|

Bugünkü Libya
Osmanlı Devleti ile İtalya arasında Trablusgarp Savaşı (1911-1912) sürerken, İngiltere’nin kışkırtması sonucu Balkanlar alevlendi...
Karadağ isyan etti...
Böylece Birinci Balkan Savaşı başladı.
Osmanlı Devleti çaresiz İtalya ile barışa razı oldu.
15 Ekim 1912’de İsviçre’nin Ouchy (Uşi) kentinde imzalanan anlaşma ile Trablusgarp elimizden gitti.
Anlaşmaya göre, Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi’deki kuvvetlerini çekecek ve buraları İtalya’ya bırakacaktı...
Karşılık olarak Trablusgarp’taki Müslümanların her türlü hakkı korunacak, İtalya Krallığı, On İki Ada’yı Osmanlı Devleti’ne geri verecekti.
Ne var ki, İtalya, taahhüdünde durmadı. Bir süre sonra da Adaları ilhak ettiğini açıkladı.
Osmanlı itiraz ediyor, dünyayı bu haksızlık karşısında harekete geçirmek için çabalıyor, fakat hiçbir sonuç alamıyordu.
Avrupa’nın güçlü önderleri lâf-u güzafla vaziyeti idare ediyorlar, hatta bu haksızlığın bedelini Osmanlı Devleti’ne ödetmeye çalışıyorlardı.
Neden sonra, II. Dünya Savaşı sırasında On İki Ada, Almanya tarafından işgal edildi. Yenileceğini anladığı sırada ise On İki Ada’yı, belki bir taktik, belki de “armağan” olarak Türkiye’ye teklif etti, ancak İsmet Paşa Türkiye’si “Ne kimseden bir karış toprak isterim, ne de kimseye bir karış toprak veririm” diyerek teklifi geri çevirdi.
Özetle Osmanlı Devleti, Trablusgarp Savaşı sonunda, Kuzey Afrika’daki son kalesini kaptırmakla kalmadı, On İki Ada’yı da kaybetti.
İtalya ülkenin (Trablusgarp=Libya) tamamını sömürgeye dönüştürüp acımasızca sömürmeye başladı...
Halkı sözün tam anlamıyla köleleştirdi.
Halkı baskı ve zulüm ile sindirmişti. Nefes aldırmıyor, iki kişi bir araya gelemiyordu.
Sonuçta halkın sabrı taştı. İtalyan sömürgeciliğine karşı Ömer Muhtar’ın önderliğinde bayrak açıldı.
Bu hareket önemli başarılar kazandı, ancak direnişin lideri Ömer Muhtar yakalanıp idam edilince sekteye uğradı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölge Fransa ve İngiltere’ye bırakıldı.
İtalya’dan ne arttıysa İngiltere ile Fransa bölüştüler...
Nihayet konu Birleşmiş Milletler’e aksetti.
Uzun görüşme ve tartışmalardan sonra, BM, 1949’da Libya’nın bağımsızlaştırılması kararını verdi (Libya, Birleşmiş Milletler aracılığıyla bağımsızlığa kavuşan ilk ülkedir).
Bu görüşmelerde Libya’yı, 1920’lerden beri İtalyanlarla mücadele eden, bu yüzden Mısır’da sürgünde yaşamak zorunda kalan Şeyh İdris temsil etti.
1951’de Libya’nın bağımsızlığı onaylandı ve Şeyh İdris Kral ilân edildi.
Libya 1969 yılına böyle geldi...
1969’da ordunun genç subaylarından Albay Kaddafi bir grup subayla birlikte gerçekleştirdiği askeri darbe ile Kral İdris’i devirip iktidarı ele geçirdi.
Böylece monarşi sona erdi ve Libya Halk Sosyalist Cemahiriyesi kuruldu.
Kaddafi, “Üçüncü Evrensel Teori” dediği, Sosyalizm ve İslâm karışımı akla ziyan bir diktatörlük kurdu.
O kadar acımasızdır ki, kendi halkını bombalamaktan perva etmemektedir.
Tam bir dengesizlik numunesi...
Adı “Seyf-ül İslâm” (İslâmın kılıcı) olan oğlu da kendisine çekmiş olmalı ki, “Libya’yı Türkiye ve İtalya’ya terk etmeyeceğiz” şeklinde yâveliyor.
Fethettiği bölgeleri “inşa” ve “ihya” eden Osmanlı ile sömürüp “imha” eden İtalya’yı aynı kefeye koymak bile hastalıklı zihni hakkında bir fikir verebilir.
Daha önce de yazdığım gibi, İslâm âlemi yeni bir bahar bekliyor.
Ve tarih Osmanlı’nın mirasçısı olan Türkiye’ye İslâm âlemini derleyip toparlamak gibi tarihi bir misyon yüklüyor.
*
Şu bizim Trablusgarp
Barbaros Hayreddin Paşa’nın; “Benden yeğdir!” dediği Turgut Reis, Trablusgarp Fatihi olarak anılır…
Osmanlı Devleti’nin Menteşe (Muğla) Sancağı’na bağlı Saravuloz köyünde, Çoban Veli’nin oğlu olarak dünyaya geldi (tahminen 1485).
17 Haziran 1565’te, St. Elmo kuşatması esnasında, burçlara yapılan bir hücumda, başından yaralanarak beş gün baygın yattıktan sonra, 23 Haziran 1565’de St. Elmo’nun fethedildiği gün şehit oldu.
Türbesi bugünkü Libya’nın Trablusgarp kentinde kendisinin yaptırdığı caminin yanındadır.
Trablusgarp, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle 15 Ağustos 1551’de Turgut Reis tarafından fethedildi. 1912’de ise elimizden çıktı. “Libya ile neden ilgileniyoruz?” diyenlere en iyi cevap işte bu tarihlerdir: İlgileniyoruz, ilgilenmeliyiz, çünkü bölge 361 sene hâkimiyetimiz altında yaşadı. Bu süre içinde kan ve gözyaşı dökülmedi. Herkes huzur içindeydi. Meşhur deyişle, âdeta “kurtla kuzu” yürüyordu.
Sonra bölgeye İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle İtalya geldi (1912)…
İngiltere, Fransa ve Portekiz gibi zengin sömürgelere sahip olmadığından sürekli sızlanıyor, zaman zaman sömürgeci Fransa ve İngiltere’den pay istiyordu…
Hele de Fransa Tunus’u (1881), İngiltere Mısır’ı (1882) ardı ardına işgal edip sömürgeleştirince huzursuzluğu arttı. Kuzey Afrika’da kalan son Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’ı (Libya) işgal için destek istedi.
Bunun üzerine İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp Eyaleti’ni “sus payı” olarak İtalya’ya verdiler.
Aslında İtalya, dillendirmemekle birlikte, Doğu Roma İmparatorluğu'nu hortlatmak istiyordu.
Avrupalı sömürgecilerin desteğini kazandıktan sonra, İtalya, Osmanlı Devleti’ne sert bir nota vererek, 48 saat içinde Trablusgarp’ın İtalyan yönetimine bırakılmasını ve İtalya’ya yıllık vergi verilmesini talep etti.
İşin bahanesi Osmanlı Devleti’nin kendi toprağı olan Trablusgarp’a bir gemi ile cephane sevk etmesiydi.
Tabiatıyla Osmanlı Devleti notayı reddetti. Bunun üzerine İtalya, İngiltere ve Fransa’nın da desteğini arkasına alarak Trablusgarp’a saldırdı.
Savaş, Adriyatik Denizi, Ege Adaları, Çanakkale Boğazı ve Kızıldeniz’de iki yıl kadar sürdü (1911-1912).
30 Eylül'de Trablus Kenti İtalyan uçakları (bombardıman uçağı ilk kez bu savaşta kullanıldı) tarafından bombalandı.
Kenti eski silahlarla savunmaya çalışan 8 bin kişilik Osmanlı kuvveti dayanamadı ve 5 Ekim’de İtalyanlar şehri ele geçirdi.
18 Ekim’de Derne, 20 Ekim’de de Bingazi düştü.
Osmanlı Hükümeti, Kurmay Binbaşı Enver (meşhur Enver Paşa o sırada Kurmay Binbaşı’dır), Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, Kurmay Albay Neşet, Fuat (Bulca), Nuri (Conker) ve Fethi (Okyar) gibi yetenekli subaylarını Trablusgarp’a gönderdi (Mustafa Kemal, “gazete muhabiri Şerif Bey” adıyla Mısır üzerinden bölgeye ulaşmıştır). Bunun bir sonucu olarak mevzii bazı zaferler kazanılmakla birlikte kesin sonuç alamadılar. İtalya ordusu püskürtülemedi.
Hilafetin de gayretiyle yerli halkın çoğu kazanılmış, özellikle Sunusi Tarikatı şeyhi ve müritleri Osmanlı savunmasına büyük destek vermişti.
Bölgeyi savunmak kolay değildi: Eski silahlarla donatılmış 20 bin civarında Osmanlı askeri, modern silahlara sahip 100 bin kişilik İtalya ordusuyla savaşıyordu.
İtalyanlar Mart’ta Bingazi’yi tamamen ele geçirdiler.
5 Mayıs’ta İtalya kuvvetleri, Rodos Adası’na çıktı. On gün içerisinde Rodos’u, iki hafta kadar sonra da Oniki Ada olarak bilinen adalar grubunu ele geçirdiler.
389 sene Osmanlı yönetiminde kalmış, yönetim merkezi Rodos Adası olan Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaleti (Oniki Ada) tamamen İtalya’nın eline geçti.

Oniki Ada’yı hatırlayanınız var mı?
15 Şubat (1947) Rodos ve diğer adaların Yunanistan’a “hibe” edildiği tarihtir. Güncel olaylardan kendimizi biraz kurtarıp tarihin labirentlerine girebilirsek, göreceğiz ki, günümüz dünümüzün etkisindedir.
Hatalı her politika sadece kendi dönemini değil, daha ziyade geleceği etkiliyor. Bu çerçevede Oniki Ada olayını irdelemekte fayda var: Belki “tâbsıra-i ibret” olur.
Hemen belirteyim ki, Lozan görüşmeleri başladığında, Oniki Ada, hukuken İtalyan işgali altında bir Türk toprağıydı.
Gerçi İtalya, adaları Türkiye’ye iade etmeyi yazılı olarak taahhüt etmişti; ancak, bu taahhüdünü yerine getirmiyordu. Lozan görüşmelerine gidilmesinden önce, Mustafa Kemal (Atatürk), İsmet Paşa (İnönü) Başkanlığında Lozan’a gidecek heyete verilecek talimatı TBMM’de tartışmış ve önemli gördüğü hususları 12 madde halinde heyete bildirmişti. Bu maddelerden birinde, Türkiye sahillerine yakın olan adaların, güvenlik açısından, Türkiye’ye bırakılmasının sağlanması vurgulanıyordu. Maddede tek tek ada ismi belirtilmiyor, ama Türkiye’de kalması gereken adaların başında Oniki Ada’nın geldiğini herkes biliyordu.
Türk görüşmeciler de Lozan’da bunu savundular: Anadolu kıyılarına yakın küçük adalarla, İmzor, Bozcaada ve Semadirek Adası’nın Türkiye’ye bağlanmasını, ayrıca da, işgal altındaki diğer adaların asker ve silahtan arındırılmasını istediler. Böylece, Türk tezi, Anadolu’nun güvenliği açısından adaların “silah ve askerden arındırılması” esasına oturtulmuş oluyordu. Yani Türkiye, hukuken kendisine ait olan Oniki Ada ile diğer bazı adaların kesin surette kendisine verilmesi konusunda çok fazla ısrarcı olmuyordu.
Ayrıca, Lozan’a giden delege ve danışmanlar, özellikle Oniki Ada konusunda çok hazırlıklı değillerdi. O kadar ki, Ege Adaları sorunu komisyonlarda görüşülürken, Ege Adaları’nın en önemlilerinden biri olan Limni Adası unutulmuş, danışmanların hazırladığı rapora konmamıştı...
Bu durum, milli çıkarlarımız açısından anlaşılabilir bir durum değildir. Bu olay üzerine Lord Curzon, komisyonda Türk heyetine alaycı imalarda bulunmuştur.
Türk Heyeti’nde yer alan bazı delegeler ise konunun önemini kavrayamamıştı. Bunlardan biri de Lozan’da “ikinci adam” konumunda olan Dr. Rıza Nur’du. Almanya’da basılan hatıralarında, Oniki Ada ile ilgili düşüncelerini şöyle açıklıyor:
“Bunların bir kısmı Yunanlıların, bir kısmı da İtalyanların elinde... Ahali ekseriyetle Rum... Vakıa Anadolu sahilleri için kaçakçılık ve eşkıyalık, iktisadi vaziyet cihetiyle adalar mühimdirler. Hatta Anadolu’ya tecavüz için mükemmel hareket üssü olabilirler. Fakat Türkiye’de onları ne almak ne de sonra muhafaza etmek kuvveti var. Deniz aşırı muhafazalar büyük masraflar ister. Yalnız Çanakkale Boğazı’nın ağzını tıkayan bir iki adayı almalıyız ve alabilirsek kâr. Öbür tarafı uğraşmaya değmez. Yunan veya İtalya, kimin elinde olursa olsun... Bizde olmayınca kimde olursa olsun. İkisi de bize tecavüz edecek mahiyette... Sade buraları gayri askeri yapabilirsek (askerden arındırabilirsek) yeter...
“Bize ‘Meis Adası sahilimize pek yakın olduğundan verilmemesini’ Rauf (Orbay), hükümet namına ısrarla yazdı. Fakat bu ufak kayalık yer neye yarayacak? İtalyanlara harekât üssü ise Rodos ve Kuşadası’dır. Burası o işe yaramaz. Bu adaların hepsi de Oniki Adalardandır. Bunları 1912’de Türkiye Uşi Muahedesi ile İtalya’ya zaten vermiş. (Bu çok yanlış bir yorumdur) Bize şimdi burada tasdikinden başka çare yok. Binaenaleyh kara sularımızdaki adaları aldık.”
Lozan Heyeti’nde yer alanların çoğu, Oniki Ada’nın önemini kavrayamazken, ondan yıllar önce, Trablusgarp Savaşı çıkıp, İtalyanlar Oniki Ada’yı işgal ettiğinde, devrin sadrazamı Said Paşa adaların önemini şu cümlelerle vurgulamıştı:
“Adaların ehemmiyeti çok fazladır. Binaenaleyh adaların kurtarılmasına çalışmalı. Hatıra gelecek şeyler vücuda gelecek olursa yalnız İstanbul değil, Anadolu sahilleri de tehlikeye girer. Önceden de söylediğim gibi bu adalar İstanbul ve Anadolu’nun karakollarıdır.”
Sonuçta, Lozan’da Oniki Ada İtalya’ya bırakıldı. Antlaşmanın 15. maddesine göre Türkiye bu adalar üzerindeki her türlü hak ve hukukundan İtalya lehine tamamen feragat etti. Adaların İtalya’ya aidiyetini kabullendi...
Yavuz Bahadıroğlu
|