AK Gençliğin Buluşma Noktası
Star ve HaberTurk "Star" ve "HaberTurk" gazetesi köşe yazıları.


Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-27-2019, 23:53   #1
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart Nagehan Alçı - İki Turnusol: Dersim Katliamı ve 27 Mayıs Darbesi
Nagehan Alçı



İki turnusol: Dersim katliamı ve 27 Mayıs darbesi


Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu ve belediye meclisinin, şehirlerinin orijinal ve gerçek adına dönüş kararı aslında tüm Türkiye için mükemmel bir turnusol kâğıdı oldu.

Bu tartışma vesilesiyle ortaya döküldü o sözde solcu görüntünün altında duran ve üstü örtülmek istenen faşizm.

Daha dün, Maçoğlu’na nostaljik ve yapay tavırlarla övgüler düzenlerin Dersim katliamını nasıl vicdansız şekilde savunduğu gün gibi ortaya çıktı.

Mevcut siyasal hayatımızın sahte kutuplaşmalarını yırttı geçti Dersim tartışması. Aslında Türkiye’nin kalıcı ve uzun vadeli gerçek siyasal farklılaşmasını ortaya koydu.

2020'lerin Türkiye'sine Bu Ayrışma Damga Vuracak

Bir halk olarak biz Türkler esasen ikiye ayrılıyoruz: Dersim’in Kürt ve Alevi halkına yapılan kıyımı meşru bulup bu zulmü savunanlar ve bu korkunç katliamın yaşanmasından ötürü utanç duyanlar.

Aynı şekilde zulmü yaşamış şehrin adının faşist general Abdullah Alpdoğan’ın “Devletin tunç eli bu kente damgasını vurmuştur” demesine atıfla Tunceli olmasını savunanlar ve buna karşı çıkanlar.

Göreceksiniz ki, 2020’lerin Türkiye’sine şu anki siyasal saflaşmalar değil bu yukarıda çerçevesini çizdiğim tablo damga vuracaktır.

Konjonktürel değil gerçek siyasal ayrışma budur.

Evet… Birkaç gündür sosyal ve konvansiyonel medyada yazılanları utanç içinde okuyorum. Resmen topluca insanlık suçu işliyorlar.

Hele bazı vicdansızlar sözde solculuk adına Dersim’in Kürt ve Alevi halkına yapılmış büyük kıyım ve zulmü hem de göğüslerini gere gere savunuyorlar.

Bakın bugün tarihimizdeki bir diğer utanç verici hadise 27 Mayıs askeri darbesinin yıldönümü.

Bu Katliamı Savunan 27 Mayıs'ı da Savunur

Dersim katliamını savunan bu faşizan zihniyetin esasen bilinçaltında 27 Mayıs rezaletini de devrim gibi gördüğünü ve Menderes’in layığını bulduğunu düşündüğünden hiç kuşku duymayın.

Fakat şu an konjonktür müsait olmadığı ve darbeciliği savunurlarsa bedel ödemekten korktukları için 27 Mayıs askerî darbesini destekleyemiyorlar.

Hele bir de 23 Haziran seçimlerine giderken geniş dindar-muhafazakâr tabanı ürkütmemek için inanmadıkları hâlde 27 Mayıs ile ilgili tam tersi tavır alanlarla dolu Türk medyası.

Fakat Dersim’in Kürt ve Alevi halkını koruyan bir konjonktür olmadığından orada faşizm serbest! İnsanların topluca katledilmelerini haklı ve meşru bulmak şu sıralar ülkede moda!

Türkiye’nin dindarları ve muhafazakârları, 59 sene önce bugün yaşanmış 27 Mayıs ihanetine devrim diyenlerin, aynı zamanda Dersim katliamının gerekli olduğunu söyleyenler olduğunu asla unutmamalı.

Türkiye’nin Kürtleri ve Alevileri de bugün Dersim’de yaşanan mezalimi savunanların aynı zamanda 27 Mayıs askerî darbesini alkışlayıp bayram edenler olduğu gerçeğini unutmamalı.

Dersim ve 27 Mayıs hadiseleri ancak birlikte ele alınırsa özgürlük ve demokrasi noktasındaki esas toplumsal farklılaşma kodları yakalanabilir. Şu anki güncel ayrışma tamamen sahte...

Gerçek demokratlar hem Dersim 1938 hem de 27 Mayıs 1960 felaketlerine ortak bir lisanla ve aynı güçlü söylemle karşı çıkanlardır.

İster sağdan ister soldan gelsin demokrat duruşun ölçüsü bu iki sembol olay.

Bence gerçek özgürlükçü solcularla, faşizmi solculuk olarak satanları ayrıştıran iki büyük turnusol da Dersim ve 27 Mayıs filtreleri.

Ben solcu değil bir liberal-demokratım. Komünizmi de totaliter bir siyasi ideoloji olarak görüyorum. Fakat gerçek bir özgürlükçü sol düşüncenin bu ülkeye çok faydası olacağına inanırım.

Hakiki solcu muhalif arıyorsanız Tayfun Atay’ın T24’te yazdığı “Devletin Tunç-eli yine mi inecek Dersim üzerine” başlıklı enfes yazıyı okuyun.

Utanç Verici Tweetler

Ülkemizin problemli medya düzeni yüzünden insanların mahkûm olduğu sahte muhalefet simgelerinden Fatih Portakal’ın bu Dersim tartışmasıyla ilgili faşizan twitlerini de ben bu yazıdan öğrendim.

Utanç verici gerçekten…

Sayın Fatih Mehmet Maçoğlu da kendisinin Maduro tarzı popülist bazı icraatlarına medyada alkış tutan kimi “solcu”ların jenoside yakın bir hadise olan Dersim katliamını savunan isimler olduğunu görmeli.

Erdoğan ve Kılıçdaroğlu'nun Birleştiği Konu

Öte yandan ne ilginçtir ki bu ülkenin Başkanı Erdoğan, Dersim katliamını resmen kınamış ve bu kıyım dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak Dersim halkından özür dilemiş bir lider.

Aynı şekilde bu ülkenin ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Dersimli. Bu katliama dair de çok kıymetli araştırmaları var. CHP kongresinde “Dersimli Kemalim ben” diyen bir siyasetçi Kılıçdaroğlu.

Yani belki ayrıştıkları çok konu var ancak Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun, Dersim katliamına dair vizyonu tamamen aynı. Ama öyle bir hava var ki dikkat edin her iki siyasetçi de bu kadar gündem olan bir tartışmaya dair bir küçük cümle bile kurmuyor ya da kuramıyor.

"İyi Saatte Olsunlar" Atmosferi

Ülkedeki “iyi saatte olsunlar” atmosferi Türkiye’nin Cumhurbaşkanı ve ana muhalefet liderinin bile dilini kilitliyor. Çünkü onlar farkında her şeyin. Sadece “iyi saatte olsunlar” kafasındakiler özgürce konuşabiliyor.

Kimileri bu ülkede Tayyip Erdoğan’ın mutlak güç olduğu tek adam rejiminden bahsediyor. Hâlbuki 2019 Türkiye'sinde bu analizler tamamen boş...

İleri sürdükleri gibi salt Tayyip Erdoğan’ın yönettiği bir ülkede yaşasaydık Dersim halkının bu isteğinin hayata geçmesine o şehrin valisi karşı çıkamaz ve âdeta general Abdullah Alpdoğan zihniyetinde davranamazdı. Ama gördüğünüz gibi davranıyor.

Kaynak

Habertürk 27.05.2019

 

Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 05-28-2019, 01:34   #2
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Tayfun Atay



‘Devletin Tunç-eli’ yine mi inecek Dersim üzerine?


“Devletin Tunç-Eli”ni, fırsat bulup tekrar Dersim’in üzerine indirmek isteyenlerle aynı safta yer almayın!..

Dersim bağlamında bizim yakın dönem tarihimizin Dersim’i parantezde tutmakla parantezden çıkarmak arasında sarkaçsal bir salınım içinde akıp gittiğini söylemek mümkün.

“Dersim’i Parantezden Çıkarmak” bir kitap adı; benim bir yazı başlığımdan iktibasla üretilmiş bir kitap adı. 2011 yılında, o zaman da yazmakta olduğum T24’te, “1. Uluslararası Tunceli (Dersim) Sempozyumu” ardından kaleme aldığım değerlendirme yazısında kullandım ben bu başlığı...

Söz konusu Sempozyum’un en ayırt edici yanı hem yukarıda görüldüğü üzere adında, hem de pek çok oturum başlığında “Tunceli” adının yanında parantez içinde “Dersim”in yer almasıydı. İşte birkaç örnek: “Tunceli (Dersim) Ekonomisi: Olanaklar ve/veya Olanaksızlıklar”; “Tunceli (Dersim) ve Kimlik”; Hâkim ve Muhalif Algıda Tunceli (Dersim); Tunceli (Dersim)’de Toplumsal, Demografik ve Mekânsal Göstergeler; “Uluslararası Tunceli (Dersim) Sempozyumu Biterken”.

Burada çok açık şekilde ortada olan tablo, “Dersim” adının eskisi gibi (daha doğrusu 1935’ten beri) resmen yasaklı olmaktan artık çıksa bile yine de “Tunceli” karşısında ikincilliğini, ona tâbiliğini aksettirir şekilde parantez içinde, “ürkek” kullanılmasıydı. Dersim, Tunceli’nin hâlâ ancak parantez içinde telaffuz edilebilen “esas” adıydı.

Ve Dersim’in gelecekte parantez içinden çıkıp çıkmayacağı hususu da belirsizdi o yıllarda...



Bir ‘günah-çıkartma’ meselesi

İşte şimdi, resmî adıyla “Tunceli Belediyesi”, Komünist Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu öncülüğünde Dersim’i “parantezden çıkarma”ya, üstelik son derece iyi niyetli şekilde, kendi meşruluk sınırlarını da bilerek teşebbüs etti.

Ve yer yerinden oynadı.

Öyle ki Komünist Başkan’a kamuoyunda sahip çıkan ana akım popüler figürlerden Gökhan Özoğuz da, Fatih Portakal da “Olmadı böyle” demeye getiren Twitter paylaşımlarında bulundular.

Bakın Fatih Portakal ne yazmış:

“Bu mudur? Dersim denilse ne olur? Tunceli denilse ne olur? Yeni ve gereksiz tartışma konusu daha yaratıldı. Bunca sorun arasında, Başkan Fatih Maçoğlu, yeri miydi? Boşa giden enerji!!!” (Evet, yan yana üç ünlem var.)

Denilecek belli: Portakal orda kal!..

Özdemir Asaf şiir için çok güzel söylemiş: “Şiir bilet almaz.”

Komünizm de öyledir; bilet almaz!..

Bu öyle, o dense ne olur, bu dense ne olur diye basitleştirilecek, konjonktürel hesaplarla hareket edilip bekleme odasına alınacak, “yer” için bilet kuyruğuna girilecek mahiyette bir iş, mevzu, mesele değil.

Bu, Cumhuriyet tarihinin yüz karalarından bir hadise ile yüzleşme, hesaplaşma işi.

Bir “günah-çıkartma” meselesi.

“Yedi T” nedir, öğrenelim!

Burada 1937-38’de Dersim’de “devlet marifetiyle” halka yapılanların ayrıntısına girecek değilim. Uzun mu uzun ve feci bir gerçek hayat hikâyesi bu.

(Aslında gayet ironik, trajikomik ve ibretlik şekilde 37-38’de yaşananlara devlet diliyle “Dersim Harekâtı” denmesi bile Tunceli’nin “özde” Dersim olduğunun “resmen” teslimi ve tescili değil mi?! Niçin "Tunceli Harekâtı" değil de “Dersim Harekâtı”?)

Bununla birlikte “1937-38” nedir, bilmek-öğrenmek isteyenler için şu matbu ve elektronik çalışmalara yönlendirmede bulunmadan da geçmeyeceğim: Kitap olarak, yazımın başında zikrettiğim, 2013 yılında yayımlanmış Dersim’i Parantezden Çıkarmak – Dersim Sempozyumu’nun Ardından (Der. Zeliha Hepkon, Songül Aydın, Şükrü Aslan, İletişim Yayınları) ve Herkesin Bildiği Sır: Dersim (Der. Şükrü Aslan, İletişim, 2010). Bir belgesel-çifti olduğu söylenebilecek ve izlediğimden beri bu ülkenin bir yurttaşı olarak bende yarattığı iç-rahatsızlığından hâlâ kurtulamadığım diğer çalışmalar ise Nezahat Gündoğan ve Kazım Gündoğan’ın birbirini izleyen/tamamlayan filmleri, Dersim’in Kayıp Kızları ve Hay Way Zaman…

YouTube Video
ERROR: If you can see this, then YouTube is down or you don't have Flash installed.

Bunları okuyun/izleyin, bu “iş”in öyle yerinin-zamanının gelmesi beklenecek/önerilecek, anlık-stratejik siyasi hesaplara gelmeyecek/getirilemeyecek bir insanlık, vicdan ve ahlâk yükünü sırtımıza bindirdiğini anlarsınız!..

Fakat hâlâ bu yönlendirme çabam kâfi gelmiyor ve illa burada bir şeyler duyma ısrarında bulunuyorsanız, o zaman yıllar önce yaptığım gibi, Kürt-Alevi tarihi ve kültürü üzerine çalışmaya bir ömür vermiş değerli yazar Mehmet Bayrak’ın “7T” formülü ile Dersim’de ne olduğuna ilişkin fazla söze hacet bırakmayacak bir özet geçelim:

“Te’dip (terbiye etme), tenkil (uzaklaştırma), taktil (kesme-parçalama), tehcir (göç ettirme), temsil (asimile etme), temdin (medenileştirme), tasfiye (arıtma).”

İşte bu “7T”nin “anı”sını Dersim coğrafyası insanının zihninde ve kalbinde her daim âdeta bir sürekli işkence gibi taptaze tutan bir başka “T” de Tunceli’nin T’sidir.

Ve bu yüzden de öyle, “Dersim dense ne olur, Tunceli dense ne olur” diye “cik cik”leyerek (malûm, “tweet”, kuş ötüşü demek) geçiştirmek mümkün değil bu mevzuyu.

Bir “etnikkırım” nişanesi olarak “Tunceli”

“1925 Şark Islahat Planı”na kadar geri giden bir sürecin uygulama safhası olduğu söylenebilecek “1935 Tunceli Kanunu” ile birlikte Tunceli adı, Dersim’i de içine alacak şekilde, yeni bir il düzenlemesine oturtulmuş bu coğrafyaya verildi. Dersim’in bunun içinde “eritilmesi” ereğiyle…

Tunceli’nin “Tunç Eli”nden geldiği, “Tunç gibi sağlam insanların diyarı” anlamında kullanıma sokulduğu söylenmekte. Her hâlükârda söz konusu beşerî-kültürel coğrafyanın bir parçası olmayan bu ad, onunla birlikte Dersim’i oluşturan pek çok yer isminin de değiştirilmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Böylece coğrafyanın etno-kültürel dokusu tahrip ve tahriş edilmiştir (bakın, “T”lerin sonu gelmiyor!).

Bizim antropolojide çok sık kullandığımız ama gündelik dilde soykırım (genocide) kadar yaygınlaşmamış tabirle bir “etnikkırım” (ethnocide) uygulamasıdır bu… Yani bir insan topluluğunun beşerî varlığını değil (o, soykırım) ama kültürel varlığını imha etme girişimi.

Etnikkırımın yolu, insanların zihnine ve gönlüne “memleket” olarak işlemiş yer adlarını değiştirmekle başlar.

Dersim’de “soykırım” demeye varacak katliamlar da yapıldı, “etnikkırım” denmeyi hak edecek tasarruflar da gerçekleştirildi.

Ve Tunceli adı bu ikincisinin “timsali” (işte yine bir “T” daha!).



Katilin adını maktulün çocuğuna vermek!

Üstelik bu ad, esas olarak, 1935 Tunceli Kanunu’nun ihdası ile birlikte bölgeye bir tür olağanüstü hâl komutan-valisi olarak atanmış General Abdullah Alpdoğan’ın 37-38 olaylarında ağzından çıktığı söylenen“Devletin ‘Tunç eli’ Dersim’in üzerine inecek” sözü ile yerleşip kökleşmiştir insanların zihinlerinde.

Demek ki tablo şu: Bir coğrafyada, o coğrafyanın tarihsel/kültürel bir parçası olarak yaşıyorsunuz ve parçası olduğunuz bu coğrafyanın adı, sizin varlığınıza reva görülmüş korkunç bir resmî “ameliye”nin pratisyenlerinin dilinden dökülenlerle irtibatlanıyor.

Yani katilin adının maktulün çocuğuna verilmesi gibi bir şey!..

İfadem çok mu ağır?..

Atılan “Sırası mı şimdi; Dersim denilse ne, Tunceli denilse ne?” tweet’leri ne kadar “hafif”se bu da o kadar ağır!..



“Parantez” açıldı, kapatıldı!

Fatih Başkan’ın yaptığı doğrudur.

O, memleketinin evlerinde, sokaklarında, meydanlarında, insanların tarihsel belleğinde ve kültürel ruhunda yerinden edilememiş olanı “Şehremini” olarak tanıyor, benimsiyor, öne çıkarıyor.

Bunu yaparken Türkiye’nin “resmî” gerçekliğinin dışında uzağında bir romantik ve “hülyalı” tavır içinde de değil. Şöyle diyor:

“Yaptığımız belediye meclisi toplantısı sırasında önergeyle bu yönde başvuru yapıldı, arkadaşlarımızın çoğunun oylarıyla bu karar alındı ama hepimiz biliyoruz ki belediye meclislerinin aldığı kararların tamamı valilik makamına gidiyor. Valilik onaylamazsa zaten karar uygulanamaz. Bizim verdiğimiz, uyguladığımız bir karar yok. Alınan belediye meclisi kararı il makamına gönderildi.”

Sonuçta da zaten an itibarıyla Valiliğin yıldırım hızıyla yaptığı başvuru üzerine Erzincan İdare Mahkemesi kararı uygulanamadan durdurdu.

Dersim yine paranteze alındı!..



Kimliği “yüzmek”!

Başkan Maçoğlu’nun bir diğer ifadesi aslında “resmî-siyaset”le “özgül-kültür” arasındaki gerilimi çok güzel yansıtmakta. O, yaptıklarının Dersim adını politikleştirmek değil, halkın talepleri doğrultusunda hareket etmek olduğunu söylemiş.

Hasıl-ı kelam, bizim söyleyeceğimiz de şu:

Siz istediğiniz kadar “Sen şu değil busun; burası da şu değil bu” deyin insanlara…

Kimlik, “Homo sapiens”in kültürel derisidir. O “deri”yi yüzüp bir başka “deri” yapıştıramazsınız insanın üzerine…

Bunu yapmaya çalışmaktır soykırım, etnikkırım, taktil, tehcir... Tekrar sıralamayalım “7T”yi!..

“Deri”yi yüzüp onun yerine başka deri yapıştırmaya kalkmayın!

Dersim adına ferasetle, vicdanla, olgunlukla yaklaşın; onu engellemeyin, geçit verin!

Bir siyasal-tarihsel yanlışla, ayıpla, günahla yüzleşin, hesaplaşın, halleşin!

Ve bırakın şu “Sırası mı şimdi” diye tweet olup şakımayı…

Sosyo-tarihsel ve kültürel olarak geçerli yerde durun: Dersim, Dersim’dir.

“Devletin Tunç-Eli”ni, fırsat bulup tekrar Dersim’in üzerine indirmek isteyenlerle aynı safta yer almayın!..

Kaynak

T24 26.05.2019
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-28-2019, 02:10   #3
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Nihal Bengisu Karaca



Dersim'e Dersim dersek ne olur?


Tunceli Belediye Meclisi, belediye girişindeki "Tunceli" isminin yazılı olduğu tabelanın "Dersim" diye değiştirilmesi kararı aldığını bildirdi. "Komünist Başkan" olarak tanınan Tunceli Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun ilanı tartışma yarattı. En sert tepki tahmin olunacağı üzere MHP lideri Devlet Bahçeli'den geldi: "İlgili karar yok hükmündedir, ayaklarımızın altındadır, gereği de mutlaka yapılmalıdır. Türkiye’de resmi olarak Dersim ismiyle anılan bir vilayet yoktur, olamayacaktır."

En sert eylem ise yine beklenebileceği gibi Vatan Partisi’nden geldi. Vatan Partisi üyeleri, Fatih Mehmet Maçoğlu ve belediye tabelalarında 'Tunceli' yerine 'Dersim' yazılması kararına imza atan Belediye Meclisi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundular. "Buradan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Tunceli Valisi Tuncay Sonel'e sesleniyoruz. Bu rezalete izin vermeyin” dediler.

Fatih Mehmet Maçoğlu keşke il genelinde bir plebisit yahut referandum yaparak bu kararı alsaydı. Öyle bir durumda da çoğunluğun ‘evet Dersim’ diyeceğini tahmin edebiliyoruz. Ama böyle bir prosedürü takip etseydi, “Ne yani? Türkiye Cumhuriyeti'nde her Belediye Meclisi kafasına göre tepeden inme bir kararla il ya da ilçe isimlerini değiştirme cüretinde bulunabilecek mi? Bu mudur?!" yollu itirazların gerekçesini hükümsüz kılmış olurdu. “Hayır, her zaman değil” demiş olurdu. “Ama bir şehrin geçmişte başka bir adı varsa ve bu şehirde yaşayanların çoğu şehirlerinin tarihteki adını kullanmak istiyorsa ve bu talep bir plesbisit ile ölçülebiliyorsa, evet, o zaman neden olmasın?”

İşin doğrusu yöntem olarak sorunlu olabilir ama ben de Tunceli’nin isminin Dersim olması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü bu herhangi bir kent değil. Biliyorsunuzdur ama hatırlatalım. Acı çekmiş, bedel ödemiş bir kentten bahsediyoruz.

Binlerce İnsan Öldü, Daha Fazlası Sürüldü

Osmanlı döneminde ağalık, şeyhlik, seyitlik gibi kurumları nedeniyle görece özerk olan ama merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalışan Tanzimat dönemiyle beraber isyanların başgösterdiği bir bölgenin adı Dersim.

1920’lerin başından itibaren yeni yönetim için de sorun hâline gelmiş bir bölge. Bu yıllarda Dersim’de otoritenin nasıl sağlanacağı ile ilgili olarak hazırlanan raporlardan birinde, (1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'in İçişleri Bakanlığı'na sunduğu raporda) şöyle deniliyor: "Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır..."

Dahası ifadelere ağır bir kara çalma, bir kimliğe karşı duyulan önyargı ve ‘ümitsizlik’ hâkim: "Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini meşgul etmeye yarayan çeşitli sanayi işleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlaştırmak suretiyle ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir..."

Bölgede merkezi otoriteyi sağlamlaştırmak isteyen dönemin hükümeti, bazı aşiretlerin özerk yaşama isteği, devlete vergi ve asker vermek istememe gibi hâlleri gerekçe göstererek 25 Aralık 1935’te bir nevi sıkıyönetim kanunu olan 2884 sayılı Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanunu'nu çıkardı. Dersim’in adı Tunceli (‘Tunç Eli’) olarak değişti.

Sadece Dersim’in adı değil, bölgenin yerel adları arasında olan “Mamekiye” ve “Kalan” gibi isimler de silinmeye çalışıldı. Dersim köylerinin yüzde sekseni Zazaca adlara sahipti. Hepsinin adı değişti. “Kortu”, “Gewrek”, “Vılê Kaşi”, “Hegao Pili”, “Tanerê Lolu”, “Heniyê Sıpi”, “Xırawe”, “Koyê Seri”, “Remeda”, “Dewa Pile” gibi yüzlerce isim yok oldu. Mezra adları da değişti. Toplam üç evin yer aldığı, ‘Dervişler Tepesi’ anlamına gelen ‘Pulê Dewresu’ isimli mezranın adını değiştirip ‘Tepsili’ yaptılar. Sonra beğenmeyip ‘Muhsinkale’ ye çevirdiler.

Tunceli, Elazığ ve Bingöl’ü de içine alan bir umumi müfettişlik kurularak başına idari, adli ve askerî yetkilerle donanmış Korgeneral Abdullah Alpdoğan'ın getirilmesi ile bölge adım adım felakete yaklaştı. 1936’dan itibaren bölgede devlet otoritesini kurmak için alınan tedbirler de epey ciddileşti. Düzen ve güvenliği sağlama amacıyla bazı aileler göç ettirildi. Silahlar toplandı ve çoğu aile, silahlarını sorunsuz bir şekilde teslim etti. Ancak bazı aşiretlerin tepkisi gecikmedi. (Seyit Rıza ve aşiretinin liderliğinde başlayan isyanda jandarma karakollarına baskınlar düzenlendiği ve bu baskınlarda can kayıpları olduğu aktarılır ama Ekim 1937 itibariyle Alpdoğan’ın raporlarına göre bile hayatını kaybeden asker ve subay sayısı birkaç kişiyi geçmemektedir.)

Derken askerî harekât başladı ve devlet 1937-38 boyunca korkunç bir şiddet uyguladı. Binlerce insan öldü. Dönemin katliam tanıklarından İhsan Sabri Çağlayangil şöyle demişti: “Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinde bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtleri’ni kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti.”

Dersimliler vergi vermedi diye yaşanmadı bunlar elbette. Tunceli vekili C. Sahir Sıla’nın Dersim raporunda şöyle bir cümle var: “1936-37 yıllarında Tunceli’de belirlenen vergi ile tahsil edilen vergi rakamları birbirine yakındır. Bu rakamlar 1940’lı yıllarda devlet otoritesinin sağlandığı dönemlerle neredeyse aynıdır.”

O hâlde sebep nedir? sorusunun cevabı 1925 tarihli Şark Islahat Planı’ında aranmalı. Dönemin başbakanı İsmet İnönü kısa ve net şöyle özetlemiş: “Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları mutlaka Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.”

Şimdi günümüze dönelim…

'Maçoğlu'na Nereden Çıktı Şimdi Bu?' Demek Utanmazlıktır

Dersimli yıllardır bu şehre Dersim diyor. Bu ismi teni, eti, kanı gibi görüyor. Hadi korkmadan söyleyelim, ‘kimliği’ olarak görüyor.

Bir yerin, bir dilin, bir ismin, bir inancın ya da inanç pratiğinin ‘kimliğiniz’ olması, onu ayrılmaz parçanız olarak hissetmeniz biraz da oradan vurulmuş olmanızdan ileri gelir. Nereden yara alırsanız orası kimliğiniz olur.

İki gündür Maçoğlu’na gürleyen gürleyene…

Kendisine ne kadar aydın, seküler, modern, Atatürkçü diyen varsa devlet adına devlet gibi çemkiriyor Maçoğlu’na. Kendisine hâlâ komünistim diyeni az kazıdığında altından çoğunlukla etnik ya da mezhebi kimlik çıktığını, komünistliğin genellikle bu kimlikler dolayısıyla girişilmiş bir hesaplaşmanın arayüzü olarak araçsallaştığını göremeyecek kadar da naifler.

“Tunceli deyince ‘aydın’ ‘çağdaş’ bir halkı selamlıyoruz, ama Dersim diye direttiğin zaman ‘kimlik’ politikalarının gerici, feodal sularına yelken açıyorsun usta! Yapma böyle!“ diye üsteliyorlar.

Hem yarala. Hem tedavi etme. Hem özür dileme. Hem de “Kuzum nedir bu kimlik siyaseti böyle? Hiç yakıştıramadık” de.

Bu utanmazlıktır. Lakin yaygındır ve yaygın olduğu için de normalleşmiştir.

Bana gelince…

Sünni'yim. Türk'üm. Devlet düşmanı değilim.

Elbette ülkemin bölünmesine karşıyım. ‘Başörtülü’ ‘demokrat’ bir ‘kadın’ olarak benzer ayrımcılıklara, yıldırmaya, ötekileştirilmeye; hem ‘aydın laisist’ çevre hem de ‘mutaassıb mahalle’ tarafından benzer biat dayatmalarına maruz kalmış biri olmasaydım belki ben de bu yaygın utanmazlığın parçası olacaktım.

Hamdolsun değilim.

Kimlik demek devletin yaptığı tanıma indirgenmeye karşı çıkmak demek, toprağa dayalı teritoryal egemenlik iddiaları ile sonuçlanmak zorunda değil. Bilakis böyle olması istisnadır.

Devlet devletliğini yaparken zorlanmayacak diye vatandaşların her şeylerinden vazgeçmeleri, böyle kasap tokmağı altında dövülecek kemiksiz bir et gibi pürüzsüz olmaları gerektiği varsayımına karşıyım.

Devletin görevi tüm vatandaşları tek bir kimliğe sığdırmakmış, aksine izin vermek emperyalizme alet olmakmış gibi yapılmasına da tepki duyuyorum.

Neden mi? Çünkü bu söylem, birbirinden farklı geleneklere, farklı yaşam tarzlarına, farklı dillere, farklı acılara ve birikimlere sahip çıkarak onları tek çatı altında buluşturamayan devleti, yerine getiremediği tüm sorumluluklardan azad ediyor da ondan.

Oysa devletlerin hata da yapabileceğini, zor zamanlarda daha büyük hatalar yapabileceğini bilen, yani devletine hata yapma marjı tanıyan bir vatandaş olarak, ‘ama zor zamandayız’ demeden hiç değilse şunları söylememiz gerektiğini düşünüyorum:

Ey sevgili devletim. Biliyorum kendini ‘büyük’ ‘ulu’ ‘haşmetli’ göstermek istiyorsun, ama o kadar güçlü değilsin. Anlıyorum. Bizden koşulsuz sadakat ve itaat bekliyorsun ama aslında varlığın varlığımıza bağlı ve aramızdaki ilişkinin çerçevesi, yetki devrini düzenleyen bir sözleşmedir. Dolayısıyla bağlılığı, seni güçlü kılmak için yapılan fedakârlıkları hak etmeye çalışmak gibi bir görevin var.

Yaptın bari yüzleş.

Yüzleşmedin, bari rehabilite et.

Onu yapmadın, hiç değilse özür dile.

Özür dilemedin eh artık biraz yüzün kızarıyorsa, ‘neyse neyse’ pişkinliğinin sığacağı bir parantez aç; yaptığın yurttaş tanımını betimle ama herkesin o tanıma sığdırmaya çalışma. Misal: Dersim’e Dersim de, zorlama.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2011’de Dersim’de yaşanan kıyımdan dolayı devlet adına özür dilediğini söylemiş, 1937-38’de yapılanlara dair belgeler sunmuştu. O gün Erdoğan’ın yanındaydım. Çünkü haklıydı. Bugün de Maçoğlu’nun ilan ettiği ‘Dersim ismine dönme’ kararını haklı buluyorum. Çünkü mazur.

Kaynak

Habertürk 27.05.2019
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-28-2019, 15:30   #4
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Vedat Bilgin



Demokrasi düşmanlarını tanıma kılavuzu


Cumhuriyetin en büyük talihsizliği demokrasiye geç geçilmiş olmasıdır; bu durum Atatürk döneminde yaşanan ilk tecrübelerin sonuçlanmamasına bağlanabilir fakat bunu İmparatorluktan gelen bürokrat/asker kadroların özellikle son yüzyılda ele geçirdikleri politik güçten, neredeyse devleti ele geçirmiş konumlarından Cumhuriyet döneminde de vazgeçmemiş olmalarıyla açıklamak daha doğrudur.

Tek Parti yönetiminin dünya görüşü, Cumhuriyet’in demokrasiye karşı direnmesine yol açmış, anti-demokratik bu anlayışı resmî ideoloji hâline getirmiştir. Bugün ‘diren demokrasi/diren cumhuriyet’ diye yazan, bazılarının adlarının önünde akademik unvanlar dahi bulunan bu zevatın zihin yapısının demokrasiye karşı nasıl şekillenmiş olduğunu anlamak için savunma mantıklarını çözümlemek gerekir. Türkiye’deki demokrasi düşmanlığının anlaşılmasını sağlayacak bir kılavuzun göstergelerine bakarsak:

Boşuna Direnmeyin

Bir; bu zihniyet İmparatorluğun son döneminde meydana gelen askerî darbeleri görmezden gelerek, bilhassa meşruti monarşiye karşı girişilen militarist reaksiyonu açıkça veya örtülü bir biçimde savunmaktadır ki bu, demokrasi düşmanlığının ilk göstergesidir. İmparatorluğun yaşadığı ilk askerî darbelere 1908 ve arkasından gelen 1913 müdahalelerine bakış bunun örnekleridir. Birincisi sultanın geleneksel gücünün bürokrasiye; ikincisi ise, doğrudan militarist unsurlara aktaran olaylardır.

İki; demokrasi düşmanlarının Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan ilk muhalif partilere yani ‘Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ ve ‘Serbest Fırka’ ya bakışlarının düşmanca olması ise zaten beklenen bir durumdur. Bu dönemin konjonktürel sorunları, demokrasiyi taşıyacak toplumsal yapının oluşmamış olması gibi sebepler üzerinden ilk demokrasi tecrübesinin akim kalmasını açıklamak yerine doğrudan bu partileri suçlamak anti-demokrat zihniyetin belirtisidir.

Üç; demokrasi düşmanlarının en tahammül edemedikleri tarih şüphesiz Demokrat Parti’nin ‘yeter artık söz milletindir’ diye iktidara geldiği 14 Mayıs 1950 tarihidir. Tek Parti yönetimine son veren bu partiye düşmanlık etmek demokrasi düşmanları için vazgeçilmez, âdeta inanç konusu olan bir husustur. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen Menderes’e karşı duyulan nefret bu zümrenin psikolojisini gösteren bir unsurdur.

Demokrasi Kazanacak

Dört; anti-demokratik zihniyetin bugün de en yaygın görülen bir göstergesi tahmin edileceği gibi 27 Mayıs darbesini savunmaktır; bunun ‘ayıp’ olduğunu fark edenlerinin ise 61 Anayasası’nı savunmalarıdır. Onlara göre seçimle gelen yönetimlerin, Meclis’in gücünü ortadan kaldıran ‘Tabii senatörlük’ gibi kurumlar ihdas eden, militarist ideolojiyi devletin ‘anayasa felsefesi’ hâline getiren, devleti ‘MGK Devleti’ hâline sokan bu geri siyasal anlayışı ‘ilerici demokrasi’ diye savunmak faşizan zihniyetin önemli bir göstergesidir.

Bugün demokrasiyi savunma, bu geri zihniyeti tasfiye etme mücadelesine ‘diren cumhuriyet’ diye karşı çıkanların, Cumhuriyetin demokratikleşmesine direnmelerinin artık bir anlamı kalmamıştır; çünkü bugünkü Türkiye demokrasiyi ileri taşıyacak sivil güçlerin elinde yükselmektedir.

Kaynak

Akşam 23.05.2019
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.




çarşamba çilingir webmaster blog çarşamba pasta

çarşamba koltuk yıkama çarşamba webtasarım