ümitli_bekleyis
06-23-2008, 01:52
Hikmetin dili sembol ve sükuttur. Sükut ise ikrardan gelir. İkrar sözdür, verilen sözün, edilen yeminin bizatihi kendisinden sudur ettiği insan için misaka bağlılıktır. Allah insan için sırdır. İnsan bu sırra doğru sızdıkça sessizliğe gömülür. Bu bürülen yeni hale sükut tabir edilir ki, bu alanda artık Allah, insan için sırların sırrı olmaktadır. Sırların sırrından alınan her sır, gerçekte asla ikrar edilmemesi gerekendir. Sırrın ifşasının bedeli candır. Şeyh Bedreddin misali çoğu anka bu yüzden bu bedeli ödemek zorunda kalmışlardır. Bu bedeli ödeyenlerin şahı Hüseyin'dir. Sultanı Hallaç'tır. Hallac'ın ve Bedreddin'in hali şimşekler gibidir. Bir sırra muttali olmuş ve o sırdan yemişlerdir. Sonra onu bir manevi sarhoşluk anında ifşa ederek canlarını adamışlardır. Çünkü sır, verilenden kendisini saklamasını, sır olarak kalmasını bekler. Bu yüzden kendisini sırlayanlara melami denir. Onlar zahirde melamet hırkası giymişlerdir, gayra rezil görünmüşlerdir ama gerçekte Hak katında sultandırlar. Sırrı asla ifşa etmezler. Sırrın bir ucu göründüğü vakit de Somuncu Baba gibi hemen o sırra tekrar gömülmek üzere mekanı terkederler. Bu sessizliğe bürünmenin bir başka yoludur. Sessizlik bir diyardır çünkü. Bir vatandır. Onlar vatanlarını imanlarından ötürü severler. Orada soluk alıp verirler, orada kendilerine yansıyan sırrı korurlar. Sırrı korumanın tek yolu susmaktır. Hele böylesi geveze bir çağda. Artık sözün değeri kalmamıştır. Söz, bir sırrı haber vermenin yolu olmaktan çıkmış, bir kakafoni ve gürültüye dönüşmüştür. Bu denli gürültülü, bu kadar sesle kirlenmiş bir zamanda en doğrusu sükuttur zaten.
Susmak olayın içinde olduğunu bu yüzden hayy olduğunu söylemektir. Şeyh durgun bir nokta halinde oturur ve susar. O sustukça müritlerin gönülleri kabarır. Gönül denizleri bir fırtınaya tutulur. Onun suskunluğu sürdükçe ve sükut koyulaştıkça fırtına artar. O denli coşkunlaşır ki, ardından diner ve yeni bir varlık üretir. Bu aşk gibi bir şeydir. Aşk da ateştir, yakar ve yakıcılığıyla yeni bir vücudun varlığına vesiledir.
Susan dil, durgun bir denize hem benzer hem benzemez. Benzer çünkü durgun denizin dibi kaynamasına rağmen dingin görünür. Benzemez çünkü hiçbir gönül durgun bir göl gibi fırtınaya düşmeksizin durulamaz.
O halde susku, perdeleri aralar.
Varlığın hakikatiyle aramızda çokluktan kinaye yetmiş bin zulmani ve nurani perde vardır. Bunlar biz sustukça ve ruhumuza doğru büküldükçe aralanır. Suslukluğumuz arttıkça varlığımızın zahiri yönleri azalır, ağırlıklarımızdan kurtulur, ruhun mertebe-yi hayatına doğru gireriz. Orada varoluşun kalbi atmaktadır. Varoluş aslında sükuttadır ve o sükutun kalbinde sadece Allah vardır. Sadece Allah vardır ve Onunla birlikte bir şey yoktur. Bu her zaman ve mekanda böyledir, bu zaman ve mekanüstülükte de böyledir ve böyle kalacaktır.
Bir zaman başka sesleri çok duyarız. Sonre kendi sesimiz gürleşir ve sadece onu duyarız. bir zaman sonra ise Heidegger'in dediği gibi varlığın sesini duymaya başlarız. Biz susmadan varlığın sesini duyamayız.
Sessizlik ne bir intihardır ne boşluk. Eğer boşluksa bile o boşluk Allah'ı bulabilmek için gerekli hatta zorunlu olan boşluktur. Ki ona da boşluk denmez. Orada varlığın bittiği asıl Varlık'ın başladığı yer vardır. Orası bir yer değildir belki de. Orası kokunun rengin sesin olmadığı bir şeydir. Orası sessizliktir.
SADIK YALSIZUÇANLAR
Susmak olayın içinde olduğunu bu yüzden hayy olduğunu söylemektir. Şeyh durgun bir nokta halinde oturur ve susar. O sustukça müritlerin gönülleri kabarır. Gönül denizleri bir fırtınaya tutulur. Onun suskunluğu sürdükçe ve sükut koyulaştıkça fırtına artar. O denli coşkunlaşır ki, ardından diner ve yeni bir varlık üretir. Bu aşk gibi bir şeydir. Aşk da ateştir, yakar ve yakıcılığıyla yeni bir vücudun varlığına vesiledir.
Susan dil, durgun bir denize hem benzer hem benzemez. Benzer çünkü durgun denizin dibi kaynamasına rağmen dingin görünür. Benzemez çünkü hiçbir gönül durgun bir göl gibi fırtınaya düşmeksizin durulamaz.
O halde susku, perdeleri aralar.
Varlığın hakikatiyle aramızda çokluktan kinaye yetmiş bin zulmani ve nurani perde vardır. Bunlar biz sustukça ve ruhumuza doğru büküldükçe aralanır. Suslukluğumuz arttıkça varlığımızın zahiri yönleri azalır, ağırlıklarımızdan kurtulur, ruhun mertebe-yi hayatına doğru gireriz. Orada varoluşun kalbi atmaktadır. Varoluş aslında sükuttadır ve o sükutun kalbinde sadece Allah vardır. Sadece Allah vardır ve Onunla birlikte bir şey yoktur. Bu her zaman ve mekanda böyledir, bu zaman ve mekanüstülükte de böyledir ve böyle kalacaktır.
Bir zaman başka sesleri çok duyarız. Sonre kendi sesimiz gürleşir ve sadece onu duyarız. bir zaman sonra ise Heidegger'in dediği gibi varlığın sesini duymaya başlarız. Biz susmadan varlığın sesini duyamayız.
Sessizlik ne bir intihardır ne boşluk. Eğer boşluksa bile o boşluk Allah'ı bulabilmek için gerekli hatta zorunlu olan boşluktur. Ki ona da boşluk denmez. Orada varlığın bittiği asıl Varlık'ın başladığı yer vardır. Orası bir yer değildir belki de. Orası kokunun rengin sesin olmadığı bir şeydir. Orası sessizliktir.
SADIK YALSIZUÇANLAR