Orijinalini görmek için tıklayınız : Şairlerimizin öz geçmişleri
ultrAstribun
04-28-2009, 15:48
A
A.Vahap Akbaş ( 1954)
--------------------------------------------------------------------------------
1954 yılnda Batman'da doğdu. Batman Lisesi ve İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Öğretmen ve yöneticilik yaptı. Halen Çorlu'da öğretmenlik görevini sürdürmektedir. Şiir ve yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. Bir süre Yeni Devir gazetesinde kültür-sanat sayfasını yönetti. Şiir ve roman dallarında çeşitli ödüller aldı.
ESERLERİ
Efgân, Gül Kıyamı, Kuş Olsun Yüreğim, Dünyayı Kaplayan Ağaç, Mavi Sesli Şiirler, Hüzün Coğrafyası, Bir Şehre Vardım, şairin yayınlanmış şiir kitaplarıdır
ultrAstribun
04-28-2009, 15:50
Abdi Paşa (nişancı) . - (17.12.1691)
--------------------------------------------------------------------------------
Osmanlı devlet adamı ve tarihçi. Asıl adı Abdurrahman’dır. İstanbul’un Anadoluhisarı semtinde dünyaya geldi. Doğum tarihi belli değildir.
Eğitim ve öğretimini Enderun-ı hümayunda tamamladı. 1648’de Saray-ı Hümayunun Büyük Oda kısmında ilk resmi vazifesine başladı. İki sene sonra Seferli Koğuşuna atandı. Bu vazifede 1659’a kadar kalan Abdi Paşa, Has Oda’ya tayin edildi. 1665’te tuğra çekme vazifesi verildi. 1668’de sır katipliğine getirilen Abdi Paşa ertesi sene Temmuz ayında vezirlik rütbesi ile nişancılık nasbına tayin edilerek saraydan ayrıldı. Uzun süre bu vazifede kalan Abdi Paşa Çehrin Seferi sırasında İstanbul kaymakamı oldu (1678). Ertesi sene dördüncü vezirliğe terfi etti. İkinci vezir iken 1682’de Basra valiliğine tayin edildi. On sene kadar çeşitli illerde valilik yaptı. 1690’da Kandiye, sonra Sakız muhafızlığına getirildi. Sakız muhafızı iken 1692 yılında vefat etti.
ESERLERİ
Abdi Paşa, devlet hizmetleri dışında Vekayiname adlı Osmanlı tarihi ile meşhur olmuştur. Bu eserini Has Oda’da vazifeliyken Dördüncü Mehmed Hanın isteği üzerine yazmaya başlamıştır. Eserin dili oldukça sade olup, üslubu güzeldir. Dördüncü Mehmed Han zamanı için birinci derecede kaynak olan bu eser, daha sonraki tarihçiler tarafından kullanılmıştır. Eser henüz yayınlanmamış olup, yazma nüshası Topkapı Sarayı Kütüphanesinde mevcuttur.
Abdi Paşanın, ayrıca edebi sahada da çalışmaları vardır. Abdi mahlası ile yazdığı şiirlerini bir Divan’da toplamıştır. Ayrıca Ka’b bin Züheyr’in Kaside-i Bürde’sine ve Divan-ı Urfi’deki bazı şiirlere şerhler yazmıştır.
ultrAstribun
04-28-2009, 15:51
Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu
--------------------------------------------------------------------------------
1929 yılında Malatya'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Malatya'da tamamladı. İÜ Tıp Fakultesi (1949) mezunu. Gemlik Sosyal Sigortalar Kurumu ve Gemlik Azot Sanayi Müessesi'nde ve serbet olarak doktorluk yaptı.
Günümüzde aruz ölçüsünü ustalıkla kullanılan şairlerin başında gelir. Şiirleri, 1946 yılından itibaren Yedigün, Hergün, Büyük Doğu, Çınaraltı, Türk Yurdu, Türk Dili, Yelken, Türk Edebiyatı, Diriliş, Hisar, Milli Kültür dergilerinde yer aldı. Yeni İstiklal (1965) ile Milli Gazete'de Mayın Tarlası ve Isırgan Çiçekleri başlıkları altında şiirleri yayınlandı. Diriliş Dergisinde şiirleri yanında biyografi yazıları da yazdı.
ESERLERİ:
Sessiz Gürültü , Dini ve Ahlaki Şiirler Antolojisi, Naatlar...
ultrAstribun
04-28-2009, 15:52
Abdurrahman Kadrizade ( 1894)- (1939)
--------------------------------------------------------------------------------
Kırım Türk Edebiyatı
Kırım şairlerinden Abdurrahman Kadrizade (1894-1939) medrese tahsilini tamamladıktan sonra Arap, Fars ve Rus dillerini öğrenmiştir. "Yanı Dünya" gazetesinde çalışırken siyasi kitapları, ders kitaplarını ve edebi eserleri Kırım Türkçesi'ne tercüme eder. Diğer Türk boylarının folklorunu ve Kırım sözlü edebiyatını çok iyi bilir. Kadrizade, halk arasında anlatılan masalları, tekerlemeleri, yırları çınları ve atasözlerini derleyerek gazetelerde yayınlar. Kadrizade, masallardan fıkralardan faydalanarak "Molla Nefsi", "Aksak Temir ve Nasreddin", "Çırk Mırk mı, Mırk Çırk mı?", "Nasreddin Oca ve Karısı" gibi satirik eserler de yazmıştır.
Abdurrahman Kadrizade 1927 senesinde "Kızma Be Yau!", "Birkaç Öğütler" veya "Öğütlerim" gibi şiirlerinde insan hayatındaki eksikleri, çirkinlikleri tenkit ederek kendi düşüncelerini, öğütlerini anlatır.
Kırım Türkleri Edebiyatı Yrd.Doç.Dr. Zühal Yüksel kirimdernegi.org.tr
ultrAstribun
04-28-2009, 15:53
Abdülhak Molla ( 1786)- (1853)
--------------------------------------------------------------------------------
Hekim ve şair. 1786 (H. 1201)da İstanbul’da doğdu. 1853 (H. 1270)te vefat etti. Devrinin meşhur şahsiyetlerinden olup, pekçok ilim ve fikir adamı yetiştirmiş bir aileye mensuptur. Babası Osmanlı Devletinde Divan-ı hümayun haceganlığı vazifesinde bulunan şairliği ile de meşhur Mehmed Emin Şükuhi Efendidir.
Abdülhak Molla, büyük kardeşi Behçet Efendi gibi medrese öğrenimi yanında hekimlik (tıp) tahsili de yaptı. Eski sarayda hekim olarak vazife aldı. Halet Efendi hem onu hem de ağabeyi Behçet Efendiyi himaye etti. Ancak aleyhinde bulundukları gerekçesiyle, 1821’de Mustafa Behçet Efendi ile birlikte İstanbul’dan Keşan’a sürüldüler. Küçük kardeşleri Hızır İlyas Efendinin aracılığı ile bir sene sonra affedilip İstanbul’a döndüler.
Abdülhak Efendi bundan sonra Yeni Saray hekimliğine, 1827'de Asakir-i hassa hekimbaşılığına tayin edildi. Medresede yetişmiş olması sebebiyle ona o devrin ilim rütbelerinden Selanik sonra da Yenişehir Mollalığı; 1829’da Mekke payesi, 1832’de İstanbul payesi verildi. 1833’te hekimbaşılığa ve Mekteb-i Tıbbiyye-i Adliyye-i Şahane nazırlığına seçildi. 1836’da Anadolu kadıaskerliği payesi verildi. Fakat aynı sene payesi alınıp, hekimbaşılıktan çıkarıldı. 1839 (H. 1255)da yeniden vazife verilip Anadolu kadıaskeri ve ikinci defa hekimbaşı oldu. 1841’de Rumeli kadıaskerliği payesi verildi. 1845’te hekimbaşılığı vazifesinden ayrıldı. 1847’de Maarif Meclisi başkanlığına ve üçüncü defa hekimbaşılığa tayin edildi. 1852 senesinde de Reis-ül-ülema ünvanı verildi. Bu vazifeyi aldıktan bir sene sonra altmış yedi yaşında iken İstanbul’da Bebek semtinde vefat etti. Sultan İkinci Mahmud Han Türbesinin bahçesine defnedildi.
Abdülhak Molla bir takım tıbbi yeniliklerin getirilmesinde ön ayak olmuştur. Hekimbaşı iken Tıbbiyye okulunda yeni bir proje uygulandı. Salgın hastalıklara karşı karantina teşkilatını kurdurdu ve Çiçek aşısı yapılmasını mecburi hale getirdi. Bebek’te kendi yalısında bir eczahane açmış ve burada bir nükte olarak “Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı” mısraını levha halinde asmıştır.
Abdülhak Molla, hekimliğinin yanında ayrıca şairliği ile de tanınmıştır. Divan edebiyatında kuvvetli şiirleri vardır. Bu şiirleri matbu değildir.
ESERLERİ
Şiirlerinden başka eserleri şunlardır:
1. Tarih-i Liva: Elli bir yaprak olan bu vakayiname, İkinci Mahmud Hanın Rami Kışlasında bulunduğu zamana ait kayıtlardır. Matbu değildir.
2. Rüzname: Yazma olan bu eseri, Sultan İkinci Mahmud Hanın hastalığı ile ilgili olarak hekimbaşı sıfatıyla yazmıştır. O devirde yaptığı tıbbi incelemelerinden bahsetmiştir.
3. Hezar Esrar: Hekimlik ile ilgili bir eserdir. Ağabeyi Mustafa Behçet ile birlikte hazırlamıştır. Bu eser yarım kalmış, bilahare oğlu Hayrullah Efendi tarafından tamamlanıp, 1867’de yayınlanmıştır.
ultrAstribun
04-28-2009, 15:54
Adnan Şükür ( 1942)
--------------------------------------------------------------------------------
HAKKINDA YAZILANLAR
Bir ailenin başarısı
Türkmen milletinin pek çok başarılı olan insanları vardır başka milletler gibi , gönül isterdi ki bu başarıların devamını kendi memleketimizde sürdürmek, ne yazık ki başka ülkelerde sürdürmeye mecbur kalıyorlar. Bu başarılı ailelerden birisini ziyaret ettik ve aile reisine bir kaç soru sorduk ,
İsminizden başlayalım Sayın.....?
İsmim Adnan Şükür 1942 Kerkük doğumluyum , evliyim 3 erkek çocuk sahibiyim ( Timuçin 23 yaşında , Levent 18 yaşında , Yüsüf 10 yaşında )
İlk okula 1948 de Fayseliye mektebinde başladım orta ve liseyi de şarkiye ve musallada bitirdim sonra 1963 ta beden eğitimi üniversitesine başladım , 1968 de mezun oldum ,18 sene kerkükte spora hizmet verdim çeşitli vazifelerde. Bunlardan : 1969 dan 1983 kadar sevre kulübünde yönetim kurulu üyesiydim aynı zamanda Basketbol antrenörlüğünü kısa bir müddet idare ettim , 10 sene Atletizm federasyonunun sekreterliğini yaptım , müderris olarak Darelmuallimi , Fidai Filistin ve Tahir lisesinde görev yaptım .
Hangi sporcular başarılı oldu sayenizde ? sorusuna şöyle yanıt verdi
Irak şampiyonu Sead Namık 800 ve 1500 metrede , Asya’da Irak’ı temsil eden 3000 metrede Burhan Reşit , Irak şampiyonu Nuri Şükür 800 metrede , Irak Şampiyonu İhsan Dara 400 metre engelde , Sahip Mehdi Disk atma , Hadi Mehdi Gülle atmada ve pek çok başarıya imza attık sporcu arkadaşlarımla beraber bunlardan , Kasım Dev , Muhammed Bala , İbrahim
Mecit , Necat İzzet , Adil Abdullah , Kerim Efendi......
Spora verdiğiniz hizmet yeterlimiydi ? sorusuna da......
Hayır değildi , imkanlar kısıtlı olmasaydı iki mislini verebilirdim .
Ne zaman Irak’ı Terk ettiniz ?
1986 senesinde Irak’ı Terk ettim şuanda Danimarka da Yaşıyorum .
Genç sporcularımıza ne tavsiye edersiniz ?
Düzenli antrenman yapmak , hocaların sözlerine saygı duymak ve düzenli yemek .
Çocuklarından biraz bahis edermisin ?
Hay hay efendim , Büyük oğlum Timuçin’i sporda bir nevi başarılı ettim , şuanda 800 metre koşmakta Danimarka Kulüpler arası şampiyonudur .
O bir oğlum Levent’iyse ,Takma ismi DJ Turkman Souljah , DJ Mix Müziğinde mütemadiyen başarıdan başarıya koşuyor , Bu sene Danimarka birincisi oldu ve İsveç şampiyonu olduktan sonra Londra’da Dünya şampiyonasına katılmaya hak kazandı , ne yazık’ki ön sıralarda yer alamadı , lakin ileride daha iyi sırada yer almasına inanıyorum çünkü henüz 18 yaşında ve büyük heves içerisindedir .
Görüşmemizin sonunda S. Adnan beyin ailesine çok teşekkür ettik ve kendilerine daha iyi başarılar diledik.
Mohammed Samad / 4.10.2002
Biz Türkmeniz / Danimarka
ultrAstribun
04-28-2009, 15:55
Ahmed Arif ( 1927)- (1991)
--------------------------------------------------------------------------------
1927 yılında-Diyarbakır'da doğdu. Bir süre, A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünde okudu. Siyasî düşünceleri yüzünden hapis yattı. Şiirlerinde folklorik unsurları kullandı. 1991 öldü.
ESERİ
Hasretinden Prangalar Eskittim adlı bir şiir kitabı bulunmaktadır.
HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
Seni, anlatabilmek seni,
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni, anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmez,
Kahpe yalana.
Ardarda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım
Bir o yana,
Bir bu yana...
Seni, bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni, anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
ultrAstribun
04-28-2009, 15:56
Ahmet Arvasi ( 15.02.1932)
--------------------------------------------------------------------------------
1932 yılında dünyaya geldi.Ailece Van'ın Müküs (Bahçesaray) kasabasına bağlı Arvas (Doğanyayla) köyündendir. Mühitlerinde bu köyün adına izafeten 'Arvasiler' olarak tanınırlar. Soyadı kanunu çıktıktan sonra köylerinin adı soyadları oldu. Babası Anadolu'da yetişen büyük velilerden Seyyid Abdülhakim Arvasi'dir.
Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabı yazarı Hüseyin Hilmi Işık ile büyük şairlerimizden Necip Fazıl'ın hocaları Abdülhakim Arvasi hazretleri ise bir başkasıdır.
1952'de Erzurum Öğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra bir süre ilkokul öğretmenliği yaptı. 1958'de Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü'nü bitirdi. Sırayla Balıkesir, Bursa ve İstanbul'daki eğitim enstitülerinde hocalık yapan Arvasi, 1979 yılında emekli oldu. Aynı yıl Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel İdare Kurulu'na seçilerek bu partideki görevine 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar devam etti. MHP'den İstanbul Senatör Adayı da olmuştur. Arvasi Hoca, o zamanlar Türk milliyetçiliğinin sesi olan Hergün Gazetesi'nde, ' Türk-İslam Ülküsü ' başlığıyla günlük makale yazdı. 12 Eylül darbesinden sonra Türk İslam ülkücüleriyle birlikte MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'ndan yargılandı. Mamak Cezaevi'nde işkence gördü. Tahliye olduktan sonra ülkücü gazete ve dergilerde yazı yazarak gençliğe yol göstermeye devam etti. Türkiye Gazetesi'nde Hasbihal başlığı ile makaleleri neşredildi.
56 senelik ömrünün bir bölümünde hep konuşan, anlatan ve hitabet sanatını en güzel şekilde icra eden Arvasi Hoca vardı. İkinci ve son bölümde ise hep yazı yazan. 31 Aralık 1988'de Erenköy'deki evinde saat 11.00'de ruhunu teslim ederken çok sevdiği daktilosunun başındaydı. Ölümünü Yeni Düşünce Gazetesi, 'Bir Güzel Adam Hakk'a Yürüdü", Türkiye Gazetesi ise 'S. Ahmet Arvasi'yi Kaybettik' manşetiyle verdi. Arvasi'nin cenaze namazı için yurdun çeşitli yerlerinden gelen binlerce kişi Fatih Camii'ni ve bahçesini doldurmuştu.
Merhumun akrabası Van eski Müftüsü Seyyid Kasım Arvasi cenaze namazını kıldırdı. Arvasi Hoca, Edirnekapı'da damadı Reşat Yamankaradeniz'in yanına defnedildi. Kabrinin biraz aşağısında meşhur Osmanlı şeyhülislamlarından İbn-i Kemal hazretlerinin kabri bulunuyor.
ESERLERİ
Türk-İslam Ülküsü (3 cilt), Kendini Arayan İnsan, İnsan ve İnsan Ötesi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, Şiirlerim, Eğitim Sosyolojisi, Doğu Anadolu Gerçeği, İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri, Hasbihal (6 cilt) Hasbihal, daha sonra konularına göre şu isimlerde yayımlandı: Emperyalizmin Oyunları, Devletin Dini Olur mu, Kadın Erkek Üzerine, İnsanın Yalnızlığı,
HAKKINDA YAZILANLAR
1.Asrın Yesevisi Ahmet Arvasi, Hüdavendigar Onur, Biyografi Net Yayınları, İstanbul 2003
Türk İslam ülküsünün abide şahsiyetlerinden Seyyit Ahmet Arvasi'nin ailesi, akrabaları ve hayatı hakkında yazılan Asrın Yesevisi isimli eserde, İlme Önem Veren Bir Millet, Arvas Mektebi, Arvasi'ye Göre İnsan Tahlilleri, Kültür ve Medeniyet Üzerine, Milliyetçilik, Arvasi'nin Milliyetçilik Anlayışı, Arvasi'de Türk Sevgisi, Arvasi'ye Göre Zararlı Cereyanlar, Arvasi'nin Eserleri gibi bölümlerde bulunuyor.
2.Ahmet Arvasi'nin Hayatı Tefekkürü Eserleri, Burak Yayınevi, İstanbul
3.Ahmet Arvasi Hoca hakkında Bizim Ocak, Nizam-ı Alem Ocakları, Hisar, Ufuk Çizgisi gibi dergiler özel sayı çıkardılar.
xxx
Ahmet Arvasi is an intellectual, an author and a pedagogue. Born in 1932, he and his family are from the village Arvas (Doganyayla), from where they took their last name, in Van province’s Mukus (Bahcesaray) town.
