcizeleri ne tür sudan bahanelerle reddettiğini ve “Uzeyr (Aleyhisselâm)ın yüz sene ölü bırakıldıktan sonra diriltilmesi” gibi, Allâh-u Te‘âlâ’nın yaşanmış olaylar olarak kıssa ettiği bir takım gerçekleri nasıl temsil ve mecaz olarak nitelediğini görünce, onun Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şanına izafe ettiği nâkısaları ve müctehid imamları Yahudilere meyletmekle suçlayarak onlara attığı iftiraları yadırgamaz hale geldim.
İnşâallâh bu yazımızı takip edecek yazılarımızda, onun bu tür fasit ve müfsit görüşlerini ibtal etmek üzere bir takım ilmî reddiyeler kaleme alacağız. Ancak bu yazımızda Mâide Sûresinin otuzüçüncü âyet-i kerîmesinde geçen İslâm’ın önemli bir hükmünü nasıl yok saydığını beyan etmeyi münasib gördük. Şimdi ilk olarak kendisinin mealine ve dipnotuna hiç müdahale etmeksizin yazdıklarını size aynen aktaracağız, daha sonra da tahlilini hep birlikte yapacağız.
“Allah’a ve Rasûlü’ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğu yaymaya çalışanların öldürülmeleri ya da asılmaları veya muhalefetlerinden dolayı ellerinin ve ayaklarının kesilmesi, yahut bulundukları yerden sürülmeleri, sadece (âdil) bir karşılıktan ibarettir. Bu, onların dünyada uğradıkları zillettir; âhirette ise onları korkunç bir azap beklemektedir.”
Yazar bu âyetin dipnotunda (1/197) şu kaydı düşmüştür. “Bu cümle bir ‘inşa’ cümlesi değil bir ‘ihbar’ cümlesidir ve dolayısıyla Kur’an el ve ayakların çaprazlama kesilmesi gibi bir cezayı emretmemekte, sadece nakletmektedir. Bundan öte, Allah Rasû lü’nün hiçbir muhalife böylesi bir ceza uygulamadığı da tarihi bir gerçektir.”
Mezkûr şahsın mealini ve gerekçesini böylece okumuş oldunuz. Buna mukabil bir de Üstâdımız Mahmud Efendi Hazretlerinin hazırlamış olduğu “Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi”ndeki meale göz atalım. “Allâh’a ve Rasûl’ün(ün dostları olan müminler)e harp açmakta olan (ve insanların yollarını kesip mallarını çalan) o (imansız) kişilerin ve (Müslümanlardan da olsa) yer(yüzün)de fesat (ve bozgunculuk çıkartmak) için koşuşturan kimselerin cezası, (sadece öldürmekle yetinmişlerse,) ancak (kısas yoluyla) öldürülmeleri yahut (cinâyetle birlikte mal da gasbetmişlerse,) asılmaları veya (cinâyet işlemeyip sadece mal almışlarsa,) ellerinin ve ayaklarının çaprazdan kesilmesi ya da (korkutmadan başka bir şey yapmamışlarsa,) o (oturdukları) yerden sürül(üp hapse gönderil)meleridir.
İşte sana! Bu (cezalar), dünyâda onlar için büyük bir (alçaklık, rezillik ve) rüsvaylıktır, (günahlarının büyüklüğünden dolayı) âhirette ise kendileri için pek büyük bir azap vardır!”
Görüleceği üzere İslamoğlu, Kur’ân-ı Kerîm’in metninde olmayan birçok kelimeyi metne sokmasının yanısıra, dipnotta bu âyetin bir “İnşâ” değil de, bir “İhbar” olduğunu öne sürmüştür. Sizin anlayacağınız şekilde ifade etmem gerekirse, “İnşâ”, “Bir şeyi emretmek ve yapılmasını istemek” mânâsına gelmekte, “İhbâr” ise: “Evvelce olmuş bir şeyin vukuunu haber vermek ve nakletmek”tir.
Onun dediğine göre bu âyet-i kerîmede zikredilen ceza hükümleri, bir haber niteliği taşımaktaysa, bu haber kimlerin uygulamasını bize nakletmektedir. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Ayrıca bu ceza uygulanmayacaksa, sadece anlatılıp geçilecekse bu durumda âyet-i kerîmede beyan edilen “Dünyadaki rüsvaylık” teröristlere nasıl ulaşacaktır.
Onlar bu cezalara maruz kalacak yerde sadece bunları hikâye gibi dinlediklerinde, rezil olacak yerde gülüp sevineceklerdir.
Yine böylece bu durumda bir sonraki âyet-i kerîmede konu edilen: “Ancak siz kendilerini yakalamadan tövbe edenler müstesna” kavl-i şerîfi, mânâsız boş bir kelâmdan öte geçmeyecektir. Çünkü ceza yoksa istisna ve müstesna mefhumları kime işletilecektir?!
Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de aynı ifadeyle zikredilen: “Fakat eğer onlar sizinle (Mescid-i Haram’da) savaş (başlat)ırlarsa, (oranın hürmetini önce onlar ihlâl ettiği için,) siz de (hiç aldırmadan) onlarla savaşın. İşte sana! Kâfirlerin cezası böylece (misilleme)dir.” (Bakara Sûresi:191)
“Hırsızlık yapan erkekle, hırsızlık yapan kadına gelince; her ikisinin (çalıp) kazanmış oldukları şeye ceza olarak, Allâh’tan caydırıcı bir azap olmak üzere ikisinin de (sağ) ellerini (bileklerinden) kesin!....” (Mâide Sûresi:38)
“Ey iman etmiş olan kimseler! Siz ihramlı kişilerken av öldürmeyin! İçinizden her kim onu kasten öldürürse, işte sana! (O kişinin yapması gereken;) öldürmüş olduğu hayvanın misli bir ceza (ödemesidir) ki; sizden adâlet sahibi iki kişi ona karar verecektir….” (Mâide Sûresi:95) âyet-i kerîmelerinde “Ceza” tabiri, hüküm ifade etmekteyken, burada konu edilen “Ceza”nın, üstelik: “Onların cezası ancak ve ancak budur” mânâsını ifade eden “İnnemâ” edatıyla zikredilmiş olmasına rağmen hükümsüz olması hangi delile dayanmaktadır. Bu konuda bu âyet-i kerîmenin hükmünü nesheden başka bir âyet-i kerîme yokken, bir âyet nasıl geçersiz addedilebilir.
Oysa Fahru’r-Râzî, Beyzâvî ve Nesefî gibi birçok tefsirde: “Allâh-u Te‘âlâ ile muhârebe yapılamayacağından dolayı burada Allâh-u Te‘âlâ’nın emirlerine muhâlefet eden ve Rasûlünün hükümlerine başkaldırmış olan kimselerin cezası konu edilmiştir” denilerek bu âyet-i kerîmenin bir haber niteliğinde olmayıp, İslâm’ın bir had cezasını beyan ettiği belirtilmiştir.
İslamoğlu bu âyet-i kerîmenin hükmünü yok saymakla kalmamış, üstelik “Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in böyle bir tatbikatı olmadığının tarihi bir gerçek olduğu”nu savunarak tarihi bir iftirada bulunmuştur. Zîrâ Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu hükmü işlettiği, en sahih kaynaklarda zikredilmektedir. Nitekim Enes (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Ukl ve Urayne kabîlelerinden birtakım insanlar Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek Müslüman olduklarını açıkladılar. Fakat sonra Medine’nin havası kendilerine yaramayınca hastalanıp zayıflamaya başladılar ve ovadaki develerin yanına gidip onların sütlerinden içerek sağlıklarına kavuşmak için Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den izin istediler.
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in müsâadesi üzere Kuba civârındaki zekât develerinin yanında bir müddet kalıp iyileştiklerinde, dinden dönerek develerden birini boğazladılar, çobanlardan birinin ellerini ve ayaklarını kesip, diline ve gözlerine de diken batırarak ölünceye kadar kızgın güneşin altında bıraktılar, diğer develeri de alıp götürdüler.
Sağ kalan bir çobanın haberi üzerine Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yirmi kişilik bir müfrezeyi onların takibine gönderdi. Yakalanıp getirildiklerinde Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) onlara kısas yapılmasını emretti. Bunun üzerine o cânilerin gözleri çıkarıldı, elleri ve ayakları kesildi ve ölünceye kadar o hal üzere Harre tarafında bırakıldılar.” (Buhârî, Meğâzî: 34, No: 3956, 4/1535; Zekât: 67, No: 1430, 2/546; Müslim, Kasâme:2, no:1671, 3/1297; Neseî, Tahâret, 191, no:304, 1/174; Ebû Dâvûd, Hudûd:3, no:4364, 2/534; Tirmizî, Taharet:55, no:72, 1/106; İbni Mâce, Hudud:20, no:2578, 2/861; Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:12042, 4/214)
İslamoğlu’nun, bu rivâyetleri bilmeyecek kadar cahil biri olmadığını düşünürsek, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu âyeti tatbik etmediğini söylemesi, bizde ister istemez burada bir sû-i kasd (kötü niyet) bulunduğu düşüncesini uyandırmıştır. Zaten bu kişinin bu rivayetleri bilmeyecek kadar cahil biri olduğunu kabullenmemiz durumunda da, yine insanları böyle bir kişiyi dinlememeleri ve kitaplarını okumamaları hususunda uyarmak boynumuzun borcudur.
Ayrıca bu âyet-i kerîme, teröristlere uygulanacak ceza hakkında Kur’ân-ı Kerim’de misli bulunmayan tek âyet olma özelliğini taşıdığı için bütün müctehidler tarafından işletildiği ve kendisinden ciltler dolusu hükümler istinbat edildiği, dört mezhebin fıkıh kitaplarında kaleme alınmıştır. Bu husustaki bazı genel hükümleri şöyle özetleyebiliriz.
