AK Gençliğin Buluşma Noktası
Star ve HaberTurk "Star" ve "HaberTurk" gazetesi köşe yazıları.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 07-30-2010, 21:44   #1
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart Prof. Dr. Ergun Özbudun - Muhalefet Neden 'EVET' Demiyor?
Prof. Dr. Ergun Özbudun - Muhalefet neden 'EVET' demiyor?

12 Eylül’de yapılacak halkoylamasının kampanya sürecinde belli başlı siyasi partilerimizin izleyecekleri stratejilerin ana hatları belli olmaya başladı. AK Parti’nin stratejisinin paketin içeriğini ön plana çıkarmak, onun Türkiye’deki mevcut vesayet rejimini zayıflatıcı ve birey hak ve hürriyetlerini genişletici yönlerini vurgulamak ve bir anlamda 12 Eylül rejimiyle bir hesaplaşmayı gerçekleştirmek olacağı anlaşılmaktadır. Muhalefet partilerinin stratejilerinin ise, paketin içeriğini eleştirmekten çok, halkoylamasını AK Parti iktidarına karşı bir güvensizlik oyu haline getirmek olduğu açıktır.

Muhalefetin açmazı

Gerçekten demokrat olduğunu iddia eden bir siyasi partinin, paketin içeriğine karşı çıkması hiç kolay değildir. Paketin, AYM’nin ve HSYK’nın yeniden yapılandırılmasına ilişkin hükümlerinin, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracağı, iktidarın hizmetinde bir yargı organı yaratacağı ve böylece denetimsiz bir çoğunluk diktatoryasına yol açacağı yolundaki eleştiriler, AYM’nin 7 Temmuz 2010 tarihli kararıyla, inandırıcılığını tümüyle yitirmiştir. Bilindiği gibi bu kararında AYM, büyük çoğunluğu CHP milletvekillerinden oluşan 111 milletvekilinin iptal istemlerinin pek büyük kısmını reddetmiş ve paketin özünü ve ruhunu zedelemeyecek tarzda, bazı tâli ibarelerin iptaliyle yetinmiştir. Bu durum, özellikle CHP muhalefeti bakımından ciddi bir açmaz yaratmış görünmektedir. Şu ana kadar, CHP ile AYM arasında büyük ölçüde bir görüş birliği olduğu, CHP’nin AYM’ye laik cumhuriyetin nihai kalesi olarak büyük önem atfettiği, AYM’nin de CHP’den gelen iptal istemlerine karşı özel bir duyarlılık gösterdiği bilinmektedir. Şimdi CHP, ya AYM’yi açıkça eleştirecek veya belki onun ağır baskılar altında kaldığını ileri sürecek (oysa AYM’nin 367, 2008 anayasa değişikliklerinin iptali ve AK Parti aleyhindeki kapatma davalarında tam da aksi yönde baskılar altında kaldığına dair yaygın bir kanı mevcuttur), ya da paketin içeriğine fazla değinmeden, “hayırda hayır vardır,” “paketin dışı şeker, içi zehir” gibi, düzeysiz ve içeriksiz bir kampanya sürdürecektir.

MHP’nin durumu da, CHP’ninkinden daha kolay değildir. Bu parti, geçmişte sistemin bazı vesayetçi özelliklerine, mesela AYM’nin anayasa değişiklikleri üzerinde bir esas denetimi yapmasına karşı çıktığı halde, bugün bu vesayetçi ruhu bir ölçüde sınırlandırmayı amaçlayan bir pakete hayır deme durumundadır. MHP liderlerinin, paketin etnik ayrışmayı ve bölücülüğü teşvik edeceği iddiasına karşılık, pakette Kürt sorununa ilişkin tek bir satır bile yoktur. Buna rağmen MHP’nin, kampanyasında vatan hainliğine kadar varan çok ağır suçlamalarda bulunacağı anlaşılmaktadır.

Ancak, bütün muhalefet partileri arasında durumu en paradoksal olanı, kuşkusuz, BDP’dir. Türkiye’de silahlı kuvvetler ve yüksek yargı eliyle yürütülen vesayet rejiminin acısını en çok çekmiş olan Kürt vatandaşlarımızı temsil ettiği iddiasındaki bu parti, TBMM oylamalarını boykot etmek ve halkoylamasında da seçmenlerine boykot çağrısında bulunmak gibi, anlaşılması fevkalade zor bir tutum sergilemiştir. Hele, bütün selefleri yürürlükteki parti yasakları rejimi yüzünden kapatılmış olduğu halde, paketin siyasi partilerin kapatılmasını önemli ölçüde güçleştiren maddesini desteklemeyerek bu maddenin paketten düşmesine sebep olması, akıl ve mantıkla açıklanabilecek bir davranış değildir.

