İnsan, haddizatında ilâhi bir iş evidir. Hakkın zatı daima tecelli eder ve gerçek emirler kula iner. Onun inişi, şekilsiz ve renksiz olduğu gibi, kendisi de öyledir. Ancak, Hak Tealâ tecelliyi çeşit çeşit, renk renk suretlerde yaratır. Bunları yapmaktan maksut, Hakkın tekvin sıfatı tecellisini beyandır.
Olgun insan herhalde gafil olmamalı. O ilâhî tecelli, kendine nasıl şekilsiz ve tartısız geldi ise, yine geldiği gibi renksiz ve şekilsiz göndermeye gayret etmelidir. Asıl mesele onun hukukuna riayet edip geldiği gibi gönderebilmektir.
İnsanın gerek içinde, gerek dışında olan bütün işler, düşünceler, hareketler, inanışlar, tasavvurlar; hattâ bütün nefeslerin, bir zerresi dahi boşa gitmez. İyi veya kötü olan her hareketin, kendine göre bir kabiliyeti ve istidadı vardır; onlar o hallerine göre türlü şekiller alır; öbür âlemde ise, burada aldıkları suretle meydana çıkarlar. O hareketlerin ve işlerin sahibi onlara verdiği suret gereğince; ya nimet bulur hoşluğa dalar; yahut incinir azap çeker. Burada da saklı olan, orada aşikâr olur.
-"Bir kimse zerre kadar hayır yapsa, onu görecek ve bir kimse; zerre kadar şer yapsa onu görecek..."
Mealine gelen Ayet-i Kerime bunu anlatır.
Muhiddin-i Arabî Hz. devamla şöyle der:
-"Hak Teâlâ varlığını yarattı. Ama, bunu akıllar idrâk edemedi. Çünkü onlar, maddî şeyleri düşünebilen akıldı. Maddiyata taalluk eden akıl yüce şeylerin anlayışında kusurludur. Bunu anlamak için maddeyi geçip ötelere varan akıl gerektir."
Haddi zatında:
-Hak varlığını yarattı...
Demek; dış bakımdan iyi görünmez. Ama, mâna cihetiyle gerçektir ve her şeyi aciz hâle getiren bir haldir; bize gereken ise budur, yani mânadır.
|