|
Görüştüğü Bilgin ve Şeyhler
Mevlânâ, ailesinin ve kendisinin taşıdığı özellikler nedeniyle bir arada bulundukları dışında elbette birçok bilgin ve arifle görüşmüştür. Bunların hepsini belirlemek mümkün değildir. Kaynaklara göre, Mevlânâ Şam’da bulunduklarında Şeyh Muhyiddîn-i Arabî, Sa’deddîn-i Hamevî, Şeyh Osmân-ı Rûmî, Evhadüddin-i Kirmânî, Sadreddîn-i Konevî ile sohbet etmiştir.[50]
Konya’da onun zamanında bulunmuş olan ve görüştüğü önemli zevat arasından isimleri öne çıkanlar, şunlardır: Konyalı Sadreddin (ö.1274), Şirazlı Kutbeddin (ö.1310), Fahreddin-i Irâkî (ö.1289), Şeyh Necmeddin-i Râzî (ö.1256), Urmiyeli Kadı Sirâceddin (ö.1283), Hintli Safiyyeddin (ö.1315).
Tarikat Silsilesi ve Yolu
Sipehsâlâr, Sultânu’l-ülemâ Bahâeddin Veled’in zikir telkini ve hırka silsilesini şöyle vermektedir: Babası Ahmed el-Hatîbî, Ahmed-i Gazzâlî, Ebû Bekr-i Nessâc, Muhammed-i Zeccâc, Ebû Bekr-i Şiblî, Cüneyd-i Bağdâdî, Seriyy-i Sakatî, Ma’rûf-i Kerhî, Dâvûd-i Tâî, Habîb-i Acemî, Hasan-i Basrî, Hz. Ali ve Hz. Peygamber.[51]
Mevlânâ’nın zikir silsilesi ise, Menâkibu’l-ârifîn’de şu şekilde sıralanmaktadır., Seyyid Burhâneddin-i Muhakkik-i Tirmizî, Bahâeddin Veled, Şemsü’l-eimme Abdullah-i Serahsî, Hatîb-i Belhî, Ahmed-i Gazzâlî, Ebû Bekr-i Nessâc, Muhammed-i Zeccâc, Şiblî, Cüneyd-i Bağdâdî, Seriyy-i Sakatî, Ma’rûf-i Kerhî, Dâvûd-i Tâî, Habîb-i Acemî, Hasan-i Basrî, Hz. Ali ve Hz. Peygamber.[52]
Bahâeddin Veled’in, Necmeddîn-i Kübrâ’nın (ö.1221) hâlifesi olduğu da kaydedilmektedir.[53] Buna göre de silsile şöyledir: Ammâr-i Yâsir, Ebu’n-Necîb-i Suhreverdî, Vecîhüddin el-Kâzî, Muhammed-i Bekrî, Ahmed-i Dîneverî, Mimşâd-i Dîneverî, Cüneyd-i Bağdâdî[54]. Ayrıca tarikat terbiyesinin dışında sohbet cihetiyle Ahmed-i Gazzâlî, Ebu Bekr-i Nessâc, Ebû Alî-i Fârmedî ile devam eden başka bir silsileye sahip oldukları nakledilmektedir.[55]
Oğlu Sultan Veled, Mevlânâ’nın buyruğuyla sırasıyla Şems’e, Şeyh Selâhaddin’e, Çelebi Hüsâmeddin’e uymuştur. Tebrizli Şemseddin, Şeyh Selâhaddin ve Çelebi Hüsâmeddin, Mevlânâ’nın nâib ve halifeleri durumundaydı.[56]
Mevlânâ’nın eserlerini kaplayan aşk ve vecd’in daha önceki örneklerini, Ahmed-i Gazzâlî (ö.517/1123-24) ile ünlü şairler Senâ’î (ö.1131) ve Şeyh Attâr (ö.1220?) dile getirmiştir. Sultan Veled’in İbtidânâme’sindeki şu ifadeler bu fikrî ve manevî beraberliği anlatmaktadır:
“Ama Senâî ve Attâr’ın divanlarınna, Allah bizi aziz sırrıyla kutlasın, Mevlânâ’nın, özünde özü, içinde iç olan Senâî ile Attâr’ın sözlerinin özü-özeti bulunan faydalı sözlerine meyletmek, meyleden kişinin, gönül ehlinden ve velîler bölüğünden olduğuna delildir.”[57]
Mevlânâ’nın tasavvufî silsilesinde ve anlayışında bu ortak özellik gözlerden uzak tutulmamalıdır. Farklı bir ilâhî hikmet anlayışına ve yorumuna sahip olan Muhyiddin ibn-i Arabî (ö.1240) ile Mevlânâ arasında doğrudan bir benzerlik ve yakınlık o yıllarda görülmemekteydi. Sonraki asırlarda birlik ve yakınlığı usul edinen sevenlerinin yorum ve gayretleriyle kimi eserlerde böylece uyum teessüs edilmiştir.
İlim öğrenme mekânları olan medreselerin, Mevlânâ’nın ve babasının hayatında büyük yeri vardır. Tahsil dönemlerinde ve sonrasında hayatları bu mekânlarda geçmiştir. Rivayete göre, Sultan Alâaddin ikametleri için sarayına davet ettiğinde Sultânu’l-ulemâ’ “İmamlara medrese, şeyhlere hânkah, emîrlere saray, tüccarlara han, başıboş gezenlere zaviyeler, gariplere kervansaraylar uygundur” cevabını vermiştir ve Mevlânâ da aynı şekilde davranmıştır.[58][59]
Âlim ve müftülerin özelliklerine sahip Mevlânâ “Fetva aylığının bize helal olması için hangi hâlde olursam, olayım, fetva getirirlerse, engel olmayın ve bana getirin” derdi. İstiğrak ve semâ hâlinde de fetva yazardı.[60]
İlmî birikimi, binlerce âyet-i kerime ve hadis-i şerifle donattığı Farsça ve Arapça şiirlerinde ve mensur eserlerinde görünmektedir. Yaşadığı yıllarda toplumda yaygın olan şiir sevgisinin, Mevlânâ’da da bulunduğu ve bu nedenle onun Arapça ve Farsça birçok divan okuduğu aşikârdır. Taşıdığı duyuş, aşk ve vecd hâlini terennüm etmekte kendisine örnek aldığı meşhur mutasavvıf şairler Senâî ile Şeyh Attâr’ın şiirde açtığı yolun en büyük temsilcisidir.
Böylece Mevlânâ ilmin, irfanın ve şairce duyuşun buluştuğu bir bilge kişi olarak, toplumun gündelik hayatıyla yakından ilgilenmiş ve insan ruhunun problemlerine ikna edici çözümler sunmuştur. Taşıdığı aşk ve istiğrak hâli, onu çevresinden ve gündelik hayattan uzaklaştırmamıştır.
Mevlânâ’dan nakledildiğine göre:
İnsanda iki büyük nişan vardır: Birincisi bilgi, ikincisi fedakârlıktır. Bazısında bilgi var, fedakârlık yok. Bazısında fedakârlık vardır, bilgi yoktur. Her ikisine de sahip olana ne mutlu.[61] Mevlânâ’nın ailesinin yanında ve ayrıca Şam’da ve Halep’te geçirdiği tahsil yılları, ailenin bu yöndeki hassasiyetini göstermektedir. Mevlânâ, ilmî faaliyetleri nedeniyle önemli Hanefî fakîhleri arasında yer almaktadır.
Hz. Mevlânâ’nın Vasiyeti:
Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır.[62]
Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu
|