![]() |
#1 |
![]() Çanakkale müdafaasının parlak ve şanlı safhalarını gözümün önüne getirdiğim zaman, tarihte pek ulvî bir sayfa teşkil edecek olan bu zafer destanının kahramanlık menkıbeleri, kalbi cengâverce bir gaşya daldırıyor. Bu parlak manzûmenin her renkli mısrâsı, şanlı zabitlerimizin, kahraman neferlerimizin yiğitlik âvâzesiyle gelecek asırlara yansıyacaktır
Kerevizdere’de düşman biraz ilerlemiş, ikinci taburun önünde büyük bir siper kazmaya muvaffak olmuştu. Düşmanın göstermiş olduğu bu cüret, tekmil taburu hiddetlendiriyor, hiç kimse bu vaziyetin devamına tahammül etmek istemiyordu. Hatta fırka kumandanı bile hoşnutsuz bir sesle: “Tuhaf şey. Düşman ikinci tabura karşı bu kadar cüret göstersin!” diyordu. Yüzbaşı da müteessir görünüyor; bu siperi yıkmak, tarumar etmek lâzım geldiğini hissediyor; fakat bunun için icap eden fedakârlığı düşünerek ağır davranıyordu. Bir gün tabur kumandanı ile konuşurken şöyle demişti: - Biz bu siperi yıkarız. Buna eminim. Yalnız bir nokta var ki beni düşündürüyor; o da en sevgili askerlerimden birkaçını feda edebilmektir... Yüzbaşının bu sözlerini duyan mütevazı bir asker, Eskişehir’in Ilıca Köyünden Ömer oğlu Nasuh Onbaşı, ilerledi. Mahcup bir tavırla: - Yüzbaşım, bana izin verin, bu siperi ben yıkacağım! dedi. Kendisine refakat etmesi için şu üç arkadaşından başka kimseyi istemiyordu: Kalecik’in Dalbasan Köyünden İbrahim oğlu Hüseyin, Eskişehir’in Ilıca Köyünden Mehmed oğlu Abdurrahman, İnegöl’ün Metral Köyünden Resûloğullarından Mehmed oğlu Mustafa. Artık daha fazla bekleyemezlerdi. Nasuh Onbaşı bütün taburun kalbinde hissettiği arzuya tercüman olmuştu. Tabur kumandanı muvafakat etmişti. Yüzbaşı da lâzım gelen talimatı vermişti. Ara sıra patlayan bombaların ve şarapnellerin alevlerinden başka hiçbir ziya görülmeyen karanlık bir gecede dört kişiden mürekkep bu küçük fakat kahraman ordu, Nasuh Onbaşı’nın kumandası altında, düşman siperine doğru metin ve sarsılmaz bir imanla ilerleyip gitmişti... Yaklaşık 15 dakika sonra bir anda fazlalaşan bomba ve tüfek seslerinden anlaşılıyordu ki; boğuşma başlamıştı. Bu habersiz hücum karşısında telâşa düşen düşman âdeta kendini kaybetmiş; çılgınca her tarafa mermi yağdırmaya başlamıştı. Herkes büyük bir sabırsızlıkla Nasuh Onbaşı ile arkadaşlarını bekliyor, neticeyi bir an önce öğrenmek istiyordu. Nihayet Yedinci Bölük mıntıkasından haber gelmişti. Nasuh Onbaşı vazifesini ifa ederek sipere dönmüştü. Fakat yalnızdı. Yanında Mustafa, Hüseyin ve Abdurrahman adlı arkadaşları yoktu. Bu kahraman askerler de vazifelerini ifa etmişler ve bu uğurda kurban olmuşlardı. Sabahleyin tarumar edilmiş olan düşman siperini gören fırka kumandanı kendi eliyle “Necm-i Osmanî”yi (Osmanlı Nişanı’nı) Nasuh Onbaşı’nın göğsüne takıyor ve bütün taburu tebrik ediyordu. Yüzbaşı gurur ve iftihar ile Nasuh Onbaşı’yı göstererek: “Hepimize büyük bir şeref kazandırdı” diyordu. Nasuh Onbaşı mahcup ve mütevazı, fakat mert ve asil bir eda ile vazifesinden başka bir şey yapmadığını söylüyordu. Bu hadiseden dört gün sonra Nasuh Onbaşı da mukaddes ve mübarek şehîdlerimiz kafilesine iltihak ederek askerliğin en şerefli rütbesini kazanmıştı. Hz. Allah bizi şefaatlerine mazhar buyursun. Çimentepe’de Altı Şehid Liseli Yaşları yirmi ile yirmi beş arasında altı arkadaş idiler. Vatanın, kendi hayatını devam ettirmek için evlâdının hayatını sancak altına, silâh başına davet ettiği tehlike gününde, devam etmekte oldukları mektepleri terk ederek, zabit namzedi olmaya koşmuşlardı. Yakacık’ta, Maltepe’de, Erenköyü’nde belirli talim ve tedris devrelerini muvaffakiyetle tamamladılar ve Çanakkale’ye gittiler. Günün birinde Çimentepe önüne yirmi İngiliz zırhlısı geldi. Ve dakikada bin üç yüz altmış mermi serpen iki yüz kırk topunu, saatlerce bu mevziye yöneltmişti. Hücuma, müdafaaya, korunmaya imkânsızlıklar musallat eden bu amansız şiddet önünde Türk’ün harp azmiyle insanın hayatını muhafaza hissi birkaç dakika mücadele eder gibi olmuştu. Tepeye doğru adım adım ilerlemekte olan düşmanı, her ne suretle olursa olsun, eski mevzilerine atmak şarttı. Ve çok küçük bir tereddüt bile Türk’ün bu tarihî payitahtını, bu arş-ı İslâm’ı devirebilirdi. Mıntıkanın kumandanı en tehlikeli noktada bulunan bir alayın siperlerine doğru ilerledi. Ve hem rica, hem emreden bir sesle: - Bu alayı yerinden oynatıp düşmanın üstüne atacak zabitleriniz yok mu, diye bağırdı. Vatanın kendi hayatını devam ettirmek için evlâdının hayatını sancak altına, silâh başına davet ettiği tehlikeli bir günde, zabit namzedi olmaya koşmuş olan o altı mübarek genç, vicdanlarından çıkan mukaddes bir irade ile artık şehîd namzedi olmaya terfi etmişlerdi. Bir akşam evvel yazıp bestelemiş oldukları “Bu toprağı Türk’ün kanı yoğurdu, Annem beni bugün için doğurdu!..” Marşını hep bir ağızdan söyleyerek siperlerinden dışarı fırladılar. Hepsi anî ve birlik hâlinde bir hücumla ileri atıldılar. Evet, altısı da şehîd olmuştu! Ve ordumuz o altı gencin mübarek naaşları üstünden düşmana ettiği hücum ile İngilizlerin elindeki mevzileri geri aldılar... 57. Alay Destanı Düşmanın 25 Nisan 1915 tarihînde Arıbur-nu’nda ilk karaya çıktığı zaman karşısında 57. Alaydan yalnız bir bölük bulunmakta idi. İşte bu bölük alayın üç taburunun Maydos’tan gelmesine kadar Arıburnu’nu kahramanca müdafaa etmişti. 57. Alay seri bir yürüyüşle; cepheye gelir gelmez derhâl düşmana taarruza başlamış ve az evvel düşmanın Kanlısırt’ta ele geçirdiği üç tane seri cebel topunu, süngü hücumuyla ve sağlam olarak geri almış ve derhâl düşman aleyhine kullanmaya başlamıştı. Kocaçimen’den ilerleyen Elli Yedinci Alay ile beraber On Dokuzuncu Fırka da Alay Kumandanının emri altına girerek düşmanın ilerlemesine ve hâkim mevzileri ele geçirmesine meydan vermemişti. Ordumuz düşmanın firarına kadar dokuz ay Bombasırtı’nda düşmanla burun buruna denecek derecede yakın bir mesafede sebat ile mukavemet etmişti. 57. Alayın yiğit mensupları harp hâli icabı; istirahat için bile vakit bulamamışlardı. Üstelik hiçbir alayla da değiştirilmeyerek muharebenin başlangıcından nihayetine kadar mevzilerinde kalmışlar ve pek mühim mevzi muharebeleriyle düşmana pek çok zayiat verdirmişlerdi. Buna mükâfat olarak da Osmanlı Sultanı Mehmed Reşad’dan alay sancakları adına 27. Piyade Alayı ile birlikte imtiyaz muharebe madalyası ile taltif olunmuşlardı. İşte bu 57. Alay daha sonra tamamına yakınını Çanakkale’de şehid vererek, adını şanlı tarihimize şehâdet kanları ile yazdıracaktı. Kahraman Bir Zabitin Çanakkale Notlarından Çanakkale müdafaasının parlak ve şanlı safhalarını gözümün önüne getirdiğim zaman, tarihte pek ulvî bir sayfa teşkil edecek olan bu zafer destanının kahramanlık menkıbeleri, kalbi cengâverce bir gaşya daldırıyor. Anlıyorum ki tarihte benzeri görülmemiş akınlarıyla Asya’nın bir ucundan Avrupa’nın göbeğine kadar ilerleyen, kâinat tarihînde şan, satvet, kahramanlık; ölümü küçümseme levhaları vücuda getiren asil ırkımız, şimdi yirminci asrın kahramanlık tarihine de bir galibiyet manzumesi ilâve etti. Bu parlak manzumenin her renkli mısraı, şanlı zabitlerimizin, kahraman neferlerimizin yiğitlik âvâzesiyle gelecek asırlara yansıyacaktır. Bulunduğum muharebeler 1–2 Mayıs, 4 Haziran, 28 Haziran 1915 Muharebeleri idi. Şanlı payitahtımıza girmek için Osmanlı başkentinin kapılarını zorlayan hain düşmana ordumuz kahramanca mukabele ediyordu. Çanakkale müdafaasının hemen her günü parlak muvaffakiyetlerle sona eriyordu. Düşman her hücumunda mağlup olarak püskürtülüyor, siperleri içine taarruz eden askerlerimizin parlak süngüleri altında boğazlanmışçasına yerlere seriliyordu. Her taarruz eden takım veya bölük düşmandan aldığı ganimetlerle dönüyor ve her ilerlediği noktada ölünceye kadar sebat ediyordu. Düşmanla aramızdaki mesafe gayet azdı. Etrafımız, vatanımızın güzel sahillerini öpen denizlerle kuşatılmıştı. Biz bu mukaddes toprağın o ufak ve kıymettar parçasını müdafaa için düşman kurşunlarına göğüslerimizi siper ediyorduk. Vatan aşkıyla çarpan, geride bıraktığımız validelerimizin, kız kardeşlerimizin, evlatlarımızın, sevgili vatanımızın mevcudiyetini muhafaza azmiyle galeyan eden yüreklerimiz, aynı zamanda şanlı mazimizin gurur ve mefharetiyle dolu idi. Düşmana her hücumumuzda, bir zamanlar bu toprakları fethetmek, bize lâtif bir vatan hediye eylemek için; Şehzade Süleyman Paşaların, Ece Beylerin, Fazıl Beylerin bu sahillerde kahramanlık numuneleri gösterdiklerini, şanlı ordumuzun Rumeli’de, tarihte misli görülmeyen parlak zaferleri kazanmak için yine bu sahillerden zafer türküleriyle geçtiklerini hatırlıyorduk. Bu hatırlama bizim için bir teşvik şarkısı idi. Kulaklarımız bu galibiyet şarkısının kalbe ferahlık veren nağmeleri ile dolu olduğu halde ilerliyor, ateşler içine atılıyor, mermiler altında çarpışıyor, vuruluyor, vuruluyor, yaralarımızdan kanlar aktığı hâlde düşmanı tepelemekten geri durmuyorduk. 1-2 Mayıs 1915 gecesi idi. Düşman gemileri denizden topları ve makineli tüfekleri, karadan etrafı cehennemî ateşler içinde bırakıyordu. Karanlık bir gece idi. Düşman gece karanlığından istifade ederek anî bir gece taarruzu yapmak istiyordu. Düşman ateşi gittikçe şiddetini artırıyor, bu müthiş ve cehennemî ateş altında birliklerimiz şanlı bir surette müdafaa ediyordu. Ateşin şiddeti o derece idi ki, hatlarımızda emir ve kumanda karışmıştı. Düşman gemilerden icra edilen ateşlerin himayesinde taarruz ediyordu. Ortalığı büyük bir dehşet istilâ etmişti. Denizin korkunç ve siyah ufuklarından üzerimize ateşler saçılıyordu. Muharebenin bu müthiş safhasında 126. Alayın Birinci Tabur Yaveri Mülâzım-ı Sânî Bingâzili Hüseyin Efendi, düşmana kahramanca bir mukabil taarruz icra etmek istemişti. Kendisi tabur yaveri olduğu hâlde, düşman ateşleri altında dağınık surette müdafaada bulunan ufak kıtaları topladı. Bu bir avuç kahraman ile düşman hatları üzerine atıldı. Askerlerimizin hücumu o derece cesurane idi ki, fedakâr Hüseyin Efendi düşman hattını az zamanda yarmaya muvaffak oldu. Artık gözü hiçbir tehlike, hiçbir felâket, hiçbir dehşet görmüyordu. Elinde kılıç, kahraman askerleri peşinde “Allah Allah” âvâzesiyle ilerliyordu. Hüseyin Efendi bu şanlı mücadelede şehîd oldu, fakat sair kıtalarımıza parlak bir zafer numunesi gösterdi. Hüseyin Efendi yirmi altı yaşında, zeki, sınıfından birincilikle çıkmış, genç ve fedakâr bir zabitti. Hüseyin Efendi’nin fedakârlığı parlak bir galibiyetle taçlandırıldı. Arkadaşlarından Tabur Yaveri Selanikli Mülâzım-ı Sânî İsmail Efendi ile yine aynı alayın Birinci Tabur Birinci Bölük Kumandanı Mülâzım-i Evvel Bursalı Hacı Ali Rıza Efendi, diğer noktalarda bu kahramanlığı şanlı zaferlerle ikmal etmişlerdi. Aynı gecede vukua gelen Kirte Muharebesinde düşmana karşı yapılan mukabil taarruzda, o derece cesurane ve sebatkârâne hareket etmişlerdi ki, düşmanı sahile kadar püskürtmeye muvaffak olmuşlardı. Bu iki kahraman 4 Haziran 1915’de Sığındere muharebesinde şanlı bir surette muvaffakiyet kazanmışlardı. Selanikli İsmail Efendi, Sığındere’de sol cenahımızı çevirmeye teşebbüs eden düşmana karşı mukabil taarruza geçen kıtamıza, pek muvaffakiyetli bir surette rehberlik vazifesini ifa etmişti. Araziden istifade ederek ilerleyen düşmanı, maiyetindeki efradın süngü ve bombalarıyla def etmeye muvaffak olmuştu. Düşmana pek fazla telefat verdirmişti. O günün muharebesi İsmail Efendi’nin kahramanlığı sayesinde lehimizde neticelenmişti. Düşmanı, işgal ettiği mevziden kovduğu gibi maiyetindeki kahramanlarla elli tüfek, bir telefon ve külliyetli sedyeyi ganimet olarak ele geçirmeye muvaffak olmuştu. Yine o gün tıpkı Mülâzım-ı Evvel Bursalı Hacı Ali Rıza Efendi de mukabil bir taarruzda pek yiğitçe hareket etmişti. Düşmanı siperleri içinde bastırmış, eline geçen düşmanları yine siperler içinde ezmişti, elli tüfek ve yirmi sekiz sandık cephane ganimet almaya muvaffak olmuştu. Fakat en büyük kahramanlığı 12 Ekim 1915’de Kireçtepe mıntıkasında da göstermişti. Hacı Ali Rıza Efendi’nin o günkü kahramanlığı pek parlaktı. Vatan uğrunda hiçbir fedakârlıktan geri durmayan bu yiğit zabitimiz, düşmanın top mermileriyle yıktığı topraklar altında kalmıştı. Vücudunda hâsıl olan berelerden katiyen gayretsizliğe düşmeyerek topraklardan sıyrılmıştı. İtidalini katiyen bozmamıştı. Mühim vazifesini düşmanı mağlup edinceye kadar ifa etmişti. Nihayet ibraz eylediği fedakârlıklar ve cesaretlerle, bütün arkadaşları arasında kahraman unvanıyla anılmaya muvaffak olmuştu. Sığındere Muharebesi, zabitlerimizin yiğitliklerine renkli bir saha teşkil ediyordu. Aynı mevkide 28 Haziran 1915’de vukua gelen muharebede yine Selanikli Mülâzım-ı Sânî İsmail Efendi ile aynı taburun Dördüncü Bölük Kumandanı Trablusgarplı Yüzbaşı Ali Ulvi Efendi, şanlı ordumuzda numune olabilecek kahramanlıklar ibraz eylemişlerdi. Mülâzım-ı Sânî İsmail Efendi, Sığındere’ye karşı baskın yapmak isteyen düşmanı bombalarla o derece telefata duçar etmişti ki; taburunun cephesindeki düşman artık bir daha taarruza cüret edememişti. Aynı zamanda birliklerimiz tarafından da çevrilmişti. İsmail Efendi’nin yiğitliği ve cesareti sayesinde kesin bir galibiyet almaya muvaffak olmuştuk. Yüzbaşı Ali Ulvi Efendi ise sebat ve gayretiyle canını feda edinceye kadar düşmanla çarpışmıştı. Karşısında İngilizlerin inatçı bir kıtası gaddarca tecavüz ediyordu. Kahraman yüzbaşımız cesaretine asla usanç getirmemişti. Düşmana kanlı bir süngü hücumu icra etmişti. Karşısına inatçı bir hücumla çıkan İngiliz yüzbaşısını bir kurşunda yere sermiş, muharebenin kargaşası içinde önüne gelen düşmanı birer birer tepelemiş, düşmandan birçoğunu bizzat telef ettikten sonra da; pek parlak bir surette şehidlik rütbesini kazanmıştı. Ali Ulvi Efendi’nin bu fedakârlığı muharebenin bu safhasının lehimizde neticelenmesine de sebep olmuştu. Copyright © Arifan Dergisi Tüm hakları saklıdır.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Ellerinize sağlık böyle isimsiz kahramanları bizlere tanıttığınız için çok teşekkürler.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|