- Sokullu'nun, şehit edildiği zamanki kanlı gömleğini ailesi iki buçuk asır sakladı. Her sene mevlüdü okunup ziyaret edildi. Sonra Karaağaç'taki yalılarıyla birlikte andı.
- Pehlivan Kara Ahmet, Yeşil tulumbada bir kahvede ansızın ölmüştü. Ölürken sarıldığı demir parmaklığın dokuz çubuğu birbirine geçmiştir.
- Padişahların mutlak vekaletlerine delalet eden "möhri hümayun" geleneği Abbasi halifeleri zamanından kalmadır. Önceleri möhri hümayun yüzükte olup sadrazamlar parmaklarına takarlardı. Sonraları inci zincire bağlı altın keseler içinde boyunlara takılıp cepte taşımak adet olmuştu. Sadrazamlar, mührü yatakta bile yanlarından ayırmazlardı. Hatta Ali Paşa hamama giderken bile yanında bulundururmuş.
- II. Süleyman kadınlarla meşgul olmazdı. Saraylılar harem ağalarıyla rezalete başladılar. Bu yüzden hizmeti olmayan ağaların içeri girmesi men edildi.
15. asırda Bursa'da Molla Rüstem ölürken 14 yaşındaki oğluna yüz yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 florin hesap ederek 3 milyon 6 yüzbin florin gibi muazzam bir miras bırakmıştı. Bu çocuk babasından sonra ancak 7 yıl yaşadı. Bütün paralarını yedi ve yalınayak, sefil, bir hamam külhanında öldü. Mirasyediliğine misal: Bir gün, bir bağda tavşan yatağı bulunduğunu haber verdiler. 100 florin verdi. 100 florine de bir tazı aldı. Tavşanı ininden çıkarana 100 florin verdi, fakat tazı tavşana saldırmadı. Tazıyı kılıçla ikiye böldü.
Abdülaziz zamanında Arifaki isminde bir adam "Musavver Medeniyet" isminde bir gazete çıkarmış ve ilk sayfasına Şehzade Yusuf İzzettin Efendi'nin bir resmini koymuş, bu vesile ile valide sultandan ve padişahtan ve saray mensuplarından ikibin altına yakın bahşiş kopartmıştı. Bu hanedandan bir zatın, bir gazeteye basılan ilk resmiydi.
Kanuni Sultan Süleyman gayet mahir bir kuyumcu idi ve sağ kulağında daima, bir fındık büyüklüğünde ve armut şeklinde çok kıymetli bir inci küpe taşırdı.
IV. Murat zamanında tütün içmek yasaktı. İçen asılarak idam olunur ve öldükten sonra asıldığı yerde çubuğu ağzına verilerek teşhir edilirdi.
İstanbul'da ilk kahvehane 16. asır ortalarında Tahtakale'de açıldı. Burada okur yazar ve zarif insanlar toplanır, edebi muşahabeler yapar, satranç oynarlardı. Zamanla bunlar fazlalaştı. Fakat işe müdahale edilerek men edildi.
17. asırda İstanbul genişleyince büyük şehir ahlaksızlığı başlamıştı. Bazı kimseler kör cariye ve esir satın alıp dilendirirler, yahut birinin boynuna zincir takıp "borçlu mahsup tur diye merhamet çekerek para toplarlardı. Softalar, eski elbise giyen kadınlar, dilenciler kahyasına rüşvet vererek dilenirlerdi.
Kanuni'nin sadrazamı İbrahim Paşa'nın adamlarından Alvaryo Griti adında birisi vardı. Bu zat, o zamanki Venedik Cumhuriyetinin elçisi idi. Taksim civarında bir sarayı vardı. Kendisine yazılan resmi evrakta "Beyoğlu" diye yadolunurdu. Beyoğlu semtinin adı buradan gelmektedir.
17. asırda arzuhalcilerde inzibat altına alınmıştı. Bunların dürüst, tecrübeli ve devlet emirlerine vakıf kimseler olması şarttı.
17. asırda, sarayda padişah odasına beşer yüz dirhemlik iki mumu ve saray odaları için iki yüz dirhemlik ikişer mum verilirdi.
18. asır başlarında kasapları hükümet tayin ederdi ve bunları zengin kimselerden seçerlerdi. Bunlar narha göre satarlar ve zararları olursa hükümet kapardı. Zorla kasap yazılan bir zengin Mısır’a kaçmıştı.
III. Murat zamanında şımarık vaizlerden Şeyh Şuca, maymunlar insanlara benziyor diye başlarına bir şey giymelerine irade aldı ve İstanbul’daki iki yüz maymuna birer kırmızı takke giydirildi.
Sokaklarda daimi ışık bulunmadığından geceleri sokağa çıkan İstanbul halkı fener kullanırdı. Bunlar camlı veya muşambalı olurdu. Daha evvelleri bu fenerlerdeki mumların adedi de sahibinin mertebesine göre değişirdi.
Kibritten evvel çubuk yakmak için kav kullanılırdı. Çakmak taşına çelik demirle vurularak çıkarılan şerare ile yakılırdı.
Küsler, üzerlerine kalın deriler gerili muazzam davullardı. Harp meydanlarında zaferler bunlarla ilan edilir ve yer gök inlerdi ( küslere halk kös derdi).
Gündelik gazetelerin mevcut olmadığı devirlerde günlük bazı devlet emirleri, ahali tellalları vasıtasıyla toplanarak tebliğ edilirdi. Tellarlar, "komşular, komşular! Bu gece camiye buyurun, tembih var!" diye bağırarak halkı camilere toplarlardı.
Avrupakari fayton denilen arabalar Türkiye'ye II. Mahmut tarafından girmişti. Evvelce bunlara padişahtan başkası binemezken, padişahın seyahatlerinde yakınları da rahat etsinler diye onlara da müsaade edilmiş ve neden sonra herkes binebilmiştir.
Bizde müdde-i umumilik (savcılık) ilk defa 1880'de Adliye teşkilatı kanunu ile ihdas edildi. Unvanları "hasmı mansup"tu (yani tayin edilmiş hasım). İki taraf varken 3. şahsın muhakemeye müdahalesini halk ilk zamanlar anlayamamıştı.
Köprülü Mehmet Paşa vilayetlerle payıtahttaki eşkıya ve zorbaları temizlemek maksadıyla otuzbine yakın insan idam ettirmiştir. Yalnız celladı Zülfikar 4000 kişiyi denize atmıştır. Tarihler, o zamanı ıslah için bu hunharlığı mazur görmektedir.
Eskiden devletin harici işlerini gören zatın ünvanı Reisilküttab idi. Akif Paşa, resmi yazı lisanını sadeleştiren bir edibimizdi. Namık Kemal, kitabeti Akif Paşa'nın eserlerinden öğrendiğini söylerdi.
Kanuni'nin sadrazamlarından Semiz Ali Paşa o kadar şişmandı ki, koca imparatorlukta kendisini taşıyabilecek ancak iki at bulunabiliyordu.
17. yüzyıl ortalarında İstanbul'da bir "elekçi delisi" vardı. bu deli her gün 3-4 elek telini koparır ve bükerek bir pide gibi iştahla yerdi.
Hicaz, Türkiye'de bulunduğu müddetçe, I. Dünya Savaşı sonuna kadar, Peygamberimizin markadı üzerindeki kandillerde daima "gül yağı" yakılmıştır.
IV. Avcı Mehmet, Trakya'da bir köylü çocuğu görmüştü. Bu çocuğun sol bacağı, bir keçi bacağı gibi kıllı idi. Padişah bu çocuğa 100 altın verdi.
Hanya fatihi Silahtar Yusuf Paşa güzelliği ile meşhur genç bir vezirdi. Çocukluğunda Dalmaçyalı fakir bir çocuk olan Yusuf Paşa, bir kış günü çıplak ayaklarına bir çift eski kundura giydiren kadına, vezir olduktan sonra bu partal kunduraları, içlerine altın doldurarak iade etmiştir.
Somatra Adası'nın en büyük kilisesinin çanı, eski bir Türk topundan yapılmıştır. Üzerinde II. Selim'in tuğrası vardır. Bu top, Somatra Müslümanlarına yardım için gönderilen Türk topçuları tarafından orada dökülmüş ve üzerine de bu ada Müslümanlarının Türkiye'ye tabiiyet alameti olarak bu padişahın tuğrası konmuştur.
IV. Murat zamanında tütün içmek yasaktı. İçen asılarak idam olunur ve öldükten sonra asıldığı yerde çubuğu ağzına verilerek teşhir edilirdi
|