![]() |
#1 |
![]() BUGÜN müthiş bir belgeyi daha okurlarıyla buluşturdu. Gazetemizde dün yayınlanan "Katliam Silahlarında Şok Ölüm Üçgeni" haberi, Emniyet Kriminal raporlarına giren tüyler ürperten bir gerçeği gün yüzüne çıkardı.
2000 yılında Hizbullah'ın askeri kanat sorumlusunun evinde ele geçirilen uzun menzilli silahların, 1992 ve 1997 arasında gerçekleşen bir dizi PKK saldırısında kullanıldığı ortaya çıktı. Daha korkunç olanı da, bu silahların Jandarma envanterine kayıtlı bulunmaları. Peki PKK katliamlarında kullanılan silahların Hizbullah'ın cephaneliğinde yer almasını nasıl anlamak lazım? Birbiriyle "düşman" görünen iki örgütü silah kardeşliğine iten ne? Her iki terör örgütünün kullandığı silahlar nasıl Jandarma'ya ait çıkar? 28 Ağustos 2001'de tespit edilen bu "üçlü bağlantı" nedeniyle, silahlar hakkında bir soruşturma açıldı mı? Kaybedenler hakkında bir inceleme yapıldı mı? Bütün bu gelişmeleri daha da kafa karıştırır hale getiren unsursa, söz konusu dönemde bölgede komutan olarak görev yapan Jandarma subayları Levent Ersöz, Atilla Uğur ve Levent Göktaş'ın Ergenekon sanığı, Cemal Temizöz'ün de Cizre'deki ölüm kuyuları nedeniyle tutuklanmış olmaları. Şok belge, Ergenekon Terör Örgütü'nün hem PKK'yı hem de Hizbullah'ı kendi hedeflerine ulaşmak için kullandığı iddiasını güçlendiriyor. Ergenekon iddianamesinde yer alan eski bir istihbaratçının şu sözleri düşündürücü; "Hatay'da görev yaparken dönemin Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz ile İl Jandarma Alay Komutanı Vicdan Başaran olduğu halde şehir kulübünde yemek yedik. Bu yemekte bölge komutanının yanında bulunan ve önceleri emir eri olduğunu zannettiğim sivil giyimli şahsın daha sonra İstanbul'da ölü olarak ele geçirilen Hüseyin Velioğlu olduğunu öğrendim." Yine Ergenekon'un M.B. isimli gizli tanığının şu itirafları da "kirli işbirliğini" teyit eder cinsten: "1993-1999 arasında Cizre Kuştepe'de Hizbullah köyü kuruldu. Buraya Albay C.T.'nin talimatı ile silah götürüyorduk. Onlara eğitim veriyorduk." PKK ile Ergenekoncular arasında da 33 erin şehit edilmesi olayı başta birçok konuda işbirliği olduğu yine Ergenekon iddianamesinde dile getiriliyor. Ergenekon'un PKK'nın lider kadrosuna "genç subaylar sokmak" gibi bir planının olduğunu da Veli Küçük'ün evinde ortaya çıkarılan "Panzehir" isimli belgede görüyoruz. Jandarma silahlarının PKK tarafından kullanılmamış olması da söz konusu olabilir. Dönemin yetkililerinin gözetiminde kendilerine PKK süsü verilen itirafçıların bütün bu saldırıları gerçekleştirmesi ve "kirli silahların" Hizbullah'a kaydırması da söz konusu olabilir... Bu ihtimali mümkün kılan itiraflara, Sabah Gazetesi'ne konuşan Yıldırım Beğler isimli JİTEM eski görevlisi kapı aralıyor. Beğler, PKK kılığına girerek köy bastıklarını ve ertesi gün bunun medyada "Korucu köyüne baskın, PKK iki korucuyu öldürdü" diye yansıdığını kaydediyor. Ancak hangi ihtimal gerçek olursa olsun, bölge halkının, can güvenliğini teslim ettiği insanlar tarafından mağdur edildiği hakikati değişmiyor. Hizbullah ve PKK, Jandarma'ya kayıtlı silahlarla bölgede terör estirmiş. PKK, bu silahlarla tam 6 köyü başmış ve 6 kişiyi öldürmüş görünüyor. Şimdi bu tabloya, zorla boşaltılmak üzere yakılan köyleri, bölgedeki binlerce faili meçhulü, evlerinden alınıp bir daha geri dönmeyen insanları ve işkence görüp canlı canlı helikopterden atılan talihsizleri ekleyin. Sonra da bütün bu olayları bizzat yaşayan mağdurların acılı yakınlarını düşleyin... Emin olun halkın Türkiye aidiyetine verdiği zarar, PKK'dan geri kalmaz. Ergenekon soruşturması, ölüm kuyularının açılması ve faili meçhullerin peşinin bırakılmaması bu insanların gönlünü almanın tek yolu olarak öne çıkıyor. Bölge insanının "adalet ve güven" duyguları tamir edilmeli. Ergenekon, PKK ve Hizbullah'ın "terör" ortak paydası, Türkiye'ye kendisiyle hesaplaşma ve çıkmaza giren terörle mücadeleden huzura erişme imkanı veriyor. Bu fırsat kaçmamalı... erhan başyurt
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|