SARIKIZ'IN MEKTUBU
2006 yılında başbakanlığa imzasız bir mektup ulaştı. Mektuptaki
satırlar okundukça gönderenin yakın tarihte emekli olan üst
rütbeli bir subay olduğu anlaşılıyordu. Mektup imzasız olduğu
için başlangıçta ciddiye alınmak istenmedi ancak iddialar, yakın
tarihte yaşanan hadiselerle pazılın parçaları gibi kurgulandığında
ortaya çıkan fotoğraf ürkütücüydü.
Mektupta yazılanların gerçeklik payı çok yüksek gibiydi.
Mektubun ilk satırları şöyleydi: "Özellikle son dönemde Türkiye
Cumhuriyeti 59. hükümet üyeleri ve icraatları aleyhinde
yürütülen psikolojik harekât kapsamında sistematik bir biçimde
yıpratıcı ve yıkıcı çalışmalar başlatılmaktadır."
İddia çok vahimdi!
Son yıllarda art arda çorap söküğü gibi ortaya çıkarılan çeteler,
tesadüfi olarak ortaya çıkmış değildi. Peki, söz konusu psikolojik
harekât kim veya kimler tarafından yapılmaktaydı? Emekli
subay mektubunda bunları anlatıyor: "Çekirdek kadrosunu bir
kısım Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun oluşturduğu, emekli
askerî personel ile bazı sivil şahısları da kapsayan ve etki alanları
oldukça geniş organizasyon tarafından yapılmaktadır."
Psikolojik harekâtın hedefi ise mektupta şöyle tarif ediliyor:
"Kitle iletişim araçlarını etkin kullanarak hükümet üyelerini kamuoyunda
küçük düşürerek, inanırlık ve güvenirliklerini zedele
yecek tarzda doğruluğu ispatlanmamış haberleri yaymaktır. Bu
sayede ülkede kriz ortamı oluşturarak, mevcut rejim için öncelikli
tehdit kabul ettikleri ve irticanın temsilcisi olarak gördükleri
АКР hükümetini etkisiz hale getirmeyi amaçlamaktadırlar."
Mektuba devam ettikçe anlıyoruz ki, yazan subay da bu harekâtın
içindeymiş: "Başlıca görevi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni
korumak ve kollamak olan TSK gibi bir kurumun mensubu
olmakla gurur duyuyorum. Yetiştirilme tarzım ve aldığım eğitim
gereği, anti laik oluşumların zararlılığına ve ülkemizi geri götüreceğine
inanmaktayım. Bu nedenle de yukarıda bahsettiğim illegal
organizasyon tarafından şahsıma yapılan görev teklifini düşünmeksizin
seve seve kabul ettim."
Sonra?
Emekli subay devam ediyor: "Bugüne kadarki süreç içinde yürütülen
psikolojik harekât çerçevesinde planlanan görevlerde aktif
olarak yer aldım. Söz konusu psikolojik harekât eylem planlarından
АКР hükümetine karşı düzenlenen operasyonun adı SARIKIZ
olarak belirlenmişti. Plana göre; öncelikle AKP'nin önde gelen
isimleri hakkında kapsamlı bir fişleme çalışması yapıldı. Maddi çıkar
amaçlı çetelerin yasa dışı faaliyetlerine göz yumularak fişleme
çalışmaları esnasında kendilerinden azami derecede istifade edildi.
Sonuçta tespit edilen çeteler sayesinde yıpranan TSK oldu."
Kareler yerli yerine oturmaya başlamıştı. Son dönemde hortlayan
çeteler ve hükümet aleyhindeki kampanya, bir merkezden
yönetiliyordu.
Medyanın rolü
Bu süreçte medyaya da rol biçilmişti. Plancılar, medya desteği
olmadan başarıya ulaşabileceklerine inanmıyorlardı. Özellikle
yüksek tirajlı ve etkin gazetelerde kalem sallayan yazarlarla irtibat
kurulması, planın önemli bir unsuruydu.
Gerisini komutandan dinleyelim: "Bilahare basın ve yayın
organlarının kontrol altına alınması maksadıyla geniş okuyucu
G İ Z L İ BELGELERDE KARANLIK İLİŞKİLER
kitlesine sahip, kilit haberleşmeci konumundaki yazarlarla irtibata
geçildi. Kimi çeşitli vaatlerle, kimileri ise üstü kapalı tehditlerle
ikna edilen yazarlar kanalıyla, 'АКР, TSK'yı yıpratmak
için sinsice planlar yapıyor; АКР Türkiye'yi sonu belli olmayan
karanlık bir yola doğru sürüklüyor' tarzındaki temalar işlenerek,
kamuoyunun menfi yönde etkilenmesi amaçlandı."
Sadece medya mensupları mı? Toplumu etkileyebilecek güce
sahip herkes. Sivil toplum kuruluşlarının da en az medya kadar
etkili olduğu hesabı yapılmıştı.
Mektuba devam edelim: "Kilit haberleşmeci deyince; tavır,
davranış ve sözleriyle geniş kitleleri etkileyerek harekete geçirebilecek
pozisyondaki kişiler akla gelir. Politikacılar, sanatçılar,
işadamları, aşiret liderleri kilit haberleşmecilere örnek verilebilir.
Bu bağlamda; ülkemizde ve dünya çapında tanınmış sanatçıların,
müzik eğlence programları esnasında, istenilen mesajların
eğlendirme tekniğiyle hedef kitlelere iletilmesi yönündeki çalışmalar
sürekli faaliyet olarak devam ettirilmektedir."
Başka?
Şu satırlar çok önemli: "Rektörlerle görüşülerek öğrencilerin
hükümet aleyhinde eylemlerde bulunulmasına çalışıldı. Bu kapsamda
basına yansıyan 10 Eylül 2003 tarihindeki Kara Kuvvetleri
Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman ile rektörlerin yaptığı
görüşmenin haricinde yapılan gizli görüşmelerle de, 2 Mart 2005
ve 27 Şubat 2006 tarihlerinde Ankara Üniversitesi'nde Milli
Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in maruz kaldığı durum ile benzeri
hadiselerin temelleri atıldı."
Mektubu okudukça psikolojik harekâtın ne denli büyük organizasyon
olduğunu daha iyi anlıyoruz: "Sendikaların hükümet
aleyhindeki tutum ve davranışlarının desteklenmesi hususu benimsendi.
Görsel psikolojik harekât ürünlerinin (afiş, bildiri,
billboard) hazırlanarak uygun yer ve zamanlarda kullanılması
kararlaştırıldı. Sivil toplum örgütlerinin yönlendirilerek hükümet
aleyhinde kampanyalar düzenlenmesi teşvik edildi. Tüm bu
faaliyetlerin eş zamanlı olarak yürütülmesi öngörüldü."
Bu mektubu neden yazdı?
Buraya kadar tamam. Psikolojik harekâtın tam göbeğinde yer
almış bu emekli subay, sahip olduğu bu gizli bilgileri neden başbakanlıkla
paylaşma ihtiyacı duymuş olabilir?
Gerekçesini şöyle tarif ediyor: "Laik rejimi koruma adına yaptığımız
ifade edilen bu operasyonun aslında bazı şaibeli kişilerin
önünü açma amaçlı ve TSK içindeki bir grubun menfaatleri doğrultusunda
yaptıkları bir harekât olduğunu, dolayısıyla TSK'ne ve
cumhuriyetimize zarar verdiğini fark etmiş olmam beni hayal kırıklığına
uğrattı. Bu nedenle de birçok konuda aynı görüşleri paylaşmasak
bile sizi bahse konu organizasyon hakkında bilgilendirme
sorumluluğunu ve mecburiyetini kendimde hissediyorum."
İddiasına göre; bu mektubun yazılmasına, kimi şaibeli isimlerin
rejim kaygısının ardına gizledikleri kişisel menfaatlerini, "rejim
sorunu" gibi pazarlaması yol açmıştı.
Büyük hedef Recep Tayyip Erdoğan
Mektupta, planın nasıl yürürlüğe konduğuna ilişkin bazı çarpıcı
örneklere de yer veriliyor. Tek tek düşünüldüğünde "tesadüfi"
veya "münferit" olarak görülebilecek olayların, mektubu okudukça
Türkiye'nin boynuna geçirilmek istenen uzun zincirin
halkalarından olduğunu anlıyoruz.
İşte mektuptan birkaç örnek: "Kemal Unakıtan'la ilgili yolsuzluk
iddialarının basın yayın organlarında sıkça yer alarak gündemin
ilk sırasına oturtulması, Bülent Arınç, Ali Babacan ve Hüseyin
Çelik gibi isimlerle ilgili sansasyonel haber ve bilgi üretilerek
hükümetin yanlış politika ve eylemler içinde olduğu izlenimi verilmeye
çalışılması; Turhan Çömez gibi isimlerden faydalanılarak,
АКР içinde ikilik varmış havasının yaratılmasından bahsedilerek
o sayede sözde yolsuzluklar, kadrolaşma, tarikat bağlantıları, ihalelere
fesat karıştırma gibi haberlerle vatandaşların kafasında АКР
yönetimine karşı soru işaretleri oluşması sağlanmıştır."
Hedefteki isimler, sadece bakanlar değildi. Büyük hedef, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'dı. Emekli subayın iddiasına göre, Er
doğan, Yıldırım Akbulut gibi toplumda küçük düşürülecek (!) ve
zamanla tasfiye edilecekti. Elbette, Akbulut'un toplumda küçük
düştüğü iddiasına katılmıyorum ama yapılan benzetme ilginçti.
Devam edelim: "Bu konuyla ilgili her gün gazete ve televizyonlarda
birçok haberin yer alması, hazırlanan planın uygulamaya
konduğunun açık bir göstergesidir. Ayrıca bir dönem nasıl ki
hakkında üretilen fıkra ve karikatürlerle eski başbakanlarımızdan
Yıldırım Akbulut halkın gözünde küçük düşürülerek güvenirliliğini
yitirdiyse, bugün de aynı senaryo benzer şekilde işlenmekte,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın oldukça masum gözüken
karikatürleriyle toplum önündeki imajı zedelenmeye çalışılmaktadır.
RTE'nin Merkez Bankası atamaları hakkında 19
Mart 2006 tarihinde yaptığı 'Bir zamanlar zenci beyaz ayrımı yapanlar
bugün lanetle anılıyorsa, onlar da (başörtüsünü sorun olarak
getirenler) tarih önünde lanetle anılacak' şeklindeki açıklamasına
binaen, 23 Mart 2006 tarihli Tempo dergisinin kapağına
konu olan 'Türkiye'nin Zencileri' başlıklı resim bu hususta yapılan
çalışmalardan birisidir."
Bir başka iddia ise şöyleydi: "Yakın dönemde orta öğretim kurumlarında
meydana gelen şiddet olaylarının gazetelere yansıma biçimleri
değerlendirildiğinde, psikolojik harbin unsurlarından kişileri
yıpratma amaçlı haberlerden faydalanıldığı açıkça görülecektir.
Yapılan haberlerle amaçlanan, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'i
zor durumda bırakmak ve halkın gözündeki imajını zedelemektir."
Sonra şu uyarı yapılıyor: "Gelişen tüm bu hadiseler tesadüften
ibaret olmayıp deneyimli psikolojik harekât uzmanlarınca detaylı
ve sistematik bir planlama sonucu oluşturulan psikolojik harekât
kampanyasının uygulamaya konulmasının birer ürünüdür."
Emekli komutandan hükümete reçete
Mektubun bu kısmına kadar durum tespiti yapan ve örnekler
veren emekli subay, son bölümde "Bana göre bu konuda alınacak
tedbirlerden bazıları şunlar olabilir" diyerek ayrıca yol gösteriyor.
Üç maddelik reçete aynen şöyle:
- Atılacak her adımın ve söylenecek her sözün ne şekilde
aleyhinizde kullanılabileceğinin çok iyi hesaplanması yeterli olmayacaktır.
Askerler konuşamazlar ama sizler konuşma avantajına
sahip bulunmaktasınız. Konuşmalarınızı iyi ayarlayıp onların
psikolojik harekâtlarını boşa çıkartabilir, kamuoyunu lehinize
çevirerek yapılmak istenenlere meydan vermeyebilirsiniz.
- Kamuoyunda; millet tarafından seçilerek göreve gelen hükümet
yetkililerinin, atama yoluyla görevlendirilmiş kişilerden
çekindikleri izlenimini verecek davranışlardan kaçınmaları, demokrasi
ve hukukun her şeyin önünde olduğunun vurgulanması
önem arz etmektedir. Şemdinli davasını baskı altına alıp hakkın
yerini bulmasını engellemek, kuvvetin her zaman hukuka galip
geleceğini şuur altına kazıyacaktır. Çünkü hükümet Şemdinli'nin
ardından yapılan açıklamalarda 'sonuna kadar gidileceğini'
deklare etmişti.
- Siyasi otoriteden asla ödün verilmemesi, verilecek her tavizin
yeni tavizler getireceğinin unutulmaması gibi tedbirlerle, sizlerin
seçilmişler olarak Atatürk ilke ve inkılaplarına, hukukun
üstünlüğüne dayanarak ayakta kalmanız gerekmektedir.
Ayrık otlarını temizleyin
"Sakın taviz vermeyin" diyordu emekli subay. Hükümete,
Atatürk ilkeleri ve hukukun üstünlüğüne sarılarak ayakta kalabileceklerini
söylüyordu. Mektubu sona erdiren cümleler ise bir
nefis muhasebesinden ibaretti. Emekli subay, böyle bir mektubu
neden yazdığını yeniden izah etme ihtiyacı duymuştu.
işte o son cümleler: "Böyle bir yazıyı kaleme almadan önce
çok tereddüt ettim. Basın yoluyla vatandaşlarımıza ve kamuoyuna
yansımasının TSK ile onun şerefli personeline zarar vereceği
endişesi beni bu düşünceden alıkoydu. Fakat TSK içindeki bu
şebekenin deşifresinin nasıl ülke ve TSK'ni korumak olduğuna
inanıyorsam, geleceğimizi karanlık günlere sürükleyecek oyunla
ra, mensubu bulunduğum kurumun alet olmaması için her ne kadar
içime sinmese de bu hususta bir şeyler yapma iktidarına sahip
kişiler olarak sizleri bilgilendirmenin en uygun çözüm olacağına
karar verdim. Eğer gerçekten görevinizin bilincinde ve ülkesini
seven biriyseniz, sizden bu konularda daha dikkatli ve
uyanık olmanızı, TSK içindeki bu ayrık otlarının temizlenerek
kurumun izzet ve onurunun korunması için gelişebilecek olumsuzlukları
zamanında fark ederek gerektiğinde ön almanızı temenni
ediyorum."
Mektuptaki bu mesajlar ilgililerce ayrıntılı olarak değerlendirildi.
Tehlikenin yüzü çok net şekilde ortaya çıkmasa da bir hayalet
gibi silueti belirmişti. Ne var ki, mektubun son bölümündeki
"Karanlık günler" uyarısının ne anlama geldiği pek anlaşılamadı.
Ta ki, Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden
Örnek'e ait olduğu öne sürülen günlükler medyaya sızana kadar...
Mektubun Şifreleri
Emekli subayın başbakanlığa gönderdiği mektupta ilk dikkati
çeken "SARIKIZ" ismiydi. Değişik kaynaklardan hükümete
yönelik yürütülen psikolojik harekâta ve darbe söylentilerine
ilişkin sürekli bilgi akışı vardı. O nedenle "SARIKIZ" ismine aşinaydılar
ama bir subayın bu kod adını tescil edercesine telaffuz
etmesi önemliydi.
Üstelik o tarihte, SARIKIZ'ı topluma kazandıran (!) Özden
Örnek Paşa'nın günlükleri ortalığa dökülmemişti. Psikolojik harekâtın
nirengi noktaları ise medya, sendikalar, üniversiteler ve
diğer sivil toplum kuruluşlarıydı. Satır aralarına sıkıştırılan örnekler
ise çarpıcıydı. Mesela, 10 Eylül 2003 günü dönemin Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'ın YÖK Başkanı
Prof. Dr. Kemal Gürüz ve rektörleri davet ederek görüşmesi. Bu
görüşmenin gürültüsü bir hayli fazla oldu. Daha da ötesi bu görüşme
kurumlar arası çatışmaların miladı gibiydi.