|
Ey Ağlayan ve Ağlatan Hoca
Burada Körfez Savaşı’nda Fethullah Gülen’in takındığı tavırdan dolayı kendisine yönelik Ali Bulaç’ın kaleme aldığı ibretlik yazısını alıntılamayı gerekli görüyoruz. Fakat ne ilginç ve hazindir ki en az Gülen ve taraftarları kadar, bugün için bu yazıdan ibret alması gerekenlerin başında bize göre maalesef Ali Bulaç’ın kendisi gelmektedir.
“Ağlayan ve Ağlatan Hoca
“Bu yazıyı kaleme aldığımızda Körfez Savaşı 3. haftasını doldurmuş oluyordu. Bu geçen süre içinde Amerika ve müttefiklerinin Irak’ın yerleşim bölgeleri, askeri ve ekonomik hedefleri üzerine yağdırdıkları bomba sayısı çoktan 200 bini aşmış durumdaydı. Gece gündüz, günün her saatinde 600 uçak havalanıyor, Adana-İncirlik ve Dahran’dan gidip Irak üzerine ölüm yağdırıyor…
Bu katliama karşı kim suskun kalabilir?…
…İnsanlar bu vahşi savaşa, bu soykırıma tepki göstermeye başladılar, sokaklara dökülüp, Amerika ve müttefiklerini lanetlediler.
Türkiye’de hükümet çevrelerinin bu haklı (tepkilerden) büyük rahatsızlık duyduğu anlaşılıyor. Hemen karşı propagandaya geçildi ve Körfez Savaşı’nın Hıristiyanlarla, Müslümanlar arasında süren bir savaş olmadığını etrafa yaymaya başladılar. Önce devletin memuru Diyanet İşleri Başkanı bir demeç verdi. Ardından “ağlayan ve ağlatan hoca”ya, “Türkiye vaizi” statüsüne çıkartılan emekli bir vaize merkezi camiler tahsis edilerek Saddam Hüseyin aleyhinde vaazlar verildi. Dün Irak-İran savaşında Ayetullah Humeyni’nin zulmüne karşı gelen Saddam Hüseyin’in erdemlerinden dem vuran Hoca, şimdi yukarıdan aldığı direktifler doğrultusunda, Saddam Hüseyin’in kafirliğinden, işlediği zulümlerden bahsetmeye başladı. Bu artistlere taş çıkartacak profesyonellikle ağlayarak ve ağlatarak, üstelik Rasulullah (s.a.v.) adına saçma sapan rüyalar uydurarak, Saddam aleyhtarlığı yapan Hoca’nın sözlerinden çıkan sonuç, Amerika’nın bölgede yaptıklarından dolayı kınanamayacağı, bu yüz kızartıcı bombardımanlardan mazur görüleceği sonucudur. Ben kişisel olarak bunu yadırgamadım; çünkü adamlar birilerini besliyorlarsa, bunun bir bedeli vardır. Şimdi bu bedeli ödemelerinin tam zamanıdır…
…Bunlar “zihn-i müşevveş” (kamdırılan) kimseler değildir, tam aksine “muallem”(eğitilen) kimselerdir…
…Hani Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dünya Müslümanlarını bir vücuda benzetmişti; hani bir organa bir diken batsa diğer bütün organlar rahatsız olurdu? Irak’ta bir organımıza diken batmıyor, adeta koparılıyor.
Ey ağlayan ve ağlatan Hoca! Biraz da bu hadisi hatırlayıp bundan söz etsene!..” (Ali Bulaç, Vahdet, 11 Şubat 1991 / http://www.haksozhaber.net/okul_v2/a...ail.php?id=916)
- Gülen; Susurluk olayında devletin, askerin, polisin ve meclisin konumunun zedelenmemesi gerektiğini ifade ederek durduğu yeri tayin etmiştir.
- 28 Şubat darbesinde nerde durduğunu ise detaylı bir biçimde anlattık.
- Başörtüsü zulmünün yaşandığı seksenli ve doksanlı yıllarda direnişçiler için “O çarşafın altında provokatör erkekler var.”, sonra da başörtüsü “furuattır”, yani vazgeçilebilirdir, diyerek direniş hattını bölmüş ve yine egemenlerin yanında safını tutmuştur. (Bu arada istismar edilen ‘furuat’ kavramının fıkhi açıdan doğru bir tespit olmakla birlikte; tevhid, adalet, nübüvvet ve ahiret gibi sayılı birkaç konunun dışındaki namaz, oruç, hac, zekat, zina, hırsızlık, yalan, çıplaklık, faiz, adam öldürme vs. gibi ibadet ve muamelata dair tüm konuların da ‘furuat’ olarak adlandırıldığının altını çizmek isteriz. Yani bu kapıyı araladığınızda ortada din diye bir şeyin kalmayacağını belirtmek isteriz.)
- Irak’ın ikinci defa ABD tarafından işgal edileceği 2003 yılında 1 Mart Tezkeresinin mecliste tartışıldığı dönemde, hoşgörü ve barışı dilinden düşürmeyen Gülen hareketine mensup kimi yazarlar öyle yazılar kaleme aldılar ki; Müslüman olmak şöyle dursun, insanlıktan zerre kadar nasibini almış hiç kimse o satırları kaleme alamazdı, diye düşünüyoruz. (Bakınız: Hüseyin Gülerce, 26.12.2002; Ali H. Aslan, 29.12.2002; Mustafa Ünal, 27.12.2002)
- Ve Mavi Marmara olayı. İnsanlığını, vicdanını, adalet duygusunu yitirmemiş tüm insanların ya içinde ya da yanında yer aldığı Mavi Marmara olayına karşı çıkan tek kişi, tek din adamı ve tek yapı Fethullah Gülen ve Hareketidir. Tabi İsrail, ABD ve yandaşlarını saymazsak. Gerekçisi de hazır; ‘Otoriteye isyan’. Oysa Fethullah Gülen, Müslüman olmanın ilk kelimesinin ‘isyan’ ile başladığını, İslam’a girmenin ilk adımının mevcut zulüm sistemlerine ve ‘otoritelerine’ ‘La / Hayır’ demek olduğunu, bütün peygamberlerin kendi dönemlerindeki zalim otoritelere başkaldırarak ve isyan ederek tevhidi mücadeleyi başlattıklarını bilmiyormuş gibi konuşuyor.
Gülen, zalim otoriteye başkaldırıya karşı çıkmakla kalmıyor; daha sonra Mavi Marmara’da katledilenlerin şehit bile olamayacağını, zira ‘Şehit olmaya gidiyoruz’ dediklerini, bu nedenle bile bile ölüme gittiklerini söylemekte de bir beis görmüyor. Cüneyt Özdemir’den dinliyoruz:
“Sohbetimiz sırasında konu İsrail ve Mavi Marmara gemisine geliyor. Fethullah Gülen Mavi Marmara’da pek çok gönüllünün sürekli tekrar ettiği ‘şehit olmaya gidiyoruz’ retoriğine şiddetle karşı çıkıyor. Böylesine bir şeyin şehitlik bile kabul edilemeyeceğini söylüyor.” (http://tr.fgulen.com/content/view/18615/12/)
Aslında bu sözlere denecek çok şey var. Fakat biz yine bu makalede izlediğimiz yöntemimizi takip etmeye devam edelim ve burada serdedilen görüşlerin vicdandan, insaftan ve adaletten uzak olduğunu; buna karşılık pragmatizm, zillet, teslimiyet, ilkesizlik, kişiliksizlik ve kimliksizlik koktuğunu Gülen’in yine kendisine başvurarak yazımıza son verelim. Bizce iki apayrı kişi(lik)le karşı karşıyayız. Aksi halde vicdan, adalet ve insaf sahibi hiç kimse hem Mavi Marmara ile ilgili yukarıdaki sözlerin hem de aşağıya alıntıladığımız sözlerin sahibinin aynı kişi olabileceğine inanamaz:
“ Şehid Olamama Burukluğu
Alparslan, Malazgirt’te üzerine giydiği beyaz urbasıyla ordusunun karşısında îrâd ettiği hutbesinde, cübbesinin kendisine kefen olmasını niyaz ediyordu. Sanki o, harp meydanına muzaffer olmaktan daha çok şehid olmak için gelmiş bulunuyordu. Ve bunu, giydiği kefeniyle de bizzat gösteriyordu. Onun için de, kendi ordusunun birkaç misli düşmanla tereddütsüz yaka-paça olabiliyordu.. ve oldu da.. Oldu ama, günün sonunda içi biraz buruktu. Zira şehid olmak istemiş, fakat olamamıştı… Sonrası malum… ” (Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla II, Perspektife Giren Şahıslar)
“ Dünyanın neresinde olursa olsun ortada bir zulüm varsa, mümin o zulmü ortadan kaldırmak zorundadır. Çünkü mümin yeryüzünün muvazene unsurudur. Bunun için de, önce çevresinden işe başlamalı ve gücü nispetinde bu daireyi genişletmenin çarelerini araştırmalıdır. Bu mevzuda himmet öyle âli tutulmalıdır ki, perspektife bütün cihan alınmalı ve sistem de ona göre akort edilmelidir.” (Fethullah Gülen, İla-yı Kelimetullah)
Kimileri, özellikle Gülen hareketi mensupları şunu diyecektir. “Canım Fethullah Gülen, takiyye yapıyor. Bunu bilmeyecek ne var?” Böyle diyenlere Fethullah Gülen’in, ‘Bana takiyye isnadında bulunmak, küfür isnadında bulunmakla eşdeğerdir.’ mealindeki sözünü hatırlatırız.
“Takiyye meselesine gelince takiyye meselesi Farslıların icat ettikleri Alevilik içinde bir prensiptir… Hele Sünnilerde takiyye mevzubahis hiç değildir. Bana takiyye isnadı, nifak isnadı, küfür isnadı gibi bir şey gelir.” (Reha Muhtar’la, Ateş Hattı, TRT 1, 03.07.1995)
Fakat yine de “Zaten takiyye dediğin böyle olur!” diyenlere de diyecek bir şey bulamıyorum. Sadece şunu diyebilirim: Böyle bir mantığın, böyle bir düşüncenin ne dinde ne insanlıkta ne de vicdanda yeri vardır. Bu düşünce olsa olsa bir bedende iki ayrı insan tipi, yani dini tabirle ikiyüzlü insan yetiştirir. İçeride başka, dışarıda başka; eski dönemde başka, yeni dönemde başka; topluma dönük yüzü başka, kendi yapısına dönük yüzü başka; toplumun geneline dönük yaptıkları medya faaliyeti ve programlar (Türkçe olimpiyatları gibi) başka, kendi aralarında yaptıkları programlar başka; başka, başka, başka ve en nihayetinde bambaşka…
Doğan ÖZLÜK / ufkumuz.com-platformhaber.net
|