![]() |
#1 |
![]() Son günlerdeki Ermenistan’la ilişkilerin normalleştirilmesi adımları ve Kürt açılımı konusunda ortaya konulan başarılı performans dolayısıyla, siyasi iktidara her zaman mesafeli duran bazı kişiler bile şimdilerde Erdoğan hükümetini alkışlıyor. “Son günlerin yükselen iki yıldızı” gibi başlıklarla Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile İçişleri Bakanı Atalay alabildiğine övülüyor.
Gerçekten de Türkiye son dönemde başta dışişleri ve enerji diplomasisi olmak üzere birçok alanda hayati öneme sahip başarılar elde ediyor. Burada Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun göz alıcı performansı dikkat çekiyor. Kürt açılımında da İçişleri Bakanı Atalay iyi bir sınav veriyor. Dolayısıyla bütün bu övgüleri hak ediyorlar. Onlara bir sözüm yok. Benim takıldığım nokta son dönemde gerçekleşen söz konusu başarıları içtenlikle alkışlayanların en azından bir bölümünün başından beri Tayyip Erdoğan’a “uzlaşı” tavsiye edenler olması. “Belirli konularda kurumsal uzlaşı gerçekleştirilmeden adım atılmamalı” diyorlardı. Kiminle uzlaşacaktı AK Parti iktidarı? İçeride yüksek yargıyla, askeri bürokrasiyle, büyük sermayeyle... Dışarıda AB, ABD, IMF ile... *** AK Parti iktidara geldiği günden itibaren at tığı her adım özellikle “yüksek yerlerde” gerilimlere yol açtı. Çünkü çoktandır iktidara gelen partiler bu gücü tek başlarına kullanma imkânı bulamamışlardı. İktidar “paylaşılan” bir şey olarak algılanıyordu. Özal sonrası koalisyonlar döneminde Mesut Yılmazlar, Tansu Çillerler bütün işlerini “uzlaşı” yoluyla yürüttüler. Onun için o dönemde Türkiye’de bir taşın üstüne bir taş konulamadı, sorunların çözülmesi şöyle dursun, birçoğu büyüdü ve hatta kangren haline geldi. Mesut Yılmazlarla, Tansu Çillerlerle iktidarı paylaşmaya alışan “kurum”lar, tek başına hükümet kurabilecek sayıyla gelmiş olan ve orada kalmak için kendilerine ihtiyacı olmayan bir siyasi kadroyla karşılaşınca birden bire yeni duruma intibak edemediler! Onun için AK Parti’ye “bizimle uzlaş” çağrısı yapmaya başladılar. Oysa bir siyasi iktidarın kendi dışındaki güçlerle uzlaşmasını istemek iktidar olmaktan feragat etmesini istemektir. Eğer iktidar olma şansını yakalamış kadroların yegâne amacı o makamda kalmaksa, vaziyetlerini riske etmemek için “uzlaşı” seçeneğini benimsemeleri anlaşılabilir. Ama o zaman gerçek anlamda iktidar olamadıkları için -varsa- programlarını hayata geçirmeleri, -yine varsa- siyasi vizyonlarının gereğini yapmaları söz konusu olmaz. Sadece “idare-i maslahat” yapabilirler. Tayyip Erdoğan’ın da önünde iki seçenek vardı. Ya “birileriyle” uzlaşarak muktedir olma vasfını terk edecek ve sadece idare-i maslahatla meşgul olacaktı. Ya da kafasındaki Türkiye vizyonunu gerçekleştirmek için “birileriyle” çatışmayı göze alacaktı. Tayyip Erdoğan’ı ikinci yolu seçtiği için eleştiren çok oldu. “Gerilimi düşürmüyor, uzlaşıya yanaşmıyor” diye halkın kendisine verdiği yetkiyi başkalarıyla paylaşmadığı için suçlandı. İyi, ama Tayyip Erdoğan belki bazen kendi çevresinden bile gelen uzlaşı çağrılarına kulak verseydi sözgelimi 27 Nisan bildirisine karşı dik durabilir miydi? Tayyip Erdoğan birileriyle uzlaşsaydı Davos’ta meydan okuyabilir miydi? Tayyip Erdoğan birileriyle uzlaşsaydı Kürt açılımını başlatabilir miydi? Tayyip Erdoğan “birileriyle uzlaşı sağlayalım” diye bekleseydi enerji satrancındaki hamleleri gerçekleştirebilir miydi? Ermenistan açılımını gerçekleştirebileceği bugünkü zemin oluşabilir miydi? *** Kabul etmek lazım: Bugünkü siyasi iktidarın “başarı” olarak gördüğümüz icraatlarını, esas itibariyle birileriyle uzlaşmamış olmasına borçluyuz. STAR
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Başbakanımız zaten uzlaşmacı bir tavır sergiliyor. gelin çözüme siz de ortak olun diyor e daha ne yapacak ki ?
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|