|
![]() |
#1 | |
![]() Alıntı:
Kılık Kıyafet Kanunu Kanun No: 2596 Madde 1 Herhangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin (din görevlilerinin) mabet ve ayinler haricinde ruhani kisve taşımaları yasaktır. Hükümet her din ve mezhepten münasip göreceği yalnız bir ruhaniye mabet ve ayin haricinde dahi ruhani kıyafetini taşıyabilmek için muvakkat müsaadeler verebilir. Bu müsaade müddetinin hitamında onun aynı ruhani hakkında yenilenmesi veya başka bir ruhaniye verilmesi caizdir. Madde 2 Türkiye’de kanuna tevfikan teşekkül etmiş ve edecek olan izcilik ve sporculuk gibi topluluklar, cemiyet ve kulüp gibi heyetler ve mektepler mahsus kıyafet, alamet ve levazım taşımak istedikleri zaman yalnız nizamname ve talimatname ile muayyen tiplere uygun kıyafet, alamet ve levazım taşıyabilirler. Madde 3 Türkiye’de bulunan Türklerin ve yabancıların, yabancı memleketlerin siyaset, askerlik ve milis teşekkülleri ile münasebetli kıyafet ve alametlerini ve levazımını taşımaları yasaktır. Madde 4 Ecnebi teşekkül mensuplarının kendi kıyafet, alamet ve levazımları ile Türkiye’yi ziyaret etmeleri, İcra Vekilleri Heyeti kararıyla tayin olunacak mercilerin müsaadesine bağlıdır. Madde 5 Türkiye Devleti nezdinde memur bulunanların kıyafetleri beynelmilel mer’i adetlere tabidir. Madde 6 Bu kanunun tatbik suretini gösterir bir nizamname yapılır. Madde 7 Birinci maddenin hükümleri, bu kanunun neşri tarihinden altı ay sonra ve diğer maddelerin hükümleri bu kanunun neşri tarihinden itibaren mer’idir ( geçerlidir). Madde 8 Bu kanunun icrasına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.
![]() |
||
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() ne demek istediğini ben de alamadım ki
hem zaten bizim ülkemizde liaklik anlayışı sorunlu yine bizden kanıt getiriyor Avrupa İnsan Hakları Beyannamesinden beklerdim ;) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 | |||
![]() Alıntı:
![]() |
||||
![]() |
![]() |
![]() |
#4 | |
![]() Alıntı:
|
||
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Bizim buralarda misyonerler dolaşıyor dikkat edin.Dün MÜSLÜMANLIKLA ÇOK DALGA GEÇTİ YANIMIZDA.Hep çocukların kafasını bulandıran bir adam.Başka yerlerden mahallemize geliyor.Çocukları toplayıp laik olun,türbana karşı olun.Dinle ilgili kelimelerle dalga geçiyor.Çok sinirlendim..
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 | |
![]() Alıntı:
|
||
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
![]() Nutuk’a önce adam gibi yayın gerek
DEVLET Bakanı Mehmet Aydın 7 Aralık’taki bütçe görüşmeleri sırasında TBMM’de söz almış ve herkesin Nutuk, Nutuk diye tutturmasına rağmen henüz nátıkının, yani Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’u hazırlarkenki psikolojisi üzerine çalışılmadığını söylemiş. Bakan Aydın bu amaçla yurt dışındaki üniversitelere öğrenci gönderip söylem analizi öğrenmesini sağlayacaklarını da sözlerine eklemiş. Sayın Aydın’ın affına sığınarak söylemeliyim, biz henüz Nutuk’u yayınlayabilmiş değiliz ki, psikolojik tahliline geçelim. ‘İrili ufaklı bunca Nutuk kitabı ortalıkta dolaşıp dururken nasıl olur da Nutuk henüz yayınlanmamıştır dersin’ diye kabaracaklara biraz sakin olmalarını tavsiye ederim. Çünkü konu ciddi. Peki nereden çıkarıyorum bunu? Vaktiyle Sami Nabi Özerdim çok uğraşırdı Nutuk metniyle. Sık sık vurguladığı şey, hala hatasız bir Nutuk’a kavuşamayışımızdı. Anlayacağınız, bugün piyasada olan Nutuk’ların hepsi şöyle ya da böyle hatalı. VE YASAKLANIYOR! NUTUK ilk yayınlandığı 1927 sonlarından itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisini belirleyen en temel metin olarak zikredilmiş, kendisinden sık sık örnekler verilmiş ve adı Atatürk ve Cumhuriyet ile birlikte anılan ana kitap olarak kabul edilmiştir. Gelin görün ki, 80 yıl sonra bile bu temel metin hálá yanlışsız ve eksiksiz bir şekilde yayınlanabilmiş değil. Çünkü Nutuk talihsiz bir dönemde, yani harf devriminden bir yıl önce yayınlanmış, devrim yapılınca Nutuk da sakıncalı ve yasaklı bir kitap sayılmıştır. Ve Cumhuriyet nesli, Nutuk’u okuyabilmek bahtiyarlığına altı yıl sonra erebilmiştir. Ne yazık ki 1934’te yapılan Latin harfli ilk neşir, eskilerden yeni harflere aktarılırken yapılan yanlışlarla malul olarak çıkacaktır. İLK ÖZTÜRKÇE METİN 1963’TE 1960’LARA gelindiğinde Nutuk’un yeni neslin anlayabileceği sadelikte yayınlanması gündeme gelmiştir. Türk Dil Kurumu 1963’te bir heyet kurarak ilk defa Öztürkçeleştirilmiş metni yayımlamıştır. Bunu bugüne kadar onlarca Nutuk ve söylev yayını takip etmiştir. Ne var ki bu Nutuk veya söylevler 1927’deki Arap harfli neşri değil de hatalı olan 1934 neşrini esas aldığından yanlışlar devam etmiş ve ehliyetsiz sadeleştirmelerle iyice içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. Sadece Nutuk’ta değil, söylev ve demeçlerde de hatalar sürmektedir. Nitekim 1925 yılında Konya’da yaptığı konuşmada Atatürk’ün ‘müessir sizsiniz’ (siz yaptınız) sözü, metinlere yanlışlıkla ‘müteessirsiniz’ şeklinde geçmiş ve söylev ve demeçlerde bu kelime ‘üzgünsünüz’ kılığına sokulmuştur! Osmanlı kadını kafes arkasında mıydı? Yanlış bilgilerimizden biri de şu: Osmanlı döneminde kadın evine, kafes ardına tıkılmış, ikinci sınıf bir yaratıktı. Oysa belgeler bize oldukça farklı bir kadın fotoğrafı çekiyor. Osmanlı döneminde ayakkabı imalatçılığından tutun da vakıf ve dokuma fabrikası sahibi kadınlara kadar son derece renkli bir kadın tablosu çıkıyor karşımıza. Tabii ki kadın kamusal alanda bugünkü kadar görünürlük kazanmış değildi. Ancak zannedildiği gibi harem havuzlarında yüzmekten gayrı işe yaramayan hayalî mahluklar olmadığı da gerçek. İşte bir Ermeni tarihçinin gözüyle İstanbul Kadısı ve padişah karşısında celallenebilen eli maşalı Osmanlı kadınlarının yaptıkları: Türk kadınları, ellerinde sırıklarla, taam yani yemek vaktinde toplu olarak, İstanbul Efendisi’nin konağına giderek yemek sahanlarını açmış ve ‘Papaz herif, sen böyle mükellef taam eylerken, biz açlıktan ölüyor, bir ciğeri 25 paraya yiyoruz’ diyerek Efendi’nin üstüne yürümüşlerdir. Efendi bunu görünce sofrayı bırakıp harem dairesine kaçmakla kadınların elinden kurtulmuştur. Kadınlar yolda, cuma günü olduğundan Bayezit Camii’ne selámlığa giden Padişaha da arzuhál vermekle beraber, ağızlarını da açmışlar ve uçlarına müm ve ciğer asılı sırıklar sallayarak: ‘Efendimiz, uyan ve bizi düşün. Pahalılığa dayanamıyoruz, aç kaldık’ gibi sözler sarf etmişlerdir. Fakat beyhude çabalıyorlardı, çünkü padişahın elinden bir şey gelmiyordu. (Tarih 1 Mayıs 1808, yani Sultan IV. Mustafa dönemidir) (Darphane kátibi George Oğulukyan’ın Ermenice Ruzname’sinden.) Hatalar düzeltilsin esela Nutuk’un son cildinde yer alan 28 nolu belgede menviyet (amaçlar) kelimesi maneviyat olarak yazılmıştır. Belge 112’deki ‘dûnan’ (alçaklar) kelimesi ‘dendan’ (dişler) şeklinde geçmektedir. Belge 238’de Kázım Karabekir’in bir mektubu nakledilirken ‘o cahiller’ ifadesi geçmektedir ki, bu ifade yerine ve metnin akışına hiç mi hiç uymamaktadır. Doğrusu ‘mücahitler’dir. Trakya belgelerinde ise ‘metanetimi imha ve celadetimi iade edecek’ denilmektedir. Cümlenin gelişi göz önünde tutulduğunda burada ‘imha’ değil, ‘ihya’ kelimesi kullanılmış olmalıdır. Ester ve mekkári (katır ve at, deve gibi kiralık hayvan) kelimeleri, ‘usturumkári’ (artık ne demekse) yapılmıştır. Velhasıl Nutuk, Genelkurmay Harb Tarihi Dairesi’nde mevcut olduğunu bildiğimiz orijinal yazma nüshasıyla karşılaştırılarak hatasız olarak yeniden yayınlanmalıdır. Ayrıca bir zamanlar Ziraat Bankası kasalarında saklandığını bildiğimiz belgelerin orijinalleri yeniden okunmalı ve hatalar düzeltilmelidir. Dipnotlarla bazı olayların arka planlarının açıklanması ve metin içi bağlantıların kurulması da gerekmektedir ki, gelecek nesiller eli yüzü düzgün bir Nutuk metni okuyabilsin. 84 yıldır bu işin sağlıklı bir şekilde yapılmamış olmasına ne kadar hayıflansak azdır. Türkiye’nin kurucusunun temel kitabı tahrif ediliyor, kimseden çıt yok. Sonra da kalkmış, bilimsellikten, objektiflikten, aydınlanmadan bahsediyorlar. Bir defa aydınlanmanın ilk şartı, önündeki metni doğru dürüst okuyup anlamak, sonra da yeni nesillere adam gibi aktarmaktır. Varlığını Atatürk’e borçlu olan TDK hesap vermeli ATATÜRK’ÜN kendi eliyle kurduğu Türk Dil Kurumu, yıllarca Türk halkına saç baş yoldurtan yeni ‘tilcikler’ uydurmaktan vakit mi bulamadı acaba Nutuk’la ilgilenmeye? Bir zamanlar, Behçet Kemal Çağlar’ın ‘Bugünün Diliyle Atatürk’ün Söylevleri’ (1968) kitabını basmıştır mesela. Atatürk’ün sözlerinin nasıl tahrif edildiğini yıllar önce Fethi Naci ‘Atatürk’ün Temel Görüşleri’ kitabında ortaya koymuş ve şöyle demişti: ‘Varlığını Atatürk’e borçlu olan TDK bu tahriflerin hesabını vermek zorundadır.’ Nasıl çarpıtılıyor? PİYASADAKİ Nutuk veya söylevlerde birçok kelime hatalı çevriliyor. Mesela Arapça diye ‘fakat’ kelimelerinin atıldığı ve yerlerine Türkçe zannedilerek ‘ama’ların konulduğunu görüyoruz. Mesela bir yerde ‘menfaatleri’ kelimesi ‘yararları’ diye güya Türkçe’leştirilmiş. Nutuk metnini öztürkçeleştirenlerin, kendi sözlüklerine bile tutarlı kalmadıkları anlaşılıyor. Nitekim Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde ‘menfaat’i, ‘çıkar’ diye karşılamışlar; ‘yarar’ı da ‘fayda’ yerine kullanmışlar. Mesela yine aynı paragrafta ‘hukuk-ı esasiye’, ‘temel haklar’ diye çevrilmiş. Oysa burada Anayasa Hukuku kastedilmektedir, eski deyişle Esas Teşkilat Hukuku. ‘Galeyana getirmek’, ‘alevlendirmek’ haline gelmiş; ‘kavim’ kelimesi ‘topluluk’ diye karşılanmış; biraz aşağıda ise bu defa ‘kitle’ kelimesi ‘topluluk’ yapılmış. ‘İktisadî’ kelimesi neyle karşılanmış biliyor musunuz? Şaşırmayın: Tutumsal. Ayrıca araya ‘ülkü’ kelimesi sıkıştırılmış ikide bir. Acaba ‘mefkûre’ kelimesinin karşılığı olarak mı kullanılmış diye 1927 basımına baktım ve hayret: ‘Nokta-i nazar’ (bakış açısı) diye geçen yerler ‘ülkü’ yapılıvermiş. Ne var ki asıl söylemek istediğim, bu anlaşılmaz hale getirme operasyonunu Atatürk’ün eserine layık görenlerin diğer kitaplara neler yapabileceğini ortaya koymaktı. Dille istedikleri gibi oynayabileceklerini zannedenlerin içine düştüğü trajikomik durum, bir kanon olarak kurgulanan Nutuk üzerindeki mıncıklamalardan daha iyi belgelenemezdi herhalde. Bir de Falih Rıfkı Atay’a kızarlar ‘Atatürk keşke Nutuk’u hiç yazmasaydı’ dedi diye. Kendileri onu anlaşılmaz bir kılığa soktukları halde hem de... Şimdi söyleyin bakalım: Nutuk’tan sınıfımızı geçebilmiş miyiz? Maziden bir yaprak Fotoğraftaki çift 4. Cumhurbaşkanımız Cemal Gürsel ve eşi Melahat Hanım... Tarih ise evlendikleri yıl yani 1927... Melahat Hanım’ın gençliğindeki lakabı ‘Manolya’ydı. Eşine ve onun askeri düzenine bağlı bir kadındı. En büyük zevki dikiş makinesinde kendi elbiselerini dikmekti. MUSTAFA ARMAĞAN. buyrun bakayım Nutuk o kadar güvenilir bir kaynakmıymış :-* |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
![]() O kadını köşede sıkıştırıp eşşek sudan gelinceye kadar dövmeli... >
![]() Bir de insan haklarından bahsederler... Bunlar kördür görmez, sağırdır duymazlar... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
![]() ingilteredeki kadın tamam yaşlı bir faşistlik örneği göstermiş kadın.Fakat ülkemize o yaşlı kadından onlarca yaş genç insanlar peçe neysede başörtülüleri bile dışlıyorlar.Atatürk zamanında kapalı bayanlar kamu yerlerine ,liselere hatta meclise girebiliyolardı.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#10 | |
![]() Alıntı:
Sen at gözlüğünü çıkar istersen kardeş bir de MUSTAFA ARMAĞAN'ın yazılarını oku istersen ! Milli_mücahide kardeşim paylaşmış . O'na ayrıca Teşekkürler ! |
||
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|