Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06-11-2010, 00:56   #1
Kullanıcı Adı
Kur'ânTalebesi
Standart Korku Üzerine Korkulu Ve Korkusuz Düşünceler

Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık da mağlûbiyet ve zillete götürür. Cesaret, tehlike karşısında akıl ve zekânın, onlardan daha önce de iman ve takvânın kullanılmasıdır. Mal kaybeden bir şey kaybetmiştir. Onurunu kaybeden birçok şey kaybetmiştir. Cesaretini kaybeden her şeyi kaybetmiştir.

Nedir cesaret? Hiçbir şeyden korkmamak mıdır? Elbette hayır! İnsanı cesur bir kahraman yapan, korkudur; Allah korkusu. Allah’tan hakkıyla korkan ve Allah dışında hiçbir şeyden korkmayan kimse, herkesin korktuğu adam kadar kudretlidir. Doğru olan bir şeyi gördüğü halde yapmamak, yanlışa karşı çıkmamak cesaretsizliktir. Cesaret çoğu zaman zorlukları kolaylığa tercih etmeyi gerektirir. Ama unutmamalı ki, her şeyin değeri, zorluğundadır.

Günümüz insanı bencildir, korktuklarına uğramamak için başkalarını korkutmayı yeğler. Aslında bu bumerangdır. Başkalarını korkutanın, kendisi de hep korku içinde yaşar. Dünyevî korku içinde yaşayan adam da, asla özgür değildir; tutsaktır o, korkusunun tutsağı. Kimseden korkmamak için kimseyi korkutmamalıdır.

Her insanda kesinlikle mevcut olan korku duygusu, aslında güzel bir nimettir. Bırakın insan ve hayvanları, yanlış olarak cansız zannedilen taşlar, dağlar Kur’an’ın anlattığına göre Allah’ı tesbih ederler,[1] İlâhî emanetin azametini idrâk edip korkarlar,[2] Allah korkusundan yarılıp paramparça olur ve yuvarlanırlar.[3] Evet, dağlar ve taşlar bile Allah’tan korkarlar. Korku; fıtrî bir duygu. Her fıtrî duygu gibi vahyin gösterdiği doğru istikamete yönlendirmeli, hedefi güzel ve hayırlı olmalı. Ayrıca; sınırı, ölçüsü, dozu da ayarlanmalı, yani aşırı olmamalı. İslâm, aynı zamanda insanı yersiz korkulardan da uzaklaştırır. Yerli yerinde (Allah için, Allah’a yönelik) kullanılmayan korku; fobilere, gülünç korkulara, insanı helâk edecek korkaklığa sürükler. Aslında hiç bir şey, yersiz korku kadar korkunç değildir. Nice cesur geçinen insanların öyle tuhaf korkuları vardır ki…

Allah’tan korkmayan insandan her türlü kötülük bekleneceği için, halk “kork, Allah’tan korkmayandan” der. Tabii, bu korku, o kimselerin gücünden değil; şerlerinden, fesâdından çekinmek anlamında ele alınmalıdır. Bu anlamda en korkunç tehlike de, Allah’tan korkmayan tâğutların ve kurumlarının fesâdı.

Korkak, tehlikeye düşünce ayaklarıyla düşünür. Korku, kimi zaman topuklara kanat takar, kimi zaman da ayakları yere çiviler. Korkak, ölmeden önce kimbilir kaç kere ölür; yiğit ise, sadece bir kere. Korkunun ecele faydası yoktur; ama ecelin korkuya faydası vardır. Korku, mezar taşlarını insan gibi gösterir. Bazı insanlar, kendi gölgelerinden bile korkarlar. Korkak olana gölge bile düşmandır.

Tevhid, her iki dünyada da olumsuz korkudan ve üzüntüden uzak olmak, esenlik ve emniyete kavuşmaktır. Şirk ise bütün yanlış ve olumsuz korkuların kaynağı… Allah’tan korkmayan, korkulmayacak şeylerden korkar. Korku ihtiyacını takvâ ile doyurmayanlar, fobilerle dolu korkunç bir hayat yaşarlar.

Çağdaş insanın hayatı korkularla çevrilmiştir. Açlık korkusu, deprem korkusu, devlet korkusu, işyerinde patron veya âmir korkusu, evinde eş ve çocuklardan korku, sokakta kapkaç, evde hırsız korkusu, erkekse arabasının çizilme korkusu, hanımsa koltukların kirlenme korkusu, daha nice korkular… Geceleri de kâbuslar. Bunca korku arasında bir de korku filmlerine karşı bir arzu. Şeytan onunla dalga geçer: Korkak ruhunu daha da korkutmaktan aldığı sadistçe zevk, dostu şeytanı bile güldürür. Biraz yaşlanınca, korktuğu başka şeyler başına gelecektir: Yüksek tansiyon, stres, psikolojik bunalımlar… Ve hiç beklemediği bir anda en çok korktuğu başına gelir. Varsa dostları, durumu açıklar: “Kalp sektesinden gitti.” Nereye?!

Bu çağdaş insana yapılacak en büyük iyilik, onları yersiz korkularından kurtarmak, esenlik ve huzur dini İslâm’la onları tanıştırmaktır. Çağdaş câhiliye insanının en büyük korkusu İslâm’dandır. Evet, herkesi her iki dünyada da kurtarmaya gelen İslâm’dan. Celladına âşık olan ve kurtarıcısından korkan insana ne demeli? Çağdaş düzenler, ideolojiler ve tâğutlar her taraftan çağdaş insanı ahtapot kollarıyla pençelemiş, zehrini akıtıyorken futbol, müzik, oyun, internet, tv. gibi uyutucu ve uyuşturucuların etkisiyle insan kendi elleriyle kendini tehlikeye atıyor, ayaklarıyla helâke doğru hızla koşuyor.

İnsan, korktuğu şeyler konusunda Allah’tan yardım ister ve fiilî duâ olarak hislerine, korku duygularına sahip olur, onu terbiye edip yanlış yerlere yönlendirmekten korursa, Allah o kimseden yanlış korkuları giderecektir ve o üzülmeyecektir de. Allah’a güvenme yerine insan, korkusunun etkisinde fazlaca kalırsa, çoğu zaman Allah korktuğu şeyleri ona musallat eder. Hz. Yakub’un, oğlu Yusuf’u kurdun yemesinden korkması, korkusunun gerçekleşmesine (benzer bir korkunç olaya) sebep olmuştu.[4] Aynı durum, gereksiz yere korkarak zâlimlere yardım edenler için de söz konusudur: “Kim (korktuğu için) bir zâlime yardım ederse, Allah Teâlâ, o zâlimi ona musallat eder. İnsanlar, bir zâlimi görür, ona engel olmazlarsa, bundan dolayı hemen hepsi cezalanır.”[5] Kur’an’ın hükmü de aynıdır: “Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (hepinize sirâyet edip hepinizi perişan eder). Bilin ki Allah’ın azâbı şiddetlidir.” [6]

Korkak insan, hayatta başarılı olamaz. Hakkını koruyamaz ve karşısına çıkacak engellere, güçlüklere karşı koyamaz. Hayatta, gereksiz atılganlığın da, gereksiz korkaklığın da yeri olmamalıdır. Unutmamak lâzım: Tedbir ayrı şeydir, korkaklık ayrı. Cesaret ayrı şeydir, delilik ayrı. Allah’tan korkmak bir müslüman için nasıl iyi bir özellik ise; aynı zamanda O’nun yarattıklarından korkmamak da o ölçüde üstün bir fazilettir. “…Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) mü’minlerden iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.”[7]; “Allah’ın göndermiş olduklarını tebliğ edenler, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Allah hesap gören olarak yeter.”[8] Korkaklık müslümana yakışmaz. Hiçbir kınayıcının kınamasından ve İslâm’a karşı olan insancıklardan korkmamak; yalnız ve yalnız Allah’tan korkmak gerekir. “…(Bunlar), Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.”[9] Hatırımızdan çıkarmamalıyız ki, bütün dünya bir araya gelip bütün güçleriyle bize zarar vermek isteseler Allah istemedikçe zerre kadar zarar veremezler. “Eğer insanların tümü toplanıp sana zarar verme hususunda birleşseler ancak Allah’ın aleyhinde yazdığı şeyden başka bir zarar veremezler.”[10] O yüzden bir mü’minin gözünde bir kâfir, sivrisinek kadar bile değildir. “Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Çünkü O çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”[11]

Kur’an’ın emrine göre mü’minler, yalnız Allah’tan ve O’nun azâbından; yani kıyâmet gününün dehşetinden, cehennem azâbından korkmalıdır.[12] Buna karşılık, sözgelimi insanlardan,[13] düşman eline geçmekten,[14] kâfirlerin hile ve düzenlerinden,[15] özetle Allah’tan başka hiçbir kimse ve nesneden[16] korkulmamalıdır. Kur’an’ın öngördüğü Allah korkusu, insanı pasifliğe, hareketsizliğe itme amacı gütmez. Tam tersine, insanı korkunun nedenlerini ortadan kaldıracak tutum ve davranışlara yöneltmek amacı taşır. Meselâ Allah’ın gazabına, cehennem azâbına neden olacak davranış ve eylemlerden sakındırır, Allah’ın emirlerine uymaya yönlendirir. Bu yöneliş, kişiyi yalnızca korkuya neden olacak eylemlerden uzaklaştırmakla kalmayacak, ona gerçek anlamda iyi ve olgun bir mü’min olmanın yollarını açacaktır. Korku ile başlayan bu yöneliş ittika ile sürerek takvâ ile sonuçlanacaktır. Takvâ, mü’minin ulaşabileceği en yüksek dereceyi (en üst derecede olumlu korkuyu) belirtir.

Mü’minler, Allah’tan korkmakta oldukları kadar O’ndan umut kesmemekle de yükümlüdürler. “Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin.”[17] Çünkü umutsuzluk, insanı kendini düzeltme, arındırma çabalarından yoksun bırakır. Korku ve ümit, birbirini bütünleyen ve mü’mini kemâle erdiren iki niteliktir. Bu sebeple Kur’an mü’minleri tanımlarken bu iki niteliği birlikte anar: “Yanları yataklarından uzaklaşır, korkarak ve umarak Rab’lerine duâ ederler.”[18] İslâm âlimleri, bu tür Kur’ânî yönlendirmelerden yola çıkarak mü’minin sürekli korku ve umut arasında olması gerektiğini belirtmişlerdir.

Korku Denen Reaksiyon

Korku: Tehlikeli bir hal, sıkıntı veya bunlarla ilgili düşüncelerin doğurduğu heyecanla yüklü his; kaygı, endişe, tasa, üzüntü, ürkme, dehşet, tehlike gibi anlamları olan fıtrî bir duygudur. Hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı şeklinde de tanımlanır. Korku: İleride kötü bir durumla karşılaşılacağı beklentisinin insanın ruhunda sebep olduğu elem ve huzursuzluktur. Allah’a karşı ve âhiret hayatıyla ilgili ağır endişeler için olumlu korku: İsyanlardan ve günahlardan dolayı hayâ ve elem duymak, Allah’ın azâbının dehşetini hissetmek, Allah’ın sevgisini kaybetmekten endişe duymaktır.

Korku; her duygumuz gibi istikameti ve ölçüsü doğru ayarlanırsa, insan için büyük bir nimettir. Aksi takdirde felâket…

Olumlu Korku: İlâhî hikmet, insan ve hayvanı, yaşamaya ve hayatta kalmaya zorlayacak olan reaksiyonlarla donatmayı gerektirmiştir. Meselâ korku reaksiyonu, hayatımızı tehdit eden tehlikelerden sakınmayı; öfke, kendini ve dâvâsını savunma ve hayatta kalmak için mücadeleyi; sevgi, insanların birbirlerine yakınlık duymasını ve türün devamı için karşı cinslerin birbirlerinden hoşlanmalarını sağlamaktadır.

Korku, insan hayatındaki önemli reaksiyonlardandır. Korkunun faydası, sadece kişiyi dünya hayatını tehdit eden tehlikelerden korumaya yönelik değildir. Korkunun en önemli faydası, mü’mini âhirette Allah’ın azâbından sakınmaya yönlendirecek şekilde dünyasını da güzelleştirmesidir. Allah’ın cezalandırmasından korkmak, mü’mini günahlara düşmekten korumaya, onu takvâya yapışmaya, ibâdetleri düzenli bir şekilde ifa etmeye ve Allah’ın râzı olacağı fiilleri işlemeye sevk eder.

“Mü’minler, ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperip titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.”[19] “Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibâdet etmek, gece teheccüd namazı kılmak için), vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak ederler.”[20] “Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyâmet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah’ın azâbı çok dehşetlidir.”[21]

Korku reaksiyonu, insanın bütün bünyesini tesir altına alan etkili bir tedirginlik halidir. Kur’an, bu tedirginliği, düşünme yetisi ile nefsin üzerinde kontrolünü yitirten, insanı şiddetli sarsan etkili bir sarsıntı şeklinde nitelemektedir.[22] Korku, şiddetli ve ansızın geldiğinde, insanda, hareket ve düşünmeye güç yetiremeyecek derecede bir şaşkınlık meydana gelmektedir. Kur’an, kıyâmet gününde, şiddetli ve âni korkunun sebep olduğu bu türden şaşkınlık haline işaret etmektedir: “Doğrusu o (kıyâmet), onlara ansızın gelecek, onları şaşırtacak, ne onu reddedebilecekler, ne de kendilerine mühlet verilecek.”[23]

Korku Çeşitleri

İnsanın korktuğu şeyler çoktur. Kur’an, insanın Allah’tan, ölüm ve fakirlikten korkması gibi önemli bazı korkularını dile getirmektedir. Allah’tan korkmak, mü’minin hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Bu, kişiyi, Allah’tan saygı ile sakınmaya, rızâsını aramaya, yoluna tâbi olmaya, men ettiği şeyleri terk etmeye ve emrettiklerini yapmaya sevk etmektedir.

Allah Korkusu: Allah’tan korku, iman hususunda bir payanda, mü’min şahsiyetin oluşumunda önemli bir esas olarak kabul edilmektedir. “İman edip sâlih ameller işleyenler de halkın en hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden râzı olmuş, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkanlar (haşyet duyan, O’na saygı gösterenler) içindir.”[24]

Ölüm Korkusu: Ölüm korkusu, insanlar arasında yaygın olan korku çeşitlerindendir. Kur’an, insanların ölüm korkusuna şöyle işaret eder: “De ki: ‘Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, sizi mutlaka bulacaktır.”[25] Savaşlarda ölüm korkusu, bütün açıklığı ile ortaya çıkmaktadır. Özellikle bu, savaş alanına gönderilen cephedeki savaşçılarda daha belirgindir. Kur’an’da münâfıkların savaştaki ölüm korkusuna temas edilmektedir: “Kendilerine savaş farz kılınınca, içlerinden bir grup, insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla korkmaya başladılar. ‘Rabbimiz, savaşı bize niçin yazdın (farz kıldın)? Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?’ dediler. Onlara de ki: ‘Dünya menfaati önemsizdir. Allah’tan korkanlar için âhiret daha hayırlıdır ve size kıl kadar haksızlık edilmez.”[26]

Allah’a sağlam bir iman, insanı ölüm korkusundan kurtarır. Çünkü mü’min, kesin olarak ölümün kendisini, Allah’ın rahmeti sayesinde en güzel nimetlere kavuşacağı sonsuz âhiret hayatına götüreceğine inanır. Mü’min ölümden korktuğu takdirde, bu sadece Allah’ın mağfiretinden nasiplenememek ve rahmetine ulaşamamak endişesinden dolayıdır. Hiç şüphesiz ölüm korkusu, tevbe etmeden evvel öleceklerinden korkan günahkârlarda fazla olmaktadır. Realitede ölüm korkusu, sadece tevbe etmeye engel olması cihetiyledir. Bu yüzden, ölüm korkusunun Allah korkusuyla sağlam bir şekilde sımsıkı bir bağı bulunmaktadır. Kâfirler, dirilişe de âhirete de inanmadıklarından, varlıklarını çürüttüğü ve yok ettiği için, çürüyüp toprak olacaklarını düşündüklerinden ölümden korkarlar. Bazıları da kendilerini nasıl bir meçhûle götüreceğini bilmediklerinden dolayı ölümden korkarlar. Bu gibi kişilerin gidecekleri son yeri bilmemeleri, ölümden korkma ve endişelenme sebebi olmaktadır.

Ölüm korkusunun doğurduğu kaygı, endişe ve bunalımlara çözüm arayışı içine giren insanın imdadına gerçek anlamda yetişecek olan imandır; yeniden dirilmeye ve âhirete inanmaktır. Âhirete yakînî bir şekilde iman eden kimse için ölüm; korkutucu, ürkütücü ve acı veren bir olay olmaktan çıkar, zorlukların bitip her türlü güzelliklere, sonsuz nimetlere açılan bir kapı olur. İnsandaki ölümsüzlük arzusunu doyurup tatmin edebilecek olan da ancak âhiret inancıdır. Eğer insan için her şey bu hayattan ibaret olsaydı, bir yandan akıl almaz rûhî eğilim ve arzuları, diğer taraftan sınırlı güç ve yetenekleri arasında bocalayıp duracaktı. İşte insanın bu duygu ve ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılayacak husus Allah’a ve âhirete imandır. Allah’a ve âhirete yakînî bir şekilde inanan kimse, Allah’ın azâbından korkar. Bunu Allah’ın hudûduna riâyet ederek yaşantısında gösterir, takvâ yoluna girer.

Ölüm! Güzel gerçeğimiz bizim! Necip Fâzıl’ın dediği gibi; “Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” Ölüm! Allah’ın bir “hikmet”i, bir “tecellî”si! Hikmetinden sual olunmadığı gibi, ne zaman tecellî edeceği de bilinmez. “Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm / Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm?!” Ölümsüzlüğü tatmak! (Canlı şehid olmak) İşte ölümün dehşetini etkisiz kılan iksir! Ölümünü düğün ve bayram ilân eden, o heyecanla ölüm adlı sevgiliyi bekleyen canlı şehidlerin mesajı! “O mübârek, aziz şehitler ki / Hepsi seçmişler en güzel ölümü! / Allah için, din için, şehitlik için / Dövüşüp müslümanca ölmüşler! /Törensiz ölmüşler / Kefensiz ölmüşler / İsimsiz ölmüşler / Ruh olup hep, cisimsiz ölmüşler / Bürünüp sade bir şehid adına / Öyle çıkmışlar, alnı pak, yüzü ak / Allah’ın katına!”

Mezar, zıtların kenetlendiği noktadır. Yokta varlığa yol veren geçittir. Hayat ve ölümün, varlık ve yokluğun, bu dünya ve öte dünyanın buluştuğu çizgidir. Mezar, yok olunduğu sanılan bir noktada gerçek varlığın bulunduğu bir “geçit” oluverir. Ölümsüz hayata geçmek için ölüm tek geçit! Dünya yalan, ölüm yalansız! İnsan, bu gerçeği bilir; bilir bilmesine, ama bilmez gibi yaşar.

Ölümden korkmak, her gün binlerce kez ölmek demek. Ölümden korkmak, hayatı bu maddî dünyadan ibaret sananların çıkmazıdır. Ölümden korkmak, öte dünyaya imanın zayıflığının göstergesi. Ölümden korkmak, ölümü yok etmez, ertelemez, hafifletmez. “Ölümden korkusu olanlar ölür / Hayatı maddede bulanlar ölür / Gidenlere öldü diye ağlarız / Aslında geride kalanlar ölür.”

Dünya bir han; konan göçer. Can ise, tıpkı bir kafesteki kuştur; o da zamanı, vakti geldimi durmaz, uçar. Ölüm, öyle bir yoldur ki, bir kez ve tek başına yürünür. Tekrarı yoktur; dönüşü yoktur; tek yönlü bir yoldur; mecburî istikamettir. Ölüm âdildir; ölüm herkes içindir; fakiri-zengini, beyazı-zenciyi, kadını-erkeği, genci-yaşlıyı ayırmaz.

Dünya keferesi, silahtan değil; kendi emrindeki kukla yöneticilerin başında bulunduğu ülkelerden değil; ölümden korkmayan tevhid eri mü’minden korkmaktadır. Bakın İsrail’e, etrafındaki ülkelerden, onların silahlarından mı korkuyor, yoksa elinde taştan başka atacak silahı olmayan çocuk sayılabilecek yaştaki ölümden korkmayan canlı şehid gençlerden mi korkuyor?

Panik Atak: Günümüzde ölüm korkusunu da içine alan onlarca yanlış ve olumsuz korkulardan biri ciddi bir psikolojik rahatsızlık olan “panik atak”tır. Panik atak, ânî olarak ortaya çıkan endişe ve kaygı nöbetidir. Bu endişe ve kaygı nöbeti, kişinin vücudunda bazı fiziksel belirtilerle kendini gösterir; yoğun bir korku ve rahatsızlık duygusu yaşanır. Bu yoğun korku duygusu içinde kişi, çok kötü bir şey olacağını, onun için sonun geldiğini, öleceğini veya kalp krizi geçireceğini düşünür. Panik atak, uyanıkken görülen bir kâbustur. Eskiden Müslümanların yaşadığı ülkelerde hiç görülmeyen bu psikolojik hastalık, tüm dünyada giderek artan ve toplum sağlığını tehdit eden bir rahatsızlıktır.

Hastalık Korkusu: Kişi, bir türlü teşhis konulamayan ölümcül bir hastalığa yakalanmış olduğu düşüncesindedir. Bu hastalar sürekli bedenlerini dinlerler ve her türlü normal işlevi ya da ara sıra olabilecek basit bozuklukları ciddi ölümcül hastalıklara yorarlar. Hastalık hastalığı da denen bu psikolojik saplantıda, kişinin bedensel hastalığı ya hiç yoktur, ya da geri plandadır; hastalığa yakalanmış olma endişesi ve hastalık korkusu daha ön plandadır.

Mal ve Makam Korkusu: Kur’an, mal ve makamın elden gitmesine dair korkunun, bazen insanı hak yola tâbi olmaktan engellediğini belirtmektedir. Mekke müşriklerinden bazılarının peygamberimize yönelttikleri şu söz gibi, “Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız.”[27] Bu da bize, iman etmeyenlerin hak yola uymalarını engelleyen sebeplerden birinin, servet ve makamdan mahrum olma korkusu olduğunu açıklar. Mallar ve çocuklar çok yönden önemli bir sınavdır, aynı zamanda korku sınavı: “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının (zararlarından kaçının, korunun, korkun -f’ahzerûhum-).”[28] “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir/imtihandır.”[29]

Fakirlik Korkusu: Fakirlik korkusu da halk arasında yaygın olan korkulardan biridir. İnsan, rızkını birçok zorlukları göğüsleyerek kazandığından, onun korunması yolunda çok ürkek olur. Bu psikoloji, insanı rızkını başkalarından kıskanmasına sebep olmakta ve bu da onu ruhsal bazı sapmalara götürmektedir. İnsanın hayatı boyunca çabası; kendisi, eşi ve evlâdının nafakası peşinde koşmaya, kendinin ve ailesinin esenlik ve güvenliğini sağlayacak şeyleri temin etmeye yöneliktir. İnsan genellikle rızkını kazanma yolunda çokça çaba sarf etmekte, zahmet ve sıkıntı çekmektedir. Rızkını tehdit hususunda tehlike arzeden şey, korku ve dehşete düşmesine sebep olmaktadır. İslâm’dan önce bazı Araplar, rızık endişesi konusundaki rûhî sapmanın yansıması olarak, fakirlik korkusuyla, bakamayacakları endişesiyle çocuklarını öldürüyorlardı. Kur’an, onları böyle yapmaktan men etmiş ve kendileriyle evlâtlarının rızıklarını Allah’ın verdiğini bildirmiştir: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da sizi de Biz besliyoruz. Onları öldürmek, büyük günahtır.” [30]

Kur’an, fakirlik endişeli korkunun, şeytandan geldiğini açıklar: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur/tehdit eder…”[31] Allah’a gerektiği gibi iman, her türlü olumsuz korkuyu olduğu gibi, fakirlik hususundaki korkuyu da ortadan kaldırır. Sağlam iman sahibi olan mü’min, rızkın Allah’tan olduğunu kesin olarak bilir. Onun fakirlikten korkması için hiçbir sebep yoktur. “Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.”[32]; “Gökte rızkınız var, uyarıldığınız (azap) da var!”[33]

Anormal Korku: Korku herkeste mevcuttur; ancak bu, insanın günlük yaşantısını aksatacak düzeye erişip normal işlevini engellediği veya ruhsal bunalıma sevk edecek, dehşete düşürecek derecede olduğu zaman anormal olur. Anormal korku sahiplerinin ruhlarına korku sindiğinden, bu gibi kimseler iyi ve güzel olan düşüncelerini harekete geçiremezler. Bundan dolayı insanların korku zaafları, zâlim ve cebbarlar için daima bir koz olmuş,[34] bunu bir baskı aracı şeklinde kullanarak insanları daima hak yolundan engellemişlerdir. “Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düşerek kavminden bir grup gençten başka kimse Mûsâ’ya iman etmedi…”[35] Sadece, eskiden yaşayanlar değil ve sadece açıkça küfür üzere olan Firavun’lar değil; Allah Rasûlünün ümmeti adına korktuğu zâlim yöneticiler: “Ümmetim adına yoldan çıkarıcı yöneticilerden korkarım/endişe ederim.”[36]

Zâlimlerin Halklarına Korku Salmaları: Zâlim ve cebbarların korku vasıtasıyla halkı sindirmeleri sürüp gelen bir yasa olmaktadır.[37] Varaka’nın bu yasayı bilmesi veya büyük ihtimalle Tevrat metinlerinden öğrenmesi neticesinde Hz. Peygamber (s.a.s.)’e kavminin kendisini memleketinden çıkaracaklarını, bununla ona gözdağı vereceklerini söylediği nakledilmektedir. Nitekim bu bağlamda Mekke’nin baskı ortamından dolayı çok az kişi Hz. Peygamber’e iman etmişken, Medine’nin hür ortamı içerisinde insanlar akın akın İslâm’a girmiştir. Yine Mekke fethedilip baskı ve zulüm ortamı tarihe karışınca bütün Mekke halkı ve çevresindekiler fevc fevc/grup grup Allah’ın dinine girmiştir.[38]

Terhîb; Caydırıcı Korku: Kur’an’ın korku bağlamında insanları hakka yöneltmek için zaman zaman başvurduğu yöntemlerden biri terhîb denilen korkutmadır. Çünkü korku ifadeleri şiddet içerir; şiddetin de özelliği kalpleri hassaslaştırmasıdır. İnsanların şiddet ve zorluk zamanında psikolojik olarak, en ufak ürpertileri hissedebilecek bir durumda oldukları bilinen bir gerçektir. Bundan dolayı Kur’an, kişilerin bu psikolojik durumlarını göz önüne alıp telkinde bulunmaktadır; korku bağlamında kıyâmet, diriliş, hesap verme, cehennem azâbı gibi olaylara temas etmektedir.[39] Kur’an’ın bu metodu takip etmesi, fertlerde kötülüklere karşı caydırıcı bir etkiyi meydana getirmektedir. Nitekim bunun müşahhas örneklerine İslâm tarihinde rastlamak mümkündür. Bu örneklerden biri, Cübeyr bin Mut’im’dir. Bedir esirlerinin fidye mukabili kurtulması için Medine’ye bir akşam vaktinde gelen Cübeyr, Mescid-i Nebevî’de Rasûlullah’tan Tûr sûresini işitince, o âyetlerde bulunan bu temaların vurgularıyla müslümanlığa girmiştir.[40]

İnsan, yaratılışı gereği asayişi, nimeti, mutluluğu, rahatının bağlı olduğu şeyleri arzu ettiğinden, bu husus onu kendi nefsinden elemi uzaklaştırmaya, mutluluğu için huzuru elde etme hususunda gayrete sevk ettirecektir. Bu aynen bir yavrunun korkunun tesiriyle kaçıp ana kucağına sığınması gibi insanı bir ilticâ/sığınma noktasına doğru sürükler. Bu durum, her insanda ortak olan bir reaksiyondur. Kur’an, izlediği bu metod vasıtasıyla, sığınmanın gerçekleşebilmesinin ancak kulun Allah’ın emrettiği hususları yerine getirmekle mümkün olabileceği imajını muhâtabına vermek suretiyle bu gibi konularda büyük bir etki meydana getirmektedir. Nitekim Kur’an’ın etkili metodları hakkında Seyyid Kutub’un şu ifadeleri bu durumu te’yid etmektedir: “Eğer hanımı Hadice, arkadaşı Ebûbekir, amca oğlu Ali, kölesi Zeyd ve benzerleri gibi Hz. Peygamber’in bizzat inanmalarına sebep olduğu birkaç kişi hâriç tutulursa, İslâm’ın gücünün ve topluluğunun olmadığı ilk dâvet günlerinde mü’min olanların iman etmelerinde rol oynayan biricik etkenin, Kur’an’ın metodu olduğunu görmekteyiz.”[41] İşte bu, Kur’an’ın emsalsiz metodudur.[42] Kur’an, insanı şok edici, sarsıcı bir şekilde uyarıp, caydırıcı korkuyu insanın hayrına çok güzel kullanmıştır.

 


Konu Kur'ânTalebesi tarafından (06-11-2010 Saat 00:58 ) değiştirilmiştir..
  Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder