Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10-14-2018, 22:32   #135
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak sabah.com ERHAN AFYONCU

117 yıl önce ABD ile rahibe krizi

Osmanlının Makedonya bölgesinde bölücü faaliyetlerin sürdüğü 1901’de kaçırılan Amerikalı Protestan Misyoner Rahibe Miss Stone şöhret olurken, kaçıran çete de para sahibi olmuştu
Osmanlı Rusya arasındaki 1877- 1878 de imzalanan Ayastefenos Antlaşması'yla kurulması düşünülen Büyük Bulgaristanı İngiltere engelledi
Bu antlaşmanın yerine imzalanan Berlin Antlaşması'yla Büyük Bulgaristan üçe bölündü.Rusya'nın Osmanlı'yı parçalama faaliyetleri yüzünden bu antlaşma geçerli olmadı.

1885'te Doğu Rumeli'yi sınırlarına katan Bulgaristan Prensliği, Makedonya'ya göz dikti. Makedonya mücadeleleri sırasında bir Amerikalı rahibe kaçırıldı
Bulgarlar, Makedonyada faaliyetlerini yoğunlaştırdı terör eylemleriyle Makedonya'yı Osmanlı'dan koparmak istediler Çete lideri Sandanski 1901'de bir plan yaptı. Selanik'te Amerikalı Rahibe Ellen Maria Stone'u kaçırıp, fidye alacaktı. Amerikalı Protestan misyoner Miss Stone ve Bulgar misyoner arkadaşı Katerina Stefanova, 19 kişilik bir kafileyle birlikte 21 Ağustos*1901'de Selanik'e bağlı Banesko Köyü'nden yola çıktılar. Yolda önlerini kesen 16 kişilik çete Miss Stone ve hamile Katerina'yı alıp, diğer yolcuları serbest bıraktılar. Çete iki yolcuyu dağa kaldırdı

Hadise büyük bir yankı uyandırdı.
Selanik Valisi Tevfik Paşa, durumu taraftan İstanbul'a haber verirken, diğer rehinelerin kurtarılması için çalışmalara başladı. Bulgar çetesi karlı dağlarda rehineleri sakladı Miss Stone, bir bir Amerikalı doktora mektup yazarak, "25 bin lira istedi Rehinelerin çetenin yanındaki günleri dört ayı bulmuştu ki Katerina'nın doğum sancıları başladı. Bulgar komiteciler, bir kulübede çocuğunun doğmasını sağladılar.

Osmanlı Devleti, bu durumun kötü örnek olmasından ve yabancıların kaçırılıp, fidye istenmesinden çekiniyordu. Osmanlı rehinelerin bulunmasına
ödül koydu. Çobanları ve köylüleri kontrole aldı. Askerler yolları tuttu Bulgar çetesi rahibeyi kaçıranların Arnavut olduğunu yaydı çete yakalanamadan, rehinelerle birlikte Bulgaristan'a geçti. Bulgaristan Osmanlının baskısına rağmen çeteyi görmezden geldi. Amerikan elçiliği vatandaşını kurtarmak için Osmanlıyı devre dışı bırakıp komitecilerle görüştü. Ocak 1902'de Amerikalı yetkililer çeteye 14.500 lira verdiler ve rehineler Şubatta serbest bırakıldılar.

Osmanlı yetkilileri tarafından ifadesi alınan Miss Stone bilgi vermek yerine hedef şaşırttı. asla komitelerin yüzüne bakmadım" gibi inandırıcı olmayan sözler söyledi bilgi vermedi. Miss Stone'nun çeteye para kazandırırken, diğer taraftan kendisine servet ve şöhret kazanmak için bu işe girişme ihtimali kuvvetliydi. Miss Stone, macerasını anlatmak için Amerikan Magazine ile anlaştı Miss Stone ve macerasını "Eşkiyalar Arasında Altı Ay" başlığıyla resim ve çizgilerle 1902 de tefrika olarak yayınladı. Bu hadise "Amerika'nın ilk modern rehin krizi" olarak adlandırıldı

Osmanlı yönetimi rahibenin memleketine dönmesinden sonra işin peşini bırakmadı çetenin rehineleri dağlarda dolaştırmadığı Bulgaristan'da rahat günler geçirdikleri anlaşıldı toplu bir fotoğraf da ele geçirildi
Amerikan elçiliği çeteye verdiği parayı Osmanlı dan istedi. Ancak Osmanlı durumu Amerikalı yetkililere anlatıp, para vermenin kendi fikirleri olmadığını, para veremeyeceğini söyledi.

25 Şubat 1902 vali tevfik paşa hislerini şöyle özetler: "Olayın başından beri, Osmanlıyı sorumluluk altında bırakmamak için, gece gündüz çalıştık. Devamlı memur ve hafiyeler görevlendirerek, bilgi topladık. Hatta Bulgaristan ve Şarki Rumelide incelemeler yaptırdık. Osmanlı aleyhindeki yakıştırmalara kapılmağa eğilimli olan Protestan misyonerler ile yabancıların, iyi niyet ve gayretinden emin olmalarını sağladık. bütün bunlar sonuçsuz kalmamıştır. Dahiliye Nezareti'ne gönderdiğim yazılarda, bu gerçek, ortaya çıkacaktır".


19.*yüzyılda Makedonya özellik ve imtiyazı olmayan bir Anadolu vilayetiydi merkeze bağlıydı Bölge Selanik, Kosova ve Manastır vilayetlerinden oluşuyordu. Makedonya'da Türkler'in yanında Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Arnavutlar, Yahudiler yaşamaktaydılar. her topluluğun Makedonyada emelleri vardı.Osmanlının "Bulgar Fesad Komitesi" adını verdiği Makedonya'da faaliyet gösteren çeteler, iki büyük komiteden oluşuyordu Santralistler adı verilen "Dahilî Makedonya İhtilal Komitesi" Sandanski'nin başkanlığında 1893'te Selanik'te kurulmuştu ve "Makedonya Makedonyalılar'ındır" sloganıyla hareket ederek bağımsız bir devlet peşindeydi. Diğer devletlerin baskısından kurtulduktan sonra bağımsız Makedonya'yı Bulgaristan'a ilhak edeceklerdi. Varhovistler adlı "Makedonya Yüksek Komitesi" ise Mihalovski'nin başkanlığında 1895'te Bulgaristan'da kurulup Makedonya Bulgarlar'ındır" sloganıyla hareket ediyordu.


Kaynak sabah.com.tr

NİHAT HATİPOĞLU
Kıymeti bilinmeyen nimet zail olur


Biz insanların hiçbir zaman düzelmeyen manevi hastalıkları vardır. dönemde bu hastalığımızı tedavi edemedik azalttık, fakat yok edemedik.Hasetçiyiz. Haset en büyük zafiyetimiz Kıskanırız. Öldüresiye, ölesiye kıskanırız. Nimeti kıskanırız. Başkasının varlığını, mevkiini, makamını, boyunu, posunu kıskanırız.
Allah'ın lütfettiği imkânı şahsımız ve sevdiklerimize harcarız. Ama yoksulu, garibanı, düşmüşü, muhtacı ıskalarız.

İnsanların açığını ararız. Yoksa da buldururuz Bir kenara yazarız. Günü gelince de ilke ve kural tanımadan kullanırız. Bizi makama getirenden övgüyle bahsederiz. gün gelir paylaş yetkini dese, yeter, dinlen dese ondan kötüsü yoktur deriz. Yani nankörüz.
Haramı kendimiz caiz sayarız.caiz olanı Başkasına haram sayarız. Kıymeti bilinmeyen nimet elimizden alınır. Zeval bulur. Yanlışa devam edersek imanımız zeval olabilir.

çok hastalığımız var. Tedavi olmazsak, hastalık yayılır tedavi tövbedir. Akıldır. Vicdandır. Tefekkürdür. Tövbe etmeliyiz. İstiğfar etmeliyiz. düşünmeliyiz Ehil olmayan kardeşimiz olsa uzak tutmalıyız. Dünya için ahiretimizi kaybetmemeliyiz. Kimse imanımızdan önemli olamaz. Sadıkları bulmalı Salihlerle yol almalı zor gün dostunu sarmalıyız. Dün yanımızda olan bugün nerede buna bakmalıyız.

Nimeti kıstığımızda bize düşman olana bakmalıyız. Ondan uzak olmalıyız. Doğru dostu seçmeliyiz. Diyelim ki müdüre çaycısı, şefi, memuru; ulaşamıyorsa müdürün kontrolü ele geçirip buna engel olanı silkelemesi, lazım. Kısacası sorumluyuz. Her anne, öğretmen, müdür, milletvekili, imam, müftü, hepimiz sorgulanacağız.

Ölüm ve hayat, hesap ve cennet iç içe Anında gelebilir. Hiç hazır değilken. tövbe ve istiğfarı yapmadan günah ve hatana başkasını ortak etme tövbe et. Kendini günahkâr say. Herkesi kendinden daha iyi ve temiz bil.
nefsini ve firavunu durdurur Yoksa helak olursun haberin olmaz.


Kaynak türkiyegazetesi.com

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Fatih’in mirası: Bosna Hersek


Bosna-Hersek 110 sene önce elden kayıp gitti. 445 yıldır Türk yurdu idi. Bu kadar kolay nasıl kaybedildi? tarihi kaybettik. Neden ve niçin böyle oldu II. Abdülhamid Han döneminde elden çıkan yerler deyip müsebbipler gözden ırak tutulmaktadır. Bosna-Hersek, 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilerek Osmanlıya katılmıştır Osmanlıların şefkatli ve adil idaresi, Bosna’daki Bogomillerin kitle hâlinde İslamiyeti kabullerine sebep olmuştur

Boşnak Bogomiller Hıristiyanlığın müsamahasızlığından İslâma sığınmışlardır. Boşnak* Müslüman olmuş bölge halkına verilen isimdir.
Tanzimat’ın ilanı ile birlikte bölgede sıkıntılar başlamıştı. 28 Şubat 1856 da Islahat Fermanı ve Hıristiyanların haklar kazanması zaten 1839’dan beri rahatsızlık içinde olan Bosna Müslümanlarını huzursuz etmişti.
Bosna’da Müslüman ahali ile gayrimüslimler arasında ihtilaflar yaşandı. 1859 da*“Bosna Çiftlikâtı Nizâmnâmesi”*bölge ekonomisine düzenlenmek istenmişse de zorluklarla karşılaşılmıştır. bölgede huzur ortamı oluşturulamadı. 1861 de ayaklanmalar başladı

İsyanı bastırmakla Ömer Lütfi Paşa görevlendirildi. Karadağ’dan destek gören asileri etkisizleştirmek için mücadele eden Ömer Paşa, Bosna’daki karışıklığı giderirken İsyankar idareciler azledildiler (1862). Tanzimatta Bosna ile payitaht arasındaki diğer mesele ise askere almada yaşanmıştı. Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra askerlik sisteminde Osmanlıdan düzenli asker toplanması kararı alınmış asker temini başlatılmış ancak Balkanlarda Bosna ve İşkodradan asker toplanamamıştı.

Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa'nın, Bosna isyanında sert davranması soğukluğa neden olmuştu.Bosnada istikrarsızlık sürerken Ahmed Cevdet Paşa, isyanları incelenmesi için Bosna’ya görevlendirilecek ve başarılı bir müfettişlikle Bosnada iz bırakacaktır. bir ülkenin devlete nasıl bağlanacağını, bir milletin devletini nasıl seveceğini göstermiş olacaktır.

Cevdet Paşa, 1863 yılında Bosna vilâyetinin teftişi ile vazifelendirildi vaziyeti müşavere etti. Paşa*“Sultan Abdülaziz efendimiz hazretleri beni teftiş için gönderdi ve Kadıaskerlik rütbesi verdi. Ben Kadıaskerim, Sizlerden asker isterim. dedi. heyet bunun zor olacağını dile getirdi Cevdet Paşa başarılı olacağından emindi. Sadece yanında olmalarını istedi paşa, bir buçuk yılda Bosna’da lâzım gelen ıslâhatı yerine getirdi. masrafı bölge halkından olmak üzere iki alay asker topladı.

O yıllarda asayişin bozukluğundan çekinen Boşnaklarda askerîye neredeyse imkânsızdı askerliği kabul için Bosna dışına çıkarılmamak şart koşulmuştu. Ahmed Cevdet paşa bu durumu hükümsüz hâle getirdi.
O zamanlar, askerî elbiseler içinde en câzibi*Talia*alayları kıyafeti idi. Şâşâalı, ihtişamlı yeşil şeritlerle süslü bu elbise ile boylu poslu Boşnak delikanlılar, câzip, daha yakışıklı ve heybetli görünüyordu

Cevdet Paşa, câmideki merasimde sözü elbisedeki yeşil şeridin mânâsına getirdi ve;“Bu remzi taşımak, îcâb-ında Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’yi müdafaa gibi kudsî bir vazife uğrunda fedâîliğe işarettir. Bu yolda can vermekten korkanlar bu elbiseyi giyemez ve bu remzi taşıyamaz dedi. câmideki Boşnak delikanlılar;
Biz ne güne varız. İcap edince biz de Mekke’yi, Medine’yi ölümüne müdâfaa ederiz. Bu yolda şehit düşeriz. Bizi fedâîlik ve kahramanlık şerefinden mahrum bırakmayınız”*diyerek candan yalvarmağa başladı

Bosna büyük bir ihtilâlin kopacağını tahmin ediyordu kimvurduya gitmesinler''*diye yapılan davete icabetten çekinmiş evden çıkmamıştı.
evvelce askerden kaçanlar şimdi aşk ve gayretle öne fırlamış askerlik için yalvar yakar olmuştu devlet büyükleri hayret ve şaşkınlık içerisindeydi Avusturyalılar aleyhte propagandaya başladı Osmanlının malî sıkıntıda olduğunu ve askere para veremeyeceğinden bahsettiklerinde onlar“Para için askerlik bizim dinimize yakışmaz. Biz askerliği din ü devletimiz için ifâya borçluyuz. Erkân-ı Vilâyet böyle münasib görmüş, müftüler fetva vermiş. Biz dönmeyiz diye cevap vermişlerdi.

Padişah fermanıyla bölgeye giden Ahmed Cevdet Paşa, Bosna’yı*devletine bağlamış imkânsız problemleri kolaylıkla gidermişti. bundan sonra geçen kırk beş sene en küçük bir isyan hareketi görülmezken koskoca bir ülke bir günde nasıl elden çıkıyordu?
Gaflet mi vardı? İhanet mi olmuştu? Müsebbibi kim idi?


