Semm
05-04-2008, 22:33
çöllerde sımsıcak hayâller
yüzümüz gelişinle taçlanmıştı
ve gidişinle başlamıştı gece...
yüzyıllar geçti üzerinden
çağlar, çarpıntılar, çırpıntılar geçti
asırlardır unutmuşuz ışıltılı sabâhları
yaprak olmuşuz çöl takvîmlerine, unutmuşuz
bir destândı serdengeçtiler
hayâtın ta’rîfini değiştirdik
rengini değiştirdik bahârın
yürekler kaskatı karanlık, çiçekler naylon
ve artık gölgesiyle savaşıyor insânlık.
Sen gittin diye mi tersyüz oldu âsumân
Sen gittin diye mi vicdânlar renkkörü
aynalar siyâh beyâz
çarklar ki isyânkâr, dişliler ki örselenmiş
kan kokuyor bütün dudaklar
Sevgili, Sevr’de misin yâr-i gâr’la
Sürâkâ hâlâ izini mi sürüyor Senin
Cibrîl’i gördün mü Hirâ’da
O ‘oku’ deyince ‘ben okuma bilmem’ mi dedin
korktun mu, üşüdün mü sonra
üstünü örttü mü Hadîce Annemiz
nerdesin, dâim bizimle misin Seni anınca?
soldurdular gökkuşağını, güneşi vurdular
yangınlar çıkardılar, kasırgalar, tûfanlar
severken aldandık beyâzlığını günâhın
Sen ağlarken ey peygamber, yer ve gök ağlıyordu
biz gülüyorduk umarsızca
sarı deryâlarda adım adım kervanlar
bu yürüyüş Sana, bu yol Senin, yol Sensin
yankılanır gönlümde göğe çekilen ses:
‘ben gidiyorum, tâ âlemin reisi gelsin’
Ukkâz Panayırında haberler veriyordu Kuss İbn-i Sâide
bir yılanın kalbinde bin yıllık hasretler birikiyordu
ve vahşetin en doruğunda Sen doğuyordun
alnından öpüyordu bulutlar
her sözünde mühr-ü nebî yayılır sayfalara
Endülüs’e, Kostantin’e gemilerle taşınıyordu müjdeler
Uhud titriyordu, heyecândan mı, aşkından mı bilinmez
korkulmuyordu, seviliyordu ölümler
kasvetli devirdi Senden gayrı her asır
sensiz zamânlar koşar adım
zamân ki girdaptır bize, dehlizdir, kanyondur
Sen gittin diye mi bu savaşlar
bu merhametsiz katliâmlar
bu durdurulamayan kavgalar…
en bedevî ümmete merhamet öğretmiştin
karıncaya bile basmaktan çekinirlerdi ya.
bu yüzden mi hicret ettirdiler yurdundan Seni
bu yüzden mi Uhud’ta Hz. Hamzâ’nın kalbini parçaladılar
başını kopardılar Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da, bu yüzden mi!
her yaprağında zamânın leyl-ü nehâr
eller bukağılı, kelâm yasak
ama sevdâlar ki ezelden serâzâd
Sen gittin diye mi köhne cihânda yıldızlar
yıldızlar ki gökyüzünün tebessüm çiçekleridir
bir karıncanın hüznünü taşıyor rüzgârlar
bir mü’minin kalbinde inşirâh
leyl susar, Leylâ susar, başlar duâlar
çözülür sırlar, çözülür tel tel buz çağı
gönlümün göğüne Seni nakşeden ressâm
Senin fırçanla temizliyor çağların çirkefini
sırılsıklam yakarışımı taşırken melekler
Sevgili, kalbimin diliyle sesleniyorum sana:
bizi de bir çocuk gibi sever misin
okşar mısın başımızı tüm çocuklar gibi?
geri göndü çılgın arzular
dünyâ ki artık bir katre serâb
bir anlık heyûladır artık ardından yaşadığımız hayât
dünyâ ki mü’mine zindândı, mescidti yeryüzü insâna
ki hâlâ öyledir
gece de olsa, buz tutsa da yürekleri inan öyledir.
Sen gittin diye mi renkler ta’rîfsiz kaldı
Sen gittin diye mi köleler âzâdsız kaldı
çağların çâresizliği Sen gittin diye mi Sevgili.
Altınoluk Dergisi 253. Sayı Mart 2007
Zafer ŞIK
yüzümüz gelişinle taçlanmıştı
ve gidişinle başlamıştı gece...
yüzyıllar geçti üzerinden
çağlar, çarpıntılar, çırpıntılar geçti
asırlardır unutmuşuz ışıltılı sabâhları
yaprak olmuşuz çöl takvîmlerine, unutmuşuz
bir destândı serdengeçtiler
hayâtın ta’rîfini değiştirdik
rengini değiştirdik bahârın
yürekler kaskatı karanlık, çiçekler naylon
ve artık gölgesiyle savaşıyor insânlık.
Sen gittin diye mi tersyüz oldu âsumân
Sen gittin diye mi vicdânlar renkkörü
aynalar siyâh beyâz
çarklar ki isyânkâr, dişliler ki örselenmiş
kan kokuyor bütün dudaklar
Sevgili, Sevr’de misin yâr-i gâr’la
Sürâkâ hâlâ izini mi sürüyor Senin
Cibrîl’i gördün mü Hirâ’da
O ‘oku’ deyince ‘ben okuma bilmem’ mi dedin
korktun mu, üşüdün mü sonra
üstünü örttü mü Hadîce Annemiz
nerdesin, dâim bizimle misin Seni anınca?
soldurdular gökkuşağını, güneşi vurdular
yangınlar çıkardılar, kasırgalar, tûfanlar
severken aldandık beyâzlığını günâhın
Sen ağlarken ey peygamber, yer ve gök ağlıyordu
biz gülüyorduk umarsızca
sarı deryâlarda adım adım kervanlar
bu yürüyüş Sana, bu yol Senin, yol Sensin
yankılanır gönlümde göğe çekilen ses:
‘ben gidiyorum, tâ âlemin reisi gelsin’
Ukkâz Panayırında haberler veriyordu Kuss İbn-i Sâide
bir yılanın kalbinde bin yıllık hasretler birikiyordu
ve vahşetin en doruğunda Sen doğuyordun
alnından öpüyordu bulutlar
her sözünde mühr-ü nebî yayılır sayfalara
Endülüs’e, Kostantin’e gemilerle taşınıyordu müjdeler
Uhud titriyordu, heyecândan mı, aşkından mı bilinmez
korkulmuyordu, seviliyordu ölümler
kasvetli devirdi Senden gayrı her asır
sensiz zamânlar koşar adım
zamân ki girdaptır bize, dehlizdir, kanyondur
Sen gittin diye mi bu savaşlar
bu merhametsiz katliâmlar
bu durdurulamayan kavgalar…
en bedevî ümmete merhamet öğretmiştin
karıncaya bile basmaktan çekinirlerdi ya.
bu yüzden mi hicret ettirdiler yurdundan Seni
bu yüzden mi Uhud’ta Hz. Hamzâ’nın kalbini parçaladılar
başını kopardılar Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da, bu yüzden mi!
her yaprağında zamânın leyl-ü nehâr
eller bukağılı, kelâm yasak
ama sevdâlar ki ezelden serâzâd
Sen gittin diye mi köhne cihânda yıldızlar
yıldızlar ki gökyüzünün tebessüm çiçekleridir
bir karıncanın hüznünü taşıyor rüzgârlar
bir mü’minin kalbinde inşirâh
leyl susar, Leylâ susar, başlar duâlar
çözülür sırlar, çözülür tel tel buz çağı
gönlümün göğüne Seni nakşeden ressâm
Senin fırçanla temizliyor çağların çirkefini
sırılsıklam yakarışımı taşırken melekler
Sevgili, kalbimin diliyle sesleniyorum sana:
bizi de bir çocuk gibi sever misin
okşar mısın başımızı tüm çocuklar gibi?
geri göndü çılgın arzular
dünyâ ki artık bir katre serâb
bir anlık heyûladır artık ardından yaşadığımız hayât
dünyâ ki mü’mine zindândı, mescidti yeryüzü insâna
ki hâlâ öyledir
gece de olsa, buz tutsa da yürekleri inan öyledir.
Sen gittin diye mi renkler ta’rîfsiz kaldı
Sen gittin diye mi köleler âzâdsız kaldı
çağların çâresizliği Sen gittin diye mi Sevgili.
Altınoluk Dergisi 253. Sayı Mart 2007
Zafer ŞIK