AK Gençliğin Buluşma Noktası
Genel Tarih Devlet tarihleri ve kültürleri.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 02-28-2008, 21:56   #1
Kullanıcı Adı
yasinarslanpay
Standart Türklerin İslamiyete Girişi Her Yönüyle Geniş Bir Araştırma..
Türklerin İslâmiyete Girişi
Türklerin hiçbir baskı veya zorla karşılaşmaksızın İslâmı kabul etmeleri, üç ana sebebe dayanmaktadır...


Peygamberimizin İslâmı tebliğiyle birlikte, dünyanın ücra bir köşesinde yaşayan küçük bir kavim, yeni ve büyük bir millet hâline geldi. Meçhul, basit bir hayat süren ve hattâ aşağılanarak yaşayan insanlar, bu dinle birlikte birdenbire, tarihin mümtaz kahraman, fatih ve dâhîleri oldular. Halife Hazret-i Ömer, emrindeki bir avuç Müslüman gâzisiyle 641'de Suriye ve Mısır'ı fethederek, koca Doğu Roma'nın kanatlarını kırdı. 642'de Büyük Sâsânî İmparatorluğunu yıkarak Ceyhun kenarına ulaştı ve Türklerle temasa geçti. Ancak bu devrede İslâmın merkezinde Hazret-i Ömer ve yerine geçen Hazret-i Osman'ın şehit edilmeleri ve sonraki yıllarda başlayan iç mücadeleler, 8. yüzyıl başlarına kadar Türklerle Müslümanların münasebetlerini bir sınır komşuluğundan ileri götürmedi. Bazı kaynaklarda, Hazret-i Muâviye döneminde Ubeydullah bin Ziyâd'ın, Müslüman olan Türkleri Kûfe'ye yerleştirdiği belirtilmektedir. Daha sonra Emevîler tarafından, İslâm İmparatorluğunun bütün doğu bölgelerini içine alan Irak genel valiliğine Haccâc'ın getirilmesi ve bunun da Horasan'a, devrin sayılı kumandanlarından Kuteybe bin Müslim'i tayin etmesi (705), savaşları birdenbire alevlendirdi. Müslümanlar, kısa zamanda Mâverâünnehir'e hakim olduktan sonra Talas'a kadar akınlarda bulundular. Ancak, Türgeş Kağanı Şulu Han idaresindeki Türkler, 720 yılından itibaren cephelerdeki hakimiyeti ele alarak Emevî ordularını bozguna uğrattı. Böylece Emevîler döneminde Türkler karşısında başlangıçta başarıyla sürdürülen mücadeleler, sonuçta başarısızlıkla son buldu. Ancak bu mücadeleler, Türklerin İslâmiyeti yakından tanımalarına ve tetkik etmelerine zemin hazırladı. Kısa bir süre sonra da, Türklerin İslâmın bayraktarı olarak dünya sahnesine çıkmasına vesile oldu.

Türklerin hiçbir baskı veya zorla karşılaşmaksızın İslâmı kabul etmeleri, üç ana sebebe dayanmaktadır. Birincisi, Türklerin inanç ve yaşayışlarının İslâma çok yakın olmasıdır. Tek bir yaratıcıya îman, âhirete ve ruhun ölmezliğine inanma ve yaratıcıya kurban sunma gibi temel inanışlar İslâmda da vardı. Zinâ, hırsızlık, gasp, adam öldürme, yalancılık ve koğuculuk gibi kötü huylar, İslâm dininde de şiddetle men ediliyordu. Nihayet, İslâmiyetteki cihad emri, Türkün alplik ve fetih görüşüne uygun düşüyordu. Bu gibi sebeplerle öncelikle Mâverâünnehir (Türkistan) bölgesinde yaşayan Göktürkler arasında İslâmiyet yayılmaya başladı. Türklerin İslâmiyeti kabullerinin ikinci safhası da bu sırada gerçekleşmeye başladı. Daha kuzeyde ve batıda yer alan Müslüman olmayan Türkler, özellikle Türkistan'la ticarî faaliyetleri sırasında, kendi dillerini konuşan ırkdaşlarının dînine daha çabuk ve kolaylıkla girdiler.

Türkistan Türkleri arasında İslâmiyetin bu ilk yayılışıyla diğer Türklerin başka yabancı dinlere girişi hemen hemen aynı devreye rastlar.

Doğuda Uygurlar Mani, kuzeyde Hazarlar Mûsevî ve batıda Tuna Bulgarları Hristiyanlık dînine girerlerken Mâverâünnehir'deki Türkler arasında da İslâm, 8. asrın başından itibaren yayılmaya başladı. Bu durumun diğer Türk ülkelerini de tesir ve cazibesi altına almaya başlaması Abbâsîler döneminde oldu. Abbâsî halifelerinin Türklere karşı fevkalâde yakınlık göstermeleri, bu faaliyetin daha da hızlanmasına sebep oldu. Halife El-Mansur (754-775) zamanından itibaren Türkler, Arap ordularına asker olarak girmeye başladı. El-Me'mun döneminde (813-833) Türklerden özel muhafız birlikleri oluşturulmaya başlandı. Nihayet, Halife Mu'tasım zamanında (833-842) halifelik ordusunun esasını Türkler meydana getiriyordu. Türk ordusu için Samarra şehrini inşa eden halife, sarayını ve payitahtını da buraya nakletti. Müellifler artık, Türklerin Araplarla aynı millet gibi olduklarını (İslâm milleti) ve Bizanslılar gibi müşrikler yanında, gayri müslim Oğuzlarla bile savaştıklarını yazmaktadır. Halife El-Mütevekkil zamanında (847-861) ise Abbâsî Devletinin en önde gelen üç şahsiyeti Türktü. 10. asrın ilk yarısında, emîrül-ümerâlığa iki Türk kumandanı, Beckem ve Tüzün, getirilmişti. Türklerin Bağdat'ta idareyi ele almaları üzerine, uzak eyaletlerde bulunan Türk valiler, müstakil birer hükümdar gibi hareket etmeye başladılar. İlk Müslüman Türk devletlerden bazıları, bu suretle kuruldu. Bunlar arasında, Mısır'daki Tulunoğulları Devleti (868-905), Ahmed bin Tulûn adında bir Türk kumandanı tarafından kurulmuştur. Ahmed bin Tulûn, Dokuz Oğuz Türklerindendi. İbn-i Tulûn, Mısır'ı birçok mîmârî eserle süslemiştir. Tulûnoğulları Devleti, 905'te sona ermiş ve yerine az zaman sonra Tuğaçoğlu Mehmed'in kurduğu Türk İhşidîler Devleti ortaya çıkmıştır.

Ancak bu devletlerde, idareci zümrenin Türk olmasına karşılık, esas kitle yani halk tabakası daha çok Mısırlılardan oluşuyordu.

İslâmiyetin, devlet ve halk olarak Türkler arasında kabulü, ilk defa İtil (Volga) Bulgarları arasında gerçekleşti. Batıya giden Tuna Bulgarları, toplu olarak Hristiyanlaşırken, İtil boyu ve Kazan havalisinde kalan asıl büyük Bulgarlar, özellikle Türkistan'la olan ticarî ilişkileriyle tanıma fırsatı buldukları İslâmı severek kabul ettiler. Bulgar hânı Almış, 920'de Bağdat'taki halifeye başvurarak, İslâmiyeetin öğretilmesi ve kaleler inşası için kendilerine din ve ihtisas adamı gönderilmesini istedi. Halife Muktedir Billah tarafından gönderilen kalabalık bir elçi heyeti, 922 Mayısında Bulgar ülkesine geldi. Almış Han ve maiyeti, elçilere fevkalâde bir hürmet ve kabul gösterdiler. Bu tarihten itibaren Bulgar ülkesi, Abbâsî halifelerine bağlı bir Müslüman yurdu haline geldi. Ülkede Abbâsî halifesi ve Bulgar Hânı namına sikkeler basılmakta, taş camiler, saraylar, kaleler ve diğer binalar yapılmaktaydı. Bulgarlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra, Türk-İslâm medeniyetinin kuzeybatısında en ileri bir ucu olmakla, büyük bir değer kazandılar. Bulgar ülkesine gelen Abbâsî elçilik heyeti içerisinde yer alan İbn-i Fadlan, yazdığı seyehetnamesinde, bu ülke insanlarının temiz, doğru, çalışkan ve samîmî Müslüman olduklarından bahsetmekte ve Bulgar ilinde gecelerin çok kısa olması dolayısıyla Türklerin, sabah namazını kaçırmamak için bir ay geceleri uyumadıklarından söz etmektedir. Bu sözler, Türklerin İslâmı ne derece güçlü bir inançla kabul ettiklerini göstermektedir.

 

  Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 03-01-2008, 15:25   #2
Kullanıcı Adı
yasinarslanpay
Standart Türklerin İslamiyete Girişi Her Yönüyle Geniş Bir Araştırma..
TÜRKLER İLE MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ İLK MÜNASEBETLER

Türk toplulukları, savaşlar ve göçler sonucunda Moğolistan'dan Tuna boylarına kadar uzanan oldukça geniş bir bölgeye yayılmışlar; pek çok farklı kültür ve inançlara sahip halklar ile tanışma imkanı bulmuşlardır. Bu durum onların çeşitli dinlerin etkisinde kalmalarına neden olmuştur. Bununla birlikte, Türkler asıl kimliklerini Müslümanlık ile bulmuşlar; yüzyıllar boyunca İslamiyet'in koruyuculuğunu ve bayraktarlığını yapmışlardır.

Türklerin güneye ve batıya doğru gerçekleştirdikleri başlıca nedeni ekonomikti. Batıya göç eden Türkler, İran'da Sasani İmparatorluğu engeli ile karşılaşınca daha ileriye gidemediler. Bunlardan bir kısmı İran'a yakın bölgelerde yerleşirken, bazıları Hindistan'a doğru yöneldiler.

Sasani İmparatorluğu, belirli bir süre Türkler ile Müslümanlar arasında bir set teşkil etmiş; Arap ordularının Yermuk (634), Kadisiye (635) ve Nihavend (641) Savaşlarının ardından İran'ı ele geçirmeleriyle ortadan kaldırılmıştır. Buralarda yerleşik bulunan Türkler, önceleri Araplar'la mücadele etmişlerse de, Talas Savaşı'nda (751) Çinlilere karşı Araplar'ın yanında yer almışlardır. Savaş sonrasında Çin'in Orta Asya'dan çekilmesiyle bölgeye Araplar hakim olmuşlardır. Bu tarihten itibaren de Türklerin hak din olan Müslümanlığı tanıma imkanı doğmuştur.

Türklerin Araplar ile yakınlaşması sonucunda, Maveraünnehir bölgesindeki Türkler Müslümanlığı kabul etmeye başladılar. Ancak, ilk Müslüman Türk Milleti bu bölgedekiler değil, İtil boyunda yaşayan Türklerin oluşturduğu Bulgarlar oldu.

10. yüzyılın başında İtil Bulgarları ile Abbasiler arasında diplomatik ilişkiler kuruldu. İtil Bulgarları İlteberi, yani hükümdarı Almış'ın isteği üzerine, Bağdat'taki Abbasi Halifesi kendisine din adamı ve askeri uzmanlardan oluşan bir heyet gönderdi. Müslüman heyetin İtil'e ulaşmasının ardından İtil Bulgarları 922 yılında topluca Müslüman oldular. Böylece İtil (Volga) Bulgarları ilk Müslüman Türk devleti oldu. O yıllarda Hazar Hanları Museviliği, Uygurlar Maniciliği, Doğu Avrupa'daki Türkler Hıristiyanlığı kabul etmişlerdi.

Tarihçilerin yazdıklarına göre, Cuma hutbelerinde "Allah'ım, Bulgar İlteberini doğru yola götür" deniyordu. Hükümdar, babası Müslüman olmadığı için onun adının yerine Abdullah adını kullandı.4 Bulgar Türkleri o sırada eski örf ve adetlerini, bazıları İslam'a uymasa da devam ettiriyorlardı. Diğer taraftan Müslümanlığın şartlarını yerine getirme konusunda da çok kararlı idiler. Nitekim Başkurt Türkleri o sırada Hıristiyan olacakken Bulgarlar bunu engellediler.5

Diğer bir gelişme, Maveraünnehir bölgesinde yer alan şehirlerdeki Müslüman Türk nüfusunun artması oldu. Buralarda yaşayan Türkler, maddi imkanlarının çoğunu İslam dinini yaymak amacıyla harcıyorlardı. Aynı dönemde göçebe Karluk ve Oğuz boylarının kitleler halinde Müslüman oldukları görülüyordu. Göze çarpan bir nokta da, Müslüman Türklerin yoğun oldukları şehirlerde, Müslüman Türk alimlerin tarih sahnesinde görünmeye başlamalarıydı.

Türklerin İslamiyet'i tanımalarında etkili olan sadece Müslüman heyetler değildi. Bu süreçte Müslüman tüccarlar, dervişler ve Abbasi ordularında görevli Müslüman Türk askerler de önemli görevler üstlendiler. 19. yüzyılın ortalarında Abbasi ordularında çok sayıda Türk vardı. Bu tarihte, Türkler Bizans sınırında görev alarak Hıristiyanlara karşı İslam dünyasını korumaya; aynı zamanda da İslamiyet'i yakından öğrenmeye başladılar. Kahraman Türk akıncıları unutulmaz başarılar kazandılar; Battal Gazi Destanı şanlı tarihimizin önemli yapraklarından biri oldu.

Şöyle özetlenebilir ki, Türklerin Müslümanlığa geçişleri 10. yüzyıla kadar yavaş, bu tarihten sonra ise büyük bir hızla gerçekleşmiştir.

TÜRKLER NASIL TANINIYORLARDI?

Türklerin İslamiyet'i kabul etmeye başladıkları dönemler hakkında günümüze ulaşan eserlerin sayısı oldukça azdır. Dolayısıyla İslam dünyasında Türklerin nasıl tanındıklarına ilişkin bilgilerimiz sınırlıdır. Zeki Velidi Togan tarafından yayınlanan İbn-i Fadlan Seyahatnamesi bazı ipuçları vermektedir. İbn-i Fadlan, başkanlığını yaptığı Abbasi elçilik heyetiyle bazı Türk boylarını ziyaret etmiş ve gözlemlerini kaleme almıştır. Diğer bir kaynak olan, Ebu Dülef Seyahatnamesi de bununla benzer görüşler içermektedir. 6

780-869 yılları arasında yaşamış Arap edibi ve düşünürü Cahiz'in Hilafet Ordusu Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri gibi çalışmaları bulunmaktadır.7 Türklerin Faziletleri isimli eser Türklerin karakteri hakkında yazılmış ilk kitaptır. Söz konusu eserde Türkler, düzeni seven, kabiliyetli, aynı zamanda da mütevazı insanlar olarak tanıtılmıştır. Cahiz, "Türk tek başına bütün bir cemiyet demektir" diyerek Türklerin üstün niteliklerine işaret etmiştir. 8 Aynı kitapta, Türklerin at üzerinde geçirdikleri zamanın yerde ve uykuda geçirdikleri zamandan çok daha fazla olduğu; ok atma ve ata hakim olma yetenekleri belirtilmiştir. Bunların yanı sıra, diğer milletlerin meziyetleri sayılırken Türklerin askerlikte en ileri seviyede olduklarına dikkat çekilmiştir.

Söz konusu kitapta Cahiz, Türkler hakkında övgü dolu ifadeler kullanmıştır:

"Savaş sanatı Türk'e bilgi, tecrübe, siyaset ve sair yüksek vasıflar kazandırmıştır. Türk daima sözünde durur ve hile bilmez. Türk Hakanı hileyi sadece savaşta da olsa yapmak zorunda kaldığını üzülerek belirtir ve iki yüzlü olanları daima en kötü insan sayar... Arap ordularını Türkler kadar titreten başka bir Millet yoktur. Türkler daima soylarıyla iftihar ederler, vatanlarına ve dillerine çok bağlıdırlar. Düşmanları esir alınca onlara iyilik ve ikram eder, alicenaplık gösterirler." 9

Türk tarihinin anlatıldığı bir kaynakta, o çağlarda, İslam dünyasının Türklere yaklaşımı şöyle anlatılır:

"Araplar Maveraünnehir'e geldikleri zaman Türklerin yüksek ahlaki meziyetlere, büyük bir idarecilik ve askerlik maharetine sahip olduklarını görmüşlerdi. Bunların şöhreti ta uzak İslam beldelerine kadar yayılıyor, herkes Türklerden bahsediyordu. Müslümanlar arasında, Türkler İslamiyet'e girdikleri takdirde artık hiçbir gücün İslam'a karşı çıkamayacağı inancı doğmuştu. Nitekim birçokları vaktiyle Hazreti Muhammed'in Türklerle ilgili övgülü ve müjdeli sözler söylediğini rivayet ediyor, hatta bazı Kuran ayetlerinde Türklerin ima edildiği söyleniyordu." 10

İSLAMİYET VE TÜRKLER

Türkler, İslam'ı hiçbir zorlama olmaksızın ve büyük bir içtenlikle kabul ettiler. Bu, tüm tarihçilerin kesinlikle üzerinde ittifak ettikleri bir konudur. Böyle bir gelişmede, onların Gök-Tanrı dinleriyle Müslümanlık arasında birtakım benzerliklerin bulunması önemli rol oynamıştır.

Eski Türkler, inandıkları yaratıcıyı "Tengri" olarak isimlendiriyorlardı. Tanrı'nın tek olduğuna ve herşeyi yarattığına inanıyorlardı. Öldükten sonra, iyi insanların "uçmağ" denilen cennete, kötülerin ise "tamu" olarak adlandırılan cehenneme gideceklerini düşünüyorlardı. Kadere inanırlardı. İbn-i Fadlan'ın yazdıklarına göre, Türklerde zina ve eşcinsellik yasaktı; hırsızlık yapanlar ağır cezalara çarptırılırlardı; iyilik yapmaya son derece riayet edilirdi.11 Tüm bunlar Türklerin Müslüman oluşlarını hızlandıran ve kolaylaştıran etkenlerdi.

Türkler tarih boyunca çeşitli dinlere girmişlerdir. Buna rağmen İslamiyet dışındaki dinlere girenler Türklüklerini koruyamamış; diğer kültür ve dinler içinde eriyip gitmişlerdir. İslam dini, milli yapıya uygun olduğu içindir ki Türkler kitleler halinde bu dini kabul etmişler ve milli varlıklarını muhafaza etmişlerdir. Diğer bir deyişle İslam, bütün Türkleri birleştiren bir din olmuştur. Bu gerçekler, Türk Tarihinden Yapraklar isimli eserde şöyle ifade edilmiştir:

"Türkler, Müslüman dinini samimi olarak, kendi istekleriyle, hiçbir zorlama ve dış baskı olmaksızın kitle halinde kabul edince, tarihlerinin yeni bir devresine ayak basmış oluyorlardı. Bu yeni devre, 10. asırdan önceki asgari 1200 yıllık devreden daha da şanlıydı. Müslümanlık, Türk milli bünyesi için uygun bir din haline geldi. Türkler, Müslüman olma suretiyle Türklüklerini kemale erdirmiş, adeta tamamlamışlardı." 12

İlk Kuran tercümeleri 10. yüzyılda Farsça çevirisiyle karşılaştırılarak satır aralarına yazılmıştır. Müslümanlığın kabulünden sonra, Kuran'ın yazılı tercümeleri, Türkçe yazı dilinin gelişmesine ve yaygınlaşmasına da katkıda bulunmuştur.13

Türklerin İslam dinini kabul etmeleri önemli bir gelişmeye daha vesile olmuştur. İslamiyet, Türklerin bayraktarlığında dünyaya yayılmış; bu durum da dünya tarihini şekillendirecek pek çok oluşuma öncülük etmiştir. Profesör Erol Güngör bu gerçeğin altını şöyle çizmiştir:

"Türkler İslam'ı kendileri için bir milli din haline getirdiler, bütün benlik ve samimiyetleriyle bu dine sarılarak on birinci yüzyıldan itibaren İslam dünyasının bütün düşman kuvvetlere karşı korunması işini tek başına yüklendiler.

İslamiyet devrine kadar Türkler her türlü yüksek meziyete sahip olan, fakat henüz dünyada kendi yerini tam bulamamış olan bir milletti. İslam, onun yolunu aydınlatan bir ışık oldu ve Türk Milleti bu ışığı takip ettikçe hep yükseldi." 14

Orta Asya'daki ilk Müslüman Türk devleti Karahanlı Devletidir. Satuk Buğra Han ile birlikte 200.000 Türk ailesi de İslamiyet'i kabul etti.15 Böylelikle Orta Asya'daki güçler dengesinde İslamiyet yerini almış oldu.

İslamiyet, Türklere yeni ufuklar açtı. 11. yüzyıl, Türklerin İslam dünyasında gün geçtikçe güçlendiği bir dönem oldu. Tarihçilerin aktardığına göre, Hazreti Muhammed'in Müslüman Araplara "İleride bu ümmetin efendisi Türkler olacaktır" dediğine dair rivayetler dilden dile dolaşıyordu. Kaşgarlı Mahmud'un kitabının başında Türklere hakimiyet verildiği, herkesin Türklere muhtaç olduğu ve bu nedenle Türkçe öğrenmesi gerektiği yazmaktaydı.

İlk Türk mutasavvıfı Ahmed Yesevi Karahanlılar zamanında yaşadı. Ahmed Yesevi ve halefleri bu topraklarda İslamiyet'in yayılması için büyük çaba harcadılar. Anadolu Türk evliyalarının çoğu Ahmed Yesevi'den eğitim aldı. Ahmed Yesevi ve onun ardından gelenler Türkçeyi yaygın olarak kullandılar; böylece Türklerin İslamiyet'i tanımalarına unutulmaz katkılarda bulundular.

Benzer şekilde, 997 yılında iktidara gelen Gazneli Mahmud da Müslümanlığı yayma konusundaki çabalarıyla herkesin takdirini kazanmıştır. Hindistan'a 17 kez sefer düzenlemiş ve Kuzey Hindistan'ı topraklarına katmıştır. Bölge insanları büyük oranda İslamiyet'i seçmişler; böylece günümüzdeki Pakistan Devleti'nin temeli atılmıştır.

Gazneli Mahmud'un İslamiyet'i tebliğ etme yolundaki çalışmaları Bağdat'taki halife tarafından da desteklenmiş ve ona "Sultan" unvanı verilmiştir. Türk tarihinde sultan unvanını ilk defa o kullanmıştır.

Aynı devirde, ünlü Türk düşünürü Ebu Reyhan el-Biruni, Gazne'de çalışmalarını sürdürmüştür. Bu gelişme, söz konusu dönemin Türk-İslam kültür tarihinin en önemli çağlarından birisi olarak anılmasında rol oynamıştır.

Daha sonra, Oğuzlar'ın Aral Gölü ile Hazar Denizi arasındaki bölgede yerleşen kısmı, tarihte yepyeni bir çığır açtı. İslam dininin Oğuzlar arasında yaygın duruma gelmesiyle diğer Türk boyları onları Türkmen şeklinde isimlendirdiler.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 03-01-2008, 15:25   #3
Kullanıcı Adı
yasinarslanpay
Standart Türklerin İslamiyete Girişi Her Yönüyle Geniş Bir Araştırma..
Selçuk Bey'in torunları olan Tuğrul ve Çağrı Beyler döneminde Oğuzlar, 1040 yılında, Dandanakan'da Gaznelileri yenerek Büyük Selçuklu Devleti'ni kurdular. Daha sonra İran'ı fethedip, Doğu Anadolu'nun kapılarına dayandılar. Tuğrul Bey sağlığında Sünni İslam dünyasını tek bir çatı altında topladı. Ölümünün ardından yerine, Çağrı Bey'in oğlu Alparslan geçti.

Alparslan hiç tartışmasız Türk tarihinin en önemli isimlerinden biridir. Türk tarihinde bir dönüm noktası olan, Anadolu'nun kapılarını açan Malazgirt Zaferi'nin (1071) mimarıdır.

Alparslan'ın Büyük Selçuklu tahtına geçmesiyle birlikte, Anadolu'ya yapılan akınlar tekrar hız kazandı. Bu akınlarda Orta ve Güney Anadolu baştan başa geçilerek birçok şehir alındı.

Aynı yıllarda Bizans'ta iç karışıklıklar hüküm sürmekteydi. Bizans, Türk akınları karşısında aciz kalmıştı. Yeni İmparator Romanos Diogenes Anadolu'yu kaybetmekte olduklarının farkına varınca bu gelişmeyi durdurmak ve Türkleri Anadolu'dan çıkarmak amacıyla Anadolu'ya geçti; Selçuklular'a karşı büyük bir ordu kurma çalışmalarına başladı. Anadolu'ya iki sefer düzenledi, bazı tahribatlar verdi, ancak imparatorun amacı Türklere son ve kesin bir darbe vurmaktı. Bu nedenle, Ermeni, Gürcü; ücretli Frank, Norman, Rus askerleri; Türk soyundan Uz ve Peçenek kuvvetlerinden oluşan 200 bin kişilik büyük bir ordu hazırladı.

Tarihi kaynaklara göre Bizans'ın 200 binlik ordusuna karşı, Selçuklu kuvvetleri 50 bin kadardı. İki ordu Malazgirt Ovası'nda mevzilendiler.

İslam ülkelerinin her köşesinde, Alparslan'ın zafer kazanması için hutbe okunuyor, dua ediliyordu. Sultan Alparslan 26 Ağustos 1071 Cuma günü sabahı etkileyici ve coşkulu bir konuşma yaptı:

"Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete girerim... Askerlerim! İşte atımın kuyruğunu bağladım. Bir er gibi savaşa gireceğim. Üzerimde sultanlık belirtisi hiçbir şey yoktur. Şehit olursam, üzerimdeki şu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır... Ya Rabbi! Seni kendime vekil ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve Senin uğrunda savaşıyorum. Ey Tanrım, niyetim halistir, bana yardım et. Sözlerimde yalan varsa beni kahret." 16

Halife de bütün camilerde okunmak üzere her tarafa gönderdiği hutbesinde şöyle dua etmişti:

"Allah'ım, Müslümanlığın bayraklarını yükselt ve hayatlarını sana kulluk uğrunda esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma; Alparslan'ı düşmanlarına muzaffer kıl ve askerlerini meleklerin ile teyit eyle!.."

Alparslan, askerlerine hitabının ardından kılıcını ve gürzünü kuşanarak ordusunun başına geçti. Alparslan sayıca çok üstün olan Bizans kuvvetlerine karşı, Türk savaş taktiği olan "Turan taktiği"ni başarıyla uyguladı. Askerlerin bir kısmı savaş alanının iki yanındaki tepelerde pusuya yattı. Diğer kuvvetler önce düşmana saldırdı, sonra da kaçar gibi yaparak geri çekildiler. Türklerin bozguna uğradığını zanneden Bizans kuvvetleri disiplinsiz bir şekilde Selçuklu kuvvetlerini takibe başladı ve merkezden epey ayrıldılar. Pusuya doğru çekilen Bizans ordusu, bu tuzağı geç fark etti. Geri çekilmeye çalıştıkları sırada Ermeniler ve bazı yedek kuvvetler savaş alanından kaçtılar. Bizans ordusundaki Uzlar ve Peçenekler de Türklerin safına geçtiler. Tam anlamıyla çembere alınan Bizans ordusu, akşama kadar süren Türk hücumlarıyla adeta yok edildi; Diogenes de yaralı olarak ele geçirildi. Alparslan, imparatorun umduğunun aksine ona çok iyi muamele etti, saygı gösterdi ve onunla bir anlaşma yaparak serbest bıraktı.

Malazgirt Zaferi sonuçları itibarıyla hem Türk tarihi, hem de dünya tarihi bakımından çok büyük bir önem taşımaktadır. Böylece Anadolu kapıları Türklere tamamen açılmıştır. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde irili ufaklı Müslüman Türk devletleri ortaya çıkmış; Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar uzanan Türkiye tarihi başlamıştır. Artık Anadolu, ebediyen Türk ülkesi olmuştur. Bu zaferle, Türklerin İslam dünyasındaki prestiji ve liderliği daha da güçlenmiştir.

Malazgirt Zaferi, Avrupa'da da derin izler bırakmıştır. Bizans'ın yenilmesi üzerine kendilerini de tehlikede gören Hıristiyan Avrupa, Türklere karşı ittifaklar kurmuştur. Diğer bir ifadeyle, Haçlı ittifakı aslında bu zafere bir tepki olarak doğmuştur. Haçlı Seferleriyle Türk ilerleyişi durdurulmak istenmiştir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 03-01-2008, 15:26   #4
Kullanıcı Adı
yasinarslanpay
Standart Türklerin İslamiyete Girişi Her Yönüyle Geniş Bir Araştırma..
KAYNAKÇA

4 Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, 12. Baskı, s. 152
5 Erol Güngör, Tarihte Türkler, s. 64.
6 Türkler ve Din; Türkler İslamiyet'i Kabul Etmelerinin Öncesinde İslam Dünyası'nda Nasıl Tanınıyorlardı?, TRT Avrasya Kanalı, 12 Mart 2000, Konuşmacılar: Prof. İsenbike Togan ve Prof. Ahmet Yaşar Ocak, Sunan: Prof. Erol Mutlu.
7 http://www.turkiyeden.metu.edu.tr
8 İsmail Hami Danişmend, Eski Türk Seciyye ve Ahlakı, İstanbul Kitabevi Yay., İstanbul, 1982, s. 8.
9 Erol Güngör, Tarihte Türkler, s. 67.
10 Erol Güngör, Tarihte Türkler, s. 66.
11 R. Şeşen, İbn-i Fadlan Seyahatnamesi, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1975.
12 Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1969, s. 47-48.
13 Türklerde Din; Tarihte Devlet ve Din İlişkileri, TRT Avrasya Kanalı, 27 Şubat 2000, Konuşmacılar: Prof. İsenbike Togan ve Prof. Ahmet Yaşar Ocak, Sunan: Prof. Erol Mutlu.
14 Erol Güngör, Tarihte Türkler, s. 69.
15 Mevlana Muhammed, İslam'ın Yayılış Tarihi, cilt 2, İstanbul, 1972, s. 985
16 Osman Turan, Tarih Akışı İçinde Din ve Medeniyet, 1980, s. 129.
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi