![]() |
#41 |
![]() Fahiş Konuşmak, Çirkin Sözler Sarfetmek
Fahiş konuşmak, başkasına sövmek ve dilin gevezeliğidir, bu şekilde konuşmak kötüdür ve yasaklanmıştır. Bunun kaynağı alçaklık ve kötü tabiatlı olmaktır. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurulıuştur: Fahiş konuşmaktan sakının! Çünkü ALLAH Teâlâ ne fahiş konuşmayı ve ne de başkasına işittirmek için fahiş konuşmaya zorlanmayı sevmez.71 Hz. Peygamber (s.a) Bedir de öldürülen müşriklere küfretmeyi yasaklayarak şöyle buyurmuştur: Onlara sövmeyin! Çünkü söylediklerinizden onlara herhangi birşey gitmez. Fakat dirileri (onların akrabalarını) üzmüş olursunuz. İyi bilin ki fahiş ve kötü konuşmak alçaklıktır.72 Dört kimsenin cehennemde çektikleri azaptan cehennemlikler bile üzülürler. Hamim ile Cahîm arasında koşar dururlar. ´Vay hâlimize, helâk olduk´ derler. Bunlardan birinin ağzından irin ve kan akar. Ona denir ki: ´Şu uzaktaki adamın durumu nedir ki bizim içinde bulunduğumuz eziyete rağmen bizi rahatsız etmektedir?´ O da cevap olarak Şunları söyler: ´O adam dünyada çirkin ve habis olan her sözü dinler, cinsî münasebetten (veya fâhiş konuşmaktan) zevk aldığı gibi, o sözlerden zevk alırdı´.75 (Diğer sınıflar zikredilmemiştir). Hz. Peygamber (s.a) Hz. Âişe´ye şöyle buyurmuştur: Ey Aişe! Eğer fâhiş konuşma bir insan olsaydı, muhakkak kötü bir insan olurdu.76 Fâhiş açıklama ve gevezelik, münafıklığın şubelerinden iki şubedir. İhtimaldir ki hadîs-i şerifte bahsi geçen açıklama´dan (beyan) gaye, açıklanması caiz olmayan birşeyi açıklamak ve izah etmekte mübalâğalı hareket etmektir. Çünkü tekellüf ve zorlamaya girmiş olur. Üçüncü bir ihtimal daha vardır ki o da şudur: Bu açıklama´dan gaye, dinî emirler ve ALLAH´ın sıfatlarındaki açıklamadır. Çünkü dinî emirler ve ALLAH´ın sıfatlarını mücmel bir şekilde halk tabakasına söylemek, mübalâğalı bir şekilde izahına girişmekten daha iyidir. Çünkü mübalâğalı bir şekilde izahlara girişmekten bazı zaman birtakım şüphe ve vesveseler doğar. Bu bakımdan bu emirler mücmel bir şekilde söylendiği zaman, kalpler vesveseye düşmeden onları kabul etmeye yanaşırlar. Fakat Hz. Peygamber, hadîs-i şerifteki açıklamayı, gevezelikle beraber zikrettiğine göre. oradaki açıklamadan insanoğlunun açıklamasından utandığı şeylerin açıklaması olması maksûd olsa gerektir. Çünkü insanoğlunun açıklamasından utandığı şeyleri kapalı ve onları üstün körü geçiştirmek fazlasıyla izah ve beyandan daha iyidir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: ALLAH Teâlâ, fâhiş konuşan, fâhiş konuşmak için kendisini zorlayan ve çarşılarda bağıran bir kimseyi sevmez.77 Câbir b. Semûre78 şöyle demiştir: Ben Hz. Peygamberin yanında oturuyordum, babam da önümdeydi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Fâhiş konuşmanın ve karşılıklı fâhiş hareketlerde bulunmanın İslâm´da yeri yoktur. İnsanların İslâm yönünden en güzelleri, ahlâken en güzel olanlarıdır.79 İbrahim b. Meysere şöyle demiştir: ´Kıyamet gününde, fâhiş konuşup gevezelik yapan bir kişi, bir köpek suretinde veya bir köpeğin içinde getirilir (haşrolunur!)´ Ahmed b. Kays şöyle demiştir: ´Size hastalığın en şiddetlisinden haber vereyim mi? O hastalık dilin gevezeliği ve ahlâkın düşüklüğüdür! İşte bunlar, fâhiş konuşmanın ve hareket etmenin aleyhine vârid olan hükümlerdir. Fahiş konuşmanın tarifine ve hakikatine gelince, çirkin sayılan şeyleri açık ibarelerle söylemekten ibarettir. Bu ise, çoğu zaman cinsî ilişki ve onunla ilgili olan şeyleri ifade eden lâfızlarda cereyan eder. Çünkü fesâd ehlinin birtakım açık-saçık ve müstehcen terimleri vardır. Onları cinsî ilişkiden bahsederken kullanırlar. Salâh ehli ise, onlardan sakınır. O terimlerin ifade ettiğini kinaye yoluyla zikrederler. Onları ifade etme zarureti hasıl olduğunda işaretlerle onlara değinip, onlara yakın sözlerle ifade ederler. İbn Abbas der ki: ´Muhakkak ALLAH, hayâ sahibi ve kerîmdir. Affeder ve kinaye ile belirtir´. Lemis tabirini cima yerine kullanmıştır. Bu bakımdan Mesis, Lemis, Duhul ve Sohbet terimleri cinsî ilişkiden ibarettirler ve fâhiş terimler de değildirler. Fakat bu sahada fâhiş terimler mevcuttur. Onları söylemek çirkin kaçar. Onların çoğu küfretmekte ve ayıplamakta kullanılır. Bu terimlerin fâhişlik dereceleri ayrı ayrıdır. Bazıları bazısından daha fahiştir. Bunlar çoğu zaman memleketin âdetiyle de değişirler. Başlangıçları mekruh, sonları mahzurlu ve haramdır. Bu iki taraf arasında birtakım dereceler vardır ki onlarda tereddüt edilir. Bu sadece cinsî ilişkiye mahsus değildir. Hatta küçük ve büyük abdesti de kinaye yoluyla ifade etmek, açık ve seçik bir şekilde ifade etmekten daha güzeldir. Çünkü bunlar da gizlenen ve açık söylenmesinden utanılan şeylerdendir. Bu bakımdan böyle şeyleri açık ibarelerle söylememek daha uygundur. Çünkü açıkça söylemek fâhiş konuşmak demektir. Kadınlardan kinaye yoluyla bahsetmek, âdeten güzel sayılır. Bu bakımdan ´Benim karım şöyle dedi´ denilmemelidir. ´Odada veya perdenin arkasında şöyle denildi veya çocukların annesi şöyle dedi´ denilmelidir. Çünkü bu lâfızlarda incelik göstermek güzeldir. Buralarda açık konuşmak, fâhiş konuşmaya sevkeder. Kendisinde alaca hastalığı, kellik ve basur gibi birtakım zahirî ayıplar bulunan ve o ayıplardan utanan bir kimseye hitap etmek de böyledir. Bu bakımdan onun o ayıplarının açıkça söylenmesi uygun değildir. ´Şikayet ettiği hastalık´ ve benzeri tabirler kulanılmalıdır. Bu bakımdan bu hastalıkları açık ibarelerle belirtmek, fâhiş konuşmaya dahildir. Bütün bunlar dilin âfetlerindendir. Alâ b. Hârûn şöyle demiştir: "Ömer b. Abdulaziz konuşmasında çirkin kelimelerden çok saknırdı. Koltuğunun altında bir çıban çıktı. Ona gittik ´Yara nerende?´ diye sorduk. O da ´koltuğumun altında çıktı´ demeye utandığı için ´Elimin içinde çıktı´ dedi". İnsanı fâhiş konuşmaya teşvik eden iki sebep vardır. Ya muhataba eziyet vermek kastıdır veya alçak ve fâsık kimselerle beraber bulunmaktan elde edilen kötü alışkanlıktır, âdetleri küfürbazlık olan kimselerin arkadaşlığından gelen çirkin huydur. Bir bedevî Hz. Peygamber´e ´Bana nasihat et!´ deyince Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Takvadan ayrılma! Eğer bir kişi sende olan bir kusurunla seni kınarsa, sen onu onda bulunan bir kusurla kınama! Bu takdirde onun günahı ona olur, ecri de senin olur. Sakın hiçbir şeye küfretme!80 Bu bedevî der ki: ´Ben, Hz. Peygamberin nasihatından sonra hiçbir şeye küfretmedim". İyad b. Himar81 Hz. Peygamber´e ´Benim kavmimden bir kişi, şeref bakımından benden eksik olduğu halde bana küfrederse, ben de ondan intikam alırsam bir zararım var mıdır?´ diye sorar. Hz. Peygamber şöyle cevap verir: Sövüşen iki kişi, şeytan gibidir. Onlar köpek gibi hırlaşır, yalan söyler ve ayrılırlar.82 Mü´min bir kimseye sövmek fâsıklıktır. Mü´min bir kimseyi öldürmek küfürdür.83 Birbirine küfreden iki kişinin küfürlerinin mesuliyeti onlardan ilk başlayana aittir. Ta ki zâlimin dediklerinden fazlasını mazlum deyinceye kadar...84 Anne ve babasına küfreden bir kimse merundur! Kişinin anne ve babasına küfretmesi, büyük günahlarının en büyüğüdür! Ashâb ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Kişi nasıl anne ve babasına küfreder?´ deyince, Hz. Peygamber ´Karşıdaki kişinin babasına küfreder. O da onun babasına küfreder. Dolayısıyla babasına küfretmiş olur!´ dedi.85 71)Nesâî 72)İbn Ebî Dünya 73)Tirmizî 74)İbn Ebî Dünya, Ebû Nuaym 75)İbn Ebî Dünya 76)Tirmizî, Hâkim 77)İbn Ebî Dünya 78)Câbir, Günâde´nin torunudur. Sa´d b. Ebî Vakkas´m kardeşidir. Kûfe´ye yerleşmiş, H. 76´da orada vefat atmiştir. 79)Ahmed, İbn Ebî Dünya 80)Ahmed? Taberânî 81)İbn Ebî Himar b. Naciye b. Akkal b. Muhammed b. Süfyan b. Meşâci´dir. Teym soyundandır ve ashab´dandır 82)Tayâlisî, Ebû Dâvûd 83)Müslim, Buhârî 84)Müslim 85)İmam Ahmed, Ebû Yala, Taberânî |
|
![]() |
#42 |
![]() Lânetleme
Bu lânet -ister hayvana, ister nebata, ister insana olsun- kötüdür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Ne ALLAH´ın lânetiyle, ne gazapla ve ne de cehennemle birbirinize lânet okumayınız.87 Huzeyfe b. Yeman şöyle demiştir: ´Birbirlerine lânet okuyan bir kavim, ALLAH´ın azabına müstehak olur!´ İmrân b. Husayn şöyle anlatıyor: ´Hz. Peygamber, bir seferde bulunuyordu. Devesinden âciz kalan Ensar´dan bir kadın, deveye lânet okudu. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: Devenin sırtında bulunan şeyleri alınız. Zira deve mel´undur.88 Râvî der ki: ´Sanki ben şimdi deveyi görüyor gibiyim. Deve halkın arasında yürüyor} hiç kimse ona dokunup yaklaşmıyordu´. Ebû Derdâ der ki: "Herhangi bir kimse, yere lânet okursa, yer ona: ´İkimizden hangisi ALLAH´a daha âsi ise, ALLAH ona lânet etsin!´ der". Hz. Âişe şöyle anlatır: "Hz. Peygamber, Ebubekir Sıddîk´ın bir kölesine lânet okuduğunu duyunca dönüp Ebubekir´e baktı ve şöyle dedi: Ey Ebubekir! Hem sıdk, hem lânet edicilik bir arada olur mu? Hayır! Kabe´nin rabbine yemin ederim ki olmaz!89 Hz. Peygamber bu sözünü iki veya üç defa tekrar etti. Bunun üzerine Hz. Ebubekir o gün kölesini âzâd ederek Hz. Peygambere gelip ´Bir daha böyle yapmayacağım´ dedi". Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Lânet edenler, kıyamet gününde ne bir kimseye şefaat edebilirler ve ne de şahid olurlar.90 Enes şöyle anlatıyor: ´Adamın biri Hz. Peygamber ile beraber yürürken devesine lânet okudu. Bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine şöyle dedi: Ey ALLAH´ın kulu! Lânete uğramış bir devenin sırtında olduğun halde bizimle beraber yürüme!91 Hz. Peygamber, bu sözünü adamın yaptığının hoşuna gitmediğini belirtmek için söyledi. Lânet, kovmak ve ALLAH´tan uzaklaştırmaktan ibarettir. Bu ise, ancak ALLAH´tan uzaklaştırılmayı hak eden bir kimse hakkında caizdir. ALLAH´tan uzaklaştırılmayı gerektiren sıfatlar da küfür ve zulümdür. Mesela şöyle demelidir: ´ALLAH´ın laneti zâlim ve kâfirlerin üzerine olsun!´ Böyle dediği zaman da Kur´ân ve hadîste vârid olan lâfızları kullanmak uygundur. Çünkü lânet okumakta tehlike vardır; zira lânet ´ALLAH mel´unu uzaklaştırmıştır´ şeklinde ALLAH adına hükmetmek demektir. Bu ise gaybdır. ALLAH´tan başka gaybı bilen yoktur. Hz. Peygamber (s.a) bile ancak ALLAH kendisini gayba muttali ederse bilir. Laneti gerektiren sıfatlar üçtür: 1.Küfür 2.Bid´at 3.Fısk Bu sıfatların her birinde lanetin üç mertebesi vardır: Birinci mertebe, umumî bir vasıftan dolayı lânet etmektir. ´ALLAH´ın laneti, kâfirlerin, bid´atçıların ve fâsıklarm üzerine olsun´ denmesi gibi... İkinci mertebe, daha hususî vasıflarla lânet etmektir. ´ALLAH´ın laneti, yahudiler, hristiyanlar, mecusiler, kaderîler, hâriciler, râfıziler veya zinacılar, zâlimler ve ribacılar üzerine olsun´ denmesi gibi... Bütün bunlar caizdir. Fakat bid´atçıların vasıflarmdaki lanette tehlike vardır. Çünkü bid´atın bilinmesi gayet çapraşıktır. Onun hakkında peygamberden nakledilen bir lâfız vârid olmamıştır. Bu bakımdan bu kısım lanetten avamın çekinmesi uygun olur. Çünkü böyle bir lânet okuyuş, benzeri ile muâraze etmeyi teşvik eder. Böylece halk arasında münakaşa kopar, fesâd doğar! Üçüncü mertebe, belli bir şahsa lânet okumaktır. Bu tür lânet okumada tehlike vardır. Mesela ´ALLAH´ın laneti Zeyd´in üzerine olsun! O kâfirdir veya fâsık veya bid´atçı dır´ demek gibi... Bu husustaki tafsilat şudur: Şer´an lânet etmenin caiz olduğu insana lânet okumak caizdir. ´ALLAH, Firavun´a ve Ebû Cehil´e lânet etsin´ demek gibi... Çünkü bu kimseler küfür üzerinde ölmüşler ve bu durum şer´an da bilinmektedir. Bizim zamanımızda belli bir şahsa lânet okumaya gelince -mesela ´ALLAH, Zeyd´e lânet etsin! O yahudidir´ demek gibi- bu sözde tehlike vardır. Çünkü Zeyd´in yahudilikten dönüp müslüman olma ve ALLAH nezdinde müslüman olarak ölme ihtimali vardır. O halde onun mel´un olduğuna nasıl hükmedilebilir? Eğer ´Zeyd hâl-i hazırda kâfir olduğundan dolayı ona lânet okunuyor. Nitekim müslüman bir kimse hâl-i hazırda, müslüman olduğundan dolayı ´ALLAH ona rahmet etsin´ denildiği gibi...´ dersen, -her ne kadar bu müslümanın maazALLAH sonunda dininden dönmesi tasavvur edilebilirse de- bil ki bizim ´ALLAH ona rahmet etsin!´ sözümüzün mânâsı: ´Rahmetin sebebi olan İslâm dini üzere ALLAH onu sabit kılsın, ALLAH onu ibadet üzerine daim eylesin´ demektir. Fakat ´ALLAH kâfiri, lanetin sebebi olan küfür üzerinde sabit kılsın´ demek mümkün değildir. Çünkü böyle demek -ALLAH korusun- küfrü istemektir. Küfrü istemek de haddi zatında küfürdür. Caiz olanı şöyle demektir: ´Eğer o küfür üzerine ölmüşse, ALLAH ona lânet etsin, Eğer İslâm üzere ölmüşse lânet etmesin´. Bu ise gaybdır ve bilinmemektedir. Kayıtsız şartsız lânet okuyan bir kimse ise, küfür veya İslâm arasında bulunuyordur. Bu bakımdan mutlak lânet okumakta tehlike vardır. Fakat kâfir için olsa bile laneti terketmekte hiçbir tehlike yoktur. Madem ki kâfir hakkında bu kaideyi öğrendin, o halde fâsık veya bid´atçı olan Zeyd hakkında böyle olması daha evlâdır. Bu bakımdan belli şahıslara lânet okumakta büyük tehlike vardır. Çünkü belli şahısların durumu durmadan değişmektedir. Ancak sonunda lânete layık olacağı Hz. Peygambere bildirilen şahıs olursa durum değişir. Çünkü küfür üzere öleceği bilinen bir kimse için lânet okumak caizdir. Bu sırra binaen Hz. Peygamber birtakım kimseleri lânetlemiştir; zira Hz. Peygamber, Kureyş için yaptığı bedduada şöyle diyordu: Ey ALLAHım! Hişam´ın oğlu Ebû Cehil ve Rabia´nın oğlu Utbe´yi pençe-i kahrınla yakala!.. Hz. Peygamber, bir cemaatin ismini zikretti ki onların tamamı Bedir savaşında küfür üzere öldürüldüler. Hatta Hz. Peygamber âkibeti bilinmeyen bir kimseye de lânet ediyordu. Sonra bu tür lânet etmek ALLAH tarafından menedildi; zira rivayet ediliyor ki Hz. Peygamber Maune kuyusunda öğretmen olarak gönderilen ashâb-ı kiramı öldüren kimselere bir ay boyunca (sabah namazının ikinci rek´atinin rükûundan sonra okuduğu) kunut duasında lânet okurdu.93 Bunun üzerine ALLAH Teâlâ´nm şu ayeti nâzil oldu: Senin elinde birşey yoktur. ALLAH ya onların tevbesini kabul edip onları affeder veya zâlim oldukları için onlara azabeder. Yani ´Onlar belki müslüman olurlar. Onların melun olduklarını nereden biliyorsun?´ Küfür üzerinde öldüğü bizce bilinen bir kimseye de lânet okumak caizdir. Fakat müslüman bir yakınma eziyet vermemek şartıyla. Eğer bir müslüman akrabası rahatsız oluyorsa caiz olmaz. Nitekim rivayet ediliyor ki; Hz. Peygamber (s.a) Tâife giderken bir kabrin yanından geçti ve kime ait olduğunu Ebubekir Sıddîk´tan sordu. Ebubekir ´Bu kabir, ALLAH´a ve Hz. Peygambere âsi olan Said b. Âs´ın kabridir´ dedi. Bu söz üzerine Amr b. Said öfkelendi ve şöyle dedi: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bu, öyle bir kişinin kabridir ki Ebû Kuhâfe´den (Ebubekir´in pederi) daha fazla düşman kellesi vurdu ve misafirlere daha fazla yemek yedirdi´. Bunun üzerine Ebubekir ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bu adam bana karşı bunu nasıl söyler?´ dedi. Hz. Peygamber (s.a), Amr´a hitaben şöyle dedi: ´Ebubekir´e karşı dilini tut!´ Amr uzaklaştıktan sonra Hz. Peygamber, Ebubekir´e yönelerek şöyle dedi: Ey Ebubekir! Kâfirlerden bahsettiğiniz zaman umumî bir şekilde bahsediniz. Çünkü isim zikrettiğiniz zaman evlâtlar babaları için kızarlar.95 Bunun üzerine halk, artık hususî bir şekilde kâfirleri zikretmekten menolundu. Nuayman96 şarap içti ve birkaç defa Hz. Peygamber´in huzurunda cezalandırıldı. Bunun üzerine ashabdan biri ´ALLAH ona lânet etsin! Ne çok içiyor´ dedi. Bu sözü işiten Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Ey kişi! Kardeşinin aleyhinde şeytana yardımcı olma! Başka bir rivayet şöyledir: Böyle söyleme! Çünkü Nuayman, ALLAH´ı ve Peygamber´i sever.97 İşte görüldüğü gibi, Hz. Peygamber lânet okuyanı, lanetten menetmiştir. Hz. Peygamberin bu yasağı belli bir fâsığa dahi lânet okumanın caiz olmadığına delâlet eder. Kısacası belli şahıslara lânet okumakta tehlike vardır. Bundan her mü´min sakınmalıdır. İblis´e dahi lânet okumasa, okumayan için hiçbir tehlike yoktur. Artık İblis´ten başkasına lânet okumanın keyfiyeti düşünülsün!... Soru: Yezid´e lânet okumak caiz midir? Çünkü o Hz. Hüseyin´in katilidir veya Hz. Hüseyin´in öldürülmesini emretmiştir.98 Cevap: Yezid´in Hz. Hüseyin´i öldürmesi veya öldürülmesini emrettiği sabit değildir. Bu bakımdan böyle yaptığı sabit olmadıkça ´Yezid, Hz. Hüseyin´i öldürdü´ veya ´Onun öldürülmesini emretti´ demek bile caiz değildir. Acaba böyle demek caiz değilse ona lânet okumak nasıl caiz olur? Çünkü müslüman bir kimseyi tahkik ve tedkiksiz büyük bir günaha nisbet etmek caiz değildir. Evet ´İbn Mülcem Hz. Ali´yi, Ebû Lu´lu Hz. Ömer´i öldürdü´ demek caizdir. Çünkü bu olaylar tevatür yoluyla sabit olmuştur. Bu bakımdan hiçbir müslümana fısk veya küfür sıfatını, tahkik ve tedkik etmeksizin yakıştırmak caiz değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kimse kimseyi ne küfürle ne de fıskla suçlamasın! Çünkü o kişi, suçlayanın dediği gibi değilse, o suç suçlayana döner.99 Bir kişi, başka bir kişinin küfrüne şahidlik ederse, muhakkak onlardan biri o küfrü alır. Eğer ´kâfirdir´ dediği kişi hakîkaten dediği gibi ise, bu hüküm doğrudur. Eğer kâfir değilse, başkasını tekfir ettiğinden dolayı kendisi kâfir olur!100 Bu hadîs-i şerifin mânâsı şudur: Karşıdaki insanın müslüman olduğunu bildiği halde onu tekfir ederse kâfir olur. Eğer bir bid´atten veya başka bir şeyden dolayı onun kâfir olduğunu zannederse ve ona kâfir derse (haddi zatında o da kâfir değilse) bu sefer böyle diyen kâfir değil, yanılmış olur. Muaz der ki: Hz. Peygamber bana şöyle dedi: Ey Muaz! Bir müslümana küfretmekten veya âdil bir imama (devlet başkanına) isyandan seni menediyorum.101 Ölülere lânet okumak daha da şiddetlidir. Mesrûk der ki: Hz. Aişe´nin huzuruna girdim. Aişe validemiz ´Filân adam ne yapıyor? ALLAH ona lânet etsin!´ dedi. Cevap olarak ona ´O öldü!´ deyince, bu sefer Aişe validemiz ´ALLAH ona rahmet etsin!´ dedi. Ben ´Bu nasıl oluyor? (Bir lânet okuyorsun, bir rahmet)´ dedim. Cevap olarak şöyle dedi: Sakın ölülere küfretmeyin. Çünkü onlar daha önce ALLAH´ın huzuruna gönderdikleri amellerinin üzerine gitmişlerdir.102 Hz. Peygamber başka bir hadîsinde şöyle buyurmuştur: Ölülere sövmeyin! Çünkü siz bu sövmekle dirileri üzmüş olursunuz.103 Ey insanlar! Ashabım, arkadaşlarım ve dünürlerim hakkında beni koruyup gözetiniz. Onlara sövmeyiniz. Ey insanlar! Kişi öldüğü zaman onun hayırlı taraflarını anınız.104 Soru: Acaba ´Hz. Hüseyin´in katiline ALLAH lânet etsin!´ veya ´Onu öldürmeyi emredene ALLAH lânet etsin!´ demek caiz midir? Cevap: Doğrusu şöyle demektir: ´Hz. Hüseyin´in katili; eğer tevbe etmeden ölmüş ise, ALLAH ona lânet etsin´. Çünkü Hz. Hüseyin´in katilinin tevbe ettikten sonra ölmüş olma ihtimali vardır; zira Hz. Peygamberin amcası Hz. Hamza´nm katili Vahşî, onu öldürürken kâfirdi. Sonra gelip yaptıklarından ve küfründen tevbe etti. Bu bakımdan bir müslümanı öldürmek büyük bir günahtır. Bu günah küfür mertebesine varmaz. Bu bakımdan kişi, Hz. Hüseyin´in katiline ´eğer tevbe etmemişse´ şeklinde değil de mutlak bir şekilde lânet okursa, bu okuyuşta tehlike vardır. Fakat Hz. Hüseyin´in katiline lânet okumazsa hiçbir tehlike yoktur. O halde susmak daha evlâdır. Biz bu hususları halkın lânet hususundaki gevşekliğinden ve dilini başıboş bırakmasından dolayı belirttik. Mü´min bir kimse çok lânet okuyan bir kimse olamaz. Bu yüzden lânet, ancak küfür üzerine ölen kimseler hakkında veya vasıflarıyla bilinenler hakkında kullanılmalı... Belli şahıslar hakkında değil! Bu bakımdan belli şahıslara lânet etmek yerine ALLAH´ı anmak daha iyidir. Eğer bu da yoksa, susmakta selâmet ve kurtuluş vardır. Mekkî b, İbrahim şöyle anlatıyor: "Biz, İbn Avn´ın yanında oturuyorduk. Bu arada Bilâl b. Ebi Burde´den105 bahsettiler ve kendisine lânet okudular. Aleyhinde atıp tuttular. İbn Avn da susmuştu. Dediler ki: ´Ey İbn Avn! Biz ancak Bilâl´in sana yapmış olduğu zulümden dolayı aleyhinde konuşuyoruz! (Sen niçin sükût ediyorsun?)´ İbn Avn cevap olarak dedi ki: "Bu iki kelime kıyamet gününde benim amel defterimden çıkacaktır: 1.Lâ ilâhe illâllah. 2.ALLAH filan adama lânet etsin! Bu bakımdan benim sahifemden ´Lâ ilâhe illâllah´ın çıkması ´ALLAH filâna lânet etsin5 sözünün çıkmasından daha iyidir". Bir zat Hz. Peygambere dedi ki: ´Bana nasihatta bulun!´ Hz. Peygamber şöyle dedi: Sana lânetçi olmamanı tavsiye ederim.106 İbn Ömer şöyle demiştir: ´ALLAH nezdinde insanların en sevimsizi, halka ta´neden ve lânet okuyanlardır´. Seleften biri şöyle demiştir: ´Müslümana yapılan lânet, onu öldürme ile eşittir!´ Hammad b. Zeyd, bu sözü rivayet ettikten sonra şöyle demiştir: "Ben ´bu söz hadîs-i merfu´dur´ demekten zerre kadar çekinmem". Ebû Katâde´den şöyle söylediği rivayet ediliyor: Geçmiş zamanda şöyle deniliyordu: ´Bir mü´mine lânet okuyan onu öldürmüş gibidir´. Bu söz aynı zamanda Hz. Peygambere isnâd edilen merfû bir hadîs olarak da nakledilmiştir.107 Bir insanın aleyhinde beddua etmek de mesuliyet bakımından lânete yakındır. Hatta zâlimin aleyhinde beddua etmek bile böyledir. İnsanın meselâ ´ALLAH ona sıhhat vermesin, ´ALLAH ona selâmet vermesin´ demesi ve benzeri sözler gibi... Çünkü böyle söylemek kötüdür. Nitekim haberde şöyle vârid olmuştur: Mazlum bir kimse muhakkak zâlimin zulmüne karşılık verecek kadar beddua eder. Sonra kıyamet gününde zâlimin hakkı onun yanında fazla bile kalır!108 86)Tirmizî 87)Tirmizî, Ebû Dâvûd 88)Müslim 89)İbn Ebî Dünya 90)Müslim 91)İbn Ebî Dünya 92)Müslim 93)Buhârî ve Müslim 94)Hz. Peygamber BVr-i Matine de otuz kadar sahâbîyi öldürenlere, sabah ları bedduada bulunuyordu. Buhârî ve Müslim´in diğer bir rivayetinde bir ay devamlı Ra´l ve Zekvan kabilelerine beddua ettiği kayıtlıdır. Buhârî ve Müslim, Ebû Hüreyre´den şöyle rivayet etmişlerdir: Sabah namazında oku duktan scnra tekbir getirir, başım kaldırır ve şöyle derdi: ´Ey ALLAHım Lâhyan vc RaTa lanet et´. Sonra Alu İmrân sûresinin 128. ayeti nazil olunca, Hz. Peygamber lânet etmeyi terketmiştir. {İthaf us-Saade, VII/486) İbn Abdilberr 98)Yezid´in Hz. Hüseyin´i bizzat öldürmediği açıkça ortadadır. Fakat öldü rülmesini emredip etmediğinde ihtilâf vardır. 99)Buhârî, Müslim 100)Deylemî 101)Ebû Nuaym 102)Buhârî 103)Tirmizî 104)Deylemî 105)Bilâl, Ebû Bürde´nin, o da Ebû Musa el-Eş´ârî´nin oğludur. Künyesi Ebû Amr olan bu zat, Basra´nın hem emîri, hem de kadısı idi. Uzun zaman vali lik yapmıştır. 106)İmam Ahmed, Taberânî 107)Müslim, Buhârî |
|
![]() |
#43 |
![]() Teganni Etmek ve Şiir Okumak
Biz Sema kitabında teganninin helâl ve haram kısımlarını belirtmiştik. Bu bakımdan ikinci bir defa tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Şiir´e gelince, o bir konuşmadır. Güzeli güzel, çirkini çirkindir. Ancak kendini sadece şiire vermek kötüdür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Yemin ederim ki birinizin içi irin ile dolarsa, bu durum içinin şiirle dolmasından daha hayırlıdır.109 Mesruk´a şiir hakkında soruldu. Mesruk bu suali çirkin gördü. Kendisine ´Neden bunu çirkin gördün?´ denildiği zaman şu cevabı verdi: ´Ben, amel defterimde şiir bulunmasını istemiyorum´. Seleften birisine şiirden birşey soruldu. Sorana ´Onun yerine ALLAH´ın zikrini koy! Çünkü ALLAH´ın zikri şiirden daha hayırlıdır´ dedi. Kısacası şiir inşad etmek (okumak) ve temelinden inşâ etmek haram değildir, eğer içinde müstehcen bir söz yoksa... Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ´Muhakkak şiirin bir kısmı hikmettir´.110 Evet! Şiirin maksadı övmek, kötülemek ve kadınların vasıflarından bahsetmektir. Bazen buna yalan da katılır. Hz. Peygamber (s.a) Ensa´dan Hasan b. Sahife kâfirlere şiirleriyle taarruz etmesini emir buyurmuştur. Şairin medh u senada ileri gitmesi her ne kadar yalansa da haramlık bakımından yalan sınıfına girmez. Nitekim şair el-Mütenebbî şöyle demiştir: Eğer onun elinde ruhundan başka birşey yoksa, ruhunu vermek suretiyle cömertlik yapar. Bu nedenle ondan isleyen bir kimse ALLAH´tan korksun! İşte şairin bu sözü, cömertliğin son zirvesini vasfetmekten ibarettir. Eğer şairin övdüğü kişi cömert değilse şair yalancıdır. Eğer cömertse, mübalağa etmek şiir sanatındandır. Şairin buna inanması gerekmez. Hz. Peygamber´in huzurunda birçok beyitler inşâd edilmiştir. Eğer onlar tedkik edilirse, onlarda da bunun benzeri şeyler bulunur. Oysa Hz. Peygamber onu söyleyen şairi menetmemiştir.111 Hz Aişe şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber ayakkabılarını tamir ediyordu. Ben de yün eğiriyordum. Hz. Peygamber´in alnının terlemeye başladığını gördüm. Bu ter nûra dönüşüyordu. Bu durum karşısında dilim tutuldu ve şaşkın şaşkın baktım. Bu durumumu gören Hz. Peygamber ´Neden hayrete düştün?´ dedi. Cevap olarak dedim ki: ´Ey ALLAH´ın Resulü! Alnından ter akmaya başladı. Sonra o terin nûra dönüştüğünü gördüm. Eğer Ebu Kebir el-HuzeJî´ (meşhur bir şairdir) seni görseydi senin onun şiirine konu olmaya herkesten daha lâyık olduğunu anlardı´. Hz. Peygamber şöyle dedi: ´Ey Âişe! Ebu Kebir el-Huzelî şiirinde ne diyor?´ ´O şiirinde şöyle diyor dedim: Övdüğüm insan hayz kanının kalıntılarından, emziren kadının çirkin durumundan ve miğyel hastalığından uzaktır.112 Onun yüzünün hatlarına baktığın zaman o hatlar su serpen bulutun berraklığı gibi parlar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) elindekini bıraktı ve benim yanıma gelip sevincinden iki gözümün ortasından öptü ve şöyle dedi: Ey Âişe! ALLAH sana hayrı mükâfat olarak versin. Benim senden aldığım sevinç gibi (kadar), sen benden sevinç almış değilsin.113 Hz. Peygamber, Huneyn savaşında ganimeti taksim ederken Abbas b. Murdas´a dört deve verdi. ´´Abbas bunları az görüp bir şiirinde bu durumdan şikayet etti ve o şiirin sonunda şunlar vardır: Benim ve atım Ubeyd´in aldığı ganimeti, Uyeyne ve Akrâ arasında taksim mi ediyorsun? Bedir ve Habis114 hiçbir toplantıda Mirdas´a efendilik yapmamışlardır. Ben onlardan herhangi bir kişinin altında değilim. Bugün mertebesi düşürülen bir insan artık hiçbir zaman yükselemez. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: Bunun dilini benden kesiniz. Bu emir üzerine Ebubekir (r.a), Abbas´ı götürüp istediği yüz deveyi kendisine verdi. Sonra Hz. Peygamberin huzuruna herkesten daha fazla Hz. Peygamber´den razı olarak döndü. Bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine ´Benim aleyhimde şiir mi söylüyorsun?´ dedi. Abbas bu tenkide karşı Hz. Peygamber den özür dileyerek şöyle dedi: ´Annem ve babam cana fedâ olsun! Karıncaların üremesi gibi dilimin üzerinde şiirin yürüdüğünü hissediyorum. Sonra karıncaların ısırdığı gibi beni ısırıyor. Bu bakımdan şiir söylemekten kendimi alamıyorum´. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm ederek şöyle buyurdu: Deve, inlemeyi veya bağırmayı bırakmadıkça Arap da şiiri bırakmaz.115 108)Tirmizî, (Hz. Âişe´den bir benzerini) 109)Müslim 110)İlim bölümünde geçmi 111) Meselâ Kn´b b. Zübeyr Mekke´nin fethinden sonra Hz, Peygamber´in hu-zuruna gelip müslüman olduğu zaman meşhur ´Bânet Suadû´ kasidesini inşa ederek irticalen okumuştur. O kasidede teşbih ve mübalâğa fazla olmasına rağmen Hz. Peygamber onu susturmamış ve sonunda hırkasını çıkarıp Ka´b´a vermiştir. 112)Miğyel hastalığı, cahiliyye devrinde emzikli kadının kocasıyla yatması halinde sütünün bozulacağı ve çocuğun hasta olacağı inancıyla ilgilidir. 113)Beyhakî 114)Bedir ve Habis, Uyeyne ile Akra´nın babalarıdır. Mirdas da şairin ba-basıdır. |
|
![]() |
#44 |
![]() Şaka Yapmak
Mizahın esası kötüdür. İstisna edilen az bir miktarı hariç yasaklanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kardeşine karşı mirâ´ya. (cedele) girişme! Onunla şaka yapma!116 Soru: Mirâ (cedel), arkadaşın yalanlaması veya cahillikle itham edilmesi olduğu için mirâda arkadaşa eziyet vermek vardır. Fakat şakalaşmaya gelince, o (bilindiği gibi) lâtife yapmak, sevindirmek ve kalbi hoşnut etmektir. Öyleyse neden yasaklanmıştır? Cevap: Yasaklanan, ancak şakada ifrata kaçmak veya daimî bir şekilde şakalaşmaktır. Daimî bir şekilde şakalaşmanın yasaklanmasına gelince, böyle yapmak, oyunla meşgul olmak ve fuzulî hareketlerle vakit geçirmek demektir. Evet! Oynamak mübahtır. Fakat daimî şekilde şakalaşmak ve oynamak kötüdür. Oynamakta ifrat etmeye gelince, böyle yapmak, fazla gülmeyi, fazla gülmek de kalbi öldürür ve bazı hallerde de kin gütmeye sebep olur. Böylece hürmet ve vakar ortadan kalkar. Bu bakımdan bu gibi hareketlerden uzak olan şaka kötülenemez. Nitekim Hz. Peygamber´den şöyle rivayet edilmiştir: Muhakkak ben (de) şaka yaparım. Fakat haktan başkasını söylemem.117 Ancak şaka yapıp haktan başkasını söylememeye, Hz. Peygamber´in benzerleri güç yetirebilirler. Diğerleri ise mizah kapısını açtığı zaman, nasıl mümkün ise o yoldan halkı güldürmeye çaba sarfeder. Oysa Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kişi, yanında oturan arkadaşlarını güldürmek için bazen bir söz söyler. O söz yüzünden Süreyya yıldızından daha uzak bir mesafeden ateşin içerisine yuvarlanır.118 Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Gülmesi çok olanın heybeti azalır. Mizah yapan kıymetini kaybeder. Kim birşeyi fazla yaparsa onunla tanınır. Konuşması fazla olanın hatası çoğalır. Hatası çok olanın hayası azalır. Hayası azalanın takvası azalır. Takvası azalanın da kalbi ölür´. Bir de gülmek, ahiretten gafil bulunmaya delâlet eder. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, muhakkak çok ağlar, az gülerdiniz.119 Biri kardeşinin (güldüğünü görünce) şöyle sordu: -Ey kardeşim! Cehenneme varacağın, Kur´an´da sana haber verildi mi? İçinizden hiçbir kimse istisna edilmemek üzere mutlaka cehenneme varacaktır. Bu, ALLAH Teâlâ´nın katında kesinleşmiş bir hükümdür.(Meryem/71) -Evet, haber verildi. -Senin ateşten çıkacağına dair sana herhangi bir haber geldi mi? -Hayır, gelmedi. -O halde neden gülüyorsun? Deniliyor ki: Bu adamcağızın ölünceye kadar güldüğü görülmedi. Yusuf b. Esbat şöyle dedi: ´Hasan Basrî otuz sene gülmedi´. Denildi ki: ´Ata es-Sülemî kırk sene gülmedi´. Vuheyb el-Verd Ramazan Bayramı´nda gülüşen bir grup insana bakarak şöyle dedi: ´Eğer bunlar Ramazan´da affolunmuşlarsa, bu yaptıkları şükredenlerin fiili değildir. Eğer bu mübarek ayda af olunmamışlarsa, bu yaptıkları korkanların yaptığı değildir!´ Abdullah b. Ebî Ya´la şöyle demiştir: ´Sen güler misin? Oysa bugün kefenin, bezcinin tezgâhından çıkmıştır´. İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: ´Kim güldüğü halde bir günah işlerse, cehenneme ağladığı halde girecektir´. Muhammed b. Vası şöyle demiştir: "Sen cennette ağlar bir insanı görürsen onun bu durumuna şaşmaz mısın?" Cevap olarak ´evet´ denildi. Devamla şunları söyledi: "İşte sonunun nereye varacağını bilmediği halde gülen bir kimsenin durumu bundan daha şaşırtıcıdır". İşte buraya kadar söylediklerimiz gülmenin âfetleridir. Gülmenin kötü olan kısmı insanın birçok vaktini alan gülmektir. Gülmenin iyi kısmı dişler görünecek derece de tebessüm etmektir. Nitekim Hz. Peygamberin gülmesi böyle idi. Muaviye´nin azadlısı Kasım şöyle anlatır: Bir bedevî Hz. Peygamber´e ürkek bir devenin sırtında olduğu halde gelip selâm verdi. Hz. Peygamber´e birşey sormak için yaklaşmak istediğinde deve ürkerek kaçtı. Bu manzara karşısında ashâb-ı kirâm güldüler. Deve ise bu huysuzluğunu birkaç defa tekrarladı. Sonra adamcağızı düşürüp ölümüne sebebiyet verdi, ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! O göçebe devesinin sırtından düşüp öldü´ dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Evet (o öldü, fakat) sizin de ağızlarınız onun kanıyla dopdolu olduğu halde!120 Mizahın vakarı düşürdüğü hususuna gelince, Hz. Ömer (r.a) bu hususta şöyle demiştir: ´Mizah yapan bir kimse hafif görülür´. Muhammed b. Münkedir der ki: "Annem bana ´Ey oğul! Çocuklarla şakalaşma ki onların yanında kıymetin düşmesin´ dedi´´. Said b. el-As, oğluna şöyle dedi: ´Şerefli bir kimse ile alay etme. Çünkü böyle yaptığın takdirde o senden nefret eder. Rezil bir kimse ile de şakalaşma; zira onunla şakalaştığın takdirde sana karşı cüretkâr olur´. Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: ´ALLAH´tan korkun, ve mizah yapmaktan kaçının. Mizah kin gütmeye ve kötülüğe sürükler! Kur´an ile konuşun ve Kur´an´ın gölgesinde oturun. Eğer Kur´an size ağır gelirse o zaman erkeklerin konuşmasından güzel bir konuşma yapın´. Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Mizaha neden mizah denildiğini bilir misiniz?´ ´Hayır, bilmeyiz!´ dediler. Hz. Ömer ´Çünkü o (mizah) sahibini haktan kaydırır. Onun için ona kaydırmak mânâsına gelen ´mizah´ kelimesi ad olarak verilmiştir´. Denildi ki: ´Herşeyin tohumu vardır. Düşmanlığın tohumu da mizah yapmaktır´. Deniliyor ki: ´Mizah, yasağı ortadan kaldırır ve dostları ayırır´. İtiraz: Mizah yapmak hem Hz. Peygamber´den, hem de ashab-ı kirâmdan nakledilmiştir. O halde nasıl olur da mizah yasak olabilir? Cevap: Eğer Hz. Peygamber´in ve ashâbının yaptığına gücün yetiyorsa, yani mizah yaparken haktan başkasını söylemiyorsan, hiçbir kalbi kırıp üzmüyorsan, mizahta ifrat etmiyorsan, arada sırada yapıyorsan o zaman sen de mizah yapabilirsin. Mizahı sanat edinerek devam edip ifrat derecede şakalaşmaya dalan bir kimseye gelince, böyle bir kimse Hz. Peygamberin fiilini kendisine delil edinirse yanılmış olur. Çünkü bir kimsenin misâli, bütün gün kıbtîlerle gezip onların oyunlarını seyreden, sonra bu yaptığının mübah olduğuna, seyretme izninin verilmesini delil getiren bir kimsenin durumuna benzer. Bu çeşit delil getirmek yanlıştır. Çünkü küçük günahlardan bir kısmı vardır ki onlara devam edilir ve ısrar ile yapılırsa onlar büyük günaha dönüşürler. Bir kısım mübahlar da vardır ki onlara devam edildiği için küçük günahlara dönerler. O halde bu durumdan gafil olmak uygun değildir! Ebu Hüreyre (r.a) rivayet eder ki ashab-ı kirâm ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Sen de mi şaka yapıyorsun?´ dedikleri zaman Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi: Ben her ne kadar sizinle şakalaşırsam da haktan başkasını söylemem.121 Ata der ki: Adamın biri İbn Abbas´a şöyle sordu: ´Hz. Peygamber şaka yapar mıydı?´ İbn Abbas ´Evet, yapardı´ dedi. Adam ´Acaba Hz. Peygamberin mizahı nasıldı?´ diye sordu. İbn Abbas da şöyle cevap verdi: Hz. Peygamber bir gün zevcelerinden birisine geniş bir elbise giydirerek ona şöyle dedi: Bu elbiseyi giy, ALLAH´a hamdet! Gelinlerin gelinliklerinin eteğini yerlerde sürüdükleri gibi eteğini yerlerde sürü!122 Enes (r.a) der ki: ´Hz. Peygamber hanımlarıyla beraber olduğu zaman, insanların en sevimlisi ve en şakacısıydı´. Rivayet ediliyor ki Hz. Peygamber pek fazla tebessüm ederdi.123 Hasan Basrî´den şöyle rivayet ediliyor: Bir ihtiyar kadın Hz. Peygamber´e geldi. Hz. Peygamber ona ´İhtiyar kadınlar cennete giremezler´ dedi. Bu söz üzerine kadıncağız hüngür hüngür ağlamaya başladı. Hz. Peygamber, kadına ´´Sen (merak etme) o gün ihtiyar olmayacaksın. Çünkü ALLAH Teâlâ ´Biz (oradaki) kadınları da yeniden bir güzel inşâ etmişiz. Onları bâkireler yapmışızdır. Hep, yaşıt sevgililer; sağın adamları için kızlar, kocalarına aşık yaşıtlar yaptık´ buyurmuştur". (Vâkıa/35-38) Zeyd b. Eslem der ki: Ümmü Eymen adlı bir hanım Hz. Peygamber´e geldi ve dedi ki: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Kocam sizi dâvet ediyor´. Hz. Peygamber şöyle sordu: -Kocan kimdir? Yoksa o gözünde beyazlık olan mıdır? -Ey ALLAH´ın Rasûlü! Yemin olsun, kocamın gözünde beyazlık yoktur. -Evet, evet! Onun gözünde beyazlık vardır! Hiç bir insan yoktur ki gözünde beyazlık olmasın! Hz. Peygamber, bu sözüyle insanoğlunun gözbebeğini kapsayan beyazlığı kastediyordu. Başka bir hanım daha geldi ve dedi ki: -Ey ALLAH´ın Rasûlü! Beni bir deveye bindir (bana bir deve ikram et). -Hayır! Seni deveye değil de yavrusuna bindireceğim. -Ben devenin yavrusunu ne yapayım? O beni taşıyamaz ki! -Ey kadın! Hiçbir deve yoktur ki başka bir devenin yavrusu olmasın!125 Hz. Peygamber bu sözüyle şaka yapmıştır. Enes der ki: Ebu Talha´nın bir oğlu vardı. Adı Ebu Umeyr idi. Hz. Peygamber onların evine geldiğinde çocukla şöyle şakalaşıyordu: Ey Ebu Umeyr! Nuğay (Kuş yavrusu) ne yaptı (ne oldu?)126 Hz. Peygamber bu sözüyle Ebu Umeyr´in oynadığı bir kuş yavrusunu kastediyordu. Hz. Âişe şöyle anlatıyor: ´´Bedir savaşma Hz. Peygamber ile beraber gittim. Bana dedi ki: Gel seninle yarışalım! Bunun üzerine ben elbisemi belime sıkı bir şekilde bağladım. Sonra bir çizgi çizdik. Onun üzerinde durduk ve yarıştık. O beni geçti ve şöyle dedi: İşte bu geçişim senin Zülmecaz´daki geçişine karşılık olsun´.127 Zülmecaz´daki hâdise şöyle cereyan etti: "Biz oradayken Hz. Peygamber birgün bize geldi. Ben o zaman daha gencecik bir kızdım. Babam beni birşey için göndermişti. Hz. Peygamber ´onu bana ver´ dedi, Ben vermedim ve Hz. Peygamber´den koşarak uzaklaştım. Hz. Peygamber beni tutmak için arkamdan koştuysa da bana yetişemedi´´. Yine Hz. Âişe şöyle anlatıyor: ´´Hz. Peygamber benimle yarıştı ve kendisini geçtim. Daha sonra kilo aldığımda tekrar benimle yarıştı ve bu sefer beni geçerek şöyle dedi: İşte bu (günkü galibiyet), o (günkü mağlûbiyet) in yerine olsun".128 Yine Aişe validemiz şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber ile zevcesi Zem´a´nın kızı Sevde hücremde bulunuyorlardı. Harire (bulamaç aşı) denilen yemeği yapıp takdim ettim. Sevde´ye ´ye!´ dedim. Sevde (r.a) ´Bu yemeği sevmiyorum, yemem!´ dedi. Ben ´Yemin ederim ya yiyeceksin veya yüzüne süreceğim´ diye ısrar ettim. İmkânı yok, yiyemem´ deyince, ben elimle tabaktan birşey aldım ve Sevde´nin yüzünü onunla sıvadım. Hz. Peygamber, Sevde benden intikamını alsın diye mübarek dizlerini alçalttı. Bu sefer Sevde tabaktaki bulamaç aşından biraz aldı ve yüzüme sürdü. Hz. Peygamber ise bu manzara karşısında tebessüm ediyordu".129 Rivayet ediliyor ki Dahhak b. Süfyan el-Kilâbî (r.a) çirkin yüzlü, kısa boylu bir zattı. Hz. Peygamber´e biat ettiği zaman Hz. Peygambere ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Benim yanımda iki hanımım vardır. Bu kızdan daha güzeldirler. -Bu sözü, örtünmeyi emreden âyet nâzil olmadan önce söyledi- Senin için onların birisini boşayayım da onunla evlen´ dedi. Aişe validemiz de orada oturmuş dinliyordu. (Kızarak) şöyle dedi: ´O kadın mı daha güzel, sen mi?´ Dahhak (r.a) ´Ben ondan daha güzel ve şerefliyimdir´ cevabını verdi. Hz. Peygamber, Hz. Aişe´nin sorusuna güldü. Çünkü o zat çirkin yüzlüydü".130 Alkame, Ebu Seleme´den şöyle rivayet ediyor: ´´Hz. Peygamber dilini çıkararak Hz. Ali´nin oğlu Hasana gösterirdi. Çocuk onun mübarek dilini görünce sevinir ve ona doğru koşardı. Uyeyne b. el-Fezârî131 ´ALLAH´a yemin ederim ki evlenmiş ve sakalı bitmiş oğlum vardır. Bugüne kadar kendisini öpmüş değilim´ dedi. Bu söze karşılık olarak Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Muhakkak ki acımayana acınmaz!132 Bu şakaların çoğu kadınlarla çocuklara karşı yapılmıştır. Bu tür lâtife, istihzaya meyletmeksizin, onların kalplerinin Hz. Peygamber tarafından tedavi edilmesidir. Hz. Peygamber, gözü ağrıdığı halde hurma yiyen Süheyb´e bir ara şöyle dedi: Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun? Süheyb ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Ben ağrımayan tarafla yiyorum´ dedi. Bu söz üzerine Hz. Peygamber tebessüm etti. Bu hadîsin râvilerinden biri der ki: ´Mübârek azı dişleri görünecek derecede tebessüm ettiğini gördüm´.133 Rivayet ediliyor ki, Havvat b. Cübeyr el-Ensârî Mekke yolunda Benî Ka´b kabilesinin kadınlarıyla otururken Hz. Peygamber çıkageldi ve şöyle dedi: Ey Ebu Abdullah! Kadınlarla işin ne? ´Bu kadınlar benim serkeş devem için bir ip örüyorlar da onun için yanlarında oturuyorum´ dedi. Bu sözden sonra Hz. Peygamber, ihtiyacı için dışarı gitti. Sonra döndü ve şöyle dedi: Ey Ebu Abdullah! O deve hâlâ serkeşliği bırakmamış mı? Havvat der ki: Sustum ve utandım. Bundan sonra Hz, Peygamber´i her gördüğümde utancımdan kaçıyordum. Sonra Medine´ye geldik. Birgün câmide namaz kılarken beni gördü. Yanıma oturdu, ben de namazı uzattım. Bana ´Uzatma! Seni bekliyorum´ dedi. Selâm verdiğim zaman şöyle dedi: ´Ey Ebu Abdullah! Acaba o deve daha serkeşliğini bırakmamış mı?´ Havvat der ki: Susup utandım. Hz. Peygamber gitti. Hz. Peygamber´den kaçıyordum. Ta ki birgün bana yetişti. Bir merkebe binmiş, iki ayağını bir tarafa sarkıtmıştı. Bana şöyle dedi: ´Ey Ebu Abdullah! Acaba o deve hâlâ serkeşliğini bırakmadı mı?´ Cevap olarak dedim ki: ´Seni Hak Peygamber olarak gönderen ALLAH´a yemin ederim. O deve, müslüman olduğundan bu yana serkeşlik yapmamıştır!´ Bunun üzerine şöyle dedi: ALLAHu Ekber! ALLAHu Ekber! Ey ALLAHım! Ebu Abdullah´a hidayet et! Râvi der ki: ´Bu duadan sonra Ebu Abdullah´ın İslâm´ı güzelleşti ve ALLAH ona hidayet etti´. Nueyman el-Ensârî134 şakacı bir kimseydi. Medine´de içki içer, yakalanıp Hz. Peygamber´e getirilirdi. Hz. Peygamber ceza olarak ayakkabısı ile ona vururdu. Ayakkabıları ile onu dövmelerini ashabına da emrederdi. Bu durum çoğaldığında ashabdan birisi Nueyman´a ´ALLAH sana lânet etsin´ dedi. Hz. Peygamber (s.a) o lânet okuyan zata ´Sakın böyle deme! Çünkü Nueyman, ALLAH´ı ve Peygamberi sever´ dedi. Nueyman, Medine´ye yeni çıkan bir meyve veya süt geldi mi hemen ondan alır, Hz. Peygamber´e getirirdi ve şöyle derdi: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bunu senin için satın aldım ve sana hediye ediyorum´. O malın sahibi bilâhare gelip malının bedelini Nueyman´dan isteyince, onu Hz. Peygamber´e getirip şöylederdi: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Adamcağıza malının bedelini versene´. Hz. Peygamber ´Ey Nueyman! Sen onu bize hediye etmedin mi?´ derdi. Nueyman ´Ya Rasûlullah! Yanımda para yoktu. Senin de ondan yemeni istiyordum, onun için alıp getirdim´ derdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber güler, mal sahibinin hakkının verilmesini emrederdi.135 İşte bunlar sevimli şakalardır. Arada sırada bu tür şakalar yapmak müstehabdır. Daimi şekilde yapmaktan sakınmak gerekir. Bu tür şakalara devam etmek kötüdür, müptezelliktir ve kalbin ölümüne sebep olan gülme ile neticelenir. 115)Tirmizî 116)Tirmizî 117)Daha önce geçmişti. 118)Daha önce geçmişti. 119)Müslim, Buhârî 120)İbn Mübârek 121)Tirmizî 122)Irâkî aslına rastlamadığını söyler. 123)Daha önce geçmişti. 124)Zübeyr b. Bekkâr 125)Buhârî, Müslim 126)Ebu Dâvud, Tirmizî 127)Irâkî, Hz. Aişe´nin Bedir savaşında Hz. Peygamber ile beraber olmadığını kaydeder. 128)Nesâi, İbn Mâce 129)Zübeyr b. Bekkâr 130)Müellefc-i Kulûb´dandır. Huneyn ve Tâif savaşlarına katılmıştır. Ahmak ve fakat kadri sayılır bir kişi idi. Hz. Peygamber´in huzuruna izinsiz girerek edep dışı harekette bulundu. Hz. Peygamber sabretti. Katılığına, bedevîliğine ve toyluğuna bağışladı. (İthaf us-Saade). 131)Zübeyr b. Bekkâr 132)Ebu Ya´lâ 133)Ensar´ın Evs soyundandır. Künyesi Ebu Abdullah veya Ebu Sâlih´dir. Hz. Peygamber´in meşhur süvârilerindendi. Bedir savaşma iştirâk etmiştir. İbn İshak´a göre Bedir´e katılmamış, fakat ganimetten kendisine pay ve- rilmiştir. Yetmiş dört yaşında olarak hicretin 40. senesinde vefat etmiştir. 134) Adı Nueyman b. Amr b. Rüfâ´dır. Beni Neccar kabilesindendir. |
|
![]() |
#45 |
![]() Alay ve İstihza
Alay etmek, eziyet verici olursa haramdır. Nitekim ALLAH Teâlâ (c.c) şöyle buyurmuştur: Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Belki (alay edilenler, alay edenlerden daha) hayırlıdırlar. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki (alay edilen kadınlar, alay eden kadınlardan daha) hayırlıdırlar. (Hucûrat/11) Ayetteki ´Sühriye´nin mânâsı, hakir görmek, güldürecek bir şekilde ayıp ve eksik yönüne dikkati çekmek demektir. Bu tür alay, bazen karşıdaki adamın fiil ve sözünü hikâye etmekle olur, bazen de işaret ve îma ile... Bu alay, eğer alay edilenin huzurunda ise, adı ´gıybet´ değildir, fakat gıybet mânâsını taşır. Hz. Âişe der ki: Bir kişinin durumunu hikâye ettim. Hz. Peygamber bana şöyle dedi: VALLAHi benim bazı hallerim olmasına rağmen, kalkıp başkası hakkında konuşmak hiç hoşuma gitmez!136 İbn Abbas ´Eyvah bize! Bu kitaba ne oldu ki küçük ve büyük bırakmadan herşeyi sayıp dökmektedir´ (Kehf/49) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: ´Küçükten gaye, mü´mine yapılan alaydan ötürü tebessüm etmektir. Büyükten gaye ise, alaydan ötürü kahkaha ile gülmektir´. İbn Abbas´ın bu tefsiri, insanlara gülmenin büyük günahlardan olduğuna işarettir. Abdullah b. Zem´a, yellenen bir kimseye gülenler hakkında Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet ediyor: Bazılarınız yaptığı bir işi başkasında gördüğünde neden gülüyor?137 İnsanlarla alay edenlerin herbiri için cennetten bir kapı açılır. Ona ´gel, gel´ denilir. O da (koşa, koşa) o kapıya gelir. Kapıya vardığında kapı yüzüne kapatılır. Sonra başka bir kapı açılır ve ona ´gel, gel´ denir. O da koşarak gelir. Kapıya vardığı zaman, yüzüne kapanır ve kendisine kapı açılıp ´gel, gel´ denildiği halde ümitsizlikten kapıya gitmeyinceye kadar bu şekilde aldatılır ve kendisiyle alay edilir.138 Kim, (müslüman) kardeşini işlediği günahından tevbe ettiği halde o günahtan ötürü ayıplarsa, o kimse ölmeden önce o günahı işlemekle cezalandırılır.139 Bütün bunlar başkasını tahkir etmek, başkasına gülmek ve başkasını küçük görüp alaya almaktan doğar. Nitekim şu ayet buna işaret eder: Belki (alay ettikleri kimseler) kendilerinden iyidir, (Hucûrat/11) Yani alay ettiğiniz insanı küçük görerek tahkir etmeyiniz. Belki o sizden daha hayırlıdır. Bu alay, alaydan ötürü üzülüp rahatsız olan bir kimse hakkında haramdır. Kendini maskara haline getiren ve çoğu zaman alaya alınmasından sevinen bir kimseye gelince, alay bu kimse hakkında mizah ve hafif şaka kabilindendir. Bu hafif şakalaşmanın güzel ve çirkin; yani helâl ve haram kısımları daha önce beyan edildi. Ancak haram olan kısım alaya alınan insanın rahatsız olduğu kısımdır. Çünkü tahkir etmek sözkonusudur. Tahkir etmek bazen, karşıdaki insan konuşmasında yanıldığı için veya intizamsız konuştuğu için ona gülmek sûretiyle olur. Bazen de karışık fiillerine gülmek suretiyle olur. Yazısından, sanatından, suretinden, boy ve posunu alaya almak veya herhangi bir ayıptan dolayı eksikliğine gülmek gibi... Bütün bunlara gülmek, yasaklanan alay kısmına girer. 137)Buhârî, Müslim 138)İbn Ebî Dünya, (Muaz b. Cebel1 den mürsel olarak) 139)Tirmizî 135)Zübeyr b. Bekkâr 136)Ebu Dâvud |
|
![]() |
#46 |
![]() Sırrı İfşa Etmek
Sırrı açıklamak eziyet, tanıdık ve dostların hakkına karşı gösterilen gevşeklik olduğu için dinen yasaklanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:Kişi konuşurken dönüp etrafına bakarsa, onun bu konuşması, konuşmasının dinleyene emânet olduğuna delâlet eder (ifşa etmesi haramdır).140Hz. Peygamber, başka bir hadîs-i şerifinde bunu kayıtsız şartsız olarak şöyle ifade etmiştir: ´Aranızdaki konuşma emânettir´.141Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Arkadaşının sırrını söylemen hainliktir7. Rivayet ediliyor ki Muaviye, kardeşi Utbe´nin oğlu Velid´e bir sırrını söyledi Velid, babasına dedi ki:-Ey babacığım! Emîr´ul-Mü´minîn bana bir sırrını söyledi.Ben, emîr´ul-mü´minîn´in başkasından gizlediklerini senden gizlemediğini görüyorum. (Sana o sırrı söyleyeyim mi?)-(Ey oğul!) O sırrı bana söyleme! Çünkü sırrı sakladığın müddetçe o senin elindedir. O sırrı açıklarsan artık o senin aleyhinde olur!-Babacığım! Bu durum baba ile evlat arasına da girer mi?-Hayır! Böyle birşey evlât ile baba arasına girmez. Fakat ben senin dilini sırları söylemek suretiyle başıboşluğa alıştırmanı istemem!Velid der ki: (Amcam) Muaviye´ye geldim ve ona bu durumu haber verdim. Bunun üzerine Muâviye bana şöyle dedi: ´Ey Velid! Kardeşim (baban) seni yanlışlığın köleliğinden azat etmiştir. Dolayısıyla sırrı açıklamak hainliktir´.Eğer bu açıklamada başkasının zarar görmesi sözkonusu ise haram olur. Eğer başkasının zarar görmesi sözkonusu değilse alçaklık olur. Biz daha önce Sohbet Adabı bahsinde sırrı gizlemekle ilgili kaidelerden bahsetmiştik. Burada ikinci bir defa tekrar etmeye gerek görmüyoruz.140) Ebu Dâvud, Tirmizî141) İbn Ebî Dünya, {Mürsel olarak) |
|
![]() |
#47 |
![]() Yalan Va´dde Bulunmak
Muhakkak ki çok kere dil, va´detmeye meyleder. Sonra nefis, çoğu zaman o va´di yerine getirmek istemez. Böylece va´d, yapmamaya dönüşür. Bu ise münafıklığın alâmetlerindendir! Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ey iman edenler! (verdiğiniz) sözleri yerine getiriniz. (Mâide/l) Hz. Peygamber´de ´Va´d vergidir´142 (verilmiş mal gibidir, geri alınamaz) buyurmuştur. Va´d, borç gibidir veya daha üstündür.143 Hadîsdeki ve´y kelimesi va´d mânâsmdadır. ALLAH Teâlâ peygamberi İsmail´i överek şöyle buyurmuştur: Muhakkak İsmail va´dinde sadıktı.(Meryem/54) Denildi ki: İsmail (a.s) bir yerde bir insana söz verdi. O insan, Hz. İsmail´e -unuttuğu için- bir daha dönmedi. İsmail (a.s) onu beklemek için yirmiiki gün orada kaldı. Abdullah b. Ömer sekerata (ölüm döşeğine) düştüğü zaman şöyle dedi: ´Kureyşlilerden bir kişi benden kızımı istedi. Benden de va´de benzer bir söz aldı. ALLAH´a yemin ederim ki ben münâfıklığın üçte biriyle ALLAH´ın huzuruna gitmek istemiyorum. O halde sizi şahid tutuyorum: ´Ben ona kızımı verdim!´ Abdullah b. Ebî Hansa144 şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber, daha peygamber olmazdan önce ben onunla alışveriş yaptım. Onun bir kısım alacağı bende kaldı ve ona ´Buraya senin alacağını getirip teslim edeceğim´ diye söz verdim. O gün unuttum. Ertesi gün de unuttum. Üçüncü gün geldim, hâlâ yerindeydi. Beni görünce şöyle dedi: Ey genç! Sen bana zahmet verdin! Zira ben üç günden beri burada seni beklemekteyim.145 İbrahim en-Nehâî´ye şöyle denildi: ´Bir kişi, başkasına buluşma sözü veriyor ve gelmiyor. Acaba öbür kişi ne yapmalıdır?´ İbrahim en-Nehâî şöyle cevap verdi: ´Gelecek namazın vaktine kadar bekler´, Hz. Peygamber (s.a) bir söz verdiği zaman ´Umulur´ kaydını eklerdi. İbn Mes´ud, herhangi bir söz verdiği zaman muhakkak ´Eğer ALLAH dilerse´ kaydını eklerdi ve böyle yapmak daha iyidir. Bu istisnayı yapmakla beraber sözden kesinlik anlaşılırsa muhakkak o sözü yerine getirmek gerekir. Ancak mazeret varsa o zaman durum değişir. Eğer kişi, söz verdiği zaman sözünü yerine getirmemeye niyetliyse işte bu münâfıklığın ta kendisidir. Ebu Hüreyre Hz. Peygamberden şöyle rivayet ediyor: Üç haslet vardır. Kimde bu üç haslet bulunursa o oruç da tutsa, namaz da kılsa ve ben müslümanım da dese yine münâfıktır: 1.Konuştuğu zaman yalan söylerse, 2.Söz verdiği zaman sözünü yerine getirmezse, 3.Emîn sayıldığı zaman hainlik yaparsa!146 Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Dört haslet vardır, kimde o dört haslet bulunursa, o kimse münafıktır ve kimde o dört hasletten biri bulunursa, o kimsede münâfıklıktan bir haslet var demektir. Ta ki o hasleti bırakıncaya kadar! 1.Konuştuğu zaman yalan söylerse, 2.Söz verdiği zaman cayarsa, 3.Ahdettiği zaman hile yaparsa, 4.Başkasıyla cedelleştiği zaman yalan uydurursa.147 Bu´hadîs-i şerîf, va´dini yerine getirmemek niyetiyle başkasına söz veren veya özürsüz olarak va´dini yerine getirmeyen bir kimse hakkında vârid olmuştur. Sözünü yerine getirmeye azimli olan bir kimseye gelince, kendisini sözünü yerine getirmekten alıkoyan bir özürden dolayı sözünü yerine getirmemişse, bu kimse münâfık olamaz. Her ne kadar nifaka benzer bir duruma düşmüş ise de... Fakat münâfıklıktan kaçınıldı ğı gibi sûretinden de kaçınılmalıdır. Kendisini menedecek bir zaruret olmaksızın nefsini mâzur saymak uygun değildir; zira rivayet ediliyor ki Hz. Peygamber (s,a) Ebu Heyseme b. et-Tehya´ya ´bir hizmetçi vereceğim´ diye söz vermişti. Bu sözden sonra Hz. Peygamber´e üç esir getirildi. Onların ikisini başkalarına verdi. Bir tane kaldı. Bu esnada kızı Hz. Fâtıma (r.a) gelip Hz. Peygamber´den bir hizmetçi istedi ve dedi ki: ´Babacığım! Sen el değirmeninin elimde bırakmış olduğu ize bakmaz mısın?´ Bu esnada Hz. Peygamber, Ebu Heyseme´ye verdiği sözü hatırladı ve şöyle dedi: Ta Ebu Heyseme´ye verdiğim söz ne olacak?´ Bu bakımdan Ebu Heyseme´yi, kızı Fatıma´ya -verdiği sözden ötürü- tercih etti.148 Hz. Peygamber (s.a) oturmuş ve Huneyn´de Havâzin kabilesin-den alınan ganimet mallarını taksim ediyordu. Halktan bir kişi gelip Hz. Peygamberin yanında durdu ve dedi ki: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Senin yanında bana verilmiş bir söz vardır´. Hz. Peygamber ´Evet! Doğru söyledin! Bu bakımdan dilediğini iste!´ dedi. Adam ´Ben seksen koyun ile çobanını istiyorum´ dedi. Hz. Peygamber ´O istediklerin senin olsun!´ dedikten sonra devam etti: Sen az istedin. Hz. Musa´yı Hz. Yusuf un kemiklerinden haberdar eden (Mısırlı) kadın, Musa (as) kendisine ´Ne istersen iste´ dediği zaman görüş ve hüküm bakımından senden daha kuvvetli idi; zira dedi ki: ´Benim dileğim; beni gençliğime döndürmen ve seninle birlikte ALLAH´ın cenne-tine girmemi temin etmendir´.149 Denildiğine göre halk bu adamın istediğini az görürdü. Hatta onun istediklerini darb-ı mesel yapıp, ´O seksen koyun ile çobanın sahibinden daha cimridir!´ diyorlardı. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Hulf (söze sahip çıkmamak), kişinin söz verip o sözü yerine getirmek niyetinde olduğu halde herhangi bir engelden ötürü sözünü yerine getirememesi değildir. (Hulf, söz verdiği halde yerine getirmemek niyetinde olmaktır)150 Başka bir lâfızda hadîs şöyledir: Kişi kardeşine söz verdiği ve o sözünü yerine getirmek niyetinde olduğu halde onu yerine getirme imkânını bulamazsa günahkâr olmaz. (Ebu Dâvud) 141) İbn Ebî Dünya, {Mürsel olarak) 142)Taberânî 143)İbn Ebî Dünya 144)Amiri soyuna mensup bir zattır. Abdullah b. Ebî Ced´an olduğu da söylenmişse de en kuvvetli rivayete göre o değildir. 145)Ebu Dâvud 148)Tirmizî 149)İbn Hibban, Hâkim 150) Ebu Dâvud, Tirmizî 146)Müslim, Buhârî 147)Müslim, Buhârî, (Abdullah b. Amr´dan) |
|
![]() |
#48 |
![]() Yalan Söylemek ve Yalan Yere Yemin Etmek
Bu, günahların en çirkinlerinden, ayıpların en fâhişlerindendir.Hadîslerİsmail b. Vâsıt şöyle anlatıyor: Ebubekir Sıddîk Hz. Peygamber´in ölümünden sonra hutbe okurken şöyle dedi: Bir sene önce Hz. Peygamber şimdi bulunduğum yerde durdu -sonra Ebubekir ağladı- ve şöyle dedi:Yalandan sakınınız. Çünkü yalan, fısk ve fücurla beraberdir. Bunların ikisi de cehennemdedir.151Muhakkak ki yalan, ateşin kapılarından bir kapıdır.152Hasan Basrî şöyle demiştir: Daha önce şöyle deniliyordu: ´Gizli ile açığın, söz ile fiilin, çıkış ile girişin değişik olması münâfıklıktandır. Üzerinde münâfıklık binâsının yükselmiş olduğu temel yalancılıktır´. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:En büyük hiyanet, din kardeşine haber verdiğin bir sözde o sana inandığı halde senin ona yalan söylemendir.153Kul yalan söylemek ve yalancılıkla meşgul olmak sebebiyle ALLAH katında yalancılardan sayılır.154Hz. Peygamber, bir koyunun pazarlığını yapıp ´ALLAH´a yemin ederim, sana şu şu fiattan eksik vermem´, ´ALLAH´a yemin ederim, ben de sana şu şu fiattan fazla vermem´ diye yemin eden iki kişinin yanından geçti. Sonra oradan geçerken onlardan birinin koyunu satın aldığını gördü ve şöyle dedi: ´O iki kişiden biri hem günahı, hem de yeminin kefaretini yüklenmiş oldu´.155Yalan, rızkı eksiltir.156Muhakkak tüccarlar fâsık