El-Mevsû‘atü’l-Fıkhiyye isimli eserde (17/158-161) zikredildiğine göre: “Kendileri yakalanmadan önce tövbe etmedikleri müddetçe muharib (terörist)lerin cezalandırılmasının, kaldırılmaya ve bağışlanmaya elverişli olmayan İlâhî hadlerden bir had olduğu” hususunda fıkıh âlimleri arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Bu hususta temel teşkil eden nass ise; “Allâh’a ve Rasûl’üne harp açmakta olan o kişilerin ve yerde fesat için koşuşturan kimselerin cezası, ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazdan kesilmesi ya da o yerden sürülmeleridir. İşte sana! Bu, dünyâda onlar için büyük bir rüsvaylıktır, âhirette ise kendileri için pek büyük bir azap vardır!
Ancak o kimseler müstesnâ ki kendilerine güç yetirmenizden önce tevbe etmiştirler! Bilin ki; Allâh gerçekten Ğafûr’dur; Rahîm’dir.” (Mâide Sûresi:33-34) âyet-i kerîmeleridir.
Fıkıh âlimleri, âyet-i kerîmede geçen cezaların nasıl uygulanacağı hakkında farklı görüşler serdetmişlerdir. Şâfi‘îler, Hanbelîler ve İmâm-ı Muhammed ile İmâm-ı Ebû Yûsuf (Radıyallâhu Anhum) bu hükümlerin âyet-i kerîmede geçen tertip üzere uygulanacağı ve hükümlerin işlenen suça göre taksim edileceği görüşüne gitmişlerdir. Buna göre; hem öldürüp hem mal alan öldürülüp asılır, sadece mal almakla yetinenin sağ el ve sol ayağı kesilir, eşkiyalık yapıp yolcuları korkutan, fakat öldürme ve mal alma gibi suçlara bulaşmayan kimseler sürgüne gönderilir. İbni Abbâs (Radıyallâhu Anhumâ) da âyet-i kerîmeyi böylece tefsir etmiştir. (Ravzu’t-tâlib:4/155; el-Muğnî, 8/288; Ravzatu’t-tâlibîn:10/156-157; Metâlibü Üli’n-nühâ: 6/252-253; Nihâyetü’l-muhtâc:8/3) İmâm-ı Ebû Hanîfe (Radıyallâhu Anh)a göre; muharib kimse bir insan öldürmeden veya bir mal gasbetmeden yakalanırsa, tazir (azarlanma) cezasına çarptırıldıktan sonra tövbe edinceye kadar hapsedilir. Eğer hırsızlığın nisabı kadar (1.0,5 gram altın veya o değerde bir) mal almışsa eli ve ayağı çaprazdan kesilir, masum bir kişiyi öldürmüş, ama mal almamışsa öldürülür, hem cana kıymış hem de mal almışsa, ceza verme yetkisine sahip olan kimse, üç işten birini yapmakta serbesttir. Dilerse ellerini ve ayaklarını çaprazlama keser, sonra öldürür. İsterse sadece öldürür. İsterse asar. (Bedâi‘u’s-sanâi‘ : 7/94; İbni Âbidîn: 3/213; el-İhtiyâr:4/114) İmâm-ı Mâlik (Rahimehullâh)a göre ise; öldürenin mutlaka öldürülmesi gerekir. Ancak kılıç darbesiyle veya asılarak öldürülmesi hususunda yönetim serbesttir. Sadece yol kesmekle yetinseler bile idare hangisinin daha kârlı olduğunu gözeterek, öldürmek yahut asmak veya çaprazlama kesmek hususunda muhayyerdir. (Bidâyetü’l-müctehid:2/491-492; Şerhu’z-Zürkanî:8/110; Hâşiyetü’d-Düsûkî: 4/350; Tefsîru’l-Kurtubî: 6/152)
Görüldüğü üzere; dört mezhebin sahibleri olsun, mezheb içi müctehidler olsun, hepsi de bu âyet-i kerîmeyi tahlil ve tatbik etmişler, hiçbiri hükümsüz kabul etmemişlerdir. Hal böyle iken İslamoğlu’nun: “Bu âyet-i kerîme el ve ayak kesilmesini emretmemektedir, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bunu yapmamıştır, bu sadece mücerred bir anlatımdır” demesi, bu âyeti hükümsüz kılması anlamına gelir ki bunun da inkârın bir türü olduğunda şüphe yoktur.
Burada beni daha çok şaşırtan şu olmuştur; İslâmoğlu’nun beyânına göre bu “Gerekçeli Meâl”in fıkhî notları Hayrettin Karaman’la müzâkere edilmiş! Bu durumda böyle bir târihî hatâ onun da mı gözünden kaçmış yoksa o da mı aynı görüşte?!
Eyvâh ki ğarîb oldu şerî‘at-i Muhammed,
Ki kaldı bu misilli ulemânın eline!
Allâh-u Te‘âlâ’nın âyetlerinden birini inkâr, tümünü inkâr sayılacağına göre, işin ne boyuta vardığı siz okurlarımızın isabetli anlayışlarına havale edilmeye değer bir husustur. Artık “Kâfirlere İslâm’ı hoş gösterelim” derken İslâm’ın kol kesme, recm ve kısas gibi hükümlerini ve Allâh’ın ahkâm âyetlerini inkâra düşerek kâfirlerin durumuna düşmekten Allâh-u Te‘âlâ’ya sığınırız ve siz okurlarımızı, bütün Müslümanları bu hususta uyarmanız ve bu reddiyeleri okutmanız temennîlerimizle Allâh-u Te‘âlâ’ya emanet ederiz. Allâh-u Te‘âlâ’nın selâmı, rahmeti ve bereketleri hepinizin üzerine olsun.
Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli Ahmet) Hocaefendi
yukarıda Cübbeli Hoca'nın yazdığı gibi. Mustafa İslamoğlu Ayet inkar ediyor. Merak eden Mustafa İslamoğlunun mealini alsın karşılaştırsın.
ne denirse densin boş...gözler görmüyor..
ne denirse densin boş...gözler görmüyor..
Evet ümmü seleme kardeş. Siz Ak parti'yi onlarda Mustafa İslamoğlu'nu görmüyor.=))
Bazı kişiler konu açmış, islamoğlu cevap verdi diye.
Ancak bize söz hakkı vermeyerek üste çıkmak isteniyor anlaşılan.
.” Ey Hanefiler! Ebu Hanife’ye göre siz Hanefi falan değilsiniz, sizin mezhebiniz falan yok! “Mezhepçilik” yapan şarlatanlar sizi dolmuşa bindiriyor"(Mustafa İslamoğlu-bir konferansından alıntı)
Bu Mezhepsizin mezheple ilgili fikrini görüyorsunuz daha bunun gibi bir çok yazısı konuşması var...
Bunun gibilerden uzak durulmalı..
Adam gibi Adam
03-31-2009, 18:38
Mustafa İslamoğlu'nu SP'liler niye sevmiyor?
28 Şubat sürecinde Mustafa İslamoğlu makaleleri ile Erbakan Hoca'yı çok ağır eleştirmişti. Dik duruş sergileyemediği, müslümanların itibarını küçük düşürdüğü, partinin o zaman vitrinden ibaret olduğu ama rafların boş olduğu mealinde onlarca yazı yazdı. Bunun üzerine Milli Görüş camiası o günden itibaren Mustafa İslamoğlu'na düşman kesildiler.
Bir de tabi Cübbeli Ahmet Hoca faktörü var, tabi. Cübbeli Ahmet Hoca sürekli Mustafa İslamoğlu'nun boykot edilmesi gerektiğini söylüyor. Burada tabi cemaatler arası bir güç paylaşımı söz konusu. Mustafa İslamoğlu'nun cemaatinin günden güne büyümesi ve artık Türkiye sınırlarını aşması Cübbeli Ahmet Hoca'yı ve taraftarlarını korkutuyor. Bunun üzerine boykot kampanyası düzenleniyor.
Bunların niye yapıldığı sorulduğunda da, Mustafa İslamoğlu'nun ayetleri inkar ettiği iftirası atılıyor. Oysa ki Mustafa İslamoğlu, Cübbeli Ahmet Hoca'ya yazdığı cevap yazısında asla ayet inkar etmediğini, hiç bir sahabeye dil uzatmadığını belirtiyor.
Bu arada Cübbeli Ahmet Hoca'nın Saadet'i desteklediği, Mustafa İslamoğlu ve taraftarlarının da AK Parti'yi desteklediği ima ediliyor.
Mustafa İslamoğlu'na tüm düşmanlıkları bu yüzden.
evet çok geniş çalışıyorlar..7 vakıfları var ve birbirleriyle olan bağlantıları inkar ediyorlar..
evet çok genişler iran,mısır ülkeeriyle çok iç içeler..
saadetliler seviyo sevmiyo meselesine gelince...hiç erbakan hocaya atan yazısnı görmedim açıkçası..
hatta ve hatta benim anadolu gençlik derneğini şikayet etme sebebimdir..
ajandalara bu adamın sözleri konuluyor..
eğer gerçekten denidiğiniz gibi olsa asla ama asla sözü konmazdı...
benim babam ak partili ve cübbelinin cemaati değil...ama o da sevmiyor peki bu neden???
lütfen yaşamadan konuşmayın...araştırın yeter:güzel:
Özgür Çağrı
03-31-2009, 21:37
Valla İslam Hareketi Anadolu III kitabının Kemalizm ve Türkiye Cumhuriyeti Hakkında karmaşık düşüncelerimi yok etti.. Çok güzel yazmış ama sivri dilli biraz ..
Peygamberimiz döneminde Mezhep varmıydı ? Müslüman müslümanın kardeşidir . Ben hanefiyim ama şafiyide hambelide kardeşim. Onun için Mezhep işini Milliyetçiliğe dönüştürmeye gerek yok ..
Adam gibi Adam
03-31-2009, 21:46
evet çok geniş çalışıyorlar..7 vakıfları var ve birbirleriyle olan bağlantıları inkar ediyorlar..
evet çok genişler iran,mısır ülkeeriyle çok iç içeler..
saadetliler seviyo sevmiyo meselesine gelince...hiç erbakan hocaya atan yazısnı görmedim açıkçası..
hatta ve hatta benim anadolu gençlik derneğini şikayet etme sebebimdir..
ajandalara bu adamın sözleri konuluyor..
eğer gerçekten denidiğiniz gibi olsa asla ama asla sözü konmazdı...
benim babam ak partili ve cübbelinin cemaati değil...ama o da sevmiyor peki bu neden???
lütfen yaşamadan konuşmayın...araştırın yeter:güzel:
Mustafa İslamoğlu kişileri hedef almadan eleştirilerini genel çerçeveden yapan bir islami liderdir. Burada direk Erbakan'ı hedef alması tabi söz konusu olmaz. Orada zihniyeti ve bir takım uygulamaları dostça eleştirmişti.
İstisnalar kaideyi bozmaz. Babanızın AK Parti'li olması Mustafa İslamoğlu'nu sevmesini gerektirmediği gibi, Cübbeli Ahmet Hoca taraftarı bir kişinin de Mustafa İslamoğlu'na düşman olmasını gerektirmez.
Mustafa İslamoğlu'nu SP'liler niye sevmiyor?
28 Şubat sürecinde Mustafa İslamoğlu makaleleri ile Erbakan Hoca'yı çok ağır eleştirmişti. Dik duruş sergileyemediği, müslümanların itibarını küçük düşürdüğü, partinin o zaman vitrinden ibaret olduğu ama rafların boş olduğu mealinde onlarca yazı yazdı. Bunun üzerine Milli Görüş camiası o günden itibaren Mustafa İslamoğlu'na düşman kesildiler.
Bir de tabi Cübbeli Ahmet Hoca faktörü var, tabi. Cübbeli Ahmet Hoca sürekli Mustafa İslamoğlu'nun boykot edilmesi gerektiğini söylüyor. Burada tabi cemaatler arası bir güç paylaşımı söz konusu. Mustafa İslamoğlu'nun cemaatinin günden güne büyümesi ve artık Türkiye sınırlarını aşması Cübbeli Ahmet Hoca'yı ve taraftarlarını korkutuyor. Bunun üzerine boykot kampanyası düzenleniyor.
Bunların niye yapıldığı sorulduğunda da, Mustafa İslamoğlu'nun ayetleri inkar ettiği iftirası atılıyor. Oysa ki Mustafa İslamoğlu, Cübbeli Ahmet Hoca'ya yazdığı cevap yazısında asla ayet inkar etmediğini, hiç bir sahabeye dil uzatmadığını belirtiyor.
Bu arada Cübbeli Ahmet Hoca'nın Saadet'i desteklediği, Mustafa İslamoğlu ve taraftarlarının da AK Parti'yi desteklediği ima ediliyor.
Mustafa İslamoğlu'na tüm düşmanlıkları bu yüzden.
Birincisi konumuzun siyasetle hiçmi hiç ilgisi yok..Bu dini bir mesele..
Erbakana ne söylemiş,nasıl eleştirmiş haberim bile yok araştırmadım ki zaten konumuzun Erbakanlada bir ilgisi yok..
Konuyu siyasi çatışmaya çevirme..
Ayrıca Mustafa islamoğlu kim ki Cübbeli Ahmet hoca gibi bir alime aşık atacak.?
İkinci bir mesele kimse Mustafa islamoğlunun ayetleri inkar ettiğini iddia etmiyor ayetleri yanlış yorumladığı söyleniyor..
Bütün Ehli sünnet alimleri Mustafa islamoğlu için reddiye gönderdi..
Kendi babası bile onun Kuranı kerimi yanlış yorumladığını söylüyor..
...
Fazla söze hacet yok..
Yetkili Notu: Mesajınız düzeltilmiştir. Bir İslam Alimi hakkında böyle konuşamazsınız. Söylediğiniz söz de asla doğru değil.
Üç mevsim
03-31-2009, 22:08
Alimlerimiz hakkında konuşurken herkes haddini bilsin!
Kimine göre Cübbeli Hoca üstündür, kimine göre İslamoğlu Hoca üstündür.
Konuyu uzatmayalım.
aşk-ı ilahi
03-31-2009, 22:10
Birincisi konumuzun siyasetle hiçmi hiç ilgisi yok..Bu dini bir mesele..
Erbakana ne söylemiş,nasıl eleştirmiş haberim bile yok araştırmadım ki zaten konumuzun Erbakanlada bir ilgisi yok..
Konuyu siyasi çatışmaya çevirme..
Ayrıca Mustafa islamoğlu kim ki Cübbeli Ahmet hoca gibi bir alime aşık atacak.?
İkinci bir mesele kimse Mustafa islamoğlunun ayetleri inkar ettiğini iddia etmiyor ayetleri yanlış yorumladığı söyleniyor..
Bütün Ehli sünnet alimleri Mustafa islamoğlu için reddiye gönderdi..
Kendi babası bile onun Kuranı kerimi yanlış yorumladığını söylüyor..
Ayrıca hadisleride inkar ediyor bu mezhebsiz..
Fazla söze hacet yok..
kesinlikle..
kimse zaten kimseyi siyasi yargılamıyor burda ..bu konuda.ben erbakan hocamı çok severim ama..eleştirse bunu dine çekmem..
ama sünnete aykırı yorumlar..
ve yanlış tefsir islam ümmetini rahatsız edici boyutlarda maalesef..
Üç mevsim
03-31-2009, 22:15
Peki buyrun devam edelim.
Mustafa İslamoğlu'nun tefsiri İslam Ümmetini rahatsız edici filan değil. Mezhepçilik yapmakta ısrar ederek, taasupta bulunan bir kısım güruhu rahatsız ediyor.
Adam Gibi Adam'ın söylediklerine kesinlikle katılıyorum. İslamoğlu bu Camianın hatalarını söylemiştir. Yapıcı ekelştirilerde bulunmuştur. Ama bu camia eleştiri kabul etmediği için önlerine Cübbeli Hoca'yı alarak linç kampanyası başlattılar. Bu işi dini boyuttan çıkarıp siyasete karıştırıyorlar.
Valla İslam Hareketi Anadolu III kitabının Kemalizm ve Türkiye Cumhuriyeti Hakkında karmaşık düşüncelerimi yok etti.. Çok güzel yazmış ama sivri dilli biraz ..
Peygamberimiz döneminde Mezhep varmıydı ? Müslüman müslümanın kardeşidir . Ben hanefiyim ama şafiyide hambelide kardeşim. Onun için Mezhep işini Milliyetçiliğe dönüştürmeye gerek yok ..
Peygamberimiz döneminde nasıl mezhep olacak bunu bana izah edebilirmisin..?
Zaten Peygamberimiz her şeyin başı onun döneminde mezhep varmıydı gibi saçma bir soruyu nasıl sorabilirsin..
Ülkemizde ki misyonerlerin Müslümanları kandırmak için sordukları soruların başında "Hz.Muhammed(s.a.v) hangi mezheptendi..?" sorusu geliyor..
Bu soruyla insanların kafasını karıştırıp içlerine şüpe düşürüyorlar..
Mezheb imamlarından Kuranı kerimde bahsediliyor bizemi kaldı sorgulamak..?
Üç mevsim
03-31-2009, 22:18
Peygamberimiz döneminde nasıl mezhep olacak bunu bana izah edebilirmisin..?
Zaten Peygamberimiz her şeyin başı onun döneminde mezhep varmıydı gibi saçma bir soruyu nasıl sorabilirsin..
Ülkemizde ki misyonerlerin Müslümanları kandırmak için sordukları soruların başında "Hz.Muhammed(s.a.v) hangi mezheptendi..?" sorusu geliyor..
Bu soruyla insanların kafasını karıştırıp içlerine şüpe düşürüyorlar..
Mezheb imamlarından Kuranı kerimde bahsediliyor bizemi kaldı sorgulamak..?
Kur'an-ı Kerim'de hangi Mezhep İmamından Bahsediliyormuş. Biz de Bilelim.
aşk-ı ilahi
03-31-2009, 22:23
arkadaşlar...küçük bir örnek..
hilal tvde islaamoğlunun ağzından bizzat dinleme acziyetine düştük..
"sünnet namazı neden bu kadar önemser bu ümmet anlamam..kendilerine işi zorlaştırmayı sever bu kişiler..sünnet demek hareket demek..insanlar neden bu hareketleri taklt eder ..şaşarım akıllarına.."
bu konuda ne dersiniz bilemem..
...kesinlikle benim eleştirilerim siyasi değil.!!!
Adam gibi Adam
03-31-2009, 22:28
arkadaşlar...küçük bir örnek..
hilal tvde islaamoğlunun ağzından bizzat dinleme acziyetine düştük..
"sünnet namazı neden bu kadar önemser bu ümmet anlamam..kendilerine işi zorlaştırmayı sever bu kişiler..sünnet demek hareket demek..insanlar neden bu hareketleri taklt eder ..şaşarım akıllarına.."
bu konuda ne dersiniz bilemem..
...kesinlikle benim eleştirilerim siyasi değil.!!!
Böyle bir söz söylemez Mustafa İslamoğlu. Söylediyse ispat etmekle mükellefsiniz. Siteye ekleyin videosunu, biz de görelim böyle deyip demediğini.
Yok ispatlayamazsanız, hiç olmazsa iftira atmayın.
Peki buyrun devam edelim.
Mustafa İslamoğlu'nun tefsiri İslam Ümmetini rahatsız edici filan değil. Mezhepçilik yapmakta ısrar ederek, taasupta bulunan bir kısım güruhu rahatsız ediyor.
Adam Gibi Adam'ın söylediklerine kesinlikle katılıyorum. İslamoğlu bu Camianın hatalarını söylemiştir. Yapıcı ekelştirilerde bulunmuştur. Ama bu camia eleştiri kabul etmediği için önlerine Cübbeli Hoca'yı alarak linç kampanyası başlattılar. Bu işi dini boyuttan çıkarıp siyasete karıştırıyorlar.
Arapça bilgiye sahip olmayan insanları Mustafa islamoğlunun tefsirinin rahatsız etmesi elbette beklenemez..
Çünkü ayetlerin tefsir açıklamasının ilmemi yoksa aklamı dayandığını sadece Arapça ilimlere vakıf olanlar anlayabilir..
Cübbeli Ahmet Hoca gibi Arapça ilimlere vakıf bir hocaefendi bu tefsire karşı çıkıyorsa evet bu tefsir son derece rahatsız edici demektir..
Konu sadece tefsirle bitmiyor ki bu adam Mezhebleri kabul etmiyor yukarıda yazdım sözünü..
Ayrıca Kütübü Sittede ki en sağlam hadisleri bile inkar ediyor..
Kaldı ki Buhari ve Müslimin rivayet ettiği hadisleri inkar eden birisi dinden çıkar..
aşk-ı ilahi
03-31-2009, 22:31
Böyle bir söz söylemez Mustafa İslamoğlu. Söylediyse ispat etmekle mükellefsiniz. Siteye ekleyin videosunu, biz de görelim böyle deyip demediğini.
Yok ispatlayamazsanız, hiç olmazsa iftira atmayın.
bakın asla iftira atmıyorum..bu hassas bi konu..asla dalgaya gelmez.çok şükür iftiranın ne olduğunu bilecek bi temelim var...
ama siteye video eklemek gibi bi lüksüm yok..
geçen sene bi cuma günü hilalde dinlediğim bi konuşmaydı.
ama eğer çok öğrenmek isterseniz...
bu konudaki fikirlerini başka yerlerden dinlersiniz..
değişmemiştir her halde.
aşk-ı ilahi
03-31-2009, 22:33
Arapça bilgiye sahip olmayan insanları Mustafa islamoğlunun tefsirinin rahatsız etmesi elbette beklenemez..
Çünkü ayetlerin tefsir açıklamasının ilmemi yoksa aklamı dayandığını sadece Arapça ilimlere vakıf olanlar anlayabilir..
Cübbeli Ahmet Hoca gibi Arapça ilimlere vakıf bir hocaefendi bu tefsire karşı çıkıyorsa evet bu tefsir son derece rahatsız edici demektir..
Konu sadece tefsirle bitmiyor ki bu adam Mezhebleri kabul etmiyor yukarıda yazdım sözünü..
Ayrıca Kütübü Sittede ki en sağlam hadisleri bile inkar ediyor..
Kaldı ki Buhari ve Müslimin rivayet ettiği hadisleri inkar eden birisi dinden çıkar..
ayrıca bi insan hz ebubekir(r.a.) yok derse veya hz ali (r.a)yok derse ne olur..dinden çıkarmı diye soruyor..
biz biliyoruzki kuranı kerimin tefsirlerinde bahsi geçen sahabeler..
bu kuranı inkardır..
Kur'an-ı Kerim'de hangi Mezhep İmamından Bahsediliyormuş. Biz de Bilelim.
Mezheb imamları ayette isim olarak geçmiyor Alimler aşağıya yazacağım ayetin Mezheb imamlarına işaret ettiğini söylüyor..
"O gün her fırkayı imamları ile çağırırız"(İsra-71)
Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni Tefsirlerinde Alimler bu ayeti şöyle açıklıyor "Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela ya Şafii veya ya Hanefi denir"
İmamları sadece anladığımız manada mezhep imamları olarak neden düşünüyoruz?
Yani belki bizim anlayamadığımız başka şey kastediliyordur..
Buna şu örneği vermek isterim:
Kuranda "bizim birleştirdiklerimizi ayırmayınız" der meallerde hemen yanında şöyle bir parantez içi vardır (karı kocayı ayırmayınız) tarzı örnekler yazar, oysa kast edilen atomdur.
Bu yüzden atfedilen tek bir manaı kesin kabul edip onunla hareket etmek pek sağlıklı gelmiyor bana..
İyide bunu atfeden ben değilim ki Tefsir Alimlerinin hepsi bu ayetin mezhep imamlarını kastettiğinde ittifat etmişler..
Bu ittifakı kabul etmeyip ayetlere kendi kafamıza mana veremeyiz ki..
Hem sadece bu ayet yok ki:
"Ey iman edenler, Allaha itaat edin, Resule itaat edin ve Ülül-emrinize itaat edin!" [Nisa 59]
Burda ki Ülül-emride Alimler Mezhep imamları olarak açıklıyor..
Üç mevsim
04-01-2009, 13:43
--- Aşk-ı İlahi demiş ki İslamoğlu Hoca böyle dedi ben de şaşırdım.
""sünnet namazı neden bu kadar önemser bu ümmet anlamam..kendilerine işi zorlaştırmayı sever bu kişiler..sünnet demek hareket demek..insanlar neden bu hareketleri taklt eder ..şaşarım akıllarına.."
Söylediği gayet net, bu bir yorumdur... Bundan öyle şaşıracak hiçbir şey yok. Ama yine de bu cümle bir cımbızdır. Bunun önü ve arkası muhakkak vardır.
***
---Aşk-ı İlahi, İslamoğlu Hoca'nın böyle dediğini duymuş
"ayrıca bi insan hz ebubekir(r.a.) yok derse veya hz ali (r.a)yok derse ne olur..dinden çıkarmı.."
Mustafa İslamoğlu bunların hiçbirine kesinlikle yok demiyor ki, mutlaka orada birşey anlatıyordur. Böyle cımbızlayarak hiçbiryere varamazsınız.
***
--- depare, Kur'anda hangi mezhep imamı geçiyormuş sorumuza karşılık bunu söylüyor. Aynen böyle diyeceğini de biliyordum. -Kur'anda mezhep imamı geçmez ama bunu işaret eden ayet geçer- öyle düşünürsek muhakkak ki her mümin toplumun dini önderi vardır. Kaldı ki Mustafa İslamoğlu'nun mezhepleri kabul etmediğini, mezheplere düşman olduğunu hiç kimse söyleyemez, söyleyen kuru iftira etmiş olur. Aşağıda bir adres veriyorum, Mustafa İslamoğlu burada buna cevap veriyor.
MUSTAFA İSLAMOĞLU TEK TEK CEVAP VERDİ (http://www.akpartiforum.com/mustafa-islamoglu-tek-tek-cevap-verdi-t59392.html)
"İmam Şafi'ye, İmam Ahmed bin Hanbel'e, İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye, İmam Malik'e, İmam Cafer'e, İmam Zeyd'e, İmam İbni Hazm'a ve daha burada sayamadığım, haklarını helal etsin merhum imamlar, diğer imamlara nasıl küçümseyici bakarım, ben bu kadar edepsiz miyim.. Hiç benim ağzımdan bunlar için tahkir cümlesi duyduğunuz oldu mu?"
Mustafa İslamoğlu'nun ilmi, fıkhı ve fikri eleştirilere saygısı var ama kendisine iftira atanlara, söylemediği şeyi söyledi diyenlere, (mezhepleri yok sayıyor diyenlere) Ruz-i Mahşer'de soracak bir hesabı var.
Mustafa İslamoğlu sadece bazı kalıpları aşmıştır. Fıkhi manada Müesses Nizamı yaşatan bazı cemaatlerde bunu kaldıramamıştır, tüm mesele bu.
Ertuğrul ÖZGÜL
04-01-2009, 13:48
Mezheb imamları ayette isim olarak geçmiyor Alimler aşağıya yazacağım ayetin Mezheb imamlarına işaret ettiğini söylüyor..
"O gün her fırkayı imamları ile çağırırız"(İsra-71)
Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni Tefsirlerinde Alimler bu ayeti şöyle açıklıyor "Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela ya Şafii veya ya Hanefi denir"
benim bildiğim kadarıylada babasının ismiyle çağrılacamış mesela kadir oğlu ertuğrul
o ayet belkide peygamberler bazındadır çünkü her peygamber ümmetiyle girecek hatta bilirsinizdir duymuşunuzdur bizim peygambermiz ümmeti girmeden girmeyecek cennete bende böyle yorumluyorum
ha mezhep doğrudur çünkü bazı fetvalar olmadan bizim dini ve kuranı anlayacak bilgimiz yok
ve şunuda söyleyimki mustafa islamoğlu çok yanlış anlaşılıyor..........
aşk-ı ilahi
04-01-2009, 14:26
cımbızla filan çekmiyorum..bire birde söylemleri..konuşmanın tam metni tabiki aklımda olamaz..ama çıkan sonuç buydu..
ama bu konular hassas konular..ben eminim ama..
daha fazla bi şey yazmak istemiyorum..
inşaalah rabbim bizi şaşırtmasın..daha ne diyim
benim bildiğim kadarıylada babasının ismiyle çağrılacamış mesela kadir oğlu ertuğrul
o ayet belkide peygamberler bazındadır çünkü her peygamber ümmetiyle girecek hatta bilirsinizdir duymuşunuzdur bizim peygambermiz ümmeti girmeden girmeyecek cennete bende böyle yorumluyorum
ha mezhep doğrudur çünkü bazı fetvalar olmadan bizim dini ve kuranı anlayacak bilgimiz yok
ve şunuda söyleyimki mustafa islamoğlu çok yanlış anlaşılıyor..........
Dediğin doğru ama kıyamet günü meydana gelecek olan olayların hepsi aynı anda cereyan etmiyor..
Mesela Peygamberleri ve mezheb imamları ile çağrılma hadisesi insan kabirden dirilip ilk kalktığı zamanda olacağı söyleniyor..
Babasının ismiylede mahşer meydanında kendisine hesap verme sırası geldiğinde çağrılacak..
Mustafa İslamoğlunu daha önceleri bende severdim hatta vakit gazetesi sayesinde "Yahudileşme Temalüyü" isimli kitabını ve bir kaç kitabını daha okumuştum..
Ancak malesef bazı görüşleri beni hüsrana uğrattı..
İslam kıldan ince kılıçtan keskin nizamlar üzerine kurulmuştur..
İtikat meselesi çok önemlidir..
Mesela Kuranı Kerimde çoğu yerde Allah Kafirlerin cehennemde ebedi(sonsoz) olarak Müslümanların da Cennette sonsuz olarak kalacağını belirtir..
Ancak Mustafa islamoğlu Cennetle Cehennemin sonsuz olmadığını iddia ediyor bunuda sadece bana ait bir görüş değil diyerek başka yerlere dayandırıp ispatlamaya çalışıyor..
İşte bu kıldan ince bir mesele,itikat meselesi bu görüş çok tehlikeli bir görüş ve kabul edilir bir yanı yok..
vBulletin v3.8.4, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.