|
EZAN ve MİLLETİMİZ (-Okumanızı tavsiye ederim -)
[size=13pt]Ezan, Şeairdendir
Ezan, ne Arab’ındır ne de Acem’in. Ne Türk’ündür ne de bir başka âlemin. O, bütün hamd ve övgülerin sadece kendisine ait olduğu, alemlerin Rabb’i Yüce Allah’ın, sadık bir rüya ile kullarına ikram ettiği ilahî armağandır. Onun kulları olarak yaratılan bütün insanlığa ve kainata Hakk’ın büyüklüğünü, hakikatın üstünlüğünü ilandır. Kainata bir fermandır. Bu itibarla ezan, bir kavmin veya herhangi bir ırkın değil İslâm’ın şeairindendir. Şeair, şiar kelimesinin çoğuludur. Şiar, iz, belirti, işaret, nişan, alamet, ayırt edici iyi adet manalarına gelmektedir. Kur’ân’da şeaire saygının takvadan kaynaklandığı ve yine takvayı beslediği de beyan edilmektedir: “..kim Allah'ın şeairine, hürmetli kıldığı alametlere saygı gösterirse şüphesiz o saygı duyma, kalplerin takvasındandır; gönülleri (kötülükten) himaye edip koruyan sebeplerdendir.”1 Bunun için ezan, takvanın kaleleri mabetlere en mükemmel ve tam davettir. Ona saygı, ona sevgi, ona ilgi kalplerin takvasındandır.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki şiar, şuurla aynı kökden gelen bir kelimedir. Şuur, anlayış, idrak ve dışta bulunan şeyi zahiri duyularla duymak, hissetmek demektir. Hayat, ruhun ziyası, şuur ise hayatın nurudur. İşte İslâm’ın önemli bir şiarı olan Ezan-ı Muhammedî, maddi-manevi hayatımızın nurudur. İslâmî hakikatleri bize hatırlatan, idrak ve his dünyamızı açan, şuurumuzu uyaran bir nurdur. Dolayısıyla ezan, içimizde iz bırakan; bize yol ve istikamet gösteren; şanımıza şan katan ve şuurumuzu katlayan bir şiar, bir şuurdur. Günde beş vakit imanımızı tazeleyen bir şuur.. bizi taklitten tahkike taşıyan bir şuur.. bizi İlahî huzura davet eden ve huzur veren bir şuur..bizi ihsana yani “Allah’ı görüyor gibi yaşama” ufkuna yücelten bir şuur. Onun büyüklüğüne bizi bağlayan bir şuur.
[color=red]Ezan Fıtratın Sesidir
Ezan, kainatın ve içindeki herşeyin öz sesi.. Fıtratın sesi soluğu.. Varlığın bağrından kopup gelen cihanşümul ulvi bir musiki. O, yüce hakikatlerin nur oluğu.. İnsanlığın ortak paydası.. İnsanlığın en has ve en halis hususi sesi. Arif Nihat’ın ifadesiyle, Hz. Adem’le başlayan, devirlerden ve diyarlardan kopup gelen, minarelerden göklere yankılanan ve mavi göklerde buluşan ulvi ses. Hakikatın en gür ve en muhrik sedası. Hele hele bizim milletimiz için.. Dediği gibi şair İhsan Raif’in:
“Sen şanlı zamanların yüreğinden geçerek
Dedelerimin ruhlarını titreterek, emerek
Ondan bana, benden ona süzülerek giden ses
Tarihlere başka bir öz, başka bir göz veren ses
Sen ey hazin, sen ey âli uzun nefes... Ey cihan!
Ey dinin nurlu sesi, ey ulu ses, ey ezan!
Senin sesin gün doğmadan tan yerine yükselir
Tekkelerden camilerden iman aşkı ses verir.
Bu ılık ses ümitlerin mabedini ısıtır.
Vicdanlara sükun serper, fikirleri ışıtır.
Senin sesin şairlerin kaleminde inledi
Ey yurdumun müşfik sesi ey ilahî gür nefes
Ey dinimin canlı sesi, ey mukaddes nurlu ses.
Ey Hak sesi, insanlığı gürbüzleştir, gürleştir
Kanlıları kardeş eyle birleştir.
Ey ulu ses, ey ezan!..”
Bugün yaratılışı okuyup ondaki Hakk’a ait sesi dinleyemeyenler, Ezan’ı Arap emperyalizmiyle eşdeğer görenler, öz varlıklarının sesine kulak versinler. Ezan’da, gürül gürül Hakk’ın sesiyle, hakikatın yüceliğiyle ve bir hakkaniyet çağlayanıyla karşılaşacaklardır. Fıtratla ve fıtratın o lahuti ve müşfik sesiyle buluşacaklardır. İnsanı bütün duygularıyla özünden yakalayan ve gönlünün derinliklerine kadar inen ulu bir sesle tanışacaklardır. Dolayısıyla ezan, (haşa) emperyalist bir kültür değil, vicdan kültürüdür. Fıtratın, tertemiz ve en güzel bir şekilde yaratılışın sözlü bir bestesidir. Onda Arap kültürünün izi veya izleri değil, kalbin tasdikleri ve marifetullah vardır. Onda kalpte coşan, coşup kaynayan ve dilde çığlığa dönüşen tekbir, tevhid ve şehadet kültürü vardır. Ve ulaştığı her yerde ve her şeyde “sadekte ve bi’l-hakkı natekte”; “Doğru söyledin ve hakkı dile getirdin” ifadeleriyle makes bulan bir iman, tevekkül, teslimiyet ve kulluk kültürü vardır. Bu kültür, insanın yaratılış gayesi.. Varoluşun illet ve hikmeti.. Dolayısıyla ezan, hikmet kültürü. Hikmet ise, en büyük hayır, “mü minin kaybolmuş malı, yitiği.. Nerede bulursa alacaktır.” Budur, müminin, Efendiler efendisi Hz. Muhammed’den (s.a.s) öğrendiği.
Ezan, Bu Ülkenin Gerçek Sesidir.
İşte milletimiz aradığını bulmuş ve bu cihanşümul değere en kıymetli hazinesi olarak sahip çıkmış, ve her şeyini ortaya koyarak da asırlarca bekçiliğini yapmıştır. Bundan sonra da bu mukaddes çizgiden dönmeyecektir. Zira artık ezan ve içindeki hakikatler o kadar bizim, biz de o kadar ona aitiz ki, onu varlığımızdan söküp atmak mümkün değildir. Zira ezan, F. Gülen’in de ifade ettiği gibi artık bu toprakların öz sedasıdır:
“Bu ülkenin gerçek sesi ve musikisi, günün hiçbir saatinde susmayan ve her vakit bir değişik buudda kendini hissettiren mabetlerden, ibadetin o her zaman hissedilen ışıklarının büyüleyici manalarından ve aşk u şevkin gönüllerimizi hoplatan derinliklerinden gelir.”2
F. Gülen “Bizim Milletimiz” adlı yazısında da milletimiz ve mukaddes değerler ilişkisini şöyle özetlemektedir:
“Şüphesiz, geçmişimizi bize en iyi duyuranların başında da, mescitlerimiz, ezanlarımız, ilahilerimiz, serhat türkülerimiz, mehterlerimiz ve bu kaynaklardan fışkıran sanat ve edebiyatımız gelir. Bugün o koskoca geçmiş büzülüp sıkışmış ve bunların içine sinmiş gibidir. Ne zaman mescitler, ezanlar, ilahiler, mehterler kurcalansa özlerinde geçmişin buğusu ve şanlı milletimizin kokusu duyulmaya başlar. Bunlar, bizlerle, cedlerimizin gönüllerinin ortak duygu ve düşüncelerinin mahsulü; müşterek hislerinin birer ifadesi, geçmişe ait aşkların, şevklerin kaynağı ve hatıralarımızda yaşayan, kan ve damarlarımızla bütünleşen birer ruh gibiydi. Kendi derinliklerimize dalarak sinelerimizdeki cennetleri görmek, mahrem duygularımızı coşturarak ebedî vuslata hazırlanmak için bunlar adeta birer sihir, birer füsundu.”
F. Gülen “Bizler de Dirileceğiz” adlı şiirinde yine bu ülkeyi anlatırken kubbeleri ve şaha kalkmış minareleriyle tasvir etmektedir:
“Yakut sütunlar üstünde firûze kubbeler,
Dört bir yanda şaha kalkmış gibi minareler;
Hiç eskimeyen bir mana ile hâlâ süzgün,
Gökte yıldızlarla mahyalaşan o şanlı dün
Ki sönük bir rüyadır yanında efsaneler...”
Halide Nusret Zorlutuna ise “Beykoz’dan Bir Bakış” şiirinde her yere ve her şeye sinen bu tekbir seslerini şöyle tasvir etmektedir:
“Tekbir sesi denizinde, dağında;
Karanlıklar yok oluyor ağında.
Fatih Sultan’ımın bahar çağında
Dünyaya açtığı çağ ayrı bir güzel.” 3
Anadolu’yu anlatan çoğu şairimiz onu mabet ve tekyeleriyle, çil çil kubbe ve minareleriyle nurani bir bahçe olarak tasvir etmişlerdir. Mesela; İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, “Anadolum” adlı şiirinin bir mısrasında ülkemizi şöyle anlatmaktadır:
Camilerin yapmış Sinan,
Minarende çınlar ezan.
Kubbe kubbe dolu iman.
Müslüman ocağı yurdum,
Ana dolu Anadolum!” 4
Feyzi Halıcı da minarelerin ve ezanların nasıl bizim cadde ve sokaklarımızın ayrılmaz bir parçası ve güzelliği olduğunu “İstanbul Caddesi” adlı şiirinde şöyle ifade etmektedir:
“Bu cadde İstanbul Caddesi,
Aziziye minaresinde çifte ezan”
Yine İsmail Hakkı Yılanlıoğlu’nun dediği gibi, biz ülkemizi, hayatımızı mabetsiz, minaresiz veya ezan sesi olmadan düşünemeyiz. Zira bizim topraklarımızda günler mevsimler ezanla başlar, çiçekler bile ezanlarla açar. Bizim topraklarımız hep ezan çağlar:
“Mor Salkımlar çiçek açar cömertçe
Kanlıca’da, Üsküdar’da, Selimiye’de
Bir yanık ezan sesi dökülür bamtelimize.. ”5
Merhum Ali Ulvi Kurucu’nun ifadesiyle İstanbul, kubbeler şehridir. Sadece İstanbul mu? Hayır. Baştan aşağı bizim medeniyetimiz bir mabet medeniyetidir:
“Kubbeler şehrine daldıkça, gönül vecde gelir,
Mahyalardan yayılan ufka: Fetih ayetidir.
Ufku bir dağ gibi yardıkça: Süleymaniye,
Şanlı mazileri aksettiriyor, atiye!” 6
Arif Nihat Asya da “Kubbeler” adlı şiirinde kubbeler ülkesi Anadolu’yu ve kubbelerimizin gördüğü misyonu şöyle özetlemektedir:
Dün başlar seferber, eller seferber ;
Kurşun eritildi, mermer çekildi.
Bunlar, bu kubbeler, bu minareler
Akçayla olacak işler değildi.
Böyle bir gemide yendi suyu NUH
Ve bu yelkenlerde kanatlandı RUH.
Bulabildinse ey yolcu yerini
Hepsinin alnında altından bir ay
Seyret İstanbul’un camilerini
Minare minare, kubbe kubbe say!
Allah’a giden yol buralardadır
Kapılar açılır şerefelerden
Burdan uğurlanır mübarek aylar,
Bayram burda başlar arifelerden.
“Mihraplar, kemerler, kubbeler yapmış
Sultanı, çerisi, piri, veziri,
Nesilden nesile götürsün diye
Kanatlar üstünde şanlı TEKBİRİ.. [/size]
|