Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05-10-2008, 22:15   #135
Kullanıcı Adı
Berika
Standart AVRUPA BİRLİĞİ
AB’ı Hayat mı? AB’ı Zehir mi?


Geçen hafta sokakta karşılaştığım bütün tanıdıklarıma neredeyse aynı soruyu yönelttim. AB maceramız ne zaman başladı? Hemen herkez 1959 A.E.T. ye başvurduğumuz dönemden bahsetti. Arada bazıları 1996 Gümrük Birliği dedi. Asıl itibariyle iki grupta yanlış biliyor. Hatta abartıyorum yaygın medya diye tabir ettiğimiz gazete ve yayın organlarındakiler, Hatta TBMM deki sayın vekillerimizin bile pek çoğu AB maceramızın asıl başlangıç tarihinden habersizdir gibime geliyor. Aslında tarihi okuyan kişiler az çok bilir fakat sosyal bilimlerde anlam okumalar kişiye göre değiştiği için farklı yorumlarla karşılaşmak mümkündür. Vatandaş ise duyduğu yorumu gerçek addettiğinden gerçek çok hızlı bir şekilde sulara gömülmüş oluyor.
Peki AB maceramız ne zaman başladı? Sıkı durun işte asıl tarih 1814… Bu da nereden çıktı değil mi. Elbetteki birliğin bu dönemdeki adı Avrupa Birliği değildi. European Concert (Avrupa Korosu/Konseyi) adıyla Fransız devriminden sonra Bozulan Avrupa dengesini toplamak maksadıyla Viyana Kongresinde olşturulmuş bir Avrupa Güvenlik Örgütü idi. Dönemin Yazışmalarına baktığımız zaman Fransa’nın Rusya’ya yazdığı mektuplarda ve görüşmelerde Osmanlı’nın Parçalanması gerektiği ve ortak çalışırlarsa karlı çıkacakları yönündeki dileklerini görürüz. (İsteyen okurlarım için ilgili kaynakları açıklayabilirim). Bu paylaşım neticesinde Rusya’nın Avrupa’dan üstün duruma geçeceğini ve kendi ticaret yollarını kontrol edebileceğini bilen İngiltere ise Osmanlı’yı destekler gözükmüş ve Osmanlı içinde “Asılacaksan İngiliz Sicimiyle Asıl” mantığı doğmuştu. Öyleki dönemin ayrılıkçı Yunan Örgütü Filiki Eterya Rusya destekleriyle ve Rusya’ya bağlı olarak kurulmuş ama bu durum İngiltere’nin işine gelmemiştir. İngiltere Fransa ile birlikte Rusya’ya karşı Osmanlının yanında gibi bir tutum sergilese dahi sonralarda gerek Mora’daki Navarin savaşıyla ve gerekse de Sinop Savaşında asıl niyetinin Parçalanan Osmanlı’dan toprak kapmak olduğunu göstermiştir. Bu durum da “Bölüneceksen İngiliz Bıçağıyla bölün” mantığını doğrurmuştur. 2. Mahmut döneminde yaşanan bu olaylar sonucunda Osmanlı çıkan ayaklanmayı bastırmıştır. Dost(!) ve Müttefik (!) İngiltere ayaklanmanın bastırıldığını gördüğünde ise Osmanlıya nota göndererek Yunanistan’dan çekilmesini istemişti. Bunu reddeden Osmanlı İngiliz-Fransız ve Rus savaş gemileri tarafından 1827 de Mora açıklarında topa tutulmuş ve 57 gemimiz batırılarak 6000 askerimiz şehit edilmiştir. Bunun üzerinde Osmanlı Yunanistandan geri çekilerek Bağımsızlığını kabul etmek zorunda bırakılmıştır. Yunanistanın ilk Kıralı OTTO ilginçtir ki Yunan bile değildir. Bavyera Kralı Kudwing’in 198 yaşındaki oğluydu. Şu anda Irak’da yaşanan olaylara ne kadar çok benziyor değil mi? Tabiiki bu aynı zamanda Avrupa Birliğine girebilmek uğruna verdiğimiz ilk ciddi kaybımızdır. Sultan 2. Mahmut’un akabinde Sultan Abdulmecit han tahta geçmiştir. Sultan Abdulmecid’inde en büyük hayali ne olursa olsun Avrupa Birliğine girmekti. Hatta bu uğurda Tanzimat Fermanları çıkartılmış ve Diplomatik Dil Fransızca olarak benimsenmiştir. 1838 Balta limanı antlaşması ile İngiliz Sanayiisi ürünlerinin ülkemize Gümrüksüz girmesi sağlanmıştır. Gümrük Birliği tarzı bir anlaşma olan Balta limanı anlaşmasıyla A.D. Noviçev isimli tarihçi Osmanlı’nın yarı Sömürgeleşme sürecine girdiğini yazar. Ayrıca dönemin İngiliz Büyükelçisi Sir G.H. Seymour Rus Çarı I. Nikola ile yaptığı görüşmelerde bunu açıkça dile getirmektedir. Amdulmecit döneminde AB uğruna kaybettiklerimiz sadece bununla sınırlı değil elbette. 1853 yılında üzerinde “Senin için Öldüler Avrupa” yazılı madalyayı Abdulmecit hanın Avrupa’da dağıtma sebebi de Sinop Deniz savaşında 2700 askerimizi şehit vermemizdir. Zira Abdulmecit han Avrupaya şirin gözükmek adına Rusya’ya savaş açmıştı. Ve yine İngiliz donanmasının donanmamızın önüne geçmesiyle 2700 şehit vermiştik. Bu durum AB uğruna Nato Barış gücü adı altında sağa sola asker göndermemizle de örtüşmüyor mu sizcede. Allah’tan Askeri güçlerimiz savaş noktasında uyanıklarda kayıp vermiyoruz. Peşine 15 Mayıs 1854 tarihinde Silistreyi kuşatan 80000 (Seksen Bin) kişilik Rus ordusunu 10000 (Onbin) kişilik Türk Ordusu durdurmuş ve Silistre savunmasını kazanmıştır. Avrupaya şirin güzükmeye çalışan Abdulmecit bu savaş içinde üzerinde “Senin için Savaştık, Senin İçin Yendik Avrupa” yazan madalyonlar bastırmış ve Avrupaya dağıtmıştı.

AB uğruna ilk borçlanmamızda yine Abdulmecit döneminde denk gelmektedir. İngiltere ve Fransa’nın öldürücü dostluğu “Kalkınma ve kaynakları kullanılır hale getirmek yoluyla servet arttırımı” adı altında ülkemizi borca sokmuştu. Hatta Kars Savunmasında Bize yardım ettikleri iddiasıyla gönderdikleri birliklerin –ki bu birliklerde müslümandır- maliyetini bizim adımıza borç hanemize yazdıklarını belirtmişler ve böylece cebren borçlandırılmamız sağlanmıştır. Bütün bu ölme, öldürme, borçlanma gibi uğraşıların ardından 1856 yılında Avrupa Devletler Konseyine kabul edilmemizi beklediğimiz dönemde Bu seferde Avrupa bizden Yabancılara toprak satışı hakkını vermemizi istemiştir. Son ıslahat fermanıyla bu istekleride gerçekleşmiş ve Osmanlı Konseye kabul edilmiştir. Fakat bu durum Sultan Abdulmecit Hanın sevinmesine fırsat bile vermeden beraberinde başka istekleri getirmiştir. Mesela İslam Halifesi ve Osmanlı Padişahı Abdulmmecidin Saint George Hristiyan tarikatına üye olması gerektiğini belirtmişlerdir. Konseye girmek için bu kadar çaba sarf eden Abdulmecit bu isteğide kabul etmiş ve İslam halifesi ünvanıyla Hristiyan tarikatına üye olmuştur. Ama Hristiyanlaştırma isteği bununla bitmemiş ve bu seferde Garter Haçlı Şövalyelerinin arasına girmesi gerektiği belirtilmiş, Abdulmecit bunu da kabul etmiş ve hatta Yemin ederken İngiliz Büyükelçiliği Başpiskoposunun “Siz bundan sonra İsa yolunda çalışacak ve Onun için her türlü özveriyi yapacak bir şövalyesiniz” demiş ve Halife Abdulmecit’de bunu kabul etmiştir. Böylece Hristiyan Tarikatına üye, Haçlı Şövalyesi ünvanını kabuleden bir halife Padişahımız da olmuş oluyordu. Elbetteki tek amaç Osmanlının toprtak bütünlüğünü sağlamaktı. Bunun için ölmüş, öldürmüş, hatta borçlanmış, haçlı şövalyesi bile olmuştuk. Hiç doymayan bir azman gibi sürekli yeni bir şeyler isteyen Avrupa doymuşmuydu. Elbetteki hayır. Bu seferde Abdulmecitin “Hristiyanlığa hizmet” sözünü yerine getirmesi istenmiş ve bu söz karşılığında Hristiyanlığa hizmet yasaları çıkartılmış Kiliselere araziler bağışlanmış ve Kiliseler yaptırılmıştı. Tıpkı Şimdiki “Cesaret Ödülü” ve ardından Ahdamar Kilisesinin onarılması örneğiyle ne kadar örtüşüyor değil mi? Bu örnekleri çoğaltmak o kadar kolayki…

George Soros’un Mart 2002 de Sabancı Üniversitesinde söylediği “Türkiye'nin en iyi ihracat ürünü ordusudur" sözleri çok büyük tepki görmüştü. Fakat Soros’dan 3 yıl kadar önce 29 Kasım 1999 da Emekli Orgeneral Çevik Bir’in bir toplantı’da Türkiye’nin görevinin Batı İçin Güvenlik Üretmek olduğunu dillendirmesinden bahseden nedense çıkmamıştı. Tarih bize gösteriyor ki Batı için Savaşmak ve Ölmek fikri bizde çok eskilerden kalma bir hastalık. Tedavi olmak vakti gelmiştir bence. Avrupa aynı Avrupa, Birlik Aynı birlik, İstekler aynı istekler, Reformlar aynı reformlar. Şimdi siz oturun karar verin Şu Avrupa Birliği AB’ı hayat mı?; AB’ı Zehir mi

Halil ÜLKER
  Alıntı ile Cevapla