AK Gençliğin Buluşma Noktası

Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 10-14-2010, 21:54   #1
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart HALK İÇİNDE HAK İLE OLMAK
Hak yolcularının mühim edeplerinden birisi de “halvet der encümen”dir. Bu Farsça ifadenin manası, halkın arasında iken Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır. Buna, “zahiri halk, batını Hak ile olmak” da denir.

Halvet der encümen kısacık bir deyimdir fakat içinde pek çok mana saklıdır. Arifler bu tabirle hak yolcusunda bulunması gereken zahir ve batın edeplere dikkat çekmişlerdir.

Halvet, yalnızlığa çekilmek, insanlardan ayrılmak ve kendi alemine yönelmek demektir ve iki şekilde olur. Birincisi zahirde, diğeri batında gerçekleşir. Zahirdeki halvet, insanlardan ayrılıp yalnızlığa çekilmek, kalbi uyandırmak ve Yüce ’a yakınlık sağlamak için bir yere kapanmaktır. Batındaki halvet ise, gönlünü sadece Yüce ’a bağlamak, her işte ilâhi rızayı aramak ve bütün huzuru zikirde bulmaktır.

Kalbi gafletten uyandırmak, zikre alıştırmak, gönlü bir noktaya toplamak ve nefsin afetlerinden kurtulmak için arifler çeşitli yollar seçmişlerdir. Bazıları bunun için insanlardan tamamen ayrılıp özel bir köşeye çekilmişler ve orada zikir, fikir, ilim, ibadet gibi hayırlı amellerle meşgul olmuşlardır. Böylece insanlardan gelecek zararlardan korunmak istemişlerdir. Bundaki asıl hedef, kimseden zarar görmemek ve kimseye de zarar vermemektir.

Bu tür halvet insanın hayatında belli bir süre için güzel olur. Mesela, hayat boyu gerekli olacak ilim, terbiye ve sanatları öğrenmek için böyle bir zaman gereklidir.

Dinimizin asıl hedefine gelince, Hak rızası için halka hizmet etmek esastır. Bütün peygamberlerin asıl vazifesi budur. Bu da ancak halkın içine girmekle mümkün olmaktadır. Fakat bu iş usulüne göre olursa faydalı olur. Yoksa, insan gaflete düşer, farzları zayi eder, harama bulaşır, zarar görür.

El İşte, Gönül ’ta

Önce şunu belirtelim: Halkın içinde Hak ile olma prensibi, Kur’an ve Sünnet’te öğretilen bir vazifedir. dostu kâmil müminlerin sıfatıdır. Gerçek akıl sahiplerinin ahlâkıdır. Erkek-kadın her mümin bu edebe davetlidir. Çünkü ilâhi sevgi ve dostluk onda gizlidir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz önümüze şu ölçüyü koymuştur:

“Bir kimse katında ne kadar sevildiğini ve kıymeti olduğunu bilmek istiyorsa, kendisinin Yüce ’ı ne kadar zikrettiğine ve O’nu nasıl yücelttiğine baksın. kulunu kalbindeki vaziyete göre değerlendirir.” (Hakim, Ebu Ya’lâ, Beyhakî)

Yüce kalbi uyanık kullarını bizlere şöyle övüyor:
“Onlar öyle erlerdir ki, herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini ’ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz.” (Nur, 37)

Rabbimiz hepimizden şunu bekliyor:
“Ey iman edenler! ’ı çokça zikredin. Onu sabah akşam tesbih edin. Böyle yapmaya devam ederseniz, karanlıklardan nura çıkmanız için size rahmet eder, melekler sizin için istiğfar eder. müminlere çok merhamet edicidir.” (Ahzap, 41-43)

Kemalatın Gerçek Ölçüsü

Büyük sahabi ve müfessirlerin piri İbn-i Abbas r.a., ayette geçen çokça zikrin nasıl yapılacağını şöyle açıklamıştır:
“Yüce yapılmasını farz kıldığı bütün ibadetler için bir zaman, şekil ve sınır belirlemiştir. Bunlar için bazı özürleri kabul etmiştir. Ancak zikir böyle değildir. u Tealâ zikir için belirli bir sınırlama getirmemiştir. Onu terk etmek için aklı başından gidip deli olmanın dışında bir özür kabul etmemektedir. Yüce hepimize şu emri vermiştir: ‘Namazı bitirdikten sonra ayakta, otururken ve yanınız üzere yatarken ’ı zikrediniz.’ (Nisa, 103) Bu şu demektir: Gece, gündüz, karada, denizde, vatanınızda, yolculukta, zengin iken, fakir iken, rahat ve geniş anlarınızda, sıhhat ve hastalık durumlarınızda, gizli ve açık her halde Yüce ’ı zikredin. Onu sabah akşam tesbih edin. Böyle yaparsanız size rahmet eder, günahlarınızı bağışlar, melekler de devamlı sizin için dua ve istiğfar eder.” (İbnu Kesir, Tefsir; Suyutî, er-Dürrü’l-Mensur)

Her durumda zikri tavsiye eden şu hadis-i şerifi de burada hatırlatalım: “Kim bir yere oturur da orada Yüce ’ı hiç zikretmezse, bu kendisi için bir noksanlık ve katında kınama sebebi olur. Kim bir yere uzanır da orada Yüce ’ı hiç zikretmezse, bu kendisi için bir noksanlık ve katında bir kınama sebebi olur. Kim bir yolda yürür de bu esnada Yüce ’ı hiç zikretmezse bu kendisi için bir noksanlık ve katında kınama sebebi olur.” (Ahmed, İbnu Hıbban)

İşte ayet ve hadislerde anlatılan bu hal, halkın içinde Hak ile beraber olmaktır. dostları bu halin peşine düşmüşler ve onu elde etmek için bütün gayretlerini kullanmışlardır. Velilik için keşif ve kerameti değil, bu edebi gerekli görmüşlerdir. Büyük veli Ebu Said Harraz k.s. der ki:

“Kâmil insan, kendisinden türlü kerametler meydana gelen kimse değildir. Gerçek kâmil, halkın arasında oturur, onlarla alış veriş yapar, evlenir çoluk-çocuğa kavuşur, insanlara karışır, fakat bu esnada bir an olsun Yüce ’tan gafil olmaz.”

Kalbi O’na Bağlamanın Yolu

Özellikle gizli zikir yolunu tercih eden arifler, bu prensip üzerinde çok durmuşlardır. Ariflere göre halkın içinde Hak ile olmak iki şekilde gerçekleşir. Birincisi kalp ile, ikincisi kalıp iledir. Kalp zikirle, kalıp edeple süslenmeden bu mana anlaşılamaz.

Kalbin devamlı Yüce ’ı zikretmesi için gafletten uyandırılması ve zikre alıştırılması gerekir. Bunun için güzel bir tevbe ettikten sonra usulünce zikre devam edilmelidir. Zikre devam ede ede kalp zikre alışır. Zikir kalpte yerleşir. Sonra bütün bedene yayılır. Zikir kelimelerini kullanmadan da kalp Yüce ’ı zikretmeye başlar. Zikrin nuru kalbi sarar. Böylece kul bütün varlığı ile Yüce ’ın azametini hisseder; kudret, tecelli ve rahmetini seyreder. Arifler bu zikre “zatî zikir” veya “zikr-i sultanî” derler. Kalp bu hale ulaşmadan manevi ilimleri elde edemez. (Sühreverdî, Gerçek Tasavvuf)

Zikirle kalbin içindeki boş düşünceler, şüphe ve vesveseler silinir gider. Zikrin nuruyla kalbin içi aydınlanır. Kalp zikrin feyzi ile feyizlenir, tadı ile tatlanır. Artık her şey Yüce ’ı hatırlatan bir çeşit zikir sebebi olur. Varlıklar kalbe perde olmaz. Kalp Yüce Rabbini tanıdıktan ve O’nun tecellilerini müşahede ettikten sonra başka hiçbir varlık ile perdelenmez. Bu kalp sahibi nereye baksa, kiminle karşılaşsa, ne yapsa Yüce ’ı zikreder. Yerken içerken, konuşurken, yatarken kalbi ile ’ı zikreder. Artık istese de Yüce ’ı unutamaz. Bu hal mümkündür, fakat kolay değildir. Bunu elde etmek için Yüce ’ın özel yardımı yanında kulun dikkat edeceği bazı edepler vardır. İmam Rabbanî k.s., bu edeplerin en önemlilerini şöyle hatırlatır:

“Kalbin ’tan gayri her şeyi unutacak derecede zikir içinde kaybolması ancak, Ehl-i Sünnet akidesi üzere hak mezheplerin hükümleriyle amel etmek suretiyle elde edilir. Bu, peşine düşülecek en büyük hedeftir. Cenab-ı Hak ile huzur bulup selim hale gelen kalp sahipleri, herhangi bir varlığa nazar ettiklerinde, ilk olarak onları yaratanı hatırlarlar ve eşya ile perdelenmezler. Ne kadar düşünseler, bizzat eşyaya ait bir vücut ve sıfat akıllarına getiremezler. Her şeyde ilâhi tecellileri müşahede ederler. Buna ‘fenâ-i kalbî’ denir. Tasavvufta ilk basamak budur ve diğer velayet makamları bu halin üzerine gelişir.”
(Mektubat)








 

Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.




çarşamba çilingir webmaster blog çarşamba pasta

çarşamba koltuk yıkama çarşamba webtasarım