BDP’nin tutumu anlaşılmaz

Pakette Kürt sorununa ilişkin iyileştirmelerin yer almadığı elbette doğrudur. Ancak, genel olarak demokratikleşmeye hizmet edecek bir anayasa değişikliğinin, ileride Kürt sorununun da daha serinkanlı ve yapıcı biçimde tartışılabilmesine imkân sağlayacağından kuşku duyulamaz. BDP’nin bu tavrı, kendisine yarım somun ekmek teklif edilen bir kişinin, tam somun olmadığı için bunu reddedip, kendisini açlıktan ölmeye mahkûm etmesini andırmaktadır (Benzer bir nitelendirme için, bkz. Neşe Düzel’in Hasan Bülent Kahraman’la röportajı, Taraf, 19 Temmuz 2010).

Aslında, BDP’nin boykot stratejisinin, tümüyle irrasyonel olmadığı, ancak uzun vadeli yapıcı bir perspektife değil, çok kısa vadeli kısır bir siyasi menfaat hesabına dayandığı söylenebilir. CHP ve MHP’nin Güneydoğu'da hemen hiç varlık gösteremediği dikkate alındığında BDP, kendisinin bölgedeki en tehlikeli rakibi olarak AK Parti’yi görmektedir ki, bu objektif olarak doğru bir tespittir. AK Parti, gerek 2007 milletvekili seçimlerinde, gerek 2009 mahallî seçimlerde Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde birinci parti olmuştur. BDP, halkoylamasının evetle sonuçlanmasını AK Parti’nin bölgedeki desteğini arttıracak, kendisini ve etkisi altında bulunduğunu inkâr etmediği PKK’yı marjinalleştirecek bir olay olarak görmektedir. Bu tespit de, objektif verilere göre yanlış sayılamaz. Ancak bütün bu kısa vadeli siyasi menfaat hesapları, BDP’nin, CHP ve MHP ile birlikte red cephesinde yer almasını haklı ve meşru kılmaz. Bu parti, boykot çağrısını etkili kılmak amacıyla, Kürt seçmenler üzerinde birtakım baskı ve tehdit yöntemlerine başvurduğu takdirde, sadece Türkiye halkının tümünün gözünde değil, baskı altına almaya çalışacağı Kürt seçmenlerin gözünde de meşruluğunu büyük ölçüde yitirecektir.

Kapsamlı reform için ilk adım

BDP’nin sergilemekte olduğu paradoksun bir benzeri de, demokrat ve solcu olduğu iddiasındaki bazı örgüt ve kişilerde de gözlemlenmektedir. Mesela 12 Eylül rejiminin acılarını en çok çekmiş örgütlerden biri olan DİSK’in, pakette yer alan ve mütevazı ölçüde de olsa sendikal haklarda iyileştirmeler sağlayan hükümlere rağmen, hayır cephesinde yer alması ibret vericidir. Bu tutum, insana yukarıda değindiğimiz “yarım somun, tam somun” benzetmesini hatırlatmaktadır. Hiçbir mantık ve kelime oyunu, kendisini solcu olarak nitelendiren kişi ve kuruluşların, 12 Eylül Anayasasının savunucuları ile aynı safta yer almalarını mazur gösteremez. Evetle hayır arasında kesin bir tercih belirtmemekle birlikte, sözcülerinin demeçlerindeki satır aralarından, hayıra daha yakın olduğu izlenimini veren TÜSİAD’ın durumu da, hayal kırıklığı yaratmaktadır. 1990’larda özellikle merhum Profesör Bülent Tanör’ün demokratikleşme raporlarıyla (bu raporlar, bugün telaffuz dahi edilmeyen radikal demokratikleşme önerilerini içermektedir) demokratikleşmenin önde gelen savunucuları arasında yer almış olan bu önemli kuruluşumuzun, bugün belki de hayalî bir “İslamî otokrasi” korkusuyla, mütereddit bir tutum almış olması üzüntü vericidir.

12 Eylül anayasa halkoylaması, Türk demokrasisinin geleceği açısından hayati bir önem taşımaktadır. Ya 12 Eylül vesayet rejiminin surlarında yetersiz de olsa bir gedik açılacak ve daha kapsamlı bir anayasa reformunun önündeki önemli bir psikolojik engel ortadan kalkacak, ya da vesayetçi güçler, halktan da aldıkları destekle, konumlarını daha da güçlendireceklerdir.

Star 27.07.2010

 


Konu Cihannur tarafından (07-31-2010 Saat 01:44 ) değiştirilmiştir..
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi