|
KERİMCAN KAMAL- Efendim, tekrar merhaba. Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan’la birlikteliğimiz devam ediyor.
Reklamdan önce izleyicilerimize söz vermiştik, bu cari açık konusunda sorular üst üste geldi. Bir kere cari açığı herkes biliyor mu, anlıyor mu-anlamıyor mu bilmiyorum ama, sizin anladığınıza eminim, Sayın Bakan da mutlaka anlıyor ama. Arada konuştuk, Ayşe Teyzenin anlayacağı dilden nedir efendim bu?
YAVUZ SEMERCİ- İsterseniz orada soruyu ben de bir şey yapayım; Cumhuriyet tarihinin en yüksek cari açığıyla karşı karşıya Türkiye. Son 12 aya baktığımız zaman 60 milyar dolarlık bir cari açıktan bahsediliyor ve bu cari açık gayri safi milli hasılanın yüzde 6-7’sine ulaştığı, dolayısıyla bu noktada sıcak para girişinin durabileceği ve dövizin de hızla yükseleceği, TL’nin değer kaybedeceğine ilişkin endişeler var.
KERİMCAN KAMAL- Ayşe Teyze…
YAVUZ SEMERCİ- Ben ifade edeyim, Sayın Bakana bırakayım o tercümeyi.
ALİ BABACAN- Şimdi cari açığın gerçekten yüksek seyrettiğini, ama aynı zamanda Türkiye’nin toplam gayri safi yurt içi hasılasının da Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyelerinde seyrettiğini, petrol fiyatlarının yine gelmiş geçmiş tarihin en yüksek seviyelerde seyrettiğini ve Türkiye’deki yatırım harcamalarının da yine tarihimizin en yüksek seviyelerde seyrettiğini beraber tabii ele alıp belli bir denge içerisinde değerlendirmemiz gerekiyor.
Şimdi öncelikle cari açık nedir? Şimdi bir bütçe açığı vardır devletin, yani bir bütçe dengesi vardır, devletin geliri ve gideri. Bir aile bütçesinden de çok farklı değildir. İşte nerede ne kadar geliriniz var, nereye ne kadar harcadınız. Cari açık daha farklı bir şey, cari açık sadece devletin değil de tüm ülkenin döviz dengesiyle ilgili bir konu. Yani, ülkeye ne kadar döviz giriyor, ülkeden ne kadar döviz çıkıyor. Malum biz Türkiye’de Türk Lirası kullanıyoruz, milli para birimimiz Türk Lirası. Ancak dışarıyla olan ticari münasebetlerimiz ve yatırım münasebetlerimiz sebebiyle Türkiye’ye döviz giriyor, Türkiye’den döviz çıkıyor. Cari açık dediğimiz, sadece cari hareketlere bakarak, ki bunun en önemlisi 3 kalemdir; ihracat, ithalat ve turizm. Kar transferi, şunlar bunlar vardır ama asıl üç konu belirleyicidir. İhracat ne kadar yaptınız, ihracattan ne kadar döviz girdi. Ne kadar turist geldi Türkiye’ye, ne kadar döviz bıraktı, yani giren döviz. Bir de ithalat için ne kadar döviz çıktı Türkiye’den. Bu giren çıkanı çıkarttığımız zaman, çıkan daha fazla olduğu zaman adına açık diyoruz ve geçen seneki açığımız bizim 48 milyar dolardı 2010 yılının tümünde. Ama ülkenin döviz dengesi sadece cari hareketlerden oluşmuyor, yani sadece ihracat, ithalat ve turizm değil. Bir de finansman hareketleri var. Yani, Türkiye’ye sermaye giriyor, sermaye çıkıyor. Türkiye’ye doğrudan yatırımlar giriyor ya da Türkiye’den doğrudan yatırımlar başka ülkelere yapılıyor. Şimdi bizim 8,5 yıllık iktidar dönemimizde, yani 2002’den alın ta bugüne kadar, bu yılın ilk dört ayına da bakın, sürekli olarak aynı tablo karşımızda. Biz cari hareketlerde açık veriyoruz, ama finansman hareketlerinde de fazlamız var. Yani, finansman hareketine baktığımızda da giren döviz çıkandan çok fazla. Hatta bu tümünü ele aldığımızda, toplam Türkiye’ye giren döviz çıkandan daha fazla, ki sürekli bizim her yıl rezervlerimiz arttı, döviz rezervimiz arttı.
YAVUZ SEMERCİ- Sermaye hareketleri de sıcak para olarak tabir edilen, çünkü kısa vadeli giriyor değil mi Sayın Bakanım, oradaki…
ALİ BABACAN- Şimdi sermaye hareketlerinin kompozisyonu 8,5 yıldır dönem dönem değişti. Kimi dönem mesela doğrudan sermaye hareketleri 2007-2008’e kadar çok yoğun. Ama küresel krizden sonra doğrudan sermayede düşüş oldu. Yani ta 22 milyara kadar bulmuşken, işte şimdi 7-8 milyar mertebelerinde dolaşıyor. Ama öte yandan portföy yatırımları ya da finansmanın tamamını biz sıcak para diye değerlendiremeyiz. Yani, sıcak para dediğimiz, böyle Türkiye’ye girip de gecelik piyasada duran, her an her yere kayabilecek ve hemen yarın çıkabilecek cinsten paraya biz sıcak para diyoruz. Mesela, hisse senedi piyasasına ya da Hazine bonosuna giren finansmana bile biz sıcak para demiyoruz. Çünkü niye? Çıkabilmek için öncelikle elindeki bir varlığı satması lazım. Eğer hisse senedi piyasasındaysa, öncelikle o hisse senedini satacak, ondan sonra çıkacak. Sattığı anda sattığı malın değeri düşüyor, çünkü satıyor. Çıkarken bu sefer Türk Lirasını dövize çevirmek istiyor, bu sefer kur artıyor, dolayısıyla kolay kolay böyle hızlı hareketlerde hızlı çıkabilecek bir para olarak çok onu görmemek lazım. Hazine bonolarında yine durum aynı, çünkü sattıkça değeri düşüyor. Hadi 50 milyon, 100 milyon, 200 milyon sattı, hadi hep beraber satmaya başladı, öyle bir noktaya geliyor ki artık satacak…
YAVUZ SEMERCİ- Faizler yükseliyor.
ALİ BABACAN- Faizler yükseliyor, fiyat yükseliyor, bu sefer satıp da çıkayım dediği para iyice yok olmaya başlıyor. Dolayısıyla, duruyorlar bakıyorlar, bu sefer tekrar piyasa derleniyor toparlanıyor. Döviz tarafında da durum aynı. Dolayısıyla, biz bu son Kasım ayından beri uyguladığımız politikayla, yani ağırlıklı olarak Merkez Bankasının, ama BDDK’nın ve diğer kurumlarımızın da verdiği destekle uygulanan politikanın özünde ne vardı? Bu asıl bizim korktuğumuz, yani her an çıkabilecek ve böyle gecelik piyasada dönüp dolaşan para. Yani, bir şeyi satıp çıkmak zorunda değil, direkt TL olarak duruyor, döviz alıp çıkıyor, o tür para. Şimdi bu tür sermaye içeride çok çok azaldı. Yani, ciddi bir çıkış yaşadık o konuda. Ama öte yandan da bizim daha çok arzu ettiğimiz türden sermayede de giriş yaşadık. Yani, son 7 aya bakın, son 7 ayda Türkiye’ye net anlamda giriş vardır yine. Yani, bütün bu gürültüye rağmen, bütün cari açık, işte Merkez Bankası yaptı-yapmadı, oldu-olmadı, bütün buna rağmen yine net bazda sermaye girişi vardır. Hatta son açıklanan yine rakamlara bakın, cari açık var, ama cari açıktan daha fazla bir finansman var, rezervler yine de Türkiye’de artmaya devam etmiş.
Şimdi burada önemli olan ne? Önemli olan şu: Türkiye’de güven ortamı olduktan sonra ve Türkiye’de makul oranda getiriler olduktan sonra Türkiye’ye sermaye girişi devam edecektir. Dünyada şu anda likidite bol. Diyeceksiniz ki bu likiditenin bol olmadığı dönemler de gelebilir, bu likiditenin geri çekilmeye başladığı dönemler de olabilir. O dönemlerin de ayrı tedbirleri vardır.
Bizim cari açığımızın temel bir numaralı sebebi, öncelikle enerji fiyatları, petrol fiyatları. Geçen sene bakın 48 milyar dolar cari açığımız var. Petrol, petrol ürünleri, gaz ve kömür ithalatımız 37 milyar dolar. Ki bu sene fiyatlar geçen senenin de üstünde seyrediyor. Dolayısıyla, enerjide dışarı bağımlılığımız, fosil bazlı yakıtlara bağımlılığımız, bizim cari açığımızın yüksek seyretmesinin en önemli sebebi.
Ama bunun yanında Türkiye yatırım yapan bir ülke ve makine teçhizat ithal eden bir ülke. Dikkat ederseniz son 1 yıllık, 1,5 yıllık dönemde ithalatın en hızlı olduğu kalemlerden birisi de o yatırım ürünleri ithalatı. Ve yatırım ürünlerinden biz çok korkmuyoruz, çünkü bugün 1 milyon euroluk makineyi ithal ediyorsunuz, ama o makine muhtemelen her yıl size 1 milyon euroluk ihracat yapacaktır muhtemelen. Çünkü, o yatırımı bir kere yaptığınız zaman bizim ihracat ağırlıklı bir yapımız var yani, bu yatırımların bir kısmı da ihracat için yapılan yatırımlar. Dolayısıyla, ilk yıl sanki cari açık oluşturuyor gibi görünüyor, ama ondan sonra her yıl her yıl oradan bizim ilave inşallah ihracatımız olacak demektir. Dolayısıyla, ondan da çok çekinmiyoruz.
Fakat burada önemli olan tüketim malları. Şimdi tüketim malı ithalatı tüketiyorsunuz ve bitiyor, o ithalat çok önemli. Zaten bizim yine şu son karşılıklarla ilgili düzenlemeler, yani munzam karşılıkların mevduatın belli bir yüzdesinin Merkez Bankasında tutulma zorunluluğu, o rakamın da gittikçe artıyor olmasının en önemli esprisi o. Bankaların elinde kredi olarak kullandırılabilecek rakamın üzerine mümkün olduğu kadar bir sınırlama getirebilmek. Bankaların elindeki mevduatın bir kısmın alıp Merkez Bankasına hapsetmek. Bu niye, çünkü geçen sene mesela bizim sadece tüketici kredileri 43 milyar lira arttı, 43 katrilyon. Yani, halkımız eski borcun üzerine bir 43 milyar daha banka borcu ekledi. Bu şu demek: Geliri olmadığı halde 43 milyarı borç çekti, kredi çekti ve bunu harcadı. Şimdi bunun böyle ilelebet ve kontrolsüz bir şekilde büyümesi risk getiriyor. Bu riskleri de bizim mutlaka kontrol altında tutmamız lazım ve ekonominin temellerinden kopuk bir kredi büyümesi ve ekonominin temellerinden kopuk bir büyüme oranı, genel büyüme oranı problem getirebilir. Biz geçen sene yüzde 8,9 büyüdük, hadi bu sene de yine aynı büyüme oranını elde edelim ne olacak, gelecek seneyi sonra düşünürüz diyemeyiz. Bizim aslında uygulamalarımız, Türkiye’nin büyüme oranını kontrol altında tutan, gideceği yerden daha geride bırakan uygulamalar ve bunu seçime giderken yapıyoruz dikkat ederseniz.
MURAT SABUNCU- Yılın ilk üç ayındaki rakamlar, hani o bankalardaki kredilerin çok fazla engellenemediğini gösterdi. Yani, hala tüketim noktasında verilen krediler noktasında…
ALİ BABACAN- Yüzde 23.
MURAT SABUNCU- Evet, büyüme var yüzde 23’ler civarında. Bu noktada da çok tartışılan zaten bankacılar tarafından meşhur polisiye tedbirler lafı da edildi ve bunun üzerine bayağı bir konuşma oldu. İki aşamalı soru. Birincisi; bu tedbirlerin ne kadarı dönüşü oldu? Bir de; polisiye tedbirler çok konuşuldu ama, o laf konusundaki bir fikrinizi almak istiyorum.
YAVUZ SEMERCİ- Ya da yeni önlem almayı düşünüyor musunuz?
ALİ BABACAN- Şimdi para politikası tedbirleri bazen 3 ay, bazen 6 ay, bazen daha uzun bir süre sonra tepki veriyor. Yani, asıl sonucunu belli bir zaman gecikmesiyle alıyorsunuz. Yani, zorunlu karşılıklarla alakalı kararlar da aslında karar alıyorsunuz, belki 1 ay, 1,5 ay sonra fiilen o parayı Merkez Bankasına çekiyorsunuz. Nihai büyüme ve toplam cari açık üzerindeki etkisini belki daha sonra görmeye başlıyorsunuz.
Şimdi bizim beklentimiz; bu yılın aşağı yukarı son çeyreğinden itibaren bunun cari açık üzerindeki etkisini yavaş yavaş görmeye başlayacağımız yönünde.
MURAT SABUNCU- Ekim ayından itibaren.
ALİ BABACAN- Ekim, Kasım, Aralık, o son çeyreğinde, şu andaki beklentimiz bu. Yani, uygulama Kasım’da başladı ama, bütün o işte bu uygulamanın, alınan tedbirlerin farklı kanallardan etkisi var. Asıl cari açık üzerindeki etkisinin o aylarda daha yoğun bir şekilde hissedileceği, bizim beklentimiz bu.
Şimdi tabii cari açık diyoruz ama, şuna çok dikkat etmemiz lazım: Türkiye tasarruf oranı düşük olan bir ülke ve tasarruf oranını hemen akşamdan sabaha yükseltmek mümkün değil.
MURAT SABUNCU- Yüzde 14 değil mi şu anda efendim?
ALİ BABACAN- 14-15 civarında. Mesela, Çin’de yüzde 50. Bunun bir önemli sebebi var, belki biliyorsunuzdur ama, ben tekrar söyleyeyim; Çin’de emeklilik diye bir sistem yok. Yani, insanların emekli maaşı yok Çin’de, öyle bir kavram yok. Ne yapıyorlar? Herkes çalışırken ne kadar düşük olursa olsun geliri, ki işte ben gösterdim yüzde 36’sı 2 doların altında, onun bile bir kısmını kenara koyuyor, harcamıyor, tasarruf ediyor. Çünkü, yaşlandığı zaman başka bir yerden geliri yok. Yani, gençken ne kadar kenara koyarsa yaşlandığında o kenara koyduğunu tüketiyor ve o da yeterse yetiyor, yetmezse de iyice sefil oluyor, perişan oluyor insanlar. Dolayısıyla, o gelecek korkusu insanları tasarrufa yönlendiriyor. Ama Türkiye’de çok şükür devletin sağladığı imkanlar, emeklilik sistemi, bir de herkes geleceğe güvenle bakınca, bu sefer tasarruf eğilimi azalıyor. Şimdi bakıyoruz CHP’nin programına, büyüme oranlarını falan filan tutmuşlar tasarruf oranlarının çok ciddi oranda artacağını söylüyorlar. Nasıl artıracaksın sorusuna cevabı yok. Aynı deminki o aile sigortasındaki gibi. Bir kademe altını sorduğunuzda cevabı yok.
Şimdi tasarruf oranı bizim düşük olduğu için en önemli konu, bizim yurt dışındaki tasarrufların Türkiye’ye gelmesini sağlamak. Yani, eğer hızlı büyümek istiyorsak, Türkiye’deki refahı artırmak istiyorsak sadece kendi tasarruflarımızı değil, dünyanın tasarrufunu da Türkiye’de kullanmamız lazım. Zaten bizim mevcut ekonomik yapımızla cari açık vermemiz doğal. Biz kısa ve orta vadede cari açık vereceğiz ve bu cari açığın finansmanı için de yurt dışındaki tasarrufları Türkiye’ye getirmek için de çaba göstermeye devam edeceğiz, Türkiye’yi cazip halde tutmaya da devam edeceğiz eğer ekonomik büyüme istiyorsak, refah istiyorsak. Ama uzun vadede ne yapmamız gerekiyor? Uzun vadede en önemlisi; şu yenilenebilir enerjiyle nükleer enerjiyi daha yoğun bir şekilde devreye sokmak ki dışa bağımlılığı enerjide azaltabilelim.
İki; ar-ge, inovasyon gibi Türkiye’nin daha yüksek katma değer üretmesine yardımcı olacak alanlara daha çok eğilmek ve o alanlarda üretimi oluşturmak, daha yüksek katma değerli ürün satabilmek. Bakın biz şimdi bir konteynır, bir tır dolusu tekstil ürününü ihraç ediyoruz, üründen ürüne değişir ama, ortalama 50 bin dolar. Şu önünüzdeki aletten 50 tanesini üst üste koyun, şöyle bir koli eder. Bunu ithal ediyoruz, yine 50 bin dolar veriyoruz. Biri bir tır, biri bir koli. Şimdi bunun malzemesini, içindeki demirini, bakırını toplayın toplayın, 10 dolarlık maliyeti yok bunun. Ama adam 1000 dolara satıyor. İşte yüksek katma değerli ürün dediğimiz bu. Ve bunu becerebilen ülkeler cari fazla veriyor.
YAVUZ SEMERCİ- O becerebilen ülkelerin hükümetleri birtakım stratejiler açıklıyor, işte teknolojiyle ilgili bir yol yapıyor, Hindistan gibi vesair. Türkiye bu anlamda yol kat etti mi sizce?
ALİ BABACAN- Bakın Türkiye’de ar-ge harcamaları geçen sene milli gelirimizin binde 8,5’una ulaştı, şu anda Avrupa ortalaması yüzde 2, bizde binde 8,5. Yani, Avrupa ortalamasının neredeyse yarısına yaklaşmış durumdayız.
YAVUZ SEMERCİ- İyi bir gelişme var diyorsunuz.
ALİ BABACAN- Ama 2023 hedefimiz yüzde 3. Bu 3 puanın 2 puanını özel sektör, 1 puanı da devlet harcayacak şekilde 2023’te bunu yüzde 3’e çıkartmak istiyoruz, zaten Avrupa Birliği’nin de hedefi 3. Onlar 2’den 3’e çıkmak istiyor, biz yüzde işte 1’e yakın bir rakamdan, binde 8,5’tan yüzde 3’e çıkmak istiyoruz.
Ancak üçüncü alan var ki, asıl kritik belirleyici, o da eğitim. İnsanlarımızın tek tek yüksek katma değer üreten insandan oluşuyor. O da eğitimli bir nüfusla oluyor. Bakın bugün bizim 25 yaş üstü nüfusumuzun okulda geçirdiği yıl sayısı 6,5 yıl. Yani, Türkiye nüfusunu düşünün, 25 yaş üstü nüfusa bakın, yani artık okulla alakası kalmamış ve insanlara tek tek sorun, sen kaç yıl okudun diye. Burada eski tabirle ilkokulu 5’e kadar okuyanlar 5 sene diyor. Ortaokulu da bitirenler diyelim ki 8 sene, liseyi bitirenler 12 sene diyor, üniversiteyi bitirenler 15-16 sene diyor, ortalaması 6,5. Yani, 25 yaş üstü nüfusumuzun ortalama eğitimi orta 2’den terk ya da ilkokul 7. sınıftan terk. Şimdi eğitim seviyesi oldukça düşük bir toplumdan ne kadar yüksek katma değer bekleyeceksiniz? OECD’ye bakıyorsunuz, OECD sıralamalarında biz sondayız bu konuda. Dolayısıyla, bundan sonraki dönemde gençlerimizin daha iyi yetişmesi, daha iyi eğitilmesi, tek tek birey birey daha yüksek katma değer üretmesi de bizim asıl cari açık sorunumuzun çözümündeki asıl konu.
YAVUZ SEMERCİ- Efendim, meslek lisesi oranına baktığımız zaman, Avrupa’da yüzde 70, düz lise 30’dur. Bizde tam tersi düz lise yüzde 70, meslek lisesi yüzde 30, böyle bir şey var mı? Dolayısıyla, nasıl katma değer, yani bu tabloyu değiştirmeden mümkün mü?
ALİ BABACAN- Son zamanlarda yükseliyor. Bir dönem biliyorsunuz meslek liselerinin önü kesildi. Meslek liselerinin üniversite yolu kapanınca bu sefer çocuklar düz liseleri tercih etmeye başladılar. Daha yeni yeni, işte şu son YÖK Başkanının hani biraz daha bizimle konuşabilir birisi olması sebebiyle falan bunlar konuşuldu edildi de, katsayılar şunlar bunlar, biraz önü açıldı da çocuklar biraz daha tekrar meslek lisesini tercih etmeye başladılar. Yıllardır bu uygulanan arka arkaya yanlış eğitim politikaları maalesef bizim hem ortalama eğitim seviyemizi düşürmüş durumda, hem de cari açığımızın köküne indiğinde aslında işte bunları görüyorsunuz.
YAVUZ SEMERCİ- Hem de diplomalı işsizlerin sayısının artmasına yol açmış vaziyette.
ALİ BABACAN- Kesinlikle.
YAVUZ SEMERCİ- Galiba reklam arası yine vereceğiz ama, ben şimdiden sorayım; Sayın Başbakanın söylediği bir şey vardı, yüksek reel faiz veriyoruz, hala yüksek reel faiz veriyoruz. Dolayısıyla, belki reklamlardan sonra da Türkiye sizin döneminizde ne kadar reel faiz transferi yapmıştır, önceki dönemlerle karşılaştırmasını yapar mısınız diyeceğim.
MURAT SABUNCU- Çok konuşulan bir nokta Sayın Başbakanın ve orada da sıfır faizi hedeflemek gerektiğini söyledi. Ben de Yavuz’un sorduğuna ek olarak; bunun mümkün olup olmadığını da sizinle konuşmak istiyorum.
YAVUZ SEMERCİ- Dolayısıyla, transfer o paraların gelmesinin önünde bir engel mi teşkil eder bu açıklama, yoksa yavaşlatır mı; onu da reklamlardan sonra…
Senin yerine biz anons ettik ama… Reklamlar efendim.
KERİMCAN KAMAL- 3 dakika sonra tekrar birlikteyiz efendim, kısa bir ara.
(Reklam Arası)
KERİMCAN KAMAL- Efendim, tekrar birlikteyiz, Sayın Ali Babacan’la sohbetimiz devam ediyor. Reklamlardan önce Yavuz senin bir sorun vardı.
YAVUZ SEMERCİ- Özellikle Sayın Başbakanın son günlerde tartışılan bir açıklaması vardı. Bu açıklamada Sayın Başbakan demişti ki, reel faizler çok yüksek, bunu biraz daha dünya seviyesinin altına çekmemiz lazım. Hatta geçen hafta da yaptığımız özel bir görüşmede bana aynen, rekabet edebilmemiz için bu faizlerin daha da aşağılara da inmesi lazım dedi. Bu faizlerin aşağı inmesi, reel faizlerin aşağıya inmesi cari açık konusunda bir sıkıntı yaratmayacak mı? Çünkü, en nihayetinde tahvile vesaireye gelenler bir faiz cazibesi nedeniyle geliyorlar. İkincisi; gerçekten biz cazip faizler mi aktarıyoruz dünyaya? Üçüncüsü de; şu ana kadar sizin döneminizde ne kadar bir transfer oldu bu anlamda. Sıcak para tahvil için gelenler açısından özellikle soruyorum bu soruyu efendim.
ALİ BABACAN- Benim Hazineden Sorumlu Bakan olarak göreve başladığım ilk 58. Hükümetimizi kurduğumuz gün Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi yüzde 66 faizle borçlanıyordu. 2002 yılının enflasyonuna bakıyorsunuz, yüzde 29 küsur. Yani, diyelim ki yüzde 30. Şimdi o yüzde 66 faizle yüzde 30 enflasyon arasındaki farka biz reel faiz diyoruz. Yani, enflasyonun üzerinde ne ödüyorsanız, o enflasyondan sonraki kısmına reel faiz diyoruz. Şimdi devraldığımızdaki tablo buydu. Daha sonra bir yandan enflasyonun düşmesi, bir yandan Türkiye ile ilgili risklerin düşmesi, Türkiye’deki reel faizlerin hızla aşağıya inmesini beraberinde getirdi ve bugün itibariyle baktığımızda farklı vadelerde Hazinenin ödediği reel faiz işte yüzde 0 ila 2-2,5 arası bir aralıkta, yani vadeden vadeye bu değişiyor. Ve şu anda Cumhuriyet tarihinin, yani ileriye doğru baktığımızda beklenen enflasyon ne, ne faiz ödüyoruz? En düşük seviyelerinde seyrediyor. Şimdi bu Hazinenin faizi. Biliyorsunuz Hazinenin faizini piyasa belirler. İlk piyasada, birincil piyasada zaten ihaleyle Hazine kağıtları satılır, ihalede oluşur, daha sonra da ikinci elde her gün el değişirken o piyasada oluşur. Piyasa oyuncuları, ileriye doğru herkesin bir enflasyon hesabı vardır, bir de reel getiri beklentisi vardır. Bu ikisini birleştirirler ve bir reel faiz biçerler, dolayısıyla piyasada oluşur. Hazine faizleri ne olursa olsun piyasada oluşmaya devam edecek ve piyasanın biçtiği faiz neyse o olacak.
Gelelim Merkez Bankasının politika faizlerine: Merkez Bankasının politika faizleri gecelik faiz, hazine faizleri üzerindeki belirleyiciliği bir noktaya kadar, yani yüzde 100 birbirine bağlı değil biliyorsunuz. Hatta yanlış zamanlarda yanlış adımlar atarsa Merkez Bankası, olmadık zamanda olmadık derecede faizi düşürürse enflasyon beklentisi artacağı için bakarsınız Merkez Bankası faizi düşerken Hazine faizi fırlayıp gitmiş. Dolayısıyla bu çok da dikkatli yürütülmesi gereken bir konu.
Şimdi Sayın Başbakanımızın 0 reel faiz hedefi bir ideal. Yani, nasıl biz diyoruz ki komşularla sıfır problem, dış politikada öyle bir idealimiz var. Yani, reel faizlerde de yüzde 0 reel faiz bir ideal. Şimdi Merkez Bankasının gecelik faizleri açısından baktığımızda bugün dünyada bırakın 0 reel faizi, eksi reel faizde olan bir sürü ülke var. Merkez Bankasının gecelik faizine bakıyorsunuz, enflasyon ne, eksi görüyorsunuz. Çünkü, ekonomileri o kadar zor durumda, o kadar batak durumda ki canlandırma adına işte merkez bankasının karşılıksız piyasaya para sürmesi, olmadık miktarda likidite sürmesinin aslında tezahürü o tarafta eksi reel faiz. Bırakın yüzde 2’yi, 3’ü, bırakın 0’ı, eksiye düşmüş durumda pek çok ülkede. Dolayısıyla, bunu bu çerçevede değerlendirmek lazım.
Tabii reel faizi ne kadar düşerse Türkiye’de bu istikrar göstergesidir, bu Türkiye’ye güvenin bir göstergesidir. Özellikle biz Hazine faizleri açısından reel faize bakmamız lazım. Çünkü, Merkez Bankasının bir politika aracı. Enflasyonu düşürmeye, fiyat istikrarını sağlamaya yönelik bir politika aracı. Ama asıl Türkiye’nin ödediği bedel Hazine’nin borçlanma faizi. Oradan da baktığımızda, dediğim gibi şu anda zaten tarihi düşük seviyelerde bu oran seyrediyor. Bunun kuşkusuz yatırıma önemli bir desteği var. İnsanların tüketimini bir bakıma teşvik eden, kredi almayı teşvik eden bir unsur var. Tabii bunlara da dikkat etmek gerekiyor. Fakat dışarıdan bakanlar, dışarıyı sordunuz ya, dışarıdan bakanlar için bizim içerideki enflasyonun çok bir önemi yok. Dışarıdan bakanlar neye bakıyor? Türk Lirası bazında ben ne faiz alırım diyor nominal, reele bakmıyor onlar. Bir de, ileride Türk Lirasının değeri ne olur diye bakıyor. Çünkü, dolar olarak getirisini hesap etmeye çalışıyor, onların hesabı biraz daha zor. Çünkü, bizim hiçbir şekilde garanti vermediğimiz, tamamen piyasada belirlenen bir kurumuz var. Hani arada sordunuz doların kuru ne olacak diye. Ben 8,5 yıldır özellikle hiçbir söylemedim, söylemem de. Çünkü, piyasanın belirlediği ve o günkü piyasa…
YAVUZ SEMERCİ- Zaten cahilliğinden...
ALİ BABACAN- Yok ama bunu kişisel tahmin yürütenler var…
YAVUZ SEMERCİ- Estağfurullah. Bu genelde bütün vatandaşların sorduğu bir soru. Çünkü, son günlerde kur arttığı için devam edecek mi, etmeyecek mi sorusu gerçekten…
ALİ BABACAN- Çünkü, vatandaşlarımızdan bir kısmının diyelim ki döviz borcu olabilir, bir kısmının birikimi vardır Türk Lirasında mı tutayım, dövizde mi tutayım diye karar veriyordur, ama nereden bakarsak bakalım Türk ekonomisinde dolarize olma durumu çok çok düşmüş durumda. Ben şimdi bu esnaf ziyaretleri yapıyorum, işinden en çok şikayet eden esnaf döviz bürosu. 10’da 1’ine düştü işimiz Sayın Bakanım diyor, artık döviz alan yok, satan yok, herkes Türk Lirası kullanıyor diyor. Türk Lirası bırakın Türkiye içinde işte komşu ülkelerde kullanılıyor, ta Suudi Arabistan’da kullanılıyor. Hacılarımız gidiyor oraya ya da umre yapmak için gidenler, yani Türklerin çok gittiği hangi ülke varsa orada Türk Lirası alış verişi de geçiyor artık, dolayısıyla itibar kazanmış bir paramız var. Tabii bu kendiliğinden olmuyor, bu para politikalarına çok dikkat etmekle oluyor, paranın itibarını korumakla ilgili uygulanan pek çok politikanın neticesi. Ama biz hiçbir zaman artacak-düşecek, Türk Lirası şu anda değerlidir-değersizdir; biz hiçbir zaman bu tartışmaya girmedik. Çünkü, piyasa mekanizmaları orada varsa, günlük ortalama belki 1 milyarın üzerinde bir alış veriş varsa, bu kadar yatırımcı varsa, şimdi bu kadar alanı-satanı varsa bu işin, siz Türk Lirası değerli dediğinizde bugün Türk Lirası alanlar acaba kafası çalışmadığı için mi alıyor diye sormak lazım. Değersiz dediğinizde, o zaman satanların kafası mı çalışmıyor yani. Bir yorum yapanlar, rapor tutanlar var, yazanlar var, bir de fiilen parasını yatıranlar var. Şimdi fiilen parasını yatıran adamlar, yani asıl bu işin artısından-eksisinden, karından-zararından etkilenecek kişiler piyasada alışverişini yapıyor, o yoğun alışverişte de bir piyasa fiyatı oluşuyor. Dolayısıyla piyasada oluşan fiyata değerli-değersiz tartışmasına onun için ben özellikle hiç girmiyorum, söylemiyorum. Çünkü, yani yatırım yapanlara sizin bu işe aklınız ermiyor, siz bu işi bilmiyorsunuz, yanlış işler yapıyorsunuz demeye geliyor ki ben o cesareti kendimde bulmam. Çünkü, parası olan az-çok hesabını kitabını yapar yani.
MURAT SABUNCU- Bu noktada efendim, sokaktan bir şey sormak istiyorum; geçen gün İngiltere’nin enflasyonu açıklandı, 4,50.
ALİ BABACAN- Bizden yüksek.
MURAT SABUNCU- Bizden yüksek, Türkiye’nin 4,25. Şimdi vatandaş bize söylüyor, ekonomi gazetecilerine hep şunu soruyor: İyi de, benim bir ay evvel aldığım benzinin fiyatı, benim en yoğun kullandığım etin fiyatı, benim işte meyvenin fiyatı, onlar artıyor, sokağın enflasyonuyla açıklanan enflasyon. Biz teknik olarak biliyoruz ama, bir de sizin ağzınızdan. Yani, sokakta çok kullanılan maddelerle, insanların çok tükettiği maddelerle işte açıklanan enflasyon oranları arasında halk bir türlü o tam bağlantıyı oturtamıyor. Bu farkı bir de siz bir kısaca söyler misiniz?
ALİ BABACAN- Bizim enflasyon dediğimiz, aslında bir üretici fiyatlarının artışı, bir de tüketici fiyatlarının artışı olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ama daha çok asıl hedef olarak ilan ettiğimiz, daha çok konuştuğumuz enflasyon tüketici fiyatları. Yani, tüketici fiyat endeksi dediğimiz TÜFE’nin 1 yılda ne kadar artmış. Şimdi, tüketici fiyatları endeksi neye göre belirleniyor? Bu endeksin içerisinde pek çok ürün var. Bu ürünler eskiden TÜİK’in sabitlediği, fikslediği bir ürün listesi vardı, bu ürün listesi her yıl aynı devam ederdi ve ona göre enflasyon ölçülürdü. Halbuki şimdi işler çok değişiyor, halkımızın tüketim eğilimleri değişiyor. Yani, artık insanlar daha çok evine bilgisayar alıyor, artık herkesin cep telefonu var. Eskiden belki alışverişi yapılan ürünler artık geçerliliğini kaybediyor. Örneğin, eskiden yemeklik tereyağ endeksin içindeydi. Artık yemekte tereyağ kullanan pek kalmadı, ancak kahvaltıda kullanıyor. Dolayısıyla, yemeklik tereyağ şimdi endeksten düşmüş durumda, çünkü ayçiçeği yağı, ya zeytinyağ, ya işte sıvı yağlar şunlar bunlar artık geçerli Türkiye’de. Dolayısıyla, artık hareketli bir sepet var. O sepetin kompozisyonu da tamamen halkımızın ortalama bir ailenin aylık harcama kompozisyonuyla oluşturuluyor. Yani, sokağın enflasyonu ayrı, TÜİK’in enflasyonu ayrı diye bir şey pratikte mümkün değil. Çünkü TÜİK, yılda aşağı yukarı 80 bin haneyle yaptığı bire bir görüşme ve anketlerle bu harcama kalıbını tespit ediyor ve onu dönem dönem de yeniliyor.
YAVUZ SEMERCİ- 12 bin mi, 80 bin mi Sayın Bakanım?
ALİ BABACAN- Yıllık toplama baktığınızda 80 bin, çünkü her ay her ay gidiliyor ya yıllık toplamda.
YAVUZ SEMERCİ- Aynı eve gidilmiyor yani, yıllık toplamda 80 çıkıyor ama, her ay değiştiriliyor galiba, öyle mi oluyor?
ALİ BABACAN- Tabii tabii, çünkü rasgele örnekle gitmek zorundasınız ki şeyi yakalayabilesiniz. Çünkü, tek aileye gittiğinizde de o da iki üç yıl içerisinde sizi yanıltabiliyor, farklı yerlere götürebiliyor yani.
Şimdi bu kadar geniş bir örneklemde ortalama bir Türk ailesinin harcama kalıbına bakarak ve harcama kompozisyonuna bakarak bu ortaya çıkıyor, bunun içerisinde benzin de var, elektrik de var, doğalgaz da var, kömür de var, gıda da var, giyim de var, kira da var, her şey var. Ama en çok ağırlıklı kalem nedir, gıdadır, 1 numara. Çünkü, halk ne olursa olsun ortalama en fazla parayı gıdaya harcar. Ondan sonra kira önemli bir kalemdir içerisinde, giyimin önemli bir ağırlığı vardır. Ama bunun yanında işte benzinde şuydu buydu. Şimdi diyeceksiniz ki benzin fiyatları bu kadar arttı, niye enflasyon düşük? Çünkü, benzin fiyatı artıyor ama, fiyatı artmayan bir sürü kalem var Türkiye’de. Mesela giyimin fiyatı aşağı yukarı son 3-4 yıldır hemen hemen hiç değişmiyor ortalama giyim fiyatları, hatta düşüşler var.
MURAT SABUNCU- Tabii en yoğun hani 4,20’ler seviyesinde hani benzin tabii hayatın, yakıt hayatın her alanında yansıdığı için insanlar ona tabi çok ciddi bakıyorlar Sayın Bakan.
ALİ BABACAN- Dünya piyasaları çok hareketli olduğu için ve petrol fiyatları özellikle bölgemizdeki Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki gelişmeler sebebiyle hareketli ve yüksek seyrettiği için, yani zam zam ya da fiyat artışı diye tek bahsedilen konu hemen hemen benzin, motorin falan, diğer konularda fazla bir şey yok.
KERİMCAN KAMAL- Verginin yüksekliği de bir şikayet konusu akaryakıtta.
ALİ BABACAN- Vergi yüksek, ama vergi değişmiyor, çünkü oransal bir vergi yok akaryakıtta. Akaryakıttaki ÖTV sabit bir vergi. Yani, litre başına kuruş olarak fikse edilmiş bir vergi. Fiyatlar inse de, çıksa da vergi kısmı sabit duruyor, hiç değişmiyor ÖTV açısından baktığımızda.
YAVUZ SEMERCİ- Ama sonuç olarak dünyanın en pahalı benzinini kullandığımız gerçeği değişmiyor.
ALİ BABACAN- En pahalı değil de, en pahalılarından diyelim yani.
YAVUZ SEMERCİ- Ya da ikisinden biri, üçünden biri.
ALİ BABACAN- Fakat şöyle bir durum var: Diğer ülkelere baktığınızda da o ülkelerin doğrudan vergi tahsilatları çok yüksek. Yani, o ülkelerde gelir üzerinden çok vergi alınıyor, yani insanlar kazanırken çok ödüyor. Şu anda Türkiye hem kişilerin gelir vergisinde, hem de kurumların gelir vergisinde dünyada bayağı en düşük ülkelerden birisi şu anda.
YAVUZ SEMERCİ- Yüzde 30-70 arası.
ALİ BABACAN- Çünkü bizim vergi yapımızda kazanırkenden öte, harcarken vergi daha çok anılıyor. Kazanırken de kaçağımız daha çok, kayıt dışımız daha çok. Örneğin bir rakam vereyim size, gelir vergisi, kişilerin gelir vergisi ve beyana tabi. Türkiye’deki bütün iş adamları, doktorlar, mühendisler, eczacılar, avukatlar, hepsi hepsi, bütün yani serbest çalışan herkes iş adamları dahil bugün Türkiye’de ödedikleri gelir vergisinin toplamı 2,5 milyar lira civarında. Sadece sigaranın ÖTV’sinden tahsilat 15 milyar lira, sadece sigaradan.
YAVUZ SEMERCİ- Bunu düzeltmek ama sizin göreviniz değil mi Sayın Bakanım?
ALİ BABACAN- Şimdi bu kayıt dışılıkla mücadele bizim zaten en önemli alanlarımızdan birisi. Açıkça söyleyeyim; biz 8,5 yılda pek çok alanda ilerleme kaydettik, fakat kayıt dışıyla mücadeledeki ilerlememiz çok zayıf kaldı. Yani, kayıt dışı Türkiye’de hala çok yüksek maalesef. Bunu yani vergi mevzuatından tutun da, denetime kadar, yaptırımlara kadar uzanan bir boyutu var. Biz vergi oranlarını düşürdük ve iddiamız şuydu: Biz sürümden kazanacağız diyorduk, fakat olmadı. Yani, vergi oranlarını düşürdük, ama kayıt içilik çoğalıp da o tekrar hani insanların daha çok vergi ödemesini sağlayacak bir tablo maalesef oluşmadı Türkiye’de. Dolayısıyla, bundan sonraki dönemde…
YAVUZ SEMERCİ- Yani 8 yıl içerisinde başaramadığımız şeylerin birisi bu diyebiliyorsunuz.
ALİ BABACAN- Başarılı olamadığımız alanlardan birisi kayıt dışılıkla mücadele, tabii bunu açıkça söylemek lazım.
MURAT SABUNCU- Bir de tabii işsizlik konusu var, o hani 2008’in son çeyreğindeki dünyadaki krizi de katmak lazım. Ama son tahlilde işte yüzde 11,5 civarında bir Türkiye’nin işsizliği var. Tabii bu da çok yakıcı bir şey, hani işsizlik Türkiye’nin en büyük sorunlarından bir tanesi. Bu noktada da tabii yeni bir açılım yapmak herhalde gerekecek, çünkü ciddi bir rakam 11,5.
ALİ BABACAN- Şimdi işsizlik şu anda aslında halkımıza sorduğumuzda ya da bizim değerlendirmemizde Türkiye’nin bir numaralı sosyal ve ekonomik problem. Yani, işsizlik hem sosyal problem, hem bir ekonomik problem ve bir numaralı problem şu anda. Şimdi biz şöyle bir baktığımızda kriz döneminde 2009 yılının ortalamasında işsizliğimiz yüzde 14’e çıkmıştı. 2010 ortalamamız yüzde 11,9, yani 2,1 puanlık bir düşüş oldu. Ama bu 2010’un ortalaması. Halbuki yıla bakacak olursak, trend düşüş trendi devam ediyor 2010’da ve 2011’in ilk çeyreğinde de bu devam ediyor. 2011’in ilk çeyreğindeki rakamlara bakacak olursak da, sadece o aya kendi içerisinde baktığımız zaman yüzde 11,5. Ama mesela geçen seneni aynı döneminde de 14,4’müş. Yani, 3 puana yakın bir düşüş var geçen senenin aynı dönemiyle. Bir de, biz artık mevsimsellikten arındırıp rakamları açıklıyoruz biliyorsunuz…
MURAT SABUNCU- 10,8 galiba değil mi?
ALİ BABACAN- 10,1. Bu açıklanan rakam Şubat ayının işsizliği. Ocak-Şubat-Mart’ın ortalaması, Şubat diyoruz biz ona ve kışın bir bakıma işsizliğin en yüksek olması gereken bir dönemde 11,5. Dolayısıyla, bu mevsimsel etkiden arındırdığımızda rakam 10,1. Bu mevsimsel arındırılmış rakam 2009’un ilk çeyreğinde yüzde 16’ya kadar çıkmıştı. Ve biz şu anda dünyada işsizliği düşürmede en başarılı birkaç ülkeden bir tanesiyiz. Bunu ILO da söylüyor, yani Uluslararası Çalışma Örgütünün raporlarına bakın, ki geçen Genel Sekreterle Başbakanımızın bir görüşmesi oldu, ben de oradaydım. Adam geldi tebrik ediyoruz dedi, şu anda bizim bütün üyelerimiz içerisinde işsizliği en hızlı düşüren, en yüksek istihdam sağlayan sizsiniz dedi. Tek bir rakam söyleyeceğim ve kapatacağım; geçen senenin ilk çeyreğinden bu senenin ilk çeyreğinde Türkiye’de çalışan insan sayısı 1 milyon 535 bin kişi arttı, 1 milyon 535 bin kişi. Ben bunu iki gün önce Brüksel’de AB Ekonomi Bakanları Toplantısında masada söylediğimde herkes şöyle elindeki kağıdı bıraktı ve bana baktı, yani şaka mı bu rakam diye.
YAVUZ SEMERCİ- Peki, onlara şunu da söylediniz mi Sayın Bakanım: Türkiye’de her yetişkin 100 kişinin 49’u istihdama katılıyor. Ama Avrupa’da yüzde 75-80’i istihdama katılıyor ve katılanlar arasındaki işsizlik oranı orada şey. Dolayısıyla, Türkiye’deki yapı biraz buradan kaynaklanıyor.
ALİ BABACAN- Tabii, bizim iş gücüne katılım oranımız yüzde 48,5. Ama geçen senenin aynı döneminde 47,5’tu. Yani, iş gücüne katılım oranı arttığı halde işsizlik oranımız düşüyor.
YAVUZ SEMERCİ- İşini kaybedenlerin oranı da yüksek galiba Türkiye’de, o rakamlar açıklanmıyor ama, orada da…
ALİ BABACAN- Türkiye’de şöyle, o rakamların asıl şeyi şu: Erkeklerle kadınlar arasında fark var. Bizim erkeklerdeki iş gücüne katılım oranı aynı Avrupa gibi. Fakat bizde ev kadını olma, ev hanımlığı çok yaygın, yani kadınlar arasında iş gücüne katılım oranımız çok çok düşük. İş gücüne katılım oranı düşük, çünkü o insanlarımız iş de aramıyorlar. Sorduğunuz zaman hani işsiz misin, iş arıyor musun dediğiniz zaman, yok diyorlar hemen, iş falan aramıyorum. Çünkü, şu andaki durumum neyse o diyorlar. Dolayısıyla, ortalamayı düşüren faktör Türkiye’deki kadınların daha az oranda çalışıyor olması, asıl işin özü orada. Yoksa erkeklere baktığımızda dediğim gibi burada bir…
YAVUZ SEMERCİ- Efendim, ben çıraklık döneminizle ilgili bir soru sormak istiyorum, bu siyasi konularda tartışma…
ALİ BABACAN- Çıraklık, 2002-2007 yani.
YAVUZ SEMERCİ- Evet, 2002-2007, öyle tarif ettiğiniz için ben de onu söyledim. O dönem sorsaydım usta olduğunuzu söyleyebilirdiniz ama, şimdi söylüyorsunuz, o dönem meğer çıraklık dönemiymiş. Şimdi siz iktidara geldiğinizde bir koalisyon hükümeti vardı ve koalisyon hükümeti ülkeyi gerçekten uçurumun kenarına getirmiş ya da geçmişte gelenlerle beraber yönetememişti, uçurum kenarına gelmiş ve müthiş bir kriz patlak verdi. Sonra Kemal Derviş ithal edildi ve bir ekonomik program uyguladı. Siz, sizin o çıraklık dönemi dediğinizde Kemal Derviş’in uygulamalarını değiştirdiniz mi o dönemde alınan ekonomik politikaları, yoksa onun üzerine belirgin hangi eklemeyi yaparak farklılığınızı gösterdiniz; siyasi şeylerde bu tartışıldığı için özellikle soruyorum. Kısaca cevap verirseniz herhalde vaktimiz de kalmadı.
ALİ BABACAN- Kağıt üzerinde mükemmel bir ekonomik program yapabilirsiniz, yani iç tutarlılığı olan her şeyiyle böyle mükemmel görünen bir ekonomik program yapabilirsiniz. Ve pek çok ülkede de aslında doğrular az-çok bellidir, yani yapılması gerekenler zaten bellidir. İşte o ülkede rekabet iyi işlemiyorsa rekabeti çalıştırmanız gerekir, işsizlik yüksekse, ki biraz önce yarım kaldı, yani aktif iş gücü politikalarından tutun da esnekliği artırıcı, eğitim politikalarıyla iş gücü piyasası arasında daha iyi bir uyum sağlamaya yönelik pek çok alan var ki bizim bunun arkasında o da vardır. Yani, bu kadar hızlı işsizlik düştüyse hem hızlı büyüme, hem de doğru iş gücü politikaları sebebiyle bu olmuştur. Şimdi yani diyeceğim, bütün bu politikaları kağıt üzerinde mükemmel bir şekilde yapabilirsiniz. Ama işin püf noktası uygulamadır ve güven oluşturabilmektir. Şimdi 2001 krizinden sonra Sayın Derviş hani Türkiye’ye geldiğinde ve o zamanki koalisyon Hükümetinde göreve başladığında, önceki dönemlerde Dünya Bankası ve IMF’le çalışılmış olan zaten bir sürü doküman vardı, bir sürü yapısal reform konusu vardı. Türkiye için bütçe hedefleri yaklaşık ne olmalıdır, Merkez Bankası ne yapmalıdır, bunlarla ilgili zaten bir sürü reçete ortada hazır vardı. Bunlar tekrar bir derlenip toparlandı ve yeni bir isimle bir program olarak açıklandı. Ama bunun uygulaması maalesef başarılı olamadı. Zaten Türkiye’de ilk erken seçimi telaffuz eden o dönemde şöyle bir hafızalarınızı zorlarsanız Sayın Derviş’in kendisidir. İlk defa erken seçim gerekiyor diye o söylemiştir. Çünkü, baktı ki ya tamam programı yapıyorsunuz, hatta uluslararası kuruluşları da ikna ediyorsunuz, fakat yapacağım dediğiniz şeyleri yapamıyorsunuz. Hükümet şöyle bir araya gelip de karar alamıyor, uygulama yok. Ne oldu? Ondan sonra, bir süre sonra baktılar ki olmuyor. Erken seçim zaten aynı şey gibidir, diş macunun tüpten çıkması gibi bir şeydir, bir çıkarınca geri içine sokmanız falan mümkün değil. O dönem zaten hemen işler hızla bozuldu ve Türkiye bir erken seçim ortamına gitti. O erken seçimde zaten biz iktidara geldik biliyorsunuz.
YAVUZ SEMERCİ- Dolayısıyla, uygulama ve istikrar anlamında siz önemli bir…
ALİ BABACAN- Tabii, güven oluşturulamadı o dönemde. Çünkü, bir kişinin şahsi çabalarıyla bu iş olacak mesele değil. Yani, bu mutlaka ve mutlaka güçlü bir siyasi irade lazım, uygulama için siyasi irade lazım. Siz ne kadar kağıt üzerinde hazırlayın, açıklayın bir şeyler, ama uygulama siyasi iradeyle oluyor. Biz ne yaptık? Önceki programları aldık, mahsurlarını giderdik, tekrar oturduk IMF’le konuştuk, uzun bir pazarlık sürecimiz oldu hatırlayacak olursanız. Biz Kasım’da Hükümeti kurduk, IMF’le ta Mart’ta anlaşabildik, arada 5 ay geçti. Ve o dönemde, yani Sayın Derviş döneminde çıkarılan bütün yasaların hepsini gidip Meclisten değiştirmek zorunda kaldık. Hatırlayacak olursanız 15 günde 15 yasa çıktı o zaman. Dünya Bankası, IMF sıkıştırıyor, bu yasaları çıkartmazsan para yok diyor, aynı şimdi Yunanistan’a yaptıkları gibi, o dönemde Türkiye’ye de öyle yaptılar. Ya 15 yasayı çıkarırsın ya da kredileri serbest bırakmıyoruz dediler, o günleri siz iyi hatırlarsınız. Şimdi ne yaptılar? 15 günde 15 yasa. Biz baktık ki uygulanabilirliği yok o yasaların. Kamu alımları yasaları çıkartmışlar, kamu alım yasasını çıkarıyor, uygulama tarihini iki sene sonraya atıyor, biliyor uygulayamayacağını yani. Yasa çıkıyor Meclisten, uygulama iki sene sonra. Bizden sonra gelen hükümet ne yaparsa yapsın, baksın. Biz tek tek o 15 günde 15 yasanın hepsini değiştirdik. Açın bakın Meclisin tarihine, 15 yasanın 15’ini de değiştirmek zorunda kaldı. Çünkü, uygulanabilirliği yok, Türkiye’nin şartlarına uymuyor, olmuyor. Ve tekrar uluslararası kuruluşlarla bunların pazarlığını yaptık, yeniden uygulanabilir hale getirdik. Ama ne yaptık biz? Hızlı bir şekilde güven ortamını oluşturduk, yapamayacağımız bir şeyin sözünü asla vermedik. Ama söz verdiğimiz ne varsa da yaptık, yani halkımıza ne söz verdiysek yaptık, ne hedef koyduysak tutturduk. Ve ortaya koyduğumuz programlar böylece güven oluşturdu. İşte biz 2008’in Mayısından bu yana IMF’le çalışmıyoruz. Ama 2009’da, tam krizin en derin noktasında Orta Vadeli bir Program açıkladık, 3 yıllık program. Programı açıkladığımızın ertesi günü iki tane kredi derecelendirme kuruluşu Türkiye’nin notunu artırdı. Daha ortada bir şey yok, sadece yaptığımız bir söz, bir açıklama. Güveniyor söze ki, açıklamaya güveniyor ki kredi notunu artırıyor Türkiye’nin. 16 Eylül’dü yanılmıyorsam, 16 Eylül 2009’da Orta Vadeli Programı açıkladık, Ekimden itibaren bankalar başladılar kredi pompalamaya piyasaya. Kredi hacmi sabit giderken Türkiye’de, bakın Ekim, Kasım, Aralık derken kredi hacmi artmaya başladı, niye? Bu verdiğimiz söze güven var çünkü. Bir istikrar var ve bu Hükümet neye söz veriyorsa bunu yerine getiriyor, öyle bir güven var. Ve çok şükür biz bakın ilk Orta Vadeli Programımızda 2009 için bütçe açığımıza 6,5 demiştik, 5,5’ta bitirdik. Ertesi sene için yüzde 4 dedik, yani 2010 için, yüzde 3,6’yla bitirdik. Yani bırakın sözü, hedefin de altında bütçe açığıyla bitirdik. Bu yıl için işte bütçe açığımız yüzde 3’ün altında inşallah. Dolayısıyla, bu işte güven unsuru çok önemli, siyasi irade, siyasi güç önemli ve söz verdi mi yapabilmek önemli. Yani, kağıt üzerinde iş bitmiyor, uygulama asıl burada önemli.
MURAT SABUNCU- Sayın Bakan, süre bitti ama, çok kısa iki şey sormak istiyorum. Bir tanesi; not kuruluşlarının Türkiye’nin notuyla ilgili beklentisi, ki seçimlerden sonra olabilir demişlerdi ama, sanki Standard and Poors’s falan biraz daha seçimlerden sonra bir süre daha beklemeyi öngörüyor. Bir bunu sormak istiyorum.
Bir de; birtakım raporlara artık Türkiye’nin Kürt sorunu, siyasi sorunu da girmeye başladı. Tabii bu öncelikle bizim sorunumuz ama, bu konuda çok konuşulmaya, raporlarda yer verilmeye başlandı.
Bu iki konudaki görüşünüzü almak istiyorum.
ALİ BABACAN- Şimdi kredi notu konusu, kredi derecelendirme kuruluşlarının kendi hesabı kitabı, kanaati. Maalesef şu son krizde kredi derecelendirme kuruluşlarının kendi kredibilitelerinde önemli ölçüde aşınma oldu. Hatta biz şimdi G-20’de yatırımcıların kredi derecelendirme kuruluşlarının notuna daha az bağımlı hale gelmesiyle ilgili yeni mekanizmalar çalışıyor ki bu mekanizmalar kurulsun, bu işte S&P imiş, Fitch’miş, Moody’s’miş, bunların notunu artık fazla bir bağımlılık kalmasın diye. Bu kuruluşlar eskiden önden giderdi, yani yatırımcıya yol gösterirdi, yön verirdi. Yani, not vererek bunun ilerideki durumu böyle olacak, bu ülkenin kredisi daha yüksek, borcunu ödeme gücü daha yüksek, bununki daha düşük derlerdi. Bu krizden sonra olup biteni izah etmeye çalışan duruma düştüler. Yani, iş olup bittikten sonra anlatmaya çalışıyorlar, tanımlamaya çalışıyorlar ve ülke batıyor ondan sonra bunlar 6 ay sonra kredi notunu düşürüyor. Ya yatırımcı senin verdiğin nota güveniyor para bağlıyor. İşte Yunanistan’a 2009’un sonunda, hatta 2010’un Ocağında, Şubatında notu A iken para bağlayan bir yatırımcıyı düşünün, o günlerde hala A idi, bugün düştü B eksiye. O gün durumu belli değil miydi Yunanistan’ın, o gün borcu yüksek değil miydi? Sen niye o gün A diyordun da, bugün o yatırımcı zarar ettikten sonra pardon bu B eksiymiş diyorsun? Yani, ciddi bir yıpranma oldu bu kredi derecelendirme kuruluşlarında. Dolayısıyla, biz bunların verdiği nota tamam bakıyoruz ama, eskisi kadar da çok önemsemiyoruz açıkçası. Aslında bizim risk primimiz, dış borçlanmadaki risk primimiz, iç borçlanmadaki reel faizimiz en güzel kredi notu. CDS spread’i mesela bugünlerde en çok bakılan konu. Bir ülkenin borcunu sigorta ettirmek istediğinizde ödediğiniz prim. Şimdi Türkiye’nin şu anda yüzde 1,5 civarında. 11 tane Avrupa Birliği üyesinden daha düşük. Bakıyorsunuz 2 yıllık bizim borçlanmamıza, euro borçlanmasına, İtalya’dan daha az faiz ödüyoruz biz bugün, 2 yıl eurobondlarda euro bazlı. Yani, biz euro olarak borçlanıyoruz, İtalya kendi parasıyla borçlanıyor, biz ondan daha az faiz ödüyoruz. Halbuki adamlar sıkışınca icabında o parayı basıyor, bizim o parayı basma imkanımız yok, cari açığımız var. Yani, Türkiye’nin cari açığı var. İtalya’nın kendi parası, ama biz iki yıl borçlanmada İtalya’dan daha az faiz ödüyoruz. Dolayısıyla, zaten yatırımcılar notunu veriyor artık, kredi notu diyoruz ya, yatırımcının verdiği not asıl not şu anda. Bizim için önemli olan o. Ama arzu ederiz ki tabii bizim öbür tarafta da notlarımız artsın, onlar da daha çok gerçeği görsün. Ama bakacaklar, izleyecekler, gerektiği zaman gerekli adımı atacaklar.
Şimdi Güneydoğu meselesine gelince, bizim Milli Birlik ve Kardeşlik Projemiz, temel hak ve özgürlükler konusunda attığımız adımlar, Türkiye’deki demokrasinin daha iyi işlemesiyle ilgili yaptığımız önemli reformlar, bunların hepsi aslında Türkiye’de terör sorununun köküne inip terör sorununun kökünden çözmeye yönelik çok önemli adımlar. Terörü tamamen bitireceğiz, tamamen yok edeceğiz; bu konuda dünyada böyle çok iddialı konuşabilen ve bunu açıkça ortaya koyabilen ülke hemen hemen yok. Bakıyorsunuz işte İngiltere’nin başında bir IRA problemi var. Hani o kadar gelişmiş ülke, kişi başına düşen milli gelir yüksek şudur budur. Hani IRA terörünü İngiltere şu anda yüzde 100 çözdüm diyebiliyor mu? İspanya, BASK problemini, ETA’yı yüzde 100 çözdüm diyebiliyor mu bugün için? Diyemiyor. Dolayısıyla, burada ancak ne kadar azaltabiliyorsunuz, ne kadar kontrol altına alabiliyorsunuz, buradaki önemli olan o. Ve bizim attığımız adımlar terör örgütünün istismar zeminini önemli ölçüde zayıflattı. Bu örgüt biliyorsunuz ilk önce bir Marksist-Leninist örgüt olarak ortaya çıktı. Sonra Sovyetler Birliği çökünce, artık Marksizm, Leninizm dünyada karşılık bulmayınca döndüler bu sefer etnik unsurları istismar etmeye başladılar. Ve gerçekten de bizim dönem dönem, yani vatandaşlarımızın sırf etnik kökeni sebebiyle ya da sırf mensup olduğu din sebebiyle ayrımcılık yapmışız, Türkiye’nin yakın tarihinde bunun çok acı örnekleri var. Biz dönem dönem mesela Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının mal varlıklarını sırf Müslüman olmadıkları için el koymuşuz, olmadık fiyatlara almışız, olmadık fiyatlara tekrar başka şahıslara satmışız; bunu yapmışız, 1970’lerde yapmışız, daha sonraki dönemlerde olmuş bunlar. Adamın suçu sadece ve sadece Müslüman olmamak. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı. 300 sene, 500 sene bu topraklarda yaşayan insanlar. Bunu da devlet dönem dönem yapmış. Kürt kökenli vatandaşlarımızın haklarıyla ilgili de çok ciddi ihlaller olmuş bu memlekette. Köyler yakılmış yıkılmış, yani ana dilleri yasaklanmış insanların. Yani, evinde konuştuğu, annesinden öğrendiği dili dışarıda konuştuğu anda bu suç unsuru teşkil etmiş, bunu da maalesef yapmışız biz. İşte hem o hatalardan dönmek, hem doğruları bulmak, hem de zaman içerisinde bölgeyle ilgili özel politikalarımız inşallah bölgenin refahını artıracak, bölgenin kalkınmasını hızlandıracak. Yani, bölgede bayağı bir ekonomik hareketlilik var. Hele hele Suriye, Irak, yani buralarla yaptığımız ticaret falan filan, bütün buralara baktığınızda, yani ekonomik kriz döneminde dahi 2009’da mesela biz yüzde 4,8 küçüldük, ama Güneydoğu, Doğu ekonomimiz büyüdü komşularla ilişkiler sebebiyle büyüdü. Şimdi bakıyoruz oralarda çok güzel, hem özel sektör yeni projeler geliştiriyor, yeni yatırım sahaları açıyor. Yani, trent gayet olumlu. Ama akşamdan sabaha her şeyin değişmesini de tabii beklememek lazım. Bizim o bölgelere uyguladığımız politikalar, Türkiye’deki istikrarı aslında güçlendirecek politikalar ve ekonomik büyümemiz için de daha sağlam zemin oluşturacak politikalar. Yeter ki korkmadan doğruları yapmaya devam edelim, yeter ki o işin de popülizmine kaymayalım. Maalesef Türkiye’de tamamen o bölge üzerinden siyaset yapan siyasi partiler de maalesef diyorum var. Türkiye’yi bölmek istiyorsunuz diyenlere baktığınızda, Türkiye’nin sadece belli bir bölümünde siyaset yapıp öbür tarafında siyaset yapamayanlar aslında Türkiye’yi fiilen bir bakıma bölünmüş bir hale sokarken, bizi işte böleceksiniz şöyle böyle falan filan diye eleştiriyorlar, ama biz bunların hiçbirine katılmıyoruz. Doğruları yaptık, inşallah doğruları yapmaya da devam edeceğiz. Bu, ülkenin kalkınmasına, istikrarına sadece artılar getirecektir.
YAVUZ SEMERCİ- Efendim, seçim tahmininizle kapatalım isterseniz.
ALİ BABACAN- Vallaha ben şöyle diyeyim: Çok anket var, bunların bazıları kamuoyunu ölçmeye değil yönlendirmeye yönelik sonuçlar olarak karşımıza çıkıyor. Bunların istihbarat raporlarını falan da alıyoruz, kurum içerisindeki çalışma başka, bakıyoruz gazetenin manşetine…
YAVUZ SEMERCİ- Hep orada AK Parti’yi çok yüksek gösteriyorlar, onu mu kastediyorsunuz?
ALİ BABACAN- Yok, tam tersine, tam tersine yani.
YAVUZ SEMERCİ- Öyle bir rapor ben bilmiyorum, hani CHP’yi önde gösteren var mı? Siz nerelerden bakıyorsunuz, biz göremiyoruz.
ALİ BABACAN- Şimdi şöyle: Bizim kendi yaptırdığımız, güvendiğimiz kuruluşların anketlerine baktığımızda işte böyle yüzde ağırlık 47-51 arasında, bir iki tane 45 falan var ama, ağırlığı yüzde 47-yüzde 51 arasında yoğunlaşıyor ama, kararsızlar hala çok, yani yüzde 15 mertebesinde. Kararsızları anket firmaları böyle aşağı yukarı orantılı şekilde partilere dağıtıyorlar, çünkü bilemiyorlar. Ama kararsızım diyenlerin neden kararsızım dediği çok önemli. Bazıları gizlemek istiyor, söylemiyor, utanıyor ya da eski tabirle mahalle baskısı var, şu var, bu var. Mesela biz referandumda yaşadık bunu, hiçbir anket yüzde 58 göstermiyordu. Şu ortaya çıktı: Ben kararsızım diyenlerin önemli bir kısmı aslında evet diyecekmiş meğer ki. Fakat, bu sosyal baskıydı, şuydu buydu ya da aslında bir başka partiden gönlü yana, fakat o parti hayır deyin diye propaganda yapıyor. Bir yandan o parti taraftarı, ama evet diyecek, onu işte açıktan söyleyemiyor, o ortaya çıktı. Yüzde 58 gibi yüksek bir oranda evet çıktı mesela.
Şimdi bu anketler tabii ne kadar doğruyu gösteriyor, sonuç gerçekten ne olur, ne çıkar, bilmek çok zor. Biz son güne kadar yaptıklarımızı anlatacağız, Türkiye için hedeflerimizi, hayallerimizi, 2023 vizyonumuzu anlatacağız. Türkiye’nin ilk 10 ekonomiden birisi olacağını, onu hedeflediğimizi anlatacağız. 2 trilyon dolarlık toplam ekonomik büyüklük, 25 bin dolarlık kişi başına düşen milli geliri anlatacağız. 500 milyarlık inşallah ihracat hedefimizi ortaya koyacağız, büyük projelerimizi anlatacağız. En sonunda seçim günü halkımız kararını verecek. Ve halkımızın iradesi ne yönde, nasıl oluşursa da biz ona tabii ki saygı duyacağız. Çünkü karar milletin, son söz milletin olacak.
KERİMCAN KAMAL- Süremizi epeyce de açtık, arkadaşlarımın da, izleyicilerimizin de daha çok soruları var tahmin edersiniz ki, ama yaklaşık 2 saat, hatta 2 saati biraz daha geçtik.
Çok çok teşekkür ederiz bu akşam konuğumuz oldunuz.
ALİ BABACAN- Ben teşekkür ediyorum, sağ olun.
KERİMCAN KAMAL- Umarız seçimde de inşallah her şey istediğiniz gibi gider.
Efendim, bu akşam Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ı ağırladık. Cumartesi akşamı Egemen Bağış, bir başka İktidar Partisinden Devlet Bakanımızı ağırlayacağız, Başmüzakereci Egemen Bağış’ı ağırlayacağız.
Tekrar görüşmek dileğiyle.
Kaynak : http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous
Kaynak : http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/d...L_19052011.doc
Konu EZEL tarafından (05-28-2011 Saat 12:55 ) değiştirilmiştir..
|