After graduating from the Erzurum teacher training college in 1952, he worked as a teacher for a short while. He then graduated from the Gazi Educational Institute pedagogical studies department in 1958 and worked as a teacher in Balikesir, Bursa and Istanbul before retiring in 1979. That year, he became a member of the administration for the National Movement Party (MHP) fulfilling his duties there until the military coup of September 12 1980. He was also an Istanbul senator candidate for the MHP. During this time, Arvasi wrote articles for a column entitles “The Turk-Islam Ideal” for Hergun newspaper. After September 12, he was questioned about the MHP and put on trial with Turk-Islam idealist organizations. He was tortured in the Mamak prison. After his release he wrote for the “Turkish newspaper,” as well as other dailies and magazines.
He died on December 31, 1988 in Erenkoy and was buried in Edirnekapi.
Published works:
The Turk-Islam Ideal (3 volumes), In Search of Oneself, Humankind and Beyond, Our Dialectic and Our Aesthetics, My Poems, Educational Sociology, The Truth about Eastern Anatolia, Firsts in Advanced Turkish Nationalism, Conversations (6 volumes).
Published works about Arvasi:
“ Asrın Yesevisi S. Ahmet Arvasi”
This book by Hudavendigar Onur, published by Biography Net in Istanbul, is about Arvasi’s life, ideas and works.
“ A Talk with Arvasi Hodja”
Hudavendigar Onur’s second book about Arvasi, it is written in the form of an interview compiled by extensive research in Arvasi’s published works.
“Imperialism in fear of Islam,” “Plans for a peace worse than war,” “Being from the Turkish nation and the Muslim religion,” Turkish Nationalism,” “Humanity searching for itself,” are some of the topics covered in “A Talk with Arvasi Hodja.”
x
Arvasi Hocanın Kitapları yayınlandı
Türk-İslam ülküsünün abide şahsiyetlerinden S.Ahmet Arvasi'nin kitapları Bilgeoğuz Yayınevi tarafından neşredildi.
Arvasi, kitaplarında en fazla din, ahlak, eğitim, örf ve ananelerin önemi ve korunması ile batıl ideolojiler üzerinde duruyor. Arvasi ayrıca ırklar, İslâm'ın ırklara bakışı, felsefe, pozitif ilimler, ideolojiler, bilgi, bilginin kaynakları, doğu anadolu gerçeği ve Türk milletinin fetih hedefleri gibi yüzlerce konuyu kitaplarında işliyor.
Bilgeoğuz Yayınevi Sahibi Oğuzhan Cengiz, Arvasi Hoca'nın bir neslin üzerinde emeği olduğunu belirterek, "Türk-İslam Ülküsü yolunda ışığımız Ahmet Arvasi oldu" dedi.
Arvasi Hoca hakkında yayınlanmış iki kitabı bulunan sanatalemi.net yazarlarından Hüdavendigar Onur da, "Ahmet Arvasi'nin eserlerinin yeniden okuyucuyla buluşturulmasının Türk ilim ve irfanı için önemli bir adım" olduğunu söyledi.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI
Alemdar Mahallesi Molla Fenari Sok. No:41/A Cağaloğlu - İSTANBUL
Tlf.: (0.212) 527.3366 Faks: 527 3364
www.bilgeoguz.com.tr
bilgi@bilgeoguz.com.tr
ultrAstribun
04-28-2009, 16:02
Ahmet Efe ( 1955)
--------------------------------------------------------------------------------
1955 yılında Kayseri'de doğdu. İlkokulu memleketinde tamamladı. Ankara imam-Hatip Lisesi'ni bitirdi. Ankara Ticarî ilimler Akademisi mezunu. Dokuz yıl Diyanet işleri Başkanlığı ve TRT'de çalıştı. Memuriyetten ayrıldı. Kandil Yayınevi'ni kurdu. Kandil Çocuk Dergisi'ni çıkardı. Çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. Şiir, roman ve hikâye türlerinde ürün verdi.
ESERLERİ
Veda ve Can Gazeli adlı şiir kitapları bulunmaktadır.
ultrAstribun
04-28-2009, 16:02
Ahmet Kot ( 1953)
--------------------------------------------------------------------------------
1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada bitirdi. ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’nde bir müddet okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. Kültür ve Tarım Bakanlıkları ile TRT İstanbul Televizyonu’nda çalıştı. Daha sonra resmi görevinden ayrılarak Yeryüzü Yayınları’nın kurucuları arasında yeraldı. Aynı yayınevinin editörlüğünü yaptı. Yazıevi İletişim Hizmetleri ajansını kurdu. Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi Başkanı.Şiir ve yazıları çeşitli dergilerde yayınlandı.
ESERLERİ
Sirkeler ve Sular, Hasbahçe.
ultrAstribun
04-28-2009, 16:03
Ahmet Şahin
--------------------------------------------------------------------------------
Eğitimci şâir ve yazar.
Ahmet Şahin, 20 Aralık 1956 tarihinde Ordu İli’nin Gürgentepe İlçesi’ne bağlı Okçabel Mahallesi’nde doğdu. İlk tahsîlini aynı yerde(1969), Ortaokulu Gürgentepe’de(1972), Lise’yi Perşembe(1972-1973) ve Ankara İlköğretmen Okulu ve Lisesi’nde tamamladı(1976). Aynı sene Gümüşhane İli’nin Bayburt İlçesi Harmanözü Köyü’ne Öğretmen olarak atandı. Ankara Eğitim Enstitüsü’ne kayıt yaptırdığı için bu vazîfesinden istifa etti(1976). Eğitim Enstitüsü’nü Ankara (1976-1977) ve Kırşehir Eğitim Enstitüsü’nde tamamladı(1980).
Türk Standardları Enstitüsü(TSE), Bağ-Kur Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nde çeşitli vazîfelerde bulundu. 1985 senesinde yeniden öğretmenlik mesleğine döndü. Samsun İli Terme İlçesi Gölyazı-Balkamlı Beldesi’nde üç sene öğretmenlik yaptıktan sonra, Gürgentepe İlçesi Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü vazîfesine atandı(1989). Buradaki vazîfesi esnasında Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nde Lisans Tamamlama Programı’nı bitirerek Türkçe Bölümü’nden mezun oldu (1999).
Husûsî anma ve yıl dönümleri münâsebetiyle; târih, kültür ve edebiyat ile ilgili çeşitli konferanslar düzenledi. Zaman zaman bu konferanslarda hem idareci ve hem de konuşmacı olarak hizmetlerde bulundu. 1989-2001 târihleri arasında 12 sene hizmette bulunduğu idarecilikten kendi isteği ile ayrılan ve halen Ünye’de öğretmenlik vazîfesine devam etmekte olan Ahmet Şahin, evli ve dört çocuk babasıdır.
Ahmet Şahin’in, 1983 senesinden itibaren bazı gazeteler ile edebiyat, kültür, sanat mecmualarında aralıklı olarak çeşitli mevzû’lara ilişkin araştırma-inceleme yazıları ve makaleleri yayınlanmaktadır. Bu yayınlar: Dâvet, Erciyes, İnanç, Boğaziçi, Yeni Düşünce, Yeni Türkiye, Olaylara Bakış, Türkeli, Sükût, Cümle, Tarih ve Medeniyet’tir.
Sanatalemi, Türkçesi, Fikiryolu, Kültegin, Teksevgi, Semazen, Türk Yurdu, Kendince Yorumla, Türk Eğitim, İkizdere, Türk Ocak, Türkiye Sevdalıları… gibi “internet” kürsülerinde de şiir, makale ve yazıları yayınlanmaktadır. Ayrıca “Târihi-Kültürü-Coğrafi Özellikleri ve Tabiat Güzellikleri ile GÜRGENTEPE” adlı yayınlanmış bulunan tanıtım kitabının hazırlayıcılarından olan Ahmet Şahin’in, şiir çalışmaları devam etmektedir.
ÇIKACAK ESERLERİ
1.Şiir Kitabı: Dîvânçe
2.Makaleler: Târih-Dil-Kültür ve Edebiyat Sohbetleri
ultrAstribun
04-28-2009, 16:04
Ahmet Hamdi Tanpınar ( 23.06.1901)- (24.01.1962)
--------------------------------------------------------------------------------
Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901 tarihinde İstanbul'da doğdu.İstanbul'da Ravaz-i Maarif İbtidaisi'nde, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde, Vefa, Kerkük ve Antalya sultanilerinde öğrenim gördü. Baytar mektebini bırakarak girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden 1923 yılında mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara liseleriyle, Gazi Eğitim Enstitüsü ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı, aynı akademide estetik ve sanat tarihi dersleri verdi (1932 - 1939). 1939 yılında İstanbul Üniversitesi'ne Yeni Türk Edebiyatı Profesörü olarak atandı. Maraş Milletvekili olarak 1942-1946 yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu. Bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptıktan ve Güzel Sanatlar Akademisinde eski görevinde çalıştıktan sonra 1949 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne yeniden döndü ve bu görevde iken 24 Ocak 1962 tarihinde İstanbul'da öldü.
ESERLERİ
Şiir:
Şiirler (1961 - Bütün Şiirler)
Hikaye:
Abdullah Efendi'nin Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955).
Roman:
Huzur (1949), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962), Sahnenin Dışındakiler (1973), Mahur Beste (1975), Aydaki Kadın (1987).
Deneme:
Beş Şehir (1946), Yahya Kemal (1967), Edebiyat Üzerine Makaleler (1969), Yaşadığım Gibi (1970).
Tarih:
XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1949), Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mektupları (1974 - Der. Z. Kerman).
HAKKINDA YAZILANLAR
Hazır Reçete Yok !
Her şey bizden bir yeni terkip bekliyor
Mahmut Çetin
Türk aydını, Osmanlı devletinin Batı karşısında çözülmesiyle yeni bir kültür dünyasına açılır.Bu çaba Osmanlı devletinin yıkılması ve onun değer yargılarının tasfiyesiyle hızlanır.Aydınlarımız bu maksatla önce yerli olanla islami olanı ayırıp, yerli olana bağlanmayı dener.Ardından yerli olan kültür kaynağını iyice daraltıp folklordan hareketle teorik bütüne ulaşmayı düşünürler.Folklordan hareketle bir çok fikri üretim yapılmasına rağmen, bu arayış asıl amaç olan ‘yeni bir teorik zemin’i oluşturamaz.I.Tarih Kongresiyle ortaya yeni bir tez atılır.Tez şudur: “Bütün dünyaya şamil medeniyetin mebde ve menşei Orta Asya’dır.”(1)
Erol Güngör esaslı bir eleştiriye tabi tuttuğu bu tezi şöyle özetler.Yeni teze göre Orta Asya medeniyetin beşiğidir.Türkler Orta Asya’da yaşarken bir kuraklıkla yurtlarından ayrılmışlar, dünyanın değişik yerlerine göç etmişler ve medeniyeti dünyaya yaymışlardır.Bu arada Anadolu, Mısır ve Mezopotamya’da yeni yeni medeniyetler kurmuşlardır.Etiler, Hititler ve Sümerler gibi.Türkler müslüman olunca yeni bir göç dalgasıyla yeniden Anadolu’ya ulaşmışlar, buradaki Eti , Hitit kültürleriyle yeniden kaynaşmışlardır.Anadolu 4 bin yıllık Türk yurdudur.Cumhuriyetle bu en eski Türk kültürlerine sahip çıkılmıştır.(2)
Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı zinciri Türk tarihinden bir sapma mı ?
Teorinin buraya kadar olan kısmı, Anadolu üzerinde gözü olan Batı ülkelerine karşı sevimli bir çıkış olarak görülebilir.Ancak teoriyi üretenler hızını alamayıp asıl Türk tarihinin kaynağını Anadolu Medeniyetleri adı altında Eti-Hitit-Sümer zincirine bağlar ve Türk tarihinin Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı zincirini asıl özden bir sapma olarak niteler.Bu nedenle Türklerin müslümanlaşmasından sonraki dönemler, gözden geçirilmesi gereken dönemlerdir.Aydınlar başlangıçta -genellikle- kabul etmekle birlikte zaman bu tezi geçersiz kılar.
İki ara bir dere: Batı
Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı dönemini es geçerek oluşturulmak istenen tarih anlayışlarının geçersizliği, arayış içindeki odakları, Batı medeniyetini evrensel tek bir medeniyet olarak görmeye ve ona entegre olmaya itmiştir.
Batı medeniyetine entegre olma düşüncesi Nurullah Ataç tarafından teorik birliğe ulaştırılmaya çalışılır.Belki de yabancılaşma dönemi boyunca sınırlı da olsa başarıya ulaşmış tek düşünce budur.1938 yılından sonra fikir hayatımıza bu düşünce hakim olmuştur.Bu görüşe göre Batı medeniyetinin gelişme çizgisi, bütün insanlık için ortaktır.Batı medeniyeti dışında ortaya çıkan medeniyetler ayrıktır ve onların ancak folklorik bir değeri vardır.Yerli medeniyetlerin tasfiye edilip, Batı medeniyetine adapte olmaları tarihi bir zarurettir.Bundan dolayı Yunan, Latin ve Fransız kaynaklarından Batı kültürü aktarılarak, pozitivizmde karar kılınmıştır.Resmi görüşe paralel olarak, Batı’dan aktarılan yeni fikir akımları sınıf ya da üretim temelinden yoksun olmasına rağmen siyasi yönelişlerde ve kadrolaşmada kaynak olmuştur.Batı alıntılarıyla, aktarmacılığıyla devlete ‘kapılanma’ mümkün olduğundan resmi siyaset ve kültürü kendilerine göre yorumlayan siyasi gruplar, üretimden kaynaklanmayan gelirlerle ‘sübvanse’ edilerek ithal bir kültür ortaya konmuştur.(3)Bu aktarma kültürün etkisi günümüzde azalarak sürmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ileri sürülen tarih görüşleri 1950 sonrası serbestlik ortamıyla, devlet görüşü olmaktan çıkmıştır.Bu görüşlerin ileri sürüldüğü dönemlerde ise daima karşı tezler var olmuştur.
Kültüre dayalı çözüm: ‘değişerek devam etmek’
Bu karşı tezlerden biri de Anadoluculuktur.Özellikle Yahya Kemal’in tarih görüşü bu isimle ifade edilmiştir.Bu görüşe göre Türk Tarihi, Malazgirt Zaferiyle başlar.Dilin ve milletin önceki macerası, bu tarihin bir çeşit mukaddimesinden ibarettir.Malazgirt Zaferi, İstanbul’un Fethi ve Milli Mücadele, Fransız İnkılabı çapında ‘doğu rönesansı’na kaynaklık etmişlerdir.
Yahya Kemal’in fikri halefi durumundaki büyük yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur adlı şaheserinde roman örgüsü içinde üç önemli tezi de yoğurmaktadır.Tarihinin sürekliliği, kültür devrimlerinin başarısızlığı ve milli çözüm: halkın gücü.
Bizim üç ana başlıkta topladığımız Huzur tezleri, bütüncül bir tarih tezi ortaya koymuştur.“Yalnız bir şeyi biliyoruz.O da bir takım köklere dayanmak zarureti, tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti.bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz.Muvazalar daima tehlikelidir.”(4)
Tarihi bütünlüğün sağlanması, yani tarihin bir takım zoraki tezlerle değil, sadece vakıa-olgu olarak değerlendirilmesini gerektirir.Tarihin belirli devirlerini tasviye edip yerine mantıki tezler teklif edememe durumu, toplumda mutlak bir yabancılaşmayı başaramasa da değer yargılarını yozlaştırmaktadır.
Bu tahribat nedeniyle fertler, toplumlarına has hüviyetlerini temsil edemez hale gelmektedir.Hüviyetini bulamayan fertlerin oluşturduğu toplum bunalımlara gebe bir toplumdur. “Evvela insanı birleştirmek.Varsın aralarında hayat standardı yine ayrı olsun; fakat aynı hayatın ihtiyaçlarını duysunlar.”(5)Köklerine bağlı fertler, farklı içtimai sınıflara mensup olsalar bile ‘biz şuuru’nu muhafaza edeceklerdir. “Maziyi ihmal edersek hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder.”(6) Tarihi birikimden kaçmak boşuna bir çabadır.İnsan için hafıza neyse, millet için de tarih odur.Nasıl insan fikir değiştirebildiği halde hafızasını silip atamamaktaysa, milletler de günlük zaruretler nedeniyle tarihi birikimlerini silip atamazlar.Silip atmaya kalktıkları durumda bile hayatın tabii akışı ‘günlük dayatma’ları geçersiz kılacaktır.Yabancılaştırmanın başarıldığı iddia edilen sömürge topraklarda bile toplumsal doku hepten silinememekte ve tarihi birikim ‘ecnebi bir cisim gibi’ insanları rahatsız etmektedir.
Halkın içinde ve önünde aydın
Toplum için değişik bakış açılarıyla değişik tasnifler yapılabilir.Bunlardan biri de halk ve aydın ayırımıdır.Halk ve aydın ikiliği yabancılaşma döneminin başından itibaren cemiyetimizde etkisini gösterir.Türk toplumu için bu iki kesim de yeni dönemin rengini vermeğe tek başına yeterli değildir.Huzur romanındaki karakterlerden Mümtaz, Türkiye’nin kültür birliği sağlanamadığından gelecekten ümitsizdir.Ancak romanın diğer kahramanı İhsan yani romandaki Yahya Kemal, “Güçlük var.Fakat imkansız değil.Biz şimdi bir aksülamel devrinde yaşıyoruz.Kendimizi sevmiyoruz.Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede’yi Wagner olmadığı için, Yunus’u Varlaine, Baki’yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz...Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz.Başka milletlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz”(7) der.
Başkasının hayatını yaşayamazsınız
Medeniyetlerin farklı gelişme çizgileri vardır.Ancak batıcı ortodoks görüşe göre Batı medeniyeti evrensel ideal gelişim sürecinden geçmiştir.Bu medeniyetin dışındaki medeniyetlerin yaşaması, Batı medeniyetine adapte olmasına bağlıdır.Bu görüş kültür hayatımıza hakim olmuş ve aydınımızı kültür ikiliğine yani kimlik bunalımına düşürmüştür.Bu hususta Tanpınar’ın işareti şudur: ‘başka milletlerin tecrübesi’nden faydalanılabilir, ama onun tecrübesini yaşamak mümkün değildir.
Kaynaklar
1.İnanç ve Kültür Sadettin Elibol s.133
2.Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik Erol Güngör s.66
3.Niçin Arabesk Değil Sibel Özbudun s.40
4-7.Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar s.302-304
ultrAstribun
04-29-2009, 11:24
Ahmet Sırrı Arvas ( 1972)
--------------------------------------------------------------------------------
Gazeteci-Yazar-Şair.
1972 Van'da doğdu. İşletme Fakültesi/Yönetim ve Organizasyon bölümünden mezun oldu.
Hakimiyet, Tercüman, Türkiye, Yeni Mesaj gazetelerinde ve Tüketici, Special Hospital, Tarih ve Düşünce, Medikal, Team Magazin dergilerinde editörlük yaptı. "Amele" mizah dergisinde genel yayın yönetmeni olarak çalıştı. Fitness Palace Spor Merkezi ve çeşitli belediyelere basın danışmanlığı yaptı. "İz Bırakanlar" ismiyle biyografiler hazırladı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Sekreteri olarak görev yapmaktadır. Yayıncılık ile ilgilenen ve basılmış on adet kitabı olan Arvas, evli ve iki çocuk babasıdır.
Eserleri:
1- Hüznüm Dağlara Düştü (şiir)
2- Herkesin Bir Hikayesi Var (Hikâye)
3-Sen Hiç Duvarlarla Konuştun mu? (Hikâye)
4- Çalacak Kapınız Var mı? (Hikâye)
5- Senin Bekleyenin Var mı? (Hikâye)
6- Gittin Ama Sesin Kaldı Bu Kubbede
7- Orda Bir Adam Var Uzakta
8- Her Kayan Yıldız Değildir
9-Mucebince Amel Oluna
10- Gönül Kılavuzları
ultrAstribun
04-29-2009, 11:24
Akif İnan ( 1940)- (2000)
--------------------------------------------------------------------------------
Mehmet Akif İnan, İlk ve Orta öğrenimini Urfa'da tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1972) mezunu. Öğrencilik yıllarında Hilâl dergisi ve yayınlarını yönetti (1960-64), bir ara Türk Ocakları Genel Merkez Müdürü oldu. Mezuniyetinden sonra Ankara'da çeşitli liselerde ve Gazi Eğitim Enstitüsü'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. İlk yazı ve şiirleri 1957'den sonra mahalli gazetelerde çıktı. 1959'da Derya adlı bir gazete yayımladı. Edebiyat ve Mavera dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Daha çok Edebiyat dergisinde çıkan yazıları, 1977'de Yeni Devir gazetesinde Akif Reha imzası ve kendi adıyla yazdığı köşe yazılarıyla tanındı. Bazı ürünleri Türk Ruhu, Türk Yurdu, Filiz, Yeni İstiklal ve Hilal gibi gazete ve dergilerde yayımlanmıştı. Divan ve halk şiiri geleneğinden yararlandığı şiirleriyle kendi kuşağının usta şairleri arasında yer aldı.
ESERLERİ: Edebiyat ve Medeniyet Üzerine (deneme, 1972), Hicret (şiirler, 1974), Din ve Uygarlık (deneme, 1986), Tenha Sözler (1991), Yazarın ayrıca Yeni Türk Edebiyatı adlı bir ders kitabı vardır. Kalemin avuçları bu kadar yaktığı, parmaklara diken gibi battığı çok az olmuştur Nazif Gürdoğan:
ultrAstribun
04-29-2009, 11:26
Ali Marufoğlu ( 1927)
--------------------------------------------------------------------------------
Ali Marufoğlu
/şair/çiftçi/
Irak Türkmen edebiyatının güçlü isimlerinden olan Ali Marufoğlu 1927 de Kerkük'ün uzun yıllar ilçesi olan Tuzhurmatı'da doğdu. İlkokulu 1939'da Tuzhurmatı'da, ortaokulu 1946'da Kerkük'te bitirdi. Askerlik hizmetini tamamlayınca, Tuzhurmatı'ya döne-rek çiftçiliğe başladı. 1950 yılında ticarete de atılan Marufoğlu, diğer yandan çiftçilik işine de devam etti. Halen doğduğu ilçede yaşayarak, edebiyat çalışmalarına devam etmektedir.
ultrAstribun
04-29-2009, 11:27
Ali İzzet Özkan ( 1902)- (1981)
--------------------------------------------------------------------------------
Şarkışla’lı Ali İzzet Özkan adından çokça söz edilen bir halk ozanımızdır. 1902 yılında Şarkışla’nın Üğük köyünde doğdu. Belli bir öğrenim görmedi. Aşık Sabri den saz dersleri aldı. Ve küçük yaşlarda aşık oldu. 22 yaşlarında Adana'ya giderek Çukurovalı aşıklarla karşılaşmalar yaptı. Uzun yıllar yurdun çeşitli yerlerinde gezip dolaştı. Pek çok şiir söyledi. 500'ü aşkın şiiri vardır ve şiirlerini zaman zaman çıkardığı kitaplarda toplamıştır. Bazı türküleri de sanatçılar tarafından plağa okundu. Bunlar arasında “Mecnunum Leylamı Gördüm, Şu Sazıma Düzen Ver, Mühür Gözlüm" . Ali İzzet Özkan Konya da yapılan Türkiye aşıklar bayramına katılmıştır. Aşık 1981 yılında bu dünyadan göçüp gider.
BAKTI GEÇTİ (MECNUNUM LEYLAMI GÖRDÜM)
Mecnun'um Leyla'mı gördüm
Bir kerece baktı geçti
Ne sordum ne de söyledi
Kaşlarını yıktı geçti
Soramadım bir çift sözü
Ay mıdır gün müdür yüzü
Sandım ki Zöhre yıldızı
Şavkı beni yaktı geçti
Ataşından duramadım
Ben bu sırra eremedim
Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti
Bilmem hangi burç yıldızı
Bu dertler yareler bizi
Gamze oku bazı bazı
Yar sineme çaktı geçti
İzzeti bu ne hikmet iş
Uyur iken gördüm bir düş
Yar zülfünü kemend etmiş
Boynumuza taktı geçti
4. kıta ustası Aşık Ali tarafından eklenmiştir. Şiir 5 kıtaya tamamlanmıştır. Şiir aslen 4 kıtadır.
HAKKINDA YAZILANLAR
Ali İzzet hakkında yazılmış en iyi kaynaklardan biri İlhan Başgöz tarafından yazlan "AŞIK ALİ İZZET ÖZKAN" (İndiana Üniversitesi Türkçe Programı Yayınları-4) adlı kitaptır.
ultrAstribun
04-29-2009, 11:27
Altay Suroy Recepoğlu
--------------------------------------------------------------------------------
Makedonya Türk Edebiyatı
Makedonya’da yayımlanan Sesler dergisi, 1965 sonrasında Bayram İbrahim Rogovalı, Mürteza Büşra, İskender Muzbeg, Arif Bozacı; geleneksel şiire çağdaş bir boyut kazandırarak insanı değişik yanlarıyla ele alan, insanî unsurları sıfıra indirgeyen zihniyeti, sırıtmayan bir mizahî yaklaşımla eleştiren Agim Rifat Yeşeren; Altay Suroy Recepoğlu, Zeynel Beksaç, gibi Kosova Türk şairlerinin yetişmesinde büyük katkıda bulunmuştur.
Balkanlar’da Türk Şiiri - Balkan Türklerinin Kimlik Destanı
Suat Engüllü
1.Karşıyaka Şiir Kurultayı
19-21 Mart 2004/ İzmir
http://www.makturk.com
ultrAstribun
04-29-2009, 11:28
Arapzade
--------------------------------------------------------------------------------
ARAPZADE
* Arapzade Ahmet Ataullah
(1719-1785 İstanbul)86. Osmanlı Şeyhülislamı, Kazasker ve Reisülülema. Arap kökenli, Kazasker Arapzade A.Bahır'ın oğlu.
*Arapzade Mehmet Arif
(1740-1826 İstanbul)97. Osmanlı Şeyhülislamı. Kazasker ve hattat. Ahmet Ataullah'ın oğlu, Mehmet Sadullah'ın babası.
* Arapzade Mehmet Sadullah
(1766-843 İstanbul)Kazasker, kadı, müderris, şair ve hattat.
Arapzade Mehmet Arif'in büyük oğlu, kazasker M.Zeki'nin babasıdır.
* Mehmet Behçet (hattat)
1857'de İstanbul'da öldü. Kazasker Mehmet Sadullah'ın torunu, Kazasker M.Zeki'nin oğludur.
* Arapzade Hüseyin Ramiz (1718-1784)
Tarihçi, tezkireci, bilgin ve Divan şairidir. Balçık'ta doğdu. İstanbul'da medrese öğrenimi gördü. Kadılık yaptı. 1784 yılında 66 yaşında iken İstanbul'da vefat etti.
ultrAstribun
04-29-2009, 11:29
Arif Damar ( 1925)
--------------------------------------------------------------------------------
1925 yılında Çanakkale'de doğdu. İstanbul'da Yenikapı Ortaokulu'nu bitirdi. Anadolu'da, İstanbul'da memurluk yaptı. Kitapevi açtı.
ESERLERİ
Şiir kitapları: Günden Güne, İstanbul Bulutu, Kedi Aklı, Saat Sekizi Geç Vurdu, Alıcı Kuş, Seslerin Ayak sesleri, Alıcı Kuşu Kardeşliğin, Ölüm Yok ki, Ay Ayakta Değildi, Acı Ertelenirken, Günden Güne, Yoksulduk Dünyayı Sevdik, Onarırken Kendini.
ultrAstribun
04-29-2009, 11:29
Arpaeminizade Mustafa Sami - (26.12.1732)
--------------------------------------------------------------------------------
Vakanüvis, Divan şairi, hattat, ruznameci ve şehreminidir. İstanbul'da doğdu. Arpaemini Osman Efendi'nin oğlu olduğu için bu isimle tanınır. Babıali'de yetişti. Ruznameci ve Şehremini oldu. 1730-1733 yılları arasında vakanüvislik yaptı. 1733 yılında vefat etti.
ultrAstribun
04-29-2009, 11:30
Asaf Halet Çelebi ( 1907)- (1958)
--------------------------------------------------------------------------------
1907 yılında İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Sanayi-i Nefise Mektebi'nde okudu. Adliye Meslek Mektebi'ni bitirdi. Çeşitli devlet memurluklarında bulundu. Çelebi, 18 yaşına kadar gazel ve rubai yazmış, daha sonra serbest şiire yönelmiştir. Doğu-Batı kültürlerini bağdaştıran, tasavvuf, dinler tarihi ve mitolojiden yararlanan egzotik bir şiirin şairidir.1958 yılında öldü.
ESERLERİ
He, Lâmelif ve Om Mani Padme Hum (bütün şiirleri) adlarını taşımaktadır.
HAKKINDA YAZILANLAR
Müzmin bağımsız aday: Asaf Hâlet Çelebi
Beşir Ayvazoğlu
Zaman 26 Temmuz 2007
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde eskiden şair, yazar ve bestekârlar da olurdu; yani sanat ve edebiyatımız bihakkın temsil edilirdi. Hasan Âli Yücel, Memduh Şevket Esendal, Samet Ağaoğlu gibi bazı edebiyatçılar çok önemli siyasî görevler de üstlenmişlerdir.
Bence TBMM'de birkaç dönemdir sanat ve edebiyat dünyamız yeterince temsil edilmiyor. Politikacılar "sanatçı" deyince daha çok İbrahim Tatlıses gibi popüler isimleri anlıyor, onların şöhretlerinden faydalanmak istiyorlar. Gazetelerde yayımlanan listeleri gözden geçirdim; 22 Temmuz'da seçilen milletvekilleri arasında da, gazeteci kimliğiyle seçime girerek AKP'den Bursa milletvekili seçilen Mehmet Ocaktan dışında, edebiyatla profesyonelce ilgilenen başka bir isim göremedim.
Edebiyat adamları mı siyasete ilgi göstermiyorlar, siyasette karar verme mevkiinde olanlar mı edebiyat ve sanat adamlarını ciddiye almıyorlar, bilmiyorum. Elbette, milletvekilleri arasında eli kalem tutan çok sayıda akademisyen var, hatta Hüseyin Çelik ve Necat Birinci gibi, edebiyat alanında ihtisas yapmış olanlar da... Ama ben, bir zamanlar bu mecliste görev yapmış Abdülhak Hâmid, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Reşat Nuri Güntekin gibi, yazar ve şair olarak temayüz etmiş isimlerden söz ediyorum.
Yazar ve şairler aktif siyasete eskiden daha fazla ilgi duyarlardı. Edebiyat tarihimizin müzmin bir bağımsız adayı bile var: Asaf Hâlet Çelebi. Seçim sürecinde, boş meydanlara konuşan bağımsız adaylarla ilgili haberlere rastladıkça hep onu düşündüm.
Seçkin bir entelektüel ve kudretli bir şair olmasına rağmen, yaşarken, daha çok tuhaflıklarıyla tanınan Çelebi, şiirde, yepyeni bir ses yakalamıştı. Çok geniş bir divan şiiri ve tasavvuf kültürüne sahipti, İran edebiyatına vâkıftı ve şiir yazacak kadar Farsça bilirdi. Fransızcası sayesinde hem Batı hem de Uzakdoğu kültürleriyle ilişki kurmuştu. Bu kültürlerden devşirdiklerini şiirine taşırdı. Rüyalar, masallar, efsaneler ve menkıbelerle örülü, nüfuz edilmesi kolay olmayan bir şiir dünyası vardı. Şiirlerinde Sanskritçe, eski Mısırca, Rumca vb. kelimeler ve ibareler bile kullanırdı. Bugün zevkle okuduğumuz Om Mani Padme Hum gibi şiirlerinin yanı sıra şiir okuyuşu, tostoparlak vücudu, aşağı sarkan upuzun bıyıkları, dar ve paçaları kısa pantolonlarıyla da mizah dergilerinin vazgeçilmez malzemesiydi. "Ultra-modern" veya "bobstil şair" diye anılırdı.
Tavırları ve tekellüflü lisanıyla halis bir Beylerbeyili, şiiriyle son derece modern bir şair olan Çelebi, siyasete de ilgi duyardı. 1946'dan itibaren, yaşadığı sürece bütün seçimlere bağımsız aday olarak katıldı. 1946'da yayımladığı seçim bildirisindeki demokrasi vurgusu dikkat çekicidir. Bu bildiride demokrasiden ne anladığını, Roosevelt'in dört şartını (1. Sefalet ve açlık korkusu duymadan yaşamak, 2. Korkudan emin olmak, 3. Düşünce hürriyeti, 4. İnanç hürriyeti) hatırlatarak açıklayan Çelebi, hiç dinleyicisi olmasa bile, meydanlarda yüksekçe bir yere, mesela bir taşın üzerine çıkıp uzun uzadıya nutuklar söylerdi. Seçilmeyeceğini bilirdi elbette; bu, onun için belki seçim atmosferinden istifade ederek siyasî fikirlerini yüksek sesle ifade etme vesilesi, belki de bir oyundu. Dört yılda bir, Haldun Taner'in ifadesiyle, "Hyde Park hatipleri gibi ileri geri konuşup içini de boşaltmış olurdu."
Râmiz'in bir karikatüründe, Çömez, Çelebi'ye "Neden milletvekili olmak istiyorsunuz?" diye sorar. Aldığı cevap pek hoştur: "Şiirlerim, inşadlarım, kıyafetimle senelerden beri milletin yüzünü güldürmüş bir şairim. Meclis'te de neşe ve şetaret havası yaratmak ülkümdür!"
Ah, sevgili Çelebi, keşke yaşasaydın da, 22 Temmuz'da seçilseydin! Öyle anlaşılıyor ki, yeni Meclis'in de öncekiler gibi, bu neşe ve şetarete şiddetle ihtiyacı var!
Yeri gelmişken hatırlatmak isterim: Bu yıl, Asaf Hâlet Çelebi'nin doğumunun 100. yılıdır, 2008 de ölümünün 50. yılı... Benden hatırlatması.
ultrAstribun
04-29-2009, 11:31
Aşık Erbabi ( 1805)- (1884)
--------------------------------------------------------------------------------
Aşık Erbabi.Asıl adı Hüseyin Farki olan bu saz şairimiz Erzurum'un Kara-Ars köyünden olup 1220-1300 (1805-1884) yılları arasında yaşamıştır. Konyalı Veli Efendi'nin oğlu olan Hüseyin Farki kendisine şeyhi tarafından Erbab denildiği için Erbabi takma adını kullanmıştır, Abdülmecit zamanında bir ara İstanbul'da bulunan, hatta Huzur'a da kabul edilen Erbabi, askerlik hizmetini bitirince memleketi Erzurum'a dönerek, çardaklı kahvehanelerde curasıyla şiirler terennüm etmiştir.
Çağdaşlarından Erzurumlu Emrah, Tokatlı Nuri, Aşık Dertli gibi Erbabi'nin de şiirlerinden, yaşadığı devrin temayüllerine uygun olarak Divan edebiyatına yabancı olmadığı yabancı kelimeye terkipler, Divan teşbihleri, kullanarak hem aruz hem hece vezniyle yazdığı anlaşılmaktadır:
Şiirlerinden örnekler :
Zibadır sevdiğim kadd-ü kametin
Nice vasfedeyin civanım seni
Beni Mecnun etti çeşm-i afetin
Leyla'ya benzettim a canım seni
Kaşların kemandır, müjganın oktur
Arz-ı halin çeker müşterin çoktur
Dünyayı verseler gönlümde yoktur
Vermezen ey hüsn-i fettanım seni
Erbabı aşıkım ey dil güvendim
Hasretinle yandım canım efendim
Hakikat eyle gel sen de levendim
Gönlümün tahtında sultatım seni
xxxx
Hatadan saklasın İslam'ı Allah
Münacat'ım budur Ulu Subhan'a
Gelip geçer ömrümüzün kervanı
Bir gün de Azrail sunar bu cana
Dinleyin kelamı ahbab-ü yaran
Bakındi kalmadı Mühr-i Süleyman
Azrail bu canı aldığı zaman
Götürürler anı mezaristana
Ne ettiyse bulur anın içinde
Fayda yoktur asla anın içinde
İmam talkın verir başı ucunda
Ol vakitte mevta kalkıp uyana
ultrAstribun
04-29-2009, 18:49
Aşık Kerem
--------------------------------------------------------------------------------
Meşhur "Kerem ile Aslı" hikayesinin kahramanı olarak tanınan Kerem'in 16. yüzyıl aşıklarından olduğu bilinmektedir. Hikayeye göre, Kerem İsfahan şahının oğludur. Şahın hazinedarı Ermeni keşişin kızı Aslı'ya aşık olur. Bir müslümana kızını vermek istemeyen keşiş kızını alır, kaçar. Kerem peşlerine düşer, şehir şehir, köy köy onları takip eder. Nihayet bütün engeller ortadan kalkar. Evlendikleri gece, keşişin yaptığı sihirle Aslı'nın gerdek gömleği bir türlü açılmaz. Kerem sabaha kadar gömleği çıkarmaya çalışır, başaramaz. Sonunda içinden gelen bir ateşle tutuşup yanar, kül olur. Külleri süpürmeye uğraşan Aslı da tutuşarak yanar.
Çiçekler İçinde
Çiçekler İçinde Menevşe Baştır
Güzeli Gösteren Göz İle Kaştır
Gurbete Gidiyom Mektup Ulaştır
Mektup İle Konuşalım Bir Zeman
Şu Dünyada Üç Nesneden Korkarım
Biri Gurbet Bir Ayrılık Bir Ölüm
Hiç Birinden Hasta Gönül Şen Değil
Biri Gurbet Bir Ayrılık Bir Ölüm
Kerem Derki Dağ Üstüne Dağ Olmaz
Ah Çekenin Yüreğinde Yağ Olmaz
Elin Kızı Gelip Sana Yar Olamaz
Varıp Kapısına Kul Olmayınca
xxxxxxx
Ala gözlerine kurban olduğum
Hep senin derdinden yanar ağlarım
Kime arzedeyim garip halimi
Ellerin yanında görür ağlarım
Benden kaçar sevdiğim, gayrden kaçmaz
Dahi pek küçüktür, aşıkın bilmez
Yalvarsam Mevla'ya dileğim geçmez
Yüzümü yerlere sürer ağlarım
Yine düşt'ayrılık vücut şehrine
Yürek mi dayanır dilber cevrine
Sürülünce insan mahşer yerine
Hak'kın divanına durur ağlarım
Kerem der bu firkatla yanarsam
Tükenir ömrümüz bir gün ölürsem
Bu hasretle kıyamete kalırsam
Kefenim boynuma sarar ağlarım
ultrAstribun
04-29-2009, 18:50
Aşık Şem'i ( 1783)- (1839)
--------------------------------------------------------------------------------
Asıl adı Ahmet olan Aşık Şem'i 1783 yılında Konya'da Piresat mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Konya'nın tanınmış helvacılarından Mehmet Ağa isminde bir zattır.
İrticalen şiir söyleme yatkın ve düşkün olması, belirli, bir tahsil görmemesine, hatta yirmi, yirmi beş yaşlarına kadar okur yazar olmamasına rağmen, ince düşüncesi, zekası, akranları arasında hazırcevaplığı, esprileri her konuda onları aydınlatması ve örnek davranışlarıyla kendisine büyükleri tarafından "Şem'i" mahlası verilmesine sebep olmuştur.
Onun yetişmesinde Konya'da o tarihlerde birisi türbe önünde, diğeri de' Buğday Pazarında bulunan kahvelerin önemi büyüktür. Her gece genç ve acemi aşıkların devam ettikleri ve yetiştirildikleri bir ocak, bir okul olarak hizmet veren bu kahvelerden Şem'i de payına düşeni almıştır.
Şem'i bade içen bir halk şairi olarak sadece hece ile değil aruzla da irticalen şiir söylemekte yetenekli biridir. 1839 Konya'da vefat eden Şem'i nin mezarı Mevlana Müzesinin hemen yanı başındadır.
Şiirlerinden örnekler :
Aceb kande gezer ol yüzü mahım
Anı görmiyeli çok zaman oldu
Enderundan çerağ olunca ahım
Yedi katgöklere dirahşan oldu
Uftade olalı bir afitaba
Hasret oldu iki dideler haba
Eşk-i çeşmim dökülünce türaba
Rüy-i zemin lal-i bedehşan oldu
Bana çok cevr-itti Haktan utanmaz
Kişi sevdiğine kem sanı sanmaz
Gözüm görmeyince gönlüm inanmaz
Bazı ahbab dir ki müslüman oldu
Kocaldın çeşmimin nüru döküldü
Ah-ide ah-ide ömrüm söküldü
Sakalım pir oldu kaddim büküldü
Sarardı gül benzim zağferan oldu
Ana dil vireli bu Şem'i kemter
İder lisanında ismini ezber
Bir kerre almadı vuslat müyesser
Bevhude dillere dasitan oldu
xxxx
Benden selam eylen nazlı dilbere
Gelip de karşımda dönüp durmasın
Ben güzel sevmeden doydum usandım
Anında hayali gelip durmasın
Benim güzel ile yoktur pazarım
Kaşların arası benim nazarım
Yol üstüne koyun benim mezarım
Yar gelip geçtikçe dönüp durmasın
Gelindi hüsnüne sitemin çoktur
Aradım cihanda akranın yoktur
Nazlı dilber göğsün düğmeler takdır
Esen rüzgar açıp açıp durmasın
Duyun da düşmanlar siz de sevinin
Dostlarım vah diyip varın yerinin
Şem'i ye, mahbublar düşte görünün
İntizarı sizde kalıp durmasın
ultrAstribun
04-29-2009, 18:51
Aşık Veysel Şatıroğlu ( 1894)- (1973)
--------------------------------------------------------------------------------
(1894-1973)
Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan Köyü'nde doğdu. Yedi yaşında iken çiçek hastalığına yakalanarak gözlerini kaybetti. Babasının telkiniyle saz çalıp şiir söylemeye başladı. Ahmet Kutsi Tecer'in yardımıyla yurt çapında tanındı. Köy Enstitülerinde halk türküsü öğretmenliği yaptı. TBBM tarafından özel bir kanunla kendisine maaş bağlandı. Halk şiirinin başarılı örneklerini verdi. Şiirlerinde dünyanın geçiciliği, ölüm, kardeşlik, birlik-beraberlik ve sevgi gibi temaları işledi. Şiirleri, Dostlar Beni Hatırlasın adı altında bir kitapta toplandı.
Şiirlerinden örnekler;
GÖNÜL BİR GÜZELİ SEVMİŞ
Gönül bir güzeli sevmiş ayrılmaz
Dolanır peşinde çoban misâli
Hiç kimse bu derdin dermânın bilmez
Azmış yaraları perişan hali
Lokman çâre bulmaz yoktur Eflâtun
Yârdan ayrılması ölümden çetin
Elde endaz ettim bu aşkın atın
Terkettim sılayı vatanı ili
Ferhat Şirin için kestiği taşlar
Benim senin için döktüğüm yaşlar
Seni yaksın beni yakan ateşler
Yaktı bu sinemi savruldu külü
Arılar bal için bekler petekler
Alır her çiçekten verir emekler
Mecnun Leylâ için pınarı bekler
Ben de bir yâr için olmuşum deli
Evvelden var idi bu sevda bende
İlikte damarda cesette canda
Ölünce hû çeksin kemiğim sinde
Dünyâda durunca Veysel'in dili
-----------------------------------------------------------
GÜZELLİĞİN ON PAR'ETMEZ
Güzelliğin on par'etmez
Şu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Tâbirin sığmaz kaleme
Derdin dermândır yâreme
İsmin yayılmaz âleme
Âşıklarda meşk olmasa
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk'olmasa
Güzel yüzün görülmezdi
Bu şak bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Âşık ve maşuk olmasa
Senden aldım bu feryâdı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana âşık olmasa
ultrAstribun
04-29-2009, 18:52
Attila İlhan ( 1925)
--------------------------------------------------------------------------------
1925 yılında İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu.İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı, gazete ve dergilerde çalıştı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığından Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığına geldi (1973-1980). Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığını sürdürdü (1968- ) (Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz, Güneş, Meydan) 1950’li yıllarda Vatan Gazetesi’nde sinema eleştirileri yazdı, senaryo yazarlığına başladı. Senaryolarında Ali Kaptanoğlu adını kullandı. Bel başlı filmleri: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon). Şimdi İstanbul’da bağımsız yazar.
İlk şiiri Balıkçı Türküsü, Yeni Edebiyat gazetesinde çıkmıştı (sayı: 23,1.10.1941), ilk düzyazısı ise (Kültürümüz Üzerine Düşünceler) Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili Gazetesi’nde (29.10.1944). Duvar kitabına aldığı Cabbaroğlu Mehemmed şiirinin 1946 CHP Şiir Yarışması’nda ikincilik almasıyla tanındı.Şairliğinin ilk on yılını, destan boyutlarıyla ve duygusal, gergin bir hava içinde, İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’yı saran bezginlik çöküntülerini yansıtmaya adamıştı. Zamanla (1955- ) toplumcu kollayışı bırakmamakla birlikte tek insanın duygu dünyasından kesitler verdi; artistik abartmalarla ve yerli dünya görüşüne de yaslanarak, bireysel temaları işledi. Aynı gerginlik ve gerilim kendine özgü bir söz dizim ve hazinesiyle at başı, çarpıcı benzetmelerle zenginleşmiş romanlarında da görülür. Eleştiride uzun zaman toplumcu gerçekçilik ilkelerine bağlı kalmıştı.
ESERLERİ
Şiir kitapları: Duvar (1948), Sisler Bulvarı (1954),Yağmur Kaçağı (1955), Ben Sana Mecburum (1960), Bela Çiçeği (1962), Yasak Sevişmek (1968), Tutkunun Günlüğü (1973), Böyle Bir Sevmek (1977), Elde Var Hüzün (1982), Korkunun Krallığı (1987), Ayrılık Sevdaya Dahil (1993).
Romanları: Sokaktaki Adam (1953), Zenciler Birbirine Benzemez (1957), Kurtlar Sofrası (1963/64), Bıçağın Ucu (1973), Sırtlan Payı (1974), Yaraya Tuz Basmak (1978), Fena Halde Leman (1980), Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981), Haco Hanım Vay (1984), O Karanlıkta Biz (1988).
Gezi notları: Abbas Yolcu (1957).
Deneme-anı türü: Hangi Sol (1970), Hangi Batı (1972), Faşizmin Ayak Sesleri (1975), Hangi Seks (1976), Hangi Sağ (1980), Gerçekçilik Savaşı (1980), Hangi Atatürk (1981), Batının Deli Gömleği (Gazete yazıları, 1981), İkinci Yeni Savaşı (1983), Sağım Solum Sobe (Gazete yazıları, 1985), Yanlış Erkekler Yanlış Kadınlar (1985), Ulusal Kültür Savaşı (1986), Sosyalizm Asıl Şimdi (1991), Aydınlar Savaşı (1991), Kadınlar Savaşı (1992), Hangi Edebiyat (1993), Hangi Laiklik (1995),Hangi Küreselleşme (1997), Bir Sağ Kırmızı Karanfil
(gazete yazıları, 1988).
Senaryosunu yazdığı Sekiz Sütuna Manşet (6 bölüm) 1982’de, Kartallar Yüksek Uçar (12 bölüm) 1984’te, Yarın Artık Bugündür 1986’da, Yıldızlar Gece Büyür (16 bölüm) 1992’de, Tele-Flaş (13 bölüm) 1993’de TV dizisi olarak oynandı. Atilla İlhan’ın Bütün Şiirleri Bilgi Yayınevi tarafından basılıyor (1983).
Tutuklunun Günlüğü kitabıyla Türk Dil Kurumu 1974 şiir Ödülü’nü, Sırtlan Payı romanıyla da 1974-1975 Yunus Nadi Armağanı’nı kazandı
ultrAstribun
04-29-2009, 18:53
Aydil Erol ( 25.05.1938)
--------------------------------------------------------------------------------
25 Mayıs 1938'de istanbul Çengelköy'de dünyaya geldi. Ana ata yönünden Kastamonu Bozkurtludur. Safiye-Ahmet Erol'un büyük oğlu, adları "Ay" ile başlayan dört kardeşin (Ayfer, Aydil, Aynur, Aydın) ikincisidir, ilkokulu Çengelköy'de bitirdi. 1951 yılında Beyoğlu Erkek Orta Terzilik Okulu'nun 2'nci sınıfında, yani ortanın ortasında iken geçirdiği trafik kazası (daha doğrusu:Beşiktaş'ta Derya Kaptanı Barbaros Hayreddin Paşa türbesi önünde tramvaydan atlaması) yüzünden bir yıl kadar yürüyemedi. Yeniden yürüdüğü gün için:"Dünyaları verseler bu denli sevinmezdim!.." demekte, kendisini tedavi eden Dr. Nuri Sandıkçıoğlu'nu rahmetle anmaktadır.İyileştikten sonra, istemeyerek gönderildiği bu okulu bırakıp çalışmaya başladı.Okulu bıraktı ama okumayı değil!.. 20 yıl kadar trikotajcılık yaptı. İlk yazısı 1958'de Milliyet'te çıktı. Karakedi (2'nci çıkışı), Millî Yol, Tarla, Toprak, Ötüken, Kardaşlık (Bağdat, istanbul), Bilgi, Türkiye (1972, 1998, 1999), Defne, Tercüman, Devlet, Yeni istanbul, Babıâli'de Sabah, Son Havadis, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Türkeli (Ankara), Kurultay, B.Kurultay, Ayyıldız, Dil, Türk Kültürü, Türk Edebiyatı, Türk Dili, Azat, Polemik, Şafak (Tekirdağ), Alkış (K.Maraş) vb yayım organlarında şiirleri, yazıları yayımlandı.
Hafız Yusuf Cemil Ararat (Mahir İz'in Yılların Izi'ne bakıla), Nihâi Atsız, Arif Nihat Asya, Prof.Dr. M. Kemal Özergin'den görmüş olduğu unutulmaz teşvik ve yardımları minnetle anmaktadır.
1974 yılının sonbaharında (Yeni) istanbul gazetesinde günlük fıkra yazarı olarak gazeteciliğe başladı (10 ay kadar). 1 Haziran 1975-6 Eylül 1991 arasında Tercüman gazetesinde düzeltmen olarak çalıştı. 1977-1978'de Hergün gazetesinde 10 ay kadar günlük fıkra yazdı (Aydoğdu Ersin imzasıyla). Hamamizade ismail Dede Efendinin istanbul Akbıyık'taki evinin onarılıp Dede Efendi Müzesi hâline getirilmesi ilk defa onun tarafından teklif edildi:10 Ocak1978.
1983'te Bahar Erol ile evlendi. Bu evlilikten olan iki oğlu vardır:Doğuhan (1985), Batuhan(1986).
"İlkokula 6 yaşımda başlamama rağmen, evlenmem de, gazeteciliğe girmem de geç oldu" demektedir.
"Şarkılarla Şiirlerle Türkülerle ve Tarihî Örneklerle ADLARIMIZ" (Ankara 1989, 1992, İstanbul 1999) yayımlanan ilk kitabıdır ve Türk Dünyasnda sahasının en kapsamlı eseridir."Horyatlar" (istanbul 1990, 2000) ikinci kitabıdır.
"Röportajlar" ve "Dosta Düşmana Karşı" mizahî eserleri ise baskıya hazırdır.
Yazı hayatının kırkıncı yılı olan 1998'de sevenlerince AYDİL EROL ARMAĞANI çıkarıldı.
Halen Yeniçağ gazetesinde çalışmakta, Ufuk Ötesi'nin yayın danışmanlığını yapmaktadır.
2002'de Mehmet Akif ve Ahmet Haşim adlı kitapları yayımladı. Adlar konusundaki çalışmalarından ötürü 2002 yılında Türk Dil Kurumu'nun adlar koluna üye alındı.
Yayınladığı maniler arasında şu dörtlüğe yer vermesinden sonra, (Ufuk Ötesi, Nisan 2003, Yeniçağ 15.02.2003) Karen Fogg Çocukları deyimi basında geniş yankı gördü:
Yediler sucukları
giydiler gocukları
memleketi satacak
Karen Fogg Çocukları
Bestelenmiş şiirleri
Baş eğmeyiz feleğe, yâr ü ağyâre de biz Etmeyiz tenezzül bir gül için hâre de biz Ne sâkîden imdat, ne meyden şifa dileriz. Etmeyiz tenezzül bir gül için hâre de biz
Segah Aksak şarkı, (1958) Beylerbeyli Kemençeci Hasan Fehmi Mutel (1885-1965)
Çatlatır bülbülleri o nağme-i sazın senin Fetheder gönülleri asarın üstadım senin Vermiş Hak kabiliyet-i müstesna, hüner sana Yoktur naziri cihanda hüsn ü fehminin senin
Hicazkâr Müsemmen şarkı (1957)
Hasan Fehmi Mutel
Erişti eyyam-ı nevbahar
(Hasan Fehmi Mutel, Mahur Curcuna ş.)
Gel buselerinde mest et bu gece
(Hasan Fehmi Mutel, Mahur Aksak şarkı, 1954)
Gül-gonca cemâlin bana bin cevr eder
(Hasan Fehmi Mutel, Hicaz Türk Aksağı, şarkı, 1957)
Seyredelim mehtabı gel seninle bu gece
(H. F. Mutel, Nihavent Yürük Aksak Şarkı, 1954)
Not: Birinci dörtlük, Hüseyin Rıfat Işıl'ın Rumeli Hisarı Mezarlığındaki mezar taşı yazısından esinlenerek kaleme alınmıştı:
"Bazen ney olur, bazı da safi mey olurduk Gâhi neye meyler katarak hey hey olurduk Baş eğmedik asla feleğin kahrına bir gün Biz istemiş olsaydık eğer herşey olurduk"
ultrAstribun
04-29-2009, 18:55
Abay . ( 22.08.1845)- (23.07.1904)
Abay Kunanbayev, 22 Ağustos 1845’te doğdu. Çağdaş Kazak edebiyatında Abay Kunanbayev’in yeri çok ayrıdır. Abay, İlk eğitimini özel hocalardan aldı. Daha sonra Semey’de medrese eğitimi gördü. Arap, Fars ve Rus edebiyatlarını yakından tanıdı. Ayrıca klâsik Osmanlı şâirlerine de vâkıf oldu. Kazakların hayatlarını tenkidî bir süzgeçten geçirerek lirik şiirler yazdı. O, Kazakları çağdaş bir eğitime yönlendiriyor, onları göçebe hayat düzenlerini bırakarak yeni meslekler edinmeleri konusunda teşvik ediyordu. Şiirleri halk tarafından Kazak bozkırlarında ezbere okunuyordu. Kunanbayev, fikirlerini daha çok düz yazılarla ifade etmekteydi. Kara Sözder “Halk Sözleri” adıyla bir kitapta toplanan nesirlerinin çoğu, 1890’lı yıllarda kaleme alınmıştır. Abay, günümüzde de, hemen hemen her Kazak tarafından bilinmekte, şiirleri her yerde söylenmekte ve fikirlerine çok önem verilmektedir.
Kazakların meşhur edebiyatçılarından Muhtar Avezov (1897-1961), 4 ciltlik büyük romanının adını Abay Jolı “Abay Yolu” koymuştur. Avezov, romanında Abay’ın Kazaklar için yapmak istediklerini, Kazakların gerçek medeniyete nasıl ulaşacaklarını anlatmaktadır. O, Abay’ın Kazakların yollarını aydınlatıcı bir rehber olduğunu herkese göstermiştir. Onun yolundan giden genç nesil, büyük Kazakistan’ı meydana getirecektir. Yani Kunanbayev, Kazaklar için, takip edilmesi gereken büyük bir fikir adamıdır.
Abay, 23 Temmuz 1904’de Cengizdağı sırtlarında Balaşakpak yaylasında vefat etti. Mezarı Semey vilayetine bağlı Abay ilçesindedir.
Mahabbatpen jaratkan adamzattı
Sen de süy Allanı janan tetti
Adamzattın berin süy bavrım dep
Jane hak joli osı dep ediletti
“(Allah) insanı muhabbetle yarattığı için
Sen de o Allah’ı canından tatlı sev
İnsanların hepsini ‘kardeşim!”diye sev.
‘Hak yolu budur.’ diye (insanlararasında) adaleti gözet.”
(Abay Kunanbayev, Abaydı Okı, Tanırga “Abay’ı Oku, Tanı”, Almatı 1993.)
Kazak Edebiyatının Belli Başlı Temsilcileri
Bünyamin ÖZGÜMÜŞ Yağmur Sayı : 16
Temmuz - Ağustos - Eylül 2002
--------------------------------------------------------------------------------
HAKKINDA YAZILANLAR
BİR SÖZ SANATI USTASI
KAZAK MİLLİ ŞAİRİ ABAY KUNANBAYOĞLU*
Yard. Doç. Dr. Abdulvahap Kara
Ünlü yazar Cengiz Aytmatov’un Goethe ve Tolstoylar ile kıyasladığı Abay (İbrahim) Kunanbayoğlu, kendi halkını tüm yönleriyle eserlerine yansıtabilen ender şair ve yazarlardan biridir. Özellikle Kazak edebiyatında yeni bir çığır açmasıyla tanınan Abay sadece Türk kültürüne değil, dünya kültürüne mal olmuş bir şahsiyettir. Bu sebeple, 1995 yılı UNESCO tarafından bütün dünyada “Abay Yılı” olarak ilan edilmiştir. Bu etkinlikler dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de kutlanmıştır.
Bu çerçevede Zeytinburnu Belediye Başkanlığı ile Kazak Türkleri Vakfımızın ortaklaşa düzenlediği etkinlikte, ilçemizde bir caddeye onun adı verilmiştir. Daha sonra bu cadde de inşa edilen ve İstanbul’umuzun güzide okullarından biri olan İlköğretim okulumuza onun adı verilmiştir. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, 21 Mayıs 2003 tarihinde, ilçemize şeref vererek, bu okulun açılış törenine bizzat katılmışlardır. Bu da bize Abay isminin Kazak Türklerinde ne derece büyük bir saygı uyandırdığını göstermektedir.
Edebiyat ve kültür araştırmacıları Abay’ın hem manzum ve hem de nesir yazılarında, Kazak kültürünü her yönüyle ortaya koyduğu konusunda hem fikirdirler. Abay’ın yetiştiği çevreye baktığımızda bunun bir tesadüf olmadığını görmekteyiz. Çünkü Abay hem iyi bir aile ve hem de iyi bir okul eğitiminden geçmiştir. Aşağıda bahsedeceğimiz gibi, Abay’ın çocukluğu eğitimde aile ve çevrenin etkisini bize açıkça göstermektedir. Özellikle sevgi, şefkatle ve ilgi yumağı içinde büyüyen çocukların daha iyi yetiştiğini görmekteyiz. Abay aldığı eğitimde, sadece mensup olduğu Türk-İslam kültürünü öğrenmekle kalmamış, aynı zamanda Rus ve dünya kültürünü de yakından tanımıştır. Böylece çevresindeki olaylara her zaman geniş açıdan bakabilmiş ve ardında kalıcı eserler bırakabilmiştir.
Kazakların Argun boyundan gelen Abay’ın babası Kunanbay Öskenbayoğlu’dur. Kunanbay’ın dört eşi vardı. İlk eşinden Hüdaverdi (Kudayberdi), ikinci hanımı Ulcan’dan Tanrıverdi (Tanirberdi), İbrahim (Abay), İshak ve Osman, üçüncü hanımı Aykız’dan Halilullah ve İsmail isimli çocukları dünyaya geldi. Kunanbay’ın dördüncü hanımı olan Nurhanım’dan hiç çocuğu olmadı. Bu yüzden Abay bir şiirinde “atadan altav, anadan törtev”, yani “babadan altı, anadan dört kardeşiz” demektedir.
22 Ağustos 1845’te dünyaya gözlerini açan Abay, annesi Ulcan’dan ziyade, babaannesi Zere’nin elinde büyüdü. Abay’ın dedesi Öskenbay (1778-1850) zeki ve adil bir Kazak Beyi idi. Adaletli yönetimi dolayısıyla, halk arasında “haklıysan Öskenbay Bey’e, haksız isen Erali Bey’e git” şeklinde bir deyim oluşmuştu. Öskenbay Bey, orta yaşlara geldiğinde, beylik yetkilerini ikinci oğlu Kunanbay’a devretti. Kendisi ise sadece oğluna zaman zaman tecrübelerini aktarmakla yetindi. Dedesi Öskenbay 1850’de öldüğünde, Abay beş yaşındaydı. Babaannesi Zere ile birlikte dedesinin cenaze merasimine katıldığı tarihi kayıtlardan öğreniyoruz.
Zere nine, çok akıllı, iyi huylu, kalp kırmaktan çekinen bir kimseydi. Ayrıca edebiyata ve şiire düşkündü. Abay’ı hikaye, masal ve destanlar anlatarak büyüttü. İşte Abay’daki edebiyat aşkı bu şekilde yerleşmiş olmalıdır. Çünkü, Abay daha çocuk yaşlarda hikaye ve destanlara ilgi duymaktaydı. Eve gelen misafirlerin bu konulardaki konuşmalarını can kulağıyla dinlemekteydi. Zere nine, torunları içinde en çok Abay’ı sever ve şımartırdı. Hatta torununu İbrahim diye adıyla değil, şımartarak Abay diye çağırmaktan haz alırdı. Böylece zamanla İbrahim isminin yerini Abay aldı. Zere nine, kocası Öskenbay’dan çok sonra, 1873 yılında öldü.
Abay’ın annesi Ulcan da (1810-1887), Zere gibi, kültürlü ve iyi mizaçlı bir kimseydi. Şefkatli ve alçakgönüllü bir karaktere sahip olan Ulcan aynı zamanda hazır cevap ve hatipti. Annesinin bu özellikleri Abay’a da geçmiştir.
Abay ilk eğitimini köyün imamı Gabithan Molla’dan aldı. 10 yaşına geldiğinde, babası Kunanbay onu Semey’deki Ahmet Rıza medresesine yatılı verdi. Abay burada dini bilgilerin yanısıra Arapça ve Farsça öğrendi. Çok zeki olan Abay dersleri hocalarının ilk anlatışında kavrardı. Böylece ders çalışmak için ayrıca bir zaman harcamazdı. Bu da onun boş vakitlerini arttırıyordu. Abay ders dışı saatlerini, edebi eserler okumakla değerlendirdi. Medrese kütüphanesindeki Doğu’nun klasikleri olan Nizami, Nevai, Saidi, Hafız ve Fuzuli’nin eserlerinden ne bulursa okudu. Gençlik döneminde yazdığı şiirlerinden birinde şöyle demektedir: “Fuzuli, Şemsi, Seyhali /Nevai, Saidi, Firdevsi /Hoca Hafiz – bu hemmesi /Medet ber ya şairi feryad.” Medresedeki üçüncü senesinde Abay, şehirdeki bir Rus okuluna devam ederek Rusça öğrenmeye başladı. Ancak, bu fazla sürmedi. O sene babası Kunanbay, Abay’ı kendisine yardımcı olması için yanına aldırdı. Kunanbay Bey, oğulları içinde kendisinin beylik işlerine en yatkın olanının Abay olduğunu fark etmişti. Böylece Abay daha 13 yaşındayken Kazak halkının idari işlerine karışmış oldu.
Abay babasının yanında Kazak halkının bir çok meselesine aşina oldu. Kazak halkının ileri gelenleriyle tanıştı. Onların sohbetinde bulundu. Özellikle, Kazak şair ve ozanlarının çalıp söylediği eserleri zevkle dinledi. Böylece Abay, Kazak halkının edebi eserlerini, örf-adetlerini, sosyal olaylarını, geçim kaynaklarını yakından öğrenmek fırsatını buldu.
Abay, duyduğu bir şeyi hiç unutmazdı. Ozanlardan ve tecrübeli aksakallardan duyduğu ilginç ve ibretli hadiseleri, kendi konuşmalarında ustalıkla kullanmasını bildi. Böylece genç yaşlarda bölgede iyi bir hatip ve şair olarak tanınmaya başladı.
Abay bu yıllarda, Semey ile bağlantısını kesmedi. Sık sık şehrin kütüphanesine giderek edebi, felsefi ve tarihi eserleri okudu. Bu sıralarda Rusça kitaplara merak sardı. Mihaelis isimli bir Rus demokrat aydını Rusçasını ilerletmesine yardımcı oldu. Böylece Abay, Puşkin, Krilov, Çernişevski, Lermantov ve Nekrasov gibi Rus yazar ve düşünürlerinin kitaplarıyla tanıştı. Aynı zamanda, Spencer, Goethe ve Byron gibi Avrupalı yazarların Rusça’ya çevrilmiş eserlerini de okumak fırsatını buldu. Bütün bunlar, Abay’ın ufkunun genişlemesine yol açtı. Okuduklarının ışığında Abay, Kazak toplumundaki sosyal ve siyasal olayları daha iyi değerlendirecek bir hale gelmişti.
Abay, kitaplar vasıtasıyla, Kazakistan bozkırlarından hiç çıkmamasına rağmen, dünyadaki siyasi ve sosyal gelişmelerden haberdar olmuştu. Böylece Çarlık Rusyasının yönetiminde halkının çektiği sıkıntıları ve geri kalmışlıkları çok iyi anlamış bulunuyordu. Özellikle halkının yerel yönetimler tarafından çok büyük haksızlıklara uğratıldığını farkediyordu. Abay, halkının uğradığı haksızlıkları azaltmak maksadıyla yerel seçimlere de katıldı. Konırkökşe ilçesindeki seçimleri kazanarak İlçe Başkanı (Bolıs) seçildi. 1876-1878 yıllarında başarılı bir yönetim sergiledi. Mazlumlara zulüm yapanlara yol vermedi. Hırsızlık ve gasp yapanları şiddetle cezalandırdı. 1885 yılında Semey Vilayeti Kazakları için ceza kanunları hazırlama komisyonuna başkan seçildi. Abay’ın başkanlığındaki komisyon Kazak örf ve adetlerine dayalı kanunları çok kısa bir sürede hazırladı. Bu durum bize Abay’ın sadece bir düşünür ve yazar değil, aynı zamanda iyi bir devlet adamı olduğunun bilgisini vermektedir.
Abay, 23 Temmuz 1904’de Cengizdağı sırtlarında Balaşakpak yaylasında vefat etti. Mezarı Semey vilayetine bağlı Abay ilçesindedir.
Abay’ın yazdığı şiirler, Rus şairlerinden yaptığı çeviriler ve nesir yazıları üç şekilde okuyucularına ulaşmıştır. Birincisi matbu eser olarak, ikincisi halk arasında ağızdan ağıza yayılarak, üçüncüsü birbirinden kopya edilen elyazmaları şeklindedir. Abay’ın şiirleri toplu olarak ilk defa, ölümünden beş yıl sonra, 1909’da kitap olarak yayınlandı. Daha sonra bu kitap, bulunan başka şiirleriyle ikmal edilerek tekrar tekrar basılarak günümüze kadar gelmiştir.
Abay’ın eserleri günümüzde iki cilt halinde basılmaktadır. Birinci ciltte onun manzum yazılarıyla çevirileri, ikinci ciltte ise nesir yazıları yer almaktadır. Abay’ın 200 civarındaki şiirlerinde ve Rus şairlerinden yaptığı manzum çevirilerde, tabiat, birlik-beraberlik, dürüstlük, bilimin aydınlığı, sevgi, aşk, yardımseverlik, ölüm, yaşam, örf-adetler, tarih ve efsane gibi çeşitli konular ele alınmaktadır. O şiirlerinde Kazak halkını geri kalmışlıktan ilerlemeye, cahillikten ilim ve bilime, tembellikten çalışmaya ve güzel huy ve ahlak sahibi olmaya öğütlemektedir. Bir şiirinde şöyle demektedir:
Allanın özi de ras, sözi de ras,
Ras söz eş vakıtta calgan bolmas.
Köp kitap keldi Alladan, onın törti,
Allanı tanıtuvga sözi ayrılmas.
Allah’ın kendisi de gerçek, sözü de gerçek,
Gerçek söz hiçbir zaman yalan olmaz.
Çok kitap geldi Allah’dan, onun dördü,
Allah’ı tanıtırken sözü ayrılmaz.
Abay nesir yazılarında felsefi düşüncelerini ortaya koyar. Sade ve etkili cümlelerle ve genellikle soru-cevap türünde kaleme aldığı bu yazılarında çocuk terbiyesi ve psikolojisi, insanın tabiatı, bilimin önemi ve yüce Mevla’nın buyruklarına uygun yaşamanın gerekliliğine işaret eder.
Abay’ın gerek manzum ve gerekse nesir yazılarındaki bazı ifadeleri o kadar etkilidir ki, onlar Kazak Türkçesinde birer vecize halini almıştır. Bunlardan birkaç örnek vermek gerekirse:
İnsanın insanlığı akıl, ilim, iyi baba, iyi anne, iyi arkadaş ve iyi öğretmenden meydana gelir.
(Adamnın adamşılıgı akıl, gılım, caksı ata, caksı ana, caksı kurbı, caksı ustazdan boladı.)
İnsanoğlu insan oğlundan akıl, ilim, ar, huy denen şeylerle üstün olur.
(Adam balası adam balasınan akıl, gılım, ar, minez degen narselermen ozadı.)
Kötü arkadaş gölgedir. Başına talih kuşu konarsa ondan kaçıp kurtulamazsın, başına bir felaket gelirse, arayıp bulamazsın.
(Caman dos kölenke, basındı kün şalsa kaşıp kutıla almaysın, basındı bult şalsa izdep taba almaysın.)
Bütün insanoğlunu rezil eden üç şey vardır. Onlardan kaçmak gerekir: Evvela cahillik, ikincisi üşengeçlik, üçüncüsü zalimlik.
(Külli adam balasın kor kılatın üş narse bar. Sonan kaşpak kerek: Aveli nadandık, ekinşi erinşektik, üşinşi zulımdık.)
Mal tükenir, sanat tükenmez.
(Mal cutaydı, öner cutamaydı.)
Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, Abay yazılarıyla halkını devamlı iyiye, güzele ve gelişmeye, kalkınmaya teşvik etmiştir. Bunu yaparken de söz sanatının inceliklerini büyük bir maharetle kullanmıştır. Böylece sözlü edebiyatı çok zengin Kazak edebiyatının yazılı türünün oluşmasına da büyük bir katkı yapmıştır.
* Makale, Kazak Turkleri Vakfi Arman Dergisinin Aralik 2004 sayisinda (sayfa 22-24) yayinlanmistir.
ultrAstribun
04-29-2009, 18:56
Abdulla Latifzade ( 1891)- (1938)
--------------------------------------------------------------------------------
Kırım Türk Edebiyatı
Edebi çalışmalarına 1917 inkılabından önce "Tercüman" gazetesinde başlayan Abdulla Latifzade (1891-1938), inkılabından sonra da çalışmalarına devam eder.
Uyanık fikirli, zeki, halkına ve milletine bağlı bir şair olan Latifzade inkılabın getirdiği yenilikleri tam olarak benimsemiş; şiirlerinde halkı taassuptan kurtaracak, medeniyet ve kültürlerini geliştirecek arzu ve düşüncelerini sade bir dille anlatmıştır.
Abdulla Latifzade'nin "Ömür", "Şaire", "Şairin Ruhu", "Közaydın", "Baar Türküsü", "Ahır Zaman Kuşu", "Hayırsız Tüş", "Mücde" gibi şiirleri Kırım edebiyatına konu ve şekil bakımından byük yenilikler getirmiştir. Sade bir dille yazdığı şiirleri okuyucuda derin bir tesir bırakır. Şair şiirlerini toplayarak 1928'de "Yeni Saz" ismindeki kitabında yayımlamıştır.
Alfabe ve terminoloji komisyonlarında çalışan Latifzade, okullarda garp edebiyatı dersleri de vermiştir.
Abdulla Latifzade, Kırım kültürüne dil ve edebiyat konularında yazdığı makalelerle de hizmet etmiştir. Latifzade 1927'de yazdığı "Kırım Tatar Edebiyatının Kısa Obruzı" isimli makalesinde Umer İpçi, Mahmut Nedim, Cafer Gafar, Ziyaddin Cavtöbeli,Eşref Şemizade gibi şair ve ediplerin eserlerini de inceleyerek Kırım edebiyatının gelişmesini açıklamıştır.
Birkaç sene oynanan "Ömer Baari" adlı piyesi yazan Abdulla Latifzade, Kırım dramatoloji sanatının gelişmesinde de önemli rol oynamıştır.Kırım edebiyatı ve kültürünün gelişmesinde çok hizmetleri olan Laifzade, 1938 yılındaki toplu sürgün ve idamlar sırasında bir çok Kırımlı yazar ve şair gibi yok edilmiştir.
Kırım Türkleri Edebiyatı Yrd.Doç.Dr. Zühal Yüksel kirimdernegi.org.tr
ultrAstribun
04-29-2009, 18:57
Abduraman Bari Acımendili
--------------------------------------------------------------------------------
Halq ocası :Abduraman Bari Acımendili
Zera BEKİROVA
Abduraman Bariyev 1897 senesi Kerç yarımadasındaki Acımendi koyunde dünyağa kelgen. 1906 – 1908 senelerinde qomşu Sıcıvut koyundeki başlanğıç mektepte tasıl alğan, 1909 - 1910 senelerinde Cavtobe medrese-sinde Türk ve Arap tillerini ogrengen, soñra Kol – Alğıç, Saraymen medrese-lerinde oquğan. 1912 – 1913 senelerin-de Bağçasaray’da ki Zıncırlı Medrese- de oqup, tuvğan koyu Acı Mendige qayta ve mında ocalıuq yapa. Aqmes-citte neşir olunğan “Tatar Ocapçe” ga- zetesinde atalar sozleri, aytımlar, şiir- ler, maneler ve çıñları derc etqendir. 1917 – 1921 senelerinde Abduraman Oca bir zamanlar ozü oqugan Cavtoba Medresesinde ders bergen cenk arfe-sinde kene tuvğan Acı Mendisinde ocalıq fondında Lenin rayonunda 1922- 1923 senelerde çalışqan ocalarnıñ cedveli berilip, mektep mudiri Abdura-man Bariyev kulak oğlu ve milliy fırkacı sıfatında sınfiy düşmanlar sırasında qayıd etile.
Sürgünliqte folklorcı oca dülger, suv agları saasında nevbetçi olıp çalışqan. Qırım Tatar halqı milli areketi başlanğan yıllarda Abduraman Oca milli kureşqe birinciler sırasında qoşu-la. Acı Mendi koyü sakinleriniñ adları – soyadları ile cedvelini tizip, milli areket- çilerimiz yapqan Qırım Tatar ehalisini cedvelge aluv, cenkte iştirakini, sür-günliqniñ ilk senelerinde ğayıp oluvınıñ sayısını belgilev işinde iştiraq ete. Ozüniñ baş maqsadını halq ağız yara-tıcılığı numünelerini, Harcibiye koyun-de ocalıq yapqan belli şairimiz Usein Şamil Toqtarğazi aqqında qıymetli malümatlarnı, 20. Asırnıñ ilk yıllarında medreselerdeki tasil, Qırım tarihi bo-yunca malümatlar toplavda korgen Abduraman Acımendili milli areketimiz-ge salmaklı issesini qoştı.
Abduraman Ocanıñ hızmetlerin-den belli yazıcımız Şamil Alâdin, Şamil Toqtarğazige bağışlanğan “İblisniñ ziyfetine davet” adlı eserinde, tilşina-sımız Basır Ğafarov, folklorcı Alimimiz Refig Muzaffarov “Qırımtatar edebiya- tınıñ tarihı” nıñ muellifleri Rıza Fazıl ve Safter (H) Nogayev ve diğerleri faydalandılar.
Abduraman oca “Çora Batır”, “Edige” kibi Qırımtatar destanlarınıñ variantlarını yazıp olğan, “Halq edebi-yatı” el yazmasında ikâye kaldırğan. Qırımda grajdan cenki, inqılâb, açlıq, kollektivleştirüv kibi vagiçlar aqqında ikaye ete.
A. Bariyev bizlerge salmaqlı Qırımtatar luğatınıñ zarurlığını añlağan ve lûğat teşebbüsünen bir paylaşqan. Öz mektübinde Basır Ağa: “Qıymetli ve unıtılmaz Abduraman Ocam! Qırımtatar lûğatını yapmaq fikiriñiz pek qoşulam.Bu şeyniñ bizlerge pek buyuk faydası olur. O, tilimiz başqa tiller arasında tutğan yeri, tariqi ve emiyetini aydınlatuvda pek buyuk rol oynar.” dep yazğan.
Aşağıda biz Abduraman Bari Acımendiliniñ “Hatirlerim” qol yazma- sından bir parçasını ( olğanı kibi) diqqatınızğa avale etemiz.
1911 – 1912. yılı Saraymen Medresesinde
1911 senesi salgın kuzde Abla Aqamnıñ toyunı toylağan soñ babam meni hasta yatsada Saraymen Medresesine yolladı. Maña onı hasta alda bıraqıp, medresege ketmek pek ağır qeldi. Biz uyle vaqıtlarında medreseniñ dershanesine tüştik. Dershaneniñ kuçük odasına barıp tüşer – tüşmez yahşıca qiyinğen 30 – 32 yaşlarında bir adam qeldi. O, bizneñ biraz laqırdı etti. Bundan soñ men, Şeyhrazi boyukniñ odasına kettim. Medresede 100 den ziyade talebe olıp, odağa yerleşqen ve şu boyukler idaresinde toplanğan ediler:
1-Nusredin Kemal Efendi.
2-Şeyhrazi Ebuleys Efendi
3-Ahmed Efendi.
4-Abdulla Efendi.
5-Usein İlyas
6-Seyt Celil Ğaniy
7-Mensait
8-Seyfedin boyukler.
Saraymen Medresesi oqutuv usulı ceetinden Qırımnıñ başka medre-selerinden ayırıla edi. Mında oquv, oqutuv usulları biraz yañı ve eski med-reselerge qore çıtqaç edi. O zamanda Qırımda meşhur olğan şu medreseler bar edi:
1-Bağçasarayda Zıncırlı Medrese ve Han Medresesi.
2-Ozenbaş Medresesi.
3-Tavdair Medresesi.
4-Kulümbi Medresesi.
5-Sarayman Medresesi ve İlahre.
Bu medreselerniñ episinde oquv Arapça ve eski Sholastik şekilde edi. 1906 – 1907. Yıllarda İstanbulda ketirilgen Alim Mustafa degen bir muderris olaraq onıñ yerine aslen Qırımlı bolğan Seytmurad Efendi qetirilgen edi.
Saraymen Medresesinde oquv ve yaşayış
Boyükler dep aytılğañ eski ve baş sohtalarnıñ odalarında 12 şer ve daa ziyade sohta bulunır edi. Odalar kiyiznen töşelip, divar etrafında minderler tizilgen adiy Tatar evleri kibi edi. Sohtalar aşayt içün cemiyetke ayda 5 (yahut ziyade) ruble para qoşıp umumi aşhanadan er qün ekişer funt otmek ve kunde bir kere uyle aşı (içinde 100 er gramm eti bolğan qapısta , makaron, pirniç şorba) alır ediler. Ya çay qaynata, yahut tükandan konserve, zeytun, penir, alva alır ve bunıñle keçinir ediler. Esas etibaren medreseniñ başı, direktorı Süleyman Acı idi. Medreseniñ yılda eki kere tatili olır edi: Kış ve uzın muddetli yaz darqavları. Bu darqavlarda talebelerni imtian yapa ediler. İmtianlar aftalarneñ devam eter, buña butün Kerç koylerindeñ din alimleri bolğan efendiler qelir edi.
Saraymen medresesiniñ eñ parlaq vaqti tamam bu senede edi. Bu yıl medresede em talebe çoq edi, em medreseğe bu sene Türkiye ruştiye mektebi programmasınca Türkiy dersler kirsetilgen edi. Suleyman Acı aqaylarnıñ ve baylarnıñ, efendi aqaylarnıñ ve muderrisniñ bundan maqsadları em molla, em oca yetiştirmek olsa qereq. Muderrisniñ butün talebeleri Ruşdiyeniñ 1 ve 11. Sınıflarına bolüngen edi.
Arapçadan şu ilimler okutula edi:
1-Usul – eñ buyuk felsefe, diñiy felsefe – bunı muderris Seytmurad Efendi oquta edi. Bunı eñ esli talebelerden Musredinen, Şeyhrazi oquv ediler.
2-Telhis – Arap edebiyati, maaniy ve aqaid – bunıda müderris oquttı. Bundan 10 – 12 adam olıp, çoqusı boyünler oquy ediler.
3-Cami dersi – bunı Musredin Efendi oquta edi.
4-İzar – bunı Şeyhrazi Efendi oquta edi.
5-Sarf – bunı Usein İlyas oquta edi.
Medresede derslerge çalışmaq içün aqşamları talebeler geceniñ yarısına qadar ve daa ziyade vaqıt oğraşa ediler. Kuçük talebeler camige toplana, oquv yerine oyunnen vaqıt qeçire ediler.
Men ozüm izarçı edim. Türkçe birinci sınıfta oquy ve şu sınıfnıñ ileri kelgen alâcısı edim.
Talebeler arasında gazeta, edebiy kitap oquv işleri
Talebeler arasında Türkçe gazetalar, jurnallar, edebiy kitaplar, roman, ikâye oquğanlar çoq edi. Lâkin bu işler teşkilâtsız kete edi. Edebiy tögerek degen şeyniñ o zaman ismi bile yoq edi. O zamandan talebeler ve Tatar halqı yalıñız siyasi ceetten Rusiyege tabi ediler. Mektepler Türkçe, Türk İslâmiyeti altında edi. Qırımdan İstanbul mektebinde oquğan yaşlar çoq edi. Bu sayede Tatar halqı ve sohtası Rusiyege duşman, çarimizge duşman, Türkçi ve İslâmcı olıp yetişe ediler.
1911 senesi İtalia Devleti öziniñ kolonial siyasetini omürge keçirmek içün Türklerniñ qolunda bolğan Trablusgarb ve Benğazığa ucüm yaptı. Bu sebepten İtalia – Türkiye cenki başladı. Cenk butün musulman halqlarnıñ İtalyanlarğa qarşı nefret ve duşmanlığını meydanğa qetirdi.
Trablusgarta ve Benğaziyde Türk askerleriynen birlikte vatanını qorçalav oğrunda qaramanca İtalyanlarğa qarşı cenkleşken Arap halqları ve Türk askerleriniñ yigitlik ve batırlıqlarını sohtalr alqışlay ve cenk haberlerini qunü – qunüne gazatalardan izley ediler. Men o zaman birinci şiirimni yazğañ edim:
İtalyanlarnı mağlup etti
Osmanlı qaramanları
Trablısnı suvlay
İtalia asker çıqanları
Saraymen medresesinde hususiy imtian (qışta) yazılı bolğan edi. Hocamed Efendi tahtağa er dersten sualler yazğan ve bu suallerge biz yazma olaraq cevaplar bergen edik. Bu bir taqım talebeler içün alverişli olıp çıktı. Çünki talebelerniñ birçokları bir – birlerinden koçürip oldılar. Baardeki imtian ise soravlarnen oldı. Arapçadan imtiannı bizden izar dersinden konçekli meşur Zinabadin Efendi olgan edi.
Müellifniñ notu:
Muellif Abduraman oca Barige bagışlangan mezkür saifelerimiz içün kıymetli malumatlarnı ve ocanın kolyazmalarını takdim etken Abduraman Barinin kızı Kaside Barievaga ve Moskvada yaşagan torını “Kırımskotatarskaya problema. 1944 – 1991” kitabınıñ muellifi, tarihçı Gulnara Bekirovaga teren minnetdarlıgını bildire. Gulnara hanım kartbabası akkında ve onın eserlerinden tertip etilgen kitap çıkartmaknı arzu ete. Alla onıñ bizler içün bu zarur işinde yardımcı olsun.
Yazarın Adı: Zera BEKİROVA - KIRIM
KALGAY Dergisi, Ocak – Şubat – Mart 2005, Sayı: 35, Sahife16 – 17 - 18
ultrAstribun
04-29-2009, 18:57
Abdurraim Altanlı ( 1898)- (1976)
--------------------------------------------------------------------------------
Kırım Türk Edebiyatı
Şiir yazmaya 1922 yılında Kırım'da başlayan Abdurraim Altanlı (1898-1976), sürgün bölgelerinde de Kırım Türk şiirinin canlanmasında ve genç şairlerin yetişmelerinde oldukça önemli bir rol oynamıştır.
Eserlerinde sosyalizm propagandası yapmıştır.Şiirlerinde geleneksel şiir ile yeni şiiri birleştirmiştir.
Şairin bu dönemde yazdığı şiirleri "Sevem Seni Partiyam!" (1962), "Menim İzlerim" (1970), "Kanatlı kıvançım" (1972), "Şiirler" (1979) isimli şiir kitaplarında neşredilmiştir.
Abdurraim Altanlı'nın şiirleri yanında edebi bir tenkitçi olarak yazdığı edebi ve sosyal makaleleri de vardır. "Üseyin Şamil Toktargazive Asan Çergeyev" isimli makalesi, 1924'de "Yanı Çolpan" dergisinde basılır. 1934-36 senelerinde derin bilgisi ve araştırmalarına dayanarak hazırladığı edebiyat tarihi ile ilgili makaleleri "Bolşevik Yolu" ve "İleri" dergilerinde basılmıştır.
Abdurraim Altanlı Şeyhzade (1898-1976), komünist dönemin en verimli şairlerinden biridir. Altanlı'nın 1922 yılında gazete ve dergilerde şiirleri yayınlanmaya başlar. "Yaş Komünist Yırı" isimli eserine "Yoksul" imzasıyla neşreder. 1928'de "Traktör"; 1930'da "Ateşli Satırlar"; 1932'de "Yeniş Yırları" isimli şiir kitapları çıkar. 1935 yılında "Bu Epoha" adlı eserinde şiirlerini, hikayelerini denemelerini toplamıştır.
Kırım Türkleri Edebiyatı Yrd.Doç.Dr. Zühal Yüksel kirimdernegi.org.tr
ultrAstribun
04-29-2009, 18:58
Abdülhak Hamit Tarhan ( 05.02.1851)- (12.04.1937)
--------------------------------------------------------------------------------
Tanzimat döneminde batı tesirlerini Türk şiirine sokan şair, tiyatro yazarı ve diplomat. 5 Şubat 1851’de İstanbul’da doğdu. Babası, dedesi ve soyu ilim aleminde isim yapmış şahsiyetlerdi. Dedesi Abdülhak Molla, İkinci Mahmud ile Abdülmecid Hanın hekimliğini yapmış, şiir ve tarihle uğraşmıştı. Babası Hayrullah Efendi ise, meşhur bir tarihçi ve diplomattı.
Abdülhak Hamid ilk tahsiline Evliya Hoca, Behaeddin ve Hoca Tahsin Efendi gibi özel hocaların huzurunda başladı. Özellikle Hoca Tahsin Efendinin Abdülhak Hamid üzerindeki etkisi büyüktür Daha sonra Bebek Köşk Kapısındaki mahalle mektebi ile Rumelihisar Rüşdiyesine kısa süre devam etti. Ailesi tarafından Paris’te eğitim yapması uygun görülünce ağabeyi Nasuhi Bey ile 1863 Ağustosunda Paris’e gitti. Orada özel bir koleje başladı. Kısa zamanda Fransızcasını ilerletti. 1,5 sene tahsilden sonra, yanlarına gelen babası ile İstanbul’a döndü. İstanbul’da Fransız mektebine başladı ve Fransızcasını ilerletmek için Babı ali’de tercüme odasına girdi. On dört yaşlarındayken, Tahran büyükelçiliğine tayin edilen babasıyla birlikte İran’a gitti ve 1,5 sene özel olarak Farsça dersleri aldı. Babasının 1867’de vefatı üzerine İstanbul’a döndü.
İstanbul’a döndükten sonra, önce Maliye mektubi, daha sonra sadaret kaleminde vazife yapan Abdülhak Hamid, buralarda Ebüzziya Tevfik ve Recaizade Mahmud Ekrem'le tanıştı. Sami Paşa’dan Hafız Divanı’nı okudu. Bu arada Tahran hatıralarını anlatan Macera-yı Aşk adlı ilk eserini yazdı ve meşhur Makber mersiyesini yazmasına sebeb olan Fatma Hanımla evlendi. 1876 senesinde hariciye mesleğini seçen Abdülhak Hamid Paris Sefareti ikinci katibliğine tayin edildi ve iki buçuk sene vazife yaptı. Bu arada Fransız edebiyatını yakından tanıma fırsatını buldu. Paris dönüşü bir süre açıkta kalan Abdülhak Hamid, 1881’de Poti, 1882’de Golos, bir sene sonra da Bombay başşehbenderliklerine tayin edildi. Bombay’da üç sene kaldı. Eşi Fatma Hanımın rahatsızlığının artması üzerine, İstanbul’a dönmek için yola çıktı ise de, Fatma Hanım Beyrut’ta vefat etti.
Abdülhak Hamid Bombay dönüşünde Londra elçiliği başkatipliğine tayin edildi. Fakat Zeynep isimli manzum piyesi yüzünden vazifeden alındı. Bir süre boşta gezdikten sonra edebiyatla uğraşmayacağına söz vermesi üzerine, tekrar Londra’daki eski görevine gönderildi. Bu gidişinde İngiliz olan Nelly Hanım ile evlendi. 1895 senesinde Lahey büyükelçiliğine iki sene sonra tekrar Londra elçiliği müsteşarlığına tayin edildi. Hanımının rahatsızlanması üzerine, 1900’de İstanbul’a dönen Abdülhak Hamid, 1906’ya kadar İstanbul’da kaldı. 1906’da Brüksel büyükelçiliğine tayin edildi. 1911’de hanımı Nelly’nin ölümü üzerine Belçikalı Lüsyen Lucienne Hanım ile evlendi. Balkan savaşları sırasında kabine tarafından azledilince İstanbul’a döndü. Maarif nezareti teklif edildi ise de kabul etmedi. Bir süre açıkta kaldıktan sonra ayan üyeliğinde bulundu. Mütareke yıllarında Viyana’ya gitti. Burada sıkıntılı günler geçirdi. Cumhuriyetin ilanından sonra anavatana döndü. 1928 senesinde İstanbul Milletvekili seçildi ve ölünceye kadar mebus olarak kaldı. Kendisine vatana üstün hizmet fonundan maaş bağlandı. Ayrıca belediye de, dayalı döşeli bir apartman dairesi verdi. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da öldü. Mezarı Zincirlikuyu’dadır.
Abdülhak Hamid, Tanzimat sonrası bütün edebi ve siyasi devirleri yaşamış bir şairdir. Tanzimatı, meşrutiyetleri ve cumhuriyeti görmüştür. Bu devirlerdeki Tanzimat, Servet-i Fünun, Edebiyat-ı Cedide, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet devri edebiyatlarını yakından tanıdı. Ayrıca uzun seneler doğuda ve batıda diplomat olarak bulunması her iki edebiyatı tanımasına sebep oldu. Bu sebeple Türk şiirine batıdan yeni konular, serbest düşünce ve şekiller getirdi. İlk başlarda Tanzimat ekolünün tesirinde kalmış sonra batıyı tanıyınca, klasik edebiyattan ayrılarak batı tekniği ile eser vermiştir. Edebiyatımızın yeni bir çehre kazanmasında Recaizade Ekrem daha çok teorik yönünü işlerken, Hamid yazdıklarıyla bunu uygulamıştır. Eserlerinde batı edebiyatından bilhassa Shakespeare ve Victor Hugo’nun tesirleri açıkça görülür. Şiirlerindeki başlıca konu romantik ve felsefi düşünceler, ölüm duyguları ve insan kaderi hakkındadır. Şiirlerinde pekçok yabancı kelime vardır. Batı yazarlarından etkilenerek yazdığı dramalar Türk tiyatrosuna felsefi düşünceyi sokmuştur. Kendisine son zamanlarda Şair-i azam (en büyük şair) ünvanı verilmiştir.
ESERLERİ
Abdülhak Hamid’in eserleri iki grupta toplanmaktadır:
Şiirleri: Makber, Ölü (1885), Kahpe (1885), Bala’dan Bir Ses (1911), Validem (1913), Yadigar-ı Harb (1913), İlham-ı Vatan (1918), Tayflar Geçidi (1919), Garam (1919), Yabancı Dostlar (1924).
Tiyatroları: Hamid’in tiyatroları mensur ve manzum olmak üzere iki kısımdır. Mensur tiyatroları: Macera-ı Aşk (1873), Sabrü Sebat (1875), İçli Kız (1875), Duhter-i Hindu (1876), Tarık yahut Endülüs’ün Fethi (1879), İbn-i Musa (1880), Finten (1898). Manzum tiyatroları: Nesteren (1878), Tezer (1880), Eşber (1880), Sardanapal (1908), Liberte (1913).
MAKBER’den
Eyvah! Ne yer ne yar kaldı.
Gönlüm dolu ah u zar kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede, gelip ezelden,
Ben gittim, o hak-sar kaldı.
Bir guşede tarumar kaldı.
Baki o enis-i dilden eyvah,
Beyrut’ta bir mezar kaldı.
ultrAstribun
04-29-2009, 18:59
Agim Rifat Yeşeren
--------------------------------------------------------------------------------
Makedonya Türk Edebiyatı
Makedonya’da yayımlanan Sesler dergisi, 1965 sonrasında Bayram İbrahim Rogovalı, Mürteza Büşra, İskender Muzbeg, Arif Bozacı; geleneksel şiire çağdaş bir boyut kazandırarak insanı değişik yanlarıyla ele alan, insanî unsurları sıfıra indirgeyen zihniyeti, sırıtmayan bir mizahî yaklaşımla eleştiren Agim Rifat Yeşeren; Altay Suroy Recepoğlu, Zeynel Beksaç, gibi Kosova Türk şairlerinin yetişmesinde büyük katkıda bulunmuştur.
Balkanlar’da Türk Şiiri - Balkan Türklerinin Kimlik Destanı
Suat Engüllü
1.Karşıyaka Şiir Kurultayı
19-21 Mart 2004/ İzmir
http://www.makturk.com
ultrAstribun
04-29-2009, 19:00
Ahmed-i Dai - (11.10.1420)
--------------------------------------------------------------------------------
Germiyanlı olarak bilinmektedir. Kütahya'da kadılık yaptı. Önce Emir Süleyman'ın sonra da Mehmet Çelebi'nin himayesine girdi.1421 yılında öldü. Bursa'da öldüğü sanılmaktadır.
ESERLERİ
Çengnâme ve Tezkiretü'l-Evliyâ adlı kitaplarıyla ün yaptı. Türkçe ve Farsça Dîvân'ları vardır.
ultrAstribun
04-29-2009, 19:00
Ahmet Baytursunulı ( 1873)- (1937)
--------------------------------------------------------------------------------
Kazak Edebiyatı
Ahmet Baytursunulı
Kazak kültürü denince akla ilk gelenlerden birisi de Ahmet Baytursunulı (1873-1937)’dır. O çok yönlü birisidir: şâir, yazar, dilci, etnograf. Kazak halk edebiyatı ve musikîsinden derlemeler meydana getirmiş, eğitimin çağdaş usullerle yapılmasını savunmuştur. Tursunulı, Rus şâiri Kirolov’dan Kazak Türkçesine çevirdiği masalları Kırık Mısal “Kırık Misal” adıyla yayımlamış, Arap harfli Kazak imlâsını belirlemiş ve Kazak Türkçesinin ses bilgisi, şekil bilgisi ve terminolojisini meydana getirmiştir.
Kazak Edebiyatının Belli Başlı Temsilcileri
Bünyamin ÖZGÜMÜŞ Yağmur Sayı : 16
Temmuz - Ağustos - Eylül 2002
ultrAstribun
04-29-2009, 19:01
Ahmet Er
--------------------------------------------------------------------------------
Horasan'dan Anadolu'ya geçen Oğuzların bazı boyları Batı Anadolu'ya ulaşmıştır. Ceddi Hayran'ı Mahmud Dede (Yatağan Mahmud) ile soy kütüğünün nesilden nesile aktarılan bilgilerle İmam-ı Ali Rıza'ya uzandığı rivayet edilen Ahmet Er, 1927 yılında Manisa ilinin Akhisar ilçesinin Sünnetçiler Köyü'nde doğmuştur. Baba adı Şevket, annesi Hüsniye hanımdır.
İlk okulu doğduğu köyde bitirmiş, orta okulu Akhisar'da tamamlamış, 1947 yılında Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nden mezun olmuş ve aynı yıl Kara Harp Okulu'na girmiştir. 1950 yılında Akar Harp Okulu'ndan Teğmen rütbesi ile orduya ve jandarma sınıfına katılan Ahmet Er, memleketin birçok yerlerinde ordunun çeşitli kademelerinde görev ifa etmiştir.
1951 yılında Bulgaristan'dan Türkiye'ye iltica eden üçyüz bin Türk'ün ızdırabını "Göçmen" isimli üç perdelik bir dram yazmıştır. Bu piyes Türkiye'de "yüz milli piyes"in içinde yer almıştır.
1957 senesinde Milli Savunma Bakanlığı'nca açılan Radyofonik Temsil yarışmasında Kosova Meydan Muharebesi'ni konu alan "Meçhul Süvari" isimli radyofonik temsili ile ödüle layık görülmüştür. Bu temsil Ankara Radyosu tarafından 1957 ve 1960 tarihlerinde iki defa 1960'da İstanbul radyosunda da bir defa olmak üzere temsil edilmiştir.
27 Mayıs 1960 harekatı içinde de görev alan Ahmet Er, Milli Birlik Komitesi üyesi olarak hizmet etmiştir. Daha sonra otuz sekiz kişilik Milli Birlik Komitesi üyeleri arasında meydana gelen itilaf sonucu yurt dışına gönderilen "Ondörtler" grubu arasında yer almış ve 13 Kasım 1960'da Libya Büyükelçiliği Devlet Müşavirliği'ne atanmıştır. 1962'de yurda dönmüş ve doğduğu köye yerleşmiştir.
31 Mart 1965'te Alpaslan Türkeş'le birlikte CKMP'de siyasete atılan Ahmet Er, CKMP'nin 1969 Şubat ayında Adana'daki kongresinde MHP'ye dönüşümüyle birlikte, bu partinin 12 Eylül darbesine kadar Genel Başkan Yardımcılığı'nı yürüttü. 12 Eylül'den sonra, cuntanın mahkemelerinde yargılanan Er, yapmış olduğu tarihi bir savunmayla darbecilere meydan okudu.
Tahliye olduktan sonra uzun bir dönem siyasetin dışında kaldı. Sadece milli İslami değerlere bağlı ülkücü gençliğin yetişmesi amacıyla düzenlenen konferanslara konuşmacı olarak katıldı.
7 Temmuz 1992'de MÇP'den ayrılan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının kurdukları Büyük Birlik Partisi'nde tekrar siyasete geren Ahmet Er, partinin "Kurucular Kurulu" üyeleri arasında yer aldı. Uzun bir dönem bu partinin Genel Başkan Yardımcılığı görevini sürdüren Er, sağlık şartları sebebiyle bugün siyasetin dışındadır.
Şairler-Yazarlar-Sanatseverler Derneği üyesi olan Ahmet Er, Türk-İslam kültür ve medeniyeti üzerindeki inceleme ve araştırmalarına devam etmektedir.
Çeşitli dergi ve gazetelerde makaleleri ve şiirleri neşredilmiştir.
ESERLERİ
1.Adını Siz Koyun (Şiirler demeti)
2.Göçmen (Üç perdelik piyes)
3.Meçhul Süvari (Radyofonik temsil, senaryo)
4.Hürriyet Yağmuru (Şiirler demeti)
5.Hatıralarım
6.Hak Dostları
ultrAstribun
04-29-2009, 19:02
Ahmet Özer
--------------------------------------------------------------------------------
1948 yılında Kahramanmaraş’ın Göksun İlçesi Mahmutbey köyünde doğdu. Babası Şemseddin Bey, Annesi Şehrizan Hanım’dır.
İlkokulu köyünde tamamladı. Maraş İmam Hatip Lisesi’ni 1969 yılında; İzmir Yüksek İslam Enstitüsü’nü 1973’de bitirdi.
İlk resmi vazifesini İzmir Narlıdere Mehmet Seyfi Eraltay Lisesi’nde yaptı. İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde 1975’de hakkında açılan davada takipsizlik kararı alındı.1979’da İzmir Şirinyer Lisesi Müdürü oldu. 1981’de 1402 mağduru olarak Bilecik’e sürüldü. İzmir ve Gölcük Sıkıyönetim Komutanlığınca tutuklandı ve ardından takipsizlik kararı verildi. Erzincan (1984), Erzurum (1987), ve İstanbul’da öğretmenlik yaptı. 1990’dan sonra değişik vesilelerle yurtdışına çıktı. 1992 yılından itibaren Kafkaslar’da Dağıstan, Çeçenistan, Karaçay-Çerkez, Adigey Cumhuriyetleri’nde temaslarda bulundu. 1994 yılında öğretmenlikten istifa etti.
Evli ve üç çocuk babası olan Özer, Farsça, Fransızca ve Çerkezce(Adigece) bilir.
Gençlik yıllarından beri değişik gazete ve dergilerde şiir ve yazıları yayımlandı. 1980 yılında Sızıntı dergisinin yazı işleri müdürü oldu. Zaman gazetesinde yazar olarak çalıştı. Araştırma ve inceleme maksadıyla Avrupa, Rusya ve ABD’nin çeşitli eyaletlerinde bulundu.
Eserleri:
Ruh Dosyası(1988), İrtica Dosyası(1990), Bu ülkede Yaşamak (1990), Nuh Tufanı (1990), Ardımızdaki Yıllar (1991), Yakın Geçmişin Gölgesinde (1991), Alvlarlı Efe Hazretleri (1991), Abdülaziz Bekkine Hazretleri (1992), Varlık ve Aşk (1992), Işık Şahsiyetler (1992), Fıkhi Tespitler (1992), Bir Müşterek Kader (1993), Eğitimde Depremli Yıllar (1993), Beyaz Mektuplar (1993), Hulusi Bey (1996), Zulüm Dosyası (1994), Berzah Aralığı (1994), Üçler (1997), İki Kumandan (1997), Hafız Ali (1997), Gözyaşları Dünyası (1997) Bediüzzamanın Rusya Esareti (1998), Hüsrev Bey (2001), İki Edip (2001), İki Ünlü Kul (2003), Atabeyli Tahiri (2005), Barla Dostları (2006) Pensilvanya Günlüğü (2006), Naatlar (2008).
Şiir Kitapları:
Kırık Nameler (2000), Bir Ah Yüceliği (2000), Dağların Güneşe Baktığı Yerde (2001), İki Ses Arasında (2004), Ay Tahtında (2006)
ultrAstribun
05-08-2009, 19:42
Ahmet Tsalıkkatı ( 1882)- (02.09.1928)
--------------------------------------------------------------------------------
Ünlü politikacı, yazar ve şair. Oset kökenli olan Ahmet Tsalıkkatı, 1882 yılında Kuzey Osetya'nın Kurtati boğazındaki Nogkau köyünde doğdu. Babasının adı Nimbolat'dır. Stavropol Gimnazyumunu(1899) ve Moskova Üniversitesi Hukuk Fakültesini (1907) bitirdi. Üniversitede okurken komünist düşüncelere ilgi duymaya başladı ve bir süre sonra Rusya Sosyal Demokrat Partisi'ne girdi. Partide bir dizi öğrenci derneğinin yöneticisi olarak önemli bir konuma geldi. Kurucu Meclis oluşturulması istemiyle ortaya konan ilk öğrenci bildirisi onun kaleminden çıkmıştır. Üniversite sıralarında iken karıştığı eylemler nedeniyle sürekli olarak Çarlığın güvenlik güçleri tarafından izlendi. Birçok kez hapis ve sürgün cezalarına çarptırıldı.
1903 yılında Moskova’dan Kafkasya'ya sürgün edilen Tsalıkkatı, Terek bölgesinde sosyal demokrat komitelerin kurulmasına çalıştı ve devrimci düşünceleri Osetya'ya getiren ilk kişi oldu. Faaliyetleri bir süre sonra Dağıstan'a da yayıldı ve Rusya Sosyal Demokrat Devrimci Partisi'nin Terek-Dağıstan Merkezi kuruldu. 1904 yılında Moskova'ya dönen Ahmet Tsalıkkatı, Moskova Üniversitesi'nden, Kiev'de toplanan gizli Rusya Öğrenci Kongresine temsilci olarak seçildi.
Üniversiteyi bitirdikten sonra bir süre avukatlık yaptı. Fakat bu iş onu tatmin etmedi ve tekrar politikaya döndü. "Russkoe Slovo" (Rus Sözü), "Ranneye Utro" (Sabahın Erken Saati), "Utro Rossii" (Rusya Sabahı), "Vestnik Yevropı" (Avrupa Habercisi) gibi önemli Rusça yayınların sürekli kadrosu içinde yer aldı. Bu yayın organlarındaki çalışmalarıyla, Rusya'daki Müslüman milletlerin politik çevrelerinin dikkatini çekti. Devlet Duması Müslüman Fraksiyonu tarafından özellikle okullar ve öğretim konusunda olmak üzere çalışmalara katılması için davet edildi.
Rusya'da gelişen devrim hareketleri, anayurdu Kafkasya’nın ve Rusya’daki Müslüman halkların politik arenada uğradığı haksızlıklar onu bu kitlenin organizasyonuna ve onların politik çabalarını biçimlendirmeye yöneltti. Rusya'daki Müslüman halkların hemen tüm politik, sosyal ve ulusal gruplarını bir araya getiren birinci Tüm Rusya Müslümanları Kongresi'nin (1-11 Mayıs 1917) toplanmasında ve çalışmalarında aktif rol oynadı. Bu kongrede oluşturulan Müslüman Ulusal Konseyi (Milli Merkezi Şura)nın Başkanlığına seçildi. Bu sıfatla Geçici Hükümet'le müzakerelerde bulundu. Kurucu Meclis'in seçim hazırlıklarını yapan komisyonun çalışmalarına katılarak Rusya Müslümanlarının haklarını savundu. Fakat kendisinin ve diğer Rusya Müslüman liderlerinin Kerenski Hükümeti'nde görev almaları, Petrograd Sovyeti'ndeki Gürcü Menşevik liderler Tseretelli ve Çkheidze'nin düşmanca müdahaleleriyle önlendi. (Tsalıkkatı, bu yersiz ve umulmadık müdahaleyi sonradan, Kuzey Kafkasyalı'larla Gürcüler arasındaki tarihsel anlaşmazlıkların bir sonucu olarak nitelemiştir). Buna karşın Ağustos ayı sonunda Başkomutan General Kornilov'un hükümet darbesi girişimi sırasında yine de büyük bir iyi niyetle devrimi ve hükümeti destekledi. Kuzey Kafkasya Merkez Komitesi temsilcisi Aytek Namitok'la birlikte, Petrograd önlerine gelmiş bulunan Kafkas Süvari Tümeni "Diki Divizi"nin komutanlarını ikna ederek hareketin başkent Petrograd kapılarında durdurulmasını sağladı. Eylül 1917'de Petrograd'daki Sosyalist Partiler Kongresi'ne katılarak "Rusya Müslümanları Milli Şurası" adına çeşitli girişimlerde bulundu. Bu arada Kurucu Meclis'in hemen toplantıya çağırılmasını ve bakanlık düzeyinde bir "Müslüman Devlet Sekreterliği" oluşturulmasını istedi. Fakat kendi demagojik çalışmalarıyla meşgul bulunan sosyalistler Tsalıkkatı'yı çok az desteklediler. Tsalıkkatı'nın Rus ve Gürcü "sosyalist" lerinden uğradığı hayal kırıklığı sonradan Bolşevik'lerle olan kısa ömürlü ilişkisine ve Kafkasya Sosyal Demokrat örgütünde birlikte çalışırlarken tanıdığı J. Stalin ile olan görüşmelerine vesile oldu.
Ahmet Tsalıkkatı, Müslümanların listesinden Tüm Rusya Kurucu Meclisi'ne seçildi. Bolşevik'lerin Petrograd'da bir ayaklanmayla iktidarı ele geçirmelerinden sonra Milliyetler Halk Komiserliği'ne getirilen J. Stalin, Rusya Müslümanları Milli Şurası Başkanı olan Ahmet Tsalıkkatı ile temasa geçerek ona Bolşevik'lerle işbirliği önerisinde bulundu. Buna göre Milli Şura bağımsızlığını koruyacak ve Tsalıkkatı, Hükümetin yakın bir tarihte kuracağı "Müslüman İşleri Komiserliği"nin başına getirilecekti. "Truva Atı" olarak kullanılmak istenen Ahmet Tsalıkkatı ve arkadaşları Bolşevik'lerin bu önerisini kabul etmediler ve Tsalıkkatı anayurdu Kafkasya'ya döndü. Burada 1918 yılında Terek bölgesi Halk Konseyi'nin başına geçti. 11 Mayıs 1918'de oluşturulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin önce General Denikin'in "Beyaz" ordusu, sonra "Kızılordu" tarafından işgal edilmesi üzerine, birçok yurtsever gibi o da Gürcistan'a sığınmak zorunda kaldı. Burada yayınladıkları "Volnıy Gorets" (Özgür Dağlılar, 1919-20) gazetesi çevresindeki politik çalışmalarda aktif rol aldı.
Gürcistan'ın da Bolşevikler tarafından işgali üzerine, önce Türkiye'ye sonra da Avrupa’ya geçen Ahmet Tsalıkkatı, o yıllarda bile hala Rusya’daki demokratik güçlere (?) inanıyordu. Fakat son yıllarında artık hayal kırıklığı içindeydi ve Rus "sosyalist"lerinin artık ne sosyalist ne de devrimci olmadıklarını söylüyordu. Kafkasya halklarının politik bağımsızlık mücadelesinde sadece kendilerine güvenebileceklerine kanaat getirmişti.
Yurdunu kaybettikten sonra yerleşmiş bulunduğu Çekoslavakya'nın merkezi Prag’da, "Promethe" hareketinin öncüsü olarak "Kavkazkiy Gorets" (Kafkasya Dağlıları, 1924) dergisini yayınlamaya başladı. Daha sonra "Volnıye Gortsı" (Özgür Dağlılar, 1927-28) dergisini çıkardı. Rusça olan bu dergilerde ve daha sonra Paris ve Varşova’da yayınlanan "Gortsı Kavkaza" (Kafkasya Dağlıları, 1928) dergisinde Kafkasya ile ilgili politik ve kültürel yazıları, "Kafkasyalı Göçmenin Şarkıları" başlığı altında şiirleri "Vubıh'ların Sonuncusu"' "Hamzat'a Dair Bir Şarkı", "Ölülerin Hatırası" gibi küçük hikayeleri bulunmaktadır. Aynı yıllarda Çekoslavakya'daki Kafkas politik örgütlerinin çeşitli toplantılarında yaptığı konuşmalardan bazıları da broşürler halinde yayımlanmıştır.
Kafkasya’nın bu büyük evladı 2 Eylül 1928'de, Polonya'nın başkenti Varşova’da uzun süren bir hastalık döneminden sonra ve yurt özlemi içinde öldüğünde sadece 46 yaşındaydı.
Kitap halindeki eserleri: "Kavkaz i Povolje-Oçerkz İnorodçeskoy politiki i kulturno-khozyaystvennogo bıta" (Kafkasya ve Volga Bölgesi-Rus Olmayanlarla ilgili Politika ve Kültürel-Ekonomik Yaşam Şekli Üzerine Denemeler, Moskova 1913), "V gorakh Kavkaza" (Kafkasya Dağlarında, Toplu Hikayeler, 1914), "Krasavitsa Zübeyda" (Güzel Zübeyde, Toplu Hikayeler), "Brat na brata" (Kardeş Kardeşe Karşı, Kafkasya’da devrim yıllarındaki kardeş kavgasını anlatan bir roman, Prag 1926), "Musulmanskaya. Fraktsiya v Uçredilnom Sobranii" (Kurucu Meclis'deki Müslüman Fraksiyonu, Kazan, 1917), "Musulmane Rossii i federatsiya" (Rusya Müslümanları ve Federasyon, Broşür); "Borba za volyu gor Kavkaza" (Kafkas Dağlarında Özgürlük Savaşı, Broşür, Prag 1928)....
Aşağıdaki eserlerinin ise hazır ve yayınlanmak üzere oldukları"Volnıye Gortsı" (No: 1, Prag 26 Mart 1927) ve "Gortsı Kavkaza" (No: 1, Paris, Kasım 1928) dergilerinde bildirilmiş olmakla birlikte basılıp basılmadıkları konusunda bilgi sahibi olamadık: "Okrovalennıye gorı" (Kana Bulanmış Dağlar, "Kardeş Kardeşe Karşı" adlı romanın devamıdır), "Gorskaya Respublika" (Dağlı Cumhuriyeti), "Dagestan v ogne" (Dağıstan Ateşler içinde)...
ultrAstribun
05-12-2009, 08:40
Ahmet Kutsi Tecer ( 04.09.1901)- (23.07.1967)
--------------------------------------------------------------------------------
4 Eylül 1901'de Kudüs'te doğdu. 1929'da İstanbul Darülfünunu Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Bir süre edebiyat öğretmenliği yaptıktan ve Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi üyeliğinde bulunduktan sonra 1942-1946 döneminde milletvekili seçildi. 1949-1951 arasında öğrenci müfettişi olarak Fransa'da bulundu. 1950'de Unesco Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine getirildi. Türkiye'ye döndükten sonra, emekli olduğu 1966 yılına kadar İstanbul'da öğretmenlik yaptı.Tecer edebiyata şiirle başladı.
Şiirleri 1921'den sonra Dergâh ve Milli Mecmua gibi dergilerde çıktı. Daha sonra Varlık, Oluş, Yücel ve Ankara Halkevi'nin çıkardığı, kısa bir süre de kendisinin yönettiği Ülkü gibi dergilerde şiirlerini yayınladı.Şiirlerini 1932'de Şiirler adlı kitabında topladı.Bu kitabın yayınından sonra yazdıkları yalnızca dergilerde kaldı.Şiirlerini hece ölçüsüyle yazdı.Daha sonra başladığı oyun yazarlığında da milli değerlere önem vermiştir. İlk ve en önemli oyunu Köşebaşı'nda Batı'ya özenenleri eleştirir. 1961'de sahnelenen son oyunu Satılık Ev yayımlanmamıştır. Çoğunluğu dergilerde olmak üzere Halk edebiyatı ve folklor konularında çeşitli incelemeleri de vardır. 23 Temmuz 1967'de İstanbul'da öldü.
ESERLERİ Şiir: Şiirler, 1932. İnceleme: Köylü Temsilleri, 1940.
Oyun: Yazılan Bozulmaz, 1947; Köşebaşı, 1948; Köroğlu, 1949; Bir Pazar Günü, 1959; Satılık Ev, 1961.
ultrAstribun
05-12-2009, 08:40
Ahmet Tevfik Ozan ( 1953)
--------------------------------------------------------------------------------
1953 yılında Elâzığ'da doğdu. İlk, orta ve liseyi Elâzığ'da bitirdi. Hacettepe ve Erciyes Üniversiteleri Tıp Fakültelerinde okudu. 1986'dan beri tıp doktoru olarak Kayseri'de çalışmaktadır. Şiir ve yazıları, çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı.
ESERLERİ
Şairin, basılmış Dağlarardı Şiirleri, Kâinat Şiiristan ve Şeyma Ceylan Yüreği adlarında üç şiir kitabı bulunmaktadır.
ultrAstribun
05-12-2009, 08:41
Ali Akbaş
--------------------------------------------------------------------------------
*1942 yılında Kahramanmaraş’ın Elbistan kazasında doğdu.
*İlk ve orta öğrenimini memleketinde ,
*Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde yaptı.
*Çeşitli lise ve Yüksek okullarda öğretmenlik ve idarecilik yaptıktan sonra araştırma görevlisi olarak Hacettepe Üniversitesine atandı. Burada, dil üzerinde yüksek lisansını tamamladıktan sonra Türk Dili okutmanlığına geçti ve 1996 yılında meslek hayatında 25 yılını doldurarak emekliye ayrıldı.
*Daha lise öğrencisiyken yarışmada birincilik kazanan şiiri K.Maraş Lisesi Marşı olarak kabul edilen Akbaş, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Kuş Sofrası adlı kitabıyla Çocuk Edebiyatı dalında Yılın Şairi seçilmiş (1991), Yunus Emre Yılı dolayısıyla İstanbul’da gerçekleştirilen XII. Dünya Şairler Toplantısı’nda bir plaketle ödüllendirilmiş (1991) Kazakistan’ın başkenti Almatı’da gerçekleştirilen II.Türk Dünyası Şiir Şölenin’nde Mağcan Cumabayulı Ödülüne lâyık görülmüş (1993). Ve Kosova’da yayınlanan Türkçem Çocuk Dergisi tarafından yılın ödülü verilmiş (2004), İtalya’nın Venedik şehrinde düzenlenen 57. Şiir Bianeli’nde (2005) ve 20. Moskova Kitap Fuarında Türkiye’yi temsil etmiştir (2007).
*Bugüne kadar arkadaşlarıyla birlikte Divan, Doğuş Edebiyat ve Kanat dergilerini çıkaran Akbaş, hâlen Genel Başkan Yardımcısı olarak çalıştığı AVRASYA Yazarlar Birliği’nin yayın organı olan Kardeş Kalemler Dergisini çıkarıyor.
*Masal Çağı (şiir), Kuş Sofrası (çocuklar için şiir), Gökte Ay Portakaldır (masal) ve Kız Evi Naz Evi (piyes) adlı eserleri vardır.
*Kuş Sofrası adlı şiir kitabı Mariya LEONTİÇ tarafından Makedonca’ya çevrilmiştir. (2000)
1942 yılında Elbistan’ın Çatova köyünde doğdum. Sırasıyla , Çatova Köyü İlk Okulunu, Elbistan Orta Okulunu, K. Maraş Lisesini ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdim. Çeşitli liselerde, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde ve Ankara Meslek Yüksek Okulunda edebiyat öğretmenliği ve idarecilik yaptım. Filim Radyo Televizyonla Eğitim Merkezinde radyo programcılığı görevinde bulundum.
1983 yılında araştırma görevlisi olarak H. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne geçtim. Burada da yüksek lisansımı tamamlayarak Türk dili okutmanlığı görevine geçtim. Okutmanlık yanında şiirle ve çocuk edebiyatıyla da uğraşmaktayım. Masal Çağı, Kuş Sofrası, Gökte Ay Portakaldır adlı üç kitabım yayımlandı. Meslek hayatımda yirmi beş yılımı doldurarak emekli oldum.
ALİ AKBAŞ’IN EDEBÎ KİŞİLİĞİ
Günümüz şairlerinden olan Ali Akbaş’ı hiç bir edebî akıma bağlıyamayız. Fakat o her güzellikten yararlanan bütün etkilere açık bir sanatçıdır. Eski-yeni, yerli-yabancı demeden Karacaoğlan’dan Âşık Veysel’e, Fuzûlî’den Yahya Kemâl’e, Tagor’dan Bodler’e kadar bütün iyi şairleri dikkatle okuyan Akbaş, “klasiklerle beslenmeyen yeninin kalıcı olamayacağı, ve ancak geçmişten, yâni mâzîden güç alarak yeniyi kurabileceğimiz” görüşündedir.
Şiirlerini dingin, demlenmiş bir dille yazan şair, yeniliği garip kelimeler kullanmakta değil, hayatı ve eşyayı algılamada arar. “Evrene bir de benim penceremden bakın” der âdeta. Akbaş bu konuda şöyle diyor: Bir tabloyu değerli kılan orada kullanılan malzeme ve konu edinilen manzara değil, o konuya giydirilen kompozisyondur. Sanat, reel tabiat değil, sanatçının prizmasından geçmiş tabiattır. Pikasso da, amatör bir ressam da ayni boyayı ve ayni tuvali kullanarak ayni manzarayı resmederler ama ortaya başka tablolar çıkar. Ona göre “herkesin konuştuğu klasik dil, kullanmasını bilenler elinde sonsuz varyasyonlarla dolu ve bin bir oyuna müsaittir. Yerli yersiz dili eğip bükmek güçsüz sanatçıların işidir, göz boyayıcılıktır. İyi mobilya yapamayan usta hep âletlerine takar kafayı... “Vay, çekicim Çekoslovak, testerem Alman” diye.
Yarı filozof, yarı çocuk olan şair, eşyayı bir idrak kamaşmasının ardından yakalar, en umulmadık halleriyle görür. Bulunduğumuz atmosferden başka iklimlere taşır bizi. Zaman zaman bir acı veya bir haz duygusuyla ürpeririz.”
Akbaşın şiirlerinde bir yandan klasik edebiyatın ağırbaşlı, hikmetli söyleyişi örnek alınırken, bir yandan da naif, çocuksu bir rüzgâr eser. Bu iki tavır birbirine zıt gibi görünse de o içindeki çocuğu susturmamıştır. Zaten sanatı besleyen en güçlü kaynaklardan biri de çocukluk hatıralarıdır. Hepimizin kişiliğinin ipuçları orada saklı değil mi ?..
Akbaş, folklor nefesli bir şairdir. Fakat folklor çizgisinde kalmaz. O, Tanpınar’ın “Folklor, külçe hâlinde altındır; sanatçı oradan aldığı malzemeyle küpe, gerdanlık, bilezik yapar.” görüşünden hareketle aldığı malzemeyi dönüştürür. Köy menşeli bir sanatçı olarak onun şuuraltı, çocukluk yıllarında dinlediği masallar, efsâneler, destanlar, türküler, mâniler ve ninnilerle doludur. Fakat bu arkaik malzemeyi deforme ederek, sitilize ederek kullanır.
Ayni zamanda amatör bir ressam olan Akbaş’ın şiirini besleyen kaynaklardan biri de kuşu, böceği, çiçeğiyle Anadolu manzaralarıdır, tabiattır. O, bütün çevreyi; büyük bir hayranlıkla seyreder ve empresyonist tablolar çizer. Bu dikkat onun şiirlerine pastoral bir zenginlik olarak yansır. Onun şiirleri, mevsim mevsim değişen bozkır enstantaneleriyle doludur. Tabiata olan bu hayranlık, yaratılıştaki hikmeti seziş, Akbaş’n şiirine metafizik bir derinlik kazandırır ve onu zaman zaman bir duâya dönüştürür.
Akbaş, şiirlerinde belli bir şekil endişesi gözetmez. Daha çok hece yi ve serbest nazmı kullanmakla beraber az da olsa aruzla yazılmış şiirleri de vardır. Yalnız hangi tarzda yazılmış olursa olsun bu şiirlerin ortak özelliği müzikal ve sâde oluşlarıdır. Vezinli olanlarda tam ve zengin kafiyeler kullanılırken serbest şiirlerinde aliterasyon ve asonanslarla beslenmiş güçlü bir iç mûsikîsi vardır. Zaten onun serbest şiirleri, daha çok hecenin “serbest müstezatları” gibidir. Serbest müstezat terimi her ne kadar aruz şiirler için kullanılıyorsa da ben burada Akbaş’ın şiirleri hakkındaki görüşümü açıklamak için de bu terimi kullanma ihtiyacını duydum.
xxxxxxxxxx
Masal Çağı
Ali Akbaş
Şu mâvi dumanlı koyda
Bir küçük köy uyukluyor
Şu gümüş hâreli çayda
Bizim kızlar kilim yuyor
Geliyor tokaç sesleri
Yansıtır yamaç sesleri
Suyun aynasında tarar
Kızlar üç kulaç saçları
Yüzünüz şavkır sulara
Kalaylı bakraç yüzünüz
Oturun dinlenin biraz
Yok mu yazınız güzünüz
Öte geçeye geçmeyin
Çay bulanık su içmeyin
Güzellikten baç alırlar
Gül yüzünüzü açmayın
Şarıl şarıl çimdiğim çay
Çiğdem topladığım yayla
Artık rüyama girmeyin
Etmeyin etmeyin böyle
Aynı kaptan yenen yemek
Bin dudağın değdiği tas
Ah köyüm baba ocağım
Suyun zemzem taşın elmas
Dağlar ak saçlı bir dede
Doruklar pâre pâre kar
Tarlalar kırda seccâde
Kekik kokulu tarlalar
Gözümde tüter bacalar
Medet analar bacılar
Gençleri beni tanımaz
Duydum ki ölmüş kocalar
Zeynep elif suna gülçin
Fistanınız biçim biçim
Bir gün imeceye gelin
Bu derdi tüketmek için
Beni unutmayın sakın
Seven demez uzak yakın
Yitirdim köyün yolunu
Yamaçlara ateş yakın
Hiç sormayın nerde kaldım
Her yıl bir diyarda kaldım
Bir ifrit ağına düştüm
Bir kuş gibi darda kaldım
Yıkacağım evi barkı
Sıkıyor beni dört duvar
Niye söylediğim şarkı
Ulaşmıyor yâre kadar
Kuşlar geçer katar katar
Katılır ben de giderim
Kanat vermezse turnalar
Kolumu kanat ederim
Çamlıbeli tutunca kar
Uluşur dağda aç kurtlar
Bir kuş olurdu bir deve
Bacadan geçen bulutlar
Vurulmuş küçük şehzâde
Düşmüş doru küheylandan
Kimseler gelmez imdâde
Baykuş ötüyor ayvandan
Ninem nerde nerde masal
Ağzından bal akardı bal
Benim aslan çocukluğum
Yollar ayrıldı hoşça kal
ultrAstribun
05-12-2009, 08:41
Ali Püsküllüoğlu ( 1935)
--------------------------------------------------------------------------------
1935 yılında Adana-Kadirli'de doğdu. İlk ve orta okulu Kadirli'de tamamladı. Mersin Lisesi'nde sürdürdüğü öğrenimini, sağlığı nedeniyle yarıda bırakarak çeşitli işlerde çalıştı. Türk Dil Kurumu'nun Yayın ve Tanıtma Kolu'nda uzman olarak çalıştı ve 1982 yılında buradan emekli oldu. Radyo için çeşitli programlar hazırladı. Yusufcuk adlı şiir dergisini çıkardı. Şiir, seçki ve sözlük türü eserler verdi. Ödüller kazandı. 24 Haziran 2008 tarihinde Ankara'da öldü.
ESERLERİ
Başlıca şiir kitapları şunlardır: Pembe Beyaz, Aydınlık içinde, Karanfilli Saksı, Uzun Atlar Denizi, Sırtımızda Kızgın Güneş, Yaz ve Yağmur, Gül Sevgili Yurdum, Babadat (Toplu Şiirler, 1950-1997).
ultrAstribun
05-12-2009, 08:42
Ali Rıza Saraçoğlu
--------------------------------------------------------------------------------
Batı Trakya Türk Edebiyatı
Balkanlar’da Türk Şiiri - Balkan Türklerinin Kimlik Destanı
Suat Engüllü
1. Karşıyaka Şiir Kurultayı
19-21 Mart 2004/ İzmir
http://www.makturk.com
Kızı Nalân Saraçoğlu da kendisi gibi şair olan, Mehmet Akif Ersoy-Mehmet Emin Yurdakul tarzında şiirleriyle Batı Trakya Türklerinin “millî şairi” kabul edilen Gümülcineli Alirıza Saraçoğlu, büyük bir inanç ve azimle sürdürdüğü ulusal ve toplumsal mücadelede, şiiri araç olarak görmüştür. Bu nedenle, ölümünden iki yıl önce 1992’de, lirik şiirlerden oluşan “Rodop Yıldızı” şiir kitabının yayımlanmasına kadar, şiirinin ana temasını, Balkanlar’ın bu bölgesinde hiç sönmeyen ulusal heyecanla kimlik mücadelesi veren Türklerin varoluş sorunları oluşturmuştur.
ultrAstribun
05-12-2009, 08:42
Amdi Giraybay ( 1901)- (1930)
--------------------------------------------------------------------------------
Kırım Türk Edebiyatı
Amdi Giraybay (1901-1930), çok genç yaşlarda "Öksüz Kart Ali", "Yaz", "Kış", "Baar" isimli küçük şiirlerini yazmıştır. Akmescit'te iken Beyaz Rusların Kırım halkına yaptığı zulüm, haksızlık ve adaletsizliklere şahit olan Giraybay, bolşeviklerin Kırım Türklerinin başından geçen faciaları anladıkları zaman, yaşanan zulmün biteceği, hatta Kırım'dan Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kalan Kırım Türklerinin de Kırım'a dönmelerine yardımcı olunacağı fikrine inanmıştır. Bu duygular içinde 1921'de Kırım'a giren bolşevikleri karşılamak için "Hoş Keldiniz!" şiirini yazan şair, 1926 yılında Türkiye'den Kırım'a döner ve pek çok Kırım aydını gibi 1929-30'daki katliamda yok edilir.
Şairin 1921-1922 yılları arasında yazdığı "Cigitke", "Açlık", "Tatar Ocasına", "Şarkılarga", "Şatlık İmtiyan" gibi şiirleri, "Yaşlarga" ve Romanya/Bükreş'te basılan "Yaş Tatarlarga"(1994) isimli şiir kitaplarında toplanmıştır.
Kırım Türkleri Edebiyatı Yrd.Doç.Dr. Zühal Yüksel kirimdernegi.org.tr
vBulletin v3.8.4, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.