Kaynak türkiyegazetesi.com

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Kötü adam yurt bozar!

Büyük Türk devlet adamı Emîr Timur*“İyi adam yurt kurar, kötü adam yurt bozar”*demiştir. Ahmed Cevdet Paşa,padişahın*emri ve duası ile harekete geçmiş, Osmanlı geleneği ve zihniyetiyle hareket ederek, Tanzimatın karışıklığa düşürdüğü Bosna Hersek’teki huzursuzluğu birkaç günnde çözmüştü
Ancak 445 yıllık Türk yurdu Bosna önce Birinci Meşrutiyet'in doğurduğu 93 Harbinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun denetimine düştü. Buna rağmen Osmanlıya bağlılığı devam ediyordu.

II. Abdülhamid Han’ın 30 yıllık saltanatı boyunca Avusturya’nın denetimi işgale dönüşemedi.*Cevdet Paşa’nın düzeni sağlamasından yarım asır;*II. Abdülhamid Han’ın saltanata geçmesinden 30 yıl sonra sıkıntı dışarıda değil içerideydi. Bosna’da devleti yüceltmek ve korumakla görevli 3. Ordu'nun subayları asilerle iş birliği yapıyordu Düşmanlar onların vaziyetini kollamaktaydı. fırsatı çok geçmeden bulacaklardı.

Almanya 1878’de birliğini sağladıkta sonra sanayileşmeyle büyük bir güce erişti sömürge imparatorluklarını tehdit edti. İngiltere ve Rusya ise, Almanya’nın gelişmesinden rahatsızdı Almanya’nın durumunu görüşmek ve güç gösterisi yapmak üzere*İngiltere Kralı VII. Edward*ile*Rus Çarı Nikola,*9 Haziran 1908’de Reval’de birleşdiler. Almanya’ya karşı takip edecekleri politika Afgan hududu, İran, Girit ve Makedonya Balkan demir yolları gibi meseleler masadaydı.

Osmanlı Devleti ve II. Abdülhamid in Han’ın nasıl bertaraf edilmesini görüştüler o, Osmanlının başında iken kendilerine rahat yokdu. Osmanlı içerisinde ciddi bir güç olan ve 3. Ordu'ya hâkim bulunan*İttihat ve Terakkiciler Reval buluşmasını Rumeli’nin paylaşıldığı şeklinde yorumladılar.*tarihte akla gelebilecek en ahmakça bir yorumla bunun sorumluluğunu Sultan Abdülhamide yüklediler. Bunda mutlaka İttihatçı subaylar ve Alman ajanların etkisi vardı

İngiltere ve Rusya gibi Osmanlıda gözü olan en azılı düşmanlar geleceklerini garantiye almak üzere görüşmeler yapıyordu. Osmanlının ordu mensupları bunu padişahdan kendi devletlerine karşı darbeye girişiyorlardı.Rusya ve İngiltere buluşmasının sebebi Almanya idi. Almanya sükûnetini muhafaza ederken Osmanlıda kazan kaynadı İttihatçıların vesayet altına düştüler yabancıların uşağı hâline geldiler

İttihatçıların düşmana karşı birlik olmak gerekirken iç savaşa davetiye çıkarıyor Düşmanın ekmeğine yağ sürüyordu
İttihatçılara göre Meşrutiyet ilan olunur, Hristiyanlara eşitlik verilirse Makedonya elden çıkmaz, ülkenin bütünlüğü sağlanırdı. İttihatçılar filmin 1839 dan beri vizyonda olduğunu ve nelere mal olduğunu görmüyorlardı Hıristiyanlara hak verilmesinden yana idiler. Kendi tarihlerinde büyümeye devam ettikleri haşmetli dönemlerde gayrimüslimlere, hiçbir devletin tanımadığı hakları vermiş olduklarını ne çabuk unutmuşlardı. Onları büyüten sırdan nasıl da gafil idiler!..

Hıristiyan haklarının devleti mahvetmek olduğunu hesaplamaktan acizler.
Besle kurt enciğin derin soysun”*misali derilerini yüzdürmek için düşmanı sevindirmekten başka iş görmüyorlardı. 31 sene önce,*“Meşrutiyet gelirse, İngilizler ve Avrupa’yı yanımıza çekeriz”*diyen Midhat Paşa’nın fiyaskosu neticelenmiş senaryosu ikinci kez vizyondaydı. İttihatçıların gerçek niyeti Reval görüşmesini kullanarak Padişah’a zorla Meşrutiyeti ilan ettirmekti.

İttihat ve Terakki, Selânik ve Manastır gibi cemiyetin güçlü yerlerinde örgütü harekete geçirdi. Rumeli Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa’nın, Abdülhamid Han’a,“Burada kulunuzdan başka herkes İttihatçı”*şeklinde telgraf çekmesi vahameti gösteriyordu. örgüt kendi devletine saldırıyor Kendi silah arkadaşlarını şehit ediyordu. İlk olarak*Selânik Merkez Kumandanı Nâzım Bey’i vurdular. Nâzım Bey’i vuran*Kurmay Binbaşı Enver Paşa kendisine katılanlarla dağa çıkarak mevcut idareye isyan etti.

Onu*Kolağası Niyazi Bey’in 160 askerle dağa çıkması takip etti. Askerden ve halktan birçok kimse, katıldı Suikastlar devam ediyordu.Manastır Müfettişi Sami Bey*öldürülürken, meşhur hafiyelerden*topçu alayı imamı Mustafa Efendi,*Selânik’te vuruldu.*Birinci Ferik Şemsi Paşa İttihatçıların fedaisi*Teğmen Âtıf Bey*tarafından üç kurşunla öldürüldü.*İttihatçılar kendi devletinin subaylarını öldürerek mi devlet kurtaracaklardı

İttihat ve Terakki Üskübde gösteri düzenlediler. Padişaha Meşrutiyet derhal ilan edilmediği takdirde elli bin kişi ile İstanbul üzerine yürüyeceklerini bildirdiler.Hangisi melanet gecesi?
II. Abdülhamid Han Meşrutiyetin Osmanlıyı parçalayacağını biliyordu. Zira bunu 1877 de yaşamıştı. Ancak genç subaylar tecrübeden habersiz, sonlarını hazırlayacak reçeteye neredeyse can simidi gibi sarılıyorlardı.

II. Abdülhamid Han yapılacak bir şey kalmadığını görüyordu. Selin önüne geçmek zor olacaktı. Yıllardır milletin istikbalinde rol oynamış tecrübeli Hakan’ın, Tahsin Paşa’ya söylemiş olduğu şu sözleri, geleceğin kara bulutlarını haber veriyordu “Bir hükümdar için lazım olan memleketin menfaatidir. bu menfaat Kanun-ı Esasi’nin ilanında ise o da yapılıyor; fakat iyi olunur mu, Türk’ün menfaati mahfuz kalır mı? kestiremiyorum!”

Nazırlar risk almak istemiyor, sessiz kalıyorlardı. bütün suç Abdülhamid Han’a atılacaktı. II. Abdülhamid Han, 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet kararını aldı. Dağlara çıkarak devletine silah sıkan asi subaylar Selânikte kutlamalara başladılar. Bu subaylar artık hürriyet kahramanı”*idiler. Enver Bey Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyetinde askerî kanadın en önde gelen isimi oldu.
Meşrutiyet, Tevfik Fikret’e göre istibdadın uzun gecesinin bitip hürriyet şafağının doğuşuydu. Rücû”*şiirinde:
O melanet gecesinden uzaktayız şimdi
Karıştı leyl-i musibet leyâl-i nisyana
Açıldı gözlerimiz bir sabah-ı rahşana
Diye ifade ediyordu.

Her şey şiirde yazıldığı kadar kolay mıydı? Şafak mı söküyordu, yoksa gün mü batmaktaydı? Bunu görmek için fazla beklemek gerekmeyecekti. Meclis-i Mebusan toplanmadan yaşananlara bakınız: 5 Ekim 1908’de Avusturya, Bosna-Hersek’i ilhak etti. 445 yıllık Türk yurdu bir günde elimizden çıkıp gitti. Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. 6 Ekim’de Girit Yunanistan’a katıldı Devletine düşmanlıkta kahraman olan yiğitler ve iyi niyetliler neredeyse iki günde üç ülke elimizden çıkarken nerede idiler?günümüzde, hâlâ*"Abdülhamid Han toprak kaybetti"*dedirtmek için çırpınan zavallılar ise, az değildir...Son pişmanlık fayda etmez imiş
Gussası ta ölünceye gitmez imiş

*
Kaynak türkiyegazetesi.com

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci


Sultan Abdülhamid, Düyûn-ı Umumiye idaresini kurmakla dış borçları indirtmeye ve fâizlerini kaldırtmaya muvaffak oldu. Böylece devleti mutlak bir uçurumun kenarından aldı...Borç yiğidin kamçısıdır” derler. Halbuki Hazret-i Peygamber,*“Borç, azaptan bir parçadır”*buyurduğuna ve İslâmiyette ihtiyacı olana borç vermek çok sevab olduğu hâlde, zaruretsiz borç kötülenir

Osmanlı Devleti asırlarca*kendine muntazam bir iktisadî sistem tatbik etmiş; geliri kadar harcamış; kendi yağıyla kavrulmuştur. Bitmeyen Rus harblerinde 1775’te*iç borçlanmaya gidilmiş Gümrük, maden, liman gibi hazine gelirleri hisselere ayrılarak,*kâr getiren tahviller*gibi halka satılmışdır
beklenen fayda temin edilemedi. Müslüman*Fas Sultanlığı’ndan borç istendiyse de, vazgeçildi.

Sultan II. Mahmud zamanında siyasî hâdiseler ve harbler sebebiyle devlet malî sıkıntıya*düştü.*Sultan Abdülmecid*zamanında 1839’da ilk defa*kâğıt para*çıkarıldı. Bu yıllık %8 kârlı bir*hazine tahvili*idi.Kırım Harbi’nin mâliyeye getirdiği*yük*sebebiyle*Reşid Paşa’nın sadrazamlığında 1854’te ilk defa bir*dış borçlanma yapılarak devletin gelirleri karşılık gösterilmek suretiyle İngiltere ve Fransa’dan* borç*alındı. Bu meblağ*3 milyon* sterlindir.

dış borçlar, saraylara harcanmış değildir. Bu masraf, hazinenin geliridir. memleket bir*sanat eseri*kazanmış; para*milletin cebine*girerek binlerce ailenin yüzü gülmüştür. Saray yapmak bir israf değil, ihtiyaçtır. Sultan Aziz zamanında*askerî masrafların artması üzerine devletin borçları*200 milyon*lirayı bulmuştur. Bunun için*senede 14 milyon*re’sü’l-mal akçesi fâiz ödenmektedir. Bütçe açığı 5 milyon*liradan fazladır.

borcu borç ile ödemekten başka bir şey yapılamamaktadır. Hâricî istikraz bulunamadığı zaman, Galata bankerlerinden*ağır şartlarla*borç alınmaktadır. Bosna ve Hersek isyanı, hazinenin köküne*kibrit suyu*ekmiştir
Rusya taraftarlığı sebebiyle Nedimof*diye anılan ve hükûmete getirilen Sadrazam Mahmud Paşa, 1876 senesi Ramazanında,*Rus sefiri İgnatief’in telkini*ve Adliye Nâzırı Midhat Paşa’nın teşvikiyle bir* fâiz*kararı aldı.

Midhat Paşa ve ekibi, sarraflarla anlaşıp elindekini*satmış; 2 saat sonra iflas kararı olduğunda servet*kazanmışlardır. Diğer nâzırlar da böyle hareket etmiş; sadece*Sultan Aziz uzak durarak 2 milyon lira kaybetmiştir. Ramazan Kararnâmesi*ile dış borç faizlerinin yarısı 5 senede*tenzil*edilmiş 7 milyonun 5’i bütçe açığına, 2’si askerî masraflara tahsis olunmuştur. devletin vaziyeti geri kalanı ödeyecek hâlde değildi. O zaman için böyle bir tedbir zarurî*idi ama, alâkadar devletlerle alacaklıların resmî ve yazılı*muvafakati alınmadan*bu yola gidilmesi* felâket*olmuştur.

Devletin iflâsının ilanı olan baş alacaklılar İngiltere ve Fransa Avrupa’da büyük*infiâl*doğurdu. İç ve dışda Osmanlı hisselerini alanlar iflâs etti. padişah hakkında nefret doğdu Devletin itibarı kalmadı. Borç alma imkânı kalmadı. İgnatiyef*maksadına kavuşdu. global sermaye, Sultan Aziz’i tahtından ve canından etmiştir. Midhat Paşa’nın memleketi sürüklediği 1877-78 93 Harbi sebebiyle*Galata Sarrafları*ve*Osmanlı Bankası’ndan borç alındı.

Sultan II. Abdülhamid, gerek harb ve gerek amcasının son zamanlarından devam eden Rumeli isyanlarında artan malî buhrandan dolayı. Büyük darlık içindeki devlet hazinesinin iç ve dışta itibarı kalmamıştı. Osmanlı 93 Harbi’nde Rusya’ya*74 milyon lira tazminat* ödemişti. Padişah, bunun 40 milyonunu, Kırım Harbi’nde Rusya’nın ödemesi gereken, ancak ödenmeyen tazminata mukabil indirtti; kalanının yılda 350 bin liralık*taksitle ve faizsiz ödenmesini* kabul ettirdi.

Padişah, hazinenin*itibarını iade hem de harbi bitiren Berlin Muahedesi ile bir tesviye suretine bağlanacağı dış borçlar yüzünden devletin başına bir*gaile açılmasını*önlemek istedi. 1879’da Osmanlı Bankası ve Galata bankerleri anlaşarak, dış borçlara karşı senede 1.350.000 lira ödemek üzere*ispirto balık, tuz, ipek tütün ve evrak-ı sahiha vergilerinin hâsılâtını,*tahsildar heyete bıraktı.

umumi borçlardan*hazine lehine tenzilat*yapmak üzere ecnebi tahvil hâmillerinin gönderdiği mümessillerle müzâkereye girişti. 1881 de hicrî senenin ilk ayında Muharrem Kararnâmesi*ile borçlar birleştirildi.
O tarihe kadar devletin birikmiş dış borcu*252.801.885 Osmanlı lirası*idi. Kıbrıs ve Rumeli vergileri eklenerek, milletlerarası bir*Düyûn-ı Umumiyye*idaresi kuruldu borçlardan 146.364.651 lira*tenzil*edildi; teminat gösterildiği için borçlar*üçte birine*indi.*

vergilerin idaresi ile iç ve dış borçların tesviyesi*Düyûn-ı Umumiyye Müdürlüğü’ne bırakıldı. devletin* istiklâline uygun olmamakla beraber, borcun üçte birine inmesi, büyük bir müdahalenin ortadan kalkması ve nihayet*malî itibarın iadesi, devlet için çok mühim ve hayırlı bir kazanç olmuştur. Düyûn-ı Umumiyye idaresinde, 1’er tanesi İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya, Almanya ve İtalya’dan, 2 de Osmanlı olmak üzere*7 âzâ*vardı. Âzâlık müddeti 5 sene idi.

Bugün Cağaloğlu’nda*İstanbul Erkek Lisesi*olan binada profesyonelce faaliyet yürütürdü. 20’den fazla şehirde ekserisi Osmanlı 5 binden fazla memuru vardı. Osmanlı bürokratı,*malî disiplini öğrendi Gelirleri*arttırmak*adına Bursa’da ipekçilik ve balıkçılığın desteklenmesi; Gemlik Mudanya limanlarının açılması, Konya ovasının sulanarak genişletilmesi gibi faydalı projeler yürüterek memleketin kalkınmasında rol*oynamıştır. Maliyenin bozuk olması, ekonominin kötü olduğu manasına gelmez. İkisi ayrı şeylerdir.

1903’te*32.738.772 lira*borç kalmıştı. 30 senelik bu devirde dışarıdan alınan 59 milyon lira, borçların ödenmesi, bütçe açığının kapatılması, askerî ihtiyaçlar ve*demiryollarına harcandı. Sultan Abdülhamid, Düyûn-ı Umumiye idaresini kurmakla devleti uçurumdan almıştır. Tahttan indirildiğinde (1908),*dış ticaret %4,3 fazla*vermiş;*millî*gelir %1,5*artmıştı. “Düyûn-ı Umumiyye , devletin*haysiyetini korumak, milletin*yarınını emniyete alabilmek ve borçları*bir elde toplamak*için kurulmuştu

İttihatçılar*memleketi borç batağına sürükledi;*10 senede 45 milyonu dış borç*olmak üzere*269 milyon lira borç taktılar!..*Lozan*ile bu borçlar, Osmanlıdan ayrılan devletlere*taksim* edildi. Türkiye’ye düşen 107 milyon lira*taksitlendirildi; mal*olarak ödenmesi kabul edildi. Yeni rejim, imparatorluğu reddetmiş*borçlarını kabullenmek* zorunda kalmıştır.*Bolşevikler, Rusya’da iktidarı ele geçirince,*Çarlık*borçlarını reddetmişti. 1990’dan sonra komünizmin yıkılmasıyla,* Yeltsin*zamanında Ruslar,*dış dünya*ile dostâne münasebet adına bu borçları ödemeyi kabul etmiştir.

Kaynak hürriyet.com

İLBER ORTAYLI
Ankara Yeni Türkiye de yerini alır‘*

1962 yılı ağustos sonunda büyük popülarite sahibi Johnson geldi. Kendisini karşılayan Başbakan İsmet Paşa’ydı. Ortalık yıkıldı. Ulus dolmuş, konvoy zor ilerliyor dediler. İsmet Paşa’nın elinde iki bayrak, arabada dikildiği yer İş Bankası’nın önüdür. Johnson’ın da elinde iki bayrak vardı.
çocukluğumda ve ilk gençliğimde Ankaralıların meşgalelerinden birisi dünyanın dört köşesinden gelenleri karşılamaktı.

Devlet ve hükümet başkanları sadece komşu ülkelerden değil, uzaktan bile gelmeye başlamıştı. “Bir Çin’den geliyorlar, bir Maçin’den İlkokuldayken Çankaya’da Pembe Köşke dizildik. şehrin öbür ucundan getirilmiştik. Ellerimize Irak bayrakları verdiler. Birkaç yıl sonra feci bir akıbete uğrayacak olan genç kral Faysal, Celal Bayar’ın arabasında önümüzden geçti. Masallardaki çocuk kral imajımıza uygundu. Elimizdeki Irak bayrağını salladık.

Dwight D. Eisenhower geldiğinde Ankara’da Yer yerinden oynamıştı Amerikan hayranlığı doruktaydı.
HERKESİN ELİNDE AMERİKAN BAYRAĞI
Vardı İran Şahı Rıza Pehlevi geldiğinde millet Prenses Süreyya’yı görmeye yollara döküldü. sebebini anlayamadım; arkada bir arabada Reşide Hanım’la veya Adnan Menderes’le gelecekken İran Şahı, Prenses Süreyya ve Celal Bey’le makam arabasının arkasına sıkışmışlardı. Yine elimizde bayraklar vardı.

Kavaklıdere’nin üst kısmına okullar dizilirdi. Kızılay ve Millet Meclisi arasındaki yolun iki kenarına gönüllü karşılayıcı yığılırdı. Esenboğa’dan yola çıkan konvoyu Dışkapı, İsmetpaşa ve Ulus’ta da karşılayanlar olurdu. 1962 yılı sonunda popüler Kennedy’nin başkan yardımcısı Johnson geldi. Kendisini karşılayan İsmet Paşa’ydı. Ortalık yıkıldı. Ulus doluymuş, konvoy zor ilerliyordu. İsmet Paşa’nın elinde iki bayrak, dikildiği yer İş Bankası’nın önüdür. Johnson’ın elinde iki bayrak vardı. Konvoy Kızılay’a geldi seyirciler Johnson’dan çok İsmet Paşa’ya tezahürat yapıyordu.

Ankara o tarihde şiddetli CHP taraftarıydı. İsmet Paşa tezahüratı kesiyordu. İkisi arabada dikilmişti, araba ilerleyemiyordu. Herkesin elinde Amerikan bayrağı vardı. İki yıl sonra İnönü, ünlü sözünü etti; başkan Johnson’un mektubu ölçüyü taşırmıştı. uğursuz biri olarak bakılıyordu. Sevilen Kennedy’nin arkasından gelmişti. Fail-i meçhul cinayette ismi anılıyordu. Doğruyu yalanı kim bilebilir.

Kıbrıs meselesi için yazılan tehditkâr, küçümseyici mektuba karşılık İsmet Paşa ünlü lafını etti: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır.” Bir müddet sonra yeni dünya kuruldu mu bilmiyorum. İsmet Paşa dış seyahatte Amerika’dayken koalisyonun Yeni Türkiye Parti’sinden ortağı Ekrem Alican ve arkadaşları koalisyonu dağıtıverdiler. Sadece bakanlarından Fahrettin Kerim Gökay istifa etmemiş ve YTP’den ayrılmıştı.

İsmet Paşa Almanları sevmedi, İngilizlere bayıldığını söylemek mümkün değil ama yeri geldiğinde tercih etmiştir. Stalin Rusyası’yla gerildiğinde Batılılara yanaştı ama bu harbe girecek ölçüde olmadı. Yakın arkadaşı olan Numan Menemencioğlu gibi diplomatlara Alman partisinde partizan rolü oynamayı telkin etti İsmet Paşa NATO’ya girmeyi herkes kadar istedi ama şu söz doğrudur: “Almak istediler de girmedik mi?”

Dünün politikası bugünkü politika değildir. Türkiye 30 senedir başka yerlerde geziniyor. tarihimizin en zor, en renkli yalpalama dönemindeyiz. Türkiye değişiyor, dış politikası değişiyor. Bir zamanlar Amerikancı diye bağırdığımız, “Morrison” adını taktığımız Süleyman Demirel Amerika’nın nüfuzunu silen, sosyalist bloka yakınlaşan bir lider olarak kutsanıyordu. Yakın tarihten uzaklaşmak doğru değil. O güne o günden bakmak lazım.

Kaynak türkiye gazetesi.com

Vehbi Tülek
Mescid-i Nebevî, takva üzere kuruldu

Resûl-i ekremin mescidinde sesi yükseltmemeli, edebi asla terk etmemeli...Nâsıruddîn ibn-i Süneyne hazretleri hadîs, ve Hanbelî mezhebi âlimidir. 1141 de Bağdad yakınlarında Samarra’da doğdu. 1219 da Bağdad’da vefât etti. buyurdu ki Resûlullahın kabr-i şerîflerini ziyâret güzel bir sünnettir. Resûl-i ekremin kabri şerîflerinin ziyâreti husûsunda âlimler icmâ’ etmişler, büyük fazilet ve sevâbın olduğunu bildirmişlerdir.

Resûlullahı vefâtından sonra ziyâret eden kimse, sanki hayâtında ziyâret etmiş gibidir. Server-i âlemin kabr-i şerîflerini ziyâret eden, O’nun yakınları arasına girer, Resûlullahın*şefaatine kavuşur. Medîne-i münevverede ikâmet eden kimse, Resûl-i ekremin bulunduğu mübârek topraktan nasîbini alır. Orada vefât eden, O’nun şefaatine kavuşur.
Medîne-i münevverede, Resûlullahın mescidine gitmeli, kabr-i şerîfi ziyâret etmeli, Resûlullaha ve iki mübârek halifesi Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer’e selâm vermeli, Resûl-i ekremin mescidinde edebi asla terk etmemeli, Resûlullaha olan hürmet de Selef-i sâlihîn gibi olmalıdır.

Resûlullahın Ravda-i mutahharasından, minberinden ve mübârek ayaklarının bastığı yerlerin bereketlerinden istifâde etmelidir. Cebrâil aleyhisselâmın vahiy getirdiği o yerlere bakmakla, oraları görmekle gözleri şereflendirmelidir.
Mescid-i Nebevî, takvâ üzere kurulmuş bir mesciddir. Orada Ravda-i mutahhara vardır. Burası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Kur’ân-ı kerîm ve sünnet-i nebeviyye nûrları dünyâya buradan yayıldı. Burada bir yer var ki, Mescid-i haramdan sonra yeryüzünün en kıymetli yeridir. orada, Fahr-i âlemin mübârek vücûdu bulunmaktadır. Bu mescidde çok namaz kılmalıdır. Bu sebeple çok nimetlere kavuşulur. Burada kılınan namaz, başka yerde kılınan bin namazdan üstündür.

Bu mübarek zat, vefatından kısa bir zaman evvel şöyle dua etti: “Allahım! Senden, günahlarımın affını, vücûdumun afiyetini hüsn-ü yakîn ile dünya*ve âhirette huzur, refah ve saadeti dilerim. Ey, günah kendisine zarar vermeyen ve mağfiret kendisinden bir şey eksiltmeyen Allahım! Sana zararı dokunmayan günahlarımı bana bağışla, senden bir şey eksiltmeyen mağfiretini bana ver!”

*
Kaynak türkiye gazetesi.com

Vehbi Tülek
“Dünyada misafirler gibi bulununuz!.."


"Kalbinizi rikkate*inceliğe*alıştırınız. Tefekkür ve ağlamayı çoğaltınız."
Muhammed bin Süfyân hazretleri Kırâat, hadîs ve Mâlikî âlimidir. Tunus’ta Kayrevan’da doğdu. Hac dönüşü Medîne-i münevverede 1024 te vefât etti. Naklettiği hadisi-i şeriflerden bazıları:

“Dünyada misafirler gibi bulununuz. Kalbinizi rikkate*alıştırınız. Tefekkür ve ağlamayı çoğaltınız.

hevâlarınız*arzu ve istekleriniz olmasın. Yoksa, oturmayacağınız binalar yapar Yemeyeceğinizi toplar Ulaşamayacak şeyleri beklersiniz.”

Resûlullah efendimiz buyurmuşlardır: “Allahü teâlâ buyurdu ki:*Kim benim velî kuluma eziyet ederse, ona harb ilân ederim.

Kulum, farz kıldığım vazîfeleri eda, etmekten daha faziletli bir şeyle bana yaklaşamaz.

Kulum bana, nafilelerle yaklaşmakta devam eder. Nihâyet sevdiğim bir kul olur. Böylece ben, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.

Eğer kulum benden isteseydi ona verirdim. Benden kendisini korumamı isteseydi, onu korurdum.”

“Üç şey kendisinde bulunan kimse, Cennete dilediği kapıdan girecektir: Kul hakkını ödeyen, her namazdan sonra onbir defa ihlâs okuyan, kâtilini affederek ölen.

Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bir kimsenin zekâtını vermediği, deve, sığır ve davarlar; kıyâmette, dünyadakinden daha büyük ve daha semiz olarak gelecekler, ona boynuzlarıyla vuracaklar, ayaklarıyla basacaklar, biri gidip diğeri gelecek, bu durum hüküm verilinceye kadar devam edecek.”

Müminin mümine üç günden fazla hicr etmesi helâl olmaz. Üç geceden sonra gidip selâm vermesi vâcib olur.

Selâmına cevap verirse, sevapta ortak olurlar. Vermezse günah, ona olur” buyuruldu.

*kaynak yeni akit.com

Yavuz Bahadıroğlu
Osmanlı’da sanat var mıydı?

Sanat silahtan çok önemlidir.* İmha”*yerine*“inşa”*eder ve kalıcı sonuçlar verir. Buna rağmen Osmanlılarda roman ve heykel yoktur?*
Rus, kendi mitini ve muhitini inşa etmiş romanla...Batı,*“hayat mücadeledir görüşünü yansıtmış romanda;* Robenson”larında,*“Seksen Günde Devr-i Alem”lerinde felsefesini aktarmış: tarihî dökmüş heykele, resme...

Dünkü Amerika serüvenciliğini yansıtmış sinemaya, sanatlan bir tarih inşa etmiş, sığır çobanlarını kahraman olarak yutturmuş dünyaya...*sanatın, romanın sinemanın gücü inkâr edilemez. Sinema, Osmanlıda yoktur: Osmanlıda heykel ve roman yoktur
Osmanlı’da romanın yahut heykelin olmaması sanatın olmaması demek değildir. Roman yerine dört bin yıl öncesinden başlayarak eski devirleri, eski hayalleri güne taşıyan Hint masalları, destanları var: Siret-i Anter, Binbirgece, ve hepsinin aktığı ibret ummanı: Kıssalar, menkıbeler...
Resmin alternatifi hat, ebru, çeşmi bülbül...*

Osmanlı’nın hayatı sanat.Heykelin alternatifi mezar taşları roman ise bambaşka bir konu.*Osmanlı uzun süre romana direnip ilgi kurmamış sebebi, romanın misyonu bu misyon teşhire datanır Roman, meraklıdır her topluluğa, her eve girmek, her aksaklığı, her kusuru bulmak ve her şeyi herkese göstermek iddiasındadır Oysa İslâm’da teşhir yasaktır, kusurları ifşa, aşırı ve gereksizdir İslâm’da teşhir yok, ifşa yok; bunun yerine tespit, isbat ve ikaz var.

Osmanlı kendini teşhir ve ifşadan kaçındı. Düzelmeyi tespitte, isbatta ve ikazda aradı. Koçi Bey Risalesi çağı içinde düşünülürse oldukça çarpıcı ve yapıcı örnekler...Osmanlı’nın namusu bütün aileyi, bütün ve mukaddesatı sarar toplumu nâmahrem sayar
insani ve İslami...yaklaşırdı Batı’nın ilk romanı Topal Şeytan”dır. Roman kahramanı evlerin çatısını açmış dünyaya sesleniyor: “Buyurun bakın!” diyor. Ve yatak odalarına, ifşa ve teşhir mızrağıyla mahremiyeti kalbinden vuruyor.*

Sonuç: Aile mahremiyetinden sonra ailenin dçöküşü...Batıda boşanma çok yüksek. İntihar ve uyuşturucu bağımlılığı da öyle.*romanın tahrip kalıbı olmaktan çıkarılıp Müslümanlaştırılması yeni yeni yapılıyor. Osmanlı’da heykel yoktur. Çünkü Osmanlı, zevklerde bile ebedîyet arayan vahiy medeniyetine mensuptur. Dünyayı ahiretin tarlası sayan bir kültürün çocuğudur Vahiy medeniyeti fani zevkler uğruna yaratıcıya nisbet gibi bir abesiyetle meşgul olmaz.*

Osmanlı heykel dikmek yerine âbideler dikmeyi seçti. Muhitini çeşme kubbe sebillerle, köprülerle, hanlarla, kervansaraylarla, aşhanelerle süsledi
*
kaynak yeni akit.com

Yavuz Bahadıroğlu
Osmanlı’da sanat var mıydı?

*
Osmanlıda ebedileşmenin ölçüsü faydasız bir heykel yontmak değil, bir mâbede imza atmak ya da insanlığın hayrına hizmet edecek bir medreseye kubbe çakmaktı.*Özenle yontup her birini sanata dönüştürdüğü mezar taşlarında bile ebediyet emelînin yansımaları görülür. bugün müzelerde zevkle seyrettiğimiz şaheser beşiklerde insana verdiği değerin ölçüsü saklıdır...

Osmanlı, «Beşikten mezara ilim» emrine uydu, san’atı beşikten mezara kadar bütün hayata yaydı faydacılığı esas aldı
Bu idrak olmasaydı, hâlâ kullanılabilir bunca tarihî eser bize miras kalır mıydı?
Osmanlı ceddimiz sanatı toplumların ebedî dinamiği görüyordu. Ebediyeti kendi çağıyla paylaştı bunu çağlar ötesine taşıyan insana sanatçı”*diyordu.
Sanat eseri ise; hem kendi çağının en güzellemesi, hem de çağlar sonrasına en muhteşem miras; ayrıca insandan insana bir büyük armağandı.

Roman bir Batı sanatı, fakat kökeni Şarklı ve Doğulu Batı’daki roman Doğudaki masalların, kıssaların, menkıbelerin köklerinde yeşerdi.
Hayatın her alanında aşandı: Doğu buldu, Batı büyüttü, ve geliştirdi. *
Batı’nın romanı”*kıssa ve menkıbe olarak İslam kültüründe var. niye mi gelişmedi?..Belki de geliştirebilirdi, ama Müslümanın hayat felsefesine aykırı unsurlar taşıdığını görüp reddetti.

roman teşhirci, meraklı, çok incitici, zaman zaman da yıkıcı bir tarz.*
Osmanlı romanla barışamadı. Yoksa hayatın her alanıyla ilgilenen bir yapı romana niye küskün kalsın? faydalı bulmadı. zararlı buldu. Roman yerine, eski devirleri, eski hayalleri güne taşıyan menkıbelerden, kıssalardan, masal ve destanlardan beslendi hayatına uygun buldu. çünkü kıssalarla menkıbeler geçmişin deneyimlerini güne taşıyor hem de faydacı kurgularıyla topluma yol ve yön gösteriyorlardı. referansları Kur’an’dı.

kıssalar, menkıbeler, destanlar fetih tefekkürünün parçalarıydı: Hep birlikte toplumun temellerini örüyorlardı...
Romanı hayalci başıboş, meraklı ve iddialı buldular. Osmanlı başıboşluk merak ve iddiayı hoş görmez. hedefsizliği büyük facia sayar. Çünkü , Osmanlı toplumu hedefini belirlemiş her şeyi disipline etmiş bir toplumdu. çok ufukluydu...Ufuklu toplumlar hayal kurmayı bilir

Osmanlının engin ve zengin hayalleri vardı: İlâ-i Kelimetullah meküresinin özüne dönüşen “Kızılelma” ideali, sınırsız hayallerin simgesidir: Sınırsız hayallerin ve geniş ufukluluk
Geniş ufku, idealleri, hedefleri ve hayalleri olan bir toplum romandan neden sakınmış, neden direnmiş?
Bunun sebebi, romanın misyonudur
Romanın misyonu teşhirdir Bu, rahmetli*Cemil Meriç’in çok yerinde bir tespiti… Roman meraklıdır. Her şeyle ilgilenir. Her yere girmek, her aksaklığı, her kusuru bulmak ve her şeyi herkese göstermek ister. hiçbir çözüm üretmez. İnsanlara kaos sunar.
*


Kaynak habertürk.com

Murat Bardakçı Timur’un huzurunda!
*
Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın Özbekistan gezisine katıldım, birçok tarihî ve dinî mekânı ziyaret eddim Türkiye’nin tarihini etkilemiş olan Timur’un kapalı tutulan kabrini görme imkânı buldum.dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kuran Timur’u Osmanlı Hükümdarı Yıldırım ile 1402 de Ankara’da giriştiği, Yıldırım’ı mağlûbiyete uğratmasından Osmanlının parçalanıp “Fetret Devri”ne girmesine yolaçan savaş ile biliriz…

Taşkent Havaalanı’nda Özbekler, misafir devlet adamlarını geleneksel “nöbet vurma” merasiminde kullanılan Türk borusu “kerney” ve “bendir” çalarak karşılıyor Bu savaşın hatırası canlılığını Ankara’nın havaalanı “Esenboğa” sayesinde muhafaza etmektedir:*
“Esenboğa”nın aslı “İsen Buga”dır, Timur’un generallerden birinin ismidir, bazı ön saftaki hücum birliklerinin yahut Timur’un Yıldırım’ı yenen meşhur fil müfrezelerinin kumandanıdır.

Ankara Savaşında karargâhını şimdi onun adıyla anılan yerde kurmuş, burada bulunan küçük yerleşim asırlarca “Esenboğa” ismini taşımış ve 31 Mayıs 1956’da inşaatı tamamlanarak sivil havacılığa açılan havaalanına bu köyün adı verilmiştir. Timur, altı asır önce yaşanan mücadelede Yıldırımı ve Osmanlıyı perişan etmiş pek sevilmemiş ve bir kesim tarafından asırlarca nefretle anılmıştır.

o Türk ve Türkçe konuşan bir devlet adamıdır, Semerkand’ı başkent yaparak büyük bir medeniyet inşa etmiş torunlarının kurduğu ve yüzyıllarca hüküm süren diğer Türk devletlerini medeniyeti zirveye taşımıştır Timur İmparatorluğu’nun merkezi Özbekistandır Timur’un başkenti Semerkanddır Binali Bey’in yaptığı Özbekistan ziyaretinde Semerkand’a gittik, Orta Asya Türk Tarihi’nin ve Türk sanatının iz bırakmış mekânlarını ziyaret ettik…

kırk seneden buyana ziyaret etmek istediğim bir türlü imkân bulamadığım bir mekânı gördüm: Timur’un Semerkand’daki “Gûr-ı Emîr” isimli muhteşem türbesinin mahzende bulunan ama ziyarete kapalı tutulan gerçek kabrini, yani “zîr-i zemîn” şeklindeki mezarını…Zeminin altı” demek olan “zîr-i zemîn”, Türk mimarîsinin önemli bir geleneğidir Selçuklular’da, Timurlarda ve Osmanlıda ilk dönemdeki mezarlar bu şekildedir Cenaze yer seviyesinin altında bulunan mahzeni andıran bir odaya kıbleye bakar şekilde defnedilir, üzerine önceden inşa edilmiş gösterişli türbenin aşağıdaki mezarın tam üzerine isabet eden yerine de sembolik bir lâhit konur, aşağıdaki asıl mezar değil bu lâhit ziyaret edilir ve dualar burada edilirdi.

Tarihimizdeki birçok önemli şahsiyetin, Hazreti Mevlânâ’nın ve Fatihin kabirleri bu şekildedir, “zîr-i zemîn”dir asıl kabre inilmez mezarın tam üzerindeki sanduka ziyaret edilir… Zîr-i zemîn” mezarların son örneği Anıtkabir’dir. Atatürk’ün asıl kabri ziyaretçilerin saygı duruşu yaptıkları mermer lâhdin yedi metre altındaki mezar odasındadır ve oda ziyarete kapalıdır.

Timur, hayattan 1405 Şubat’ında Kazakistan’da bulunan Otrar bölgesinde ayrıldı. Naaşı başkenti Semerkand’a getirildi, vefat eden torunu Muhammed Sultan Mirza için inşa ettirdiği ve bir ay önce tamamlanmış olan türbenin altındaki mezar odasına defnedildi.
“Gûr-ı emîr” ismi verilen ve İslâm mimarîsinin çok önemli bir örneği olan türbeye Timur hanedanının önemli mensupları da defnedildi. Timur ile beraber oğulları Mîrânşâh, Şahruh, astronomi tarihinin büyük ismi torunu Uluğ Bey, diğer torunları Muhammed Sultan ile Pîr Muhammed ve yanından ayırmadığı hocası Seyyid Bereke de son uykularını şimdi bu mezar odasında uyuyor

kabirlerinin tam üzerine gelen ziyaret mekânında da herbiri için sembolik birer lâhit bulunuyor.Timur’un torunu ve tarihin en büyük astronomlarından olan Uluğ Bey. STALİN MEZARI AÇTIRDI AMA BAŞINA BÜYÜK DERT AÇTI!
Timur’un hayatı ve cenazesi maceralar yaşadı…Asıl mezarının üzerine isabet eden yere devâsâ bir yeşim taşı konmuştu ve bu taş sonraki asırlarda hükümdarların gözlerini kamaştırdı:

Timur’a hayran olan İran hükümdarı Nadir Şah 1740’de bir taşı çaldırdı yeşim blok İran’a götürülürken kırılıp iki parçaya ayrılınca başına belâ gelmesinden korkan Şah taşı gönderip yerine koydurdu. Kabir, asıl derde 1941’de uğradı: Gerasimov adındaki Rus arkeologun başkanlığında bir ekip Sovyet diktatörü Stalin’in emriyle mezarı açtılar ve Timur’un kemiklerini Moskova’ya götürdüler. Maksat, kemiklerde çalışıp Timur’un fiziksel özelliklerini ortaya çıkartmaktı…

Timur’un torunu ve Timur İmparatorluğu’nun hükümdarı Uluğ Bey’in Semerkand’da 1420’ de kurduğu rasathaneden bugüne sadece yılın uzunluğunu belirlemede kullanılan bir kısım gelebildi. Semerkand’ın yaşlıları kabrin açılmasından önce Gerasimov ile adamlarına “Mezarın kazılması halinde memleketin başına bir felâket geleceği” konusunda asırlardır vârolan efsaneyi ve mezartaşındaki “Kim mezara saygısızlık eder, Allah’ın lânetinden kurtulamaz” şeklindeki kitabeyi hatırlatıp “Yapmayın!” dediler ama talimat Stalin’dendi yaşlıları kimse dinlemedi…

Askerler 19 Haziran 1941’de türbenin etrafını çevirip halkı uzaklaştırdılar, Gerasimov Timur’un kemiklerini çıkarttı ve beklenen lânet üç gün sonra, 22 Haziran’da geldi: Nazi Almanyası Moskova’ya savaş ilân edip Sovyet topraklarını işgale başladı Uluğ Bey’in gözlem sonuçlarını kaydettiği meşhur astronomi kitabı “Zîc-i Uluğ Bey” in Semerkand Rasathanesi’ndeki müzede muhafaza edilen elyazması nüshası. Yılın uzunluğunu 15. asırda en doğru hesaplayan astronomi âlimi hükümdarın ismi, bugün ayda bir kraterde yaşatılıyor. Kemikleri Moskova’ya taşıyan Gerasimov, üzerlerinde çalıştı. Timur’un boyunun 1.73 ve “aksak” denmesinin sebebinin de kalça kemiğindeki incinme yüzünden topallaması olduğunu ortaya çıkardı. kafatasında uğraştı ve ilk uygulayıcılarından olduğu “etlendirme” tekniği ile Timur’un yüz kalıbını çıkartıp büstünü yaptı!

Timur’un Orta Asya’da yapılan tabloları ile heykellerinde, Mihail Gerasimov’un kalıbı esas alınmaktadır. Kemikler seneler sonra Stalin’in emriyle tekrar Semerkand’a götürülüp Gur-ı Emîr’e defnedildi fakat mezar operasyonu Timur’un lânetini çekmiş, Alman işgali 20 milyon Sovyet hayatına mâlolmuştu…Senelerce resmî heyetlerle birçok memlekete gittim ama Özbekistan’daki ağırlamaya başka hiçbir yerde tesadüf etmedim!Lezzeti ile meşhur Özbek pilâvı kazanlarda pişiyor ve pilâvın malzemesi ile pişirme şekli askerin her zaman tok olması için bizzat Timur tarafından tesbit edilmiş

Ziyarete katılan herkes otuz çeşit yemeğin ve emsalsiz Buhara Pilâvı’nın yeraldığı, geleneksel Özbek musikisi ve Özbek raksları ile dolu davetlerin benzerini daha önce görmediklerini söylüyor bürokraside şimdiden “Özbekler iade-i ziyaret için geldiklerinde işimiz zor” endişesi hâkim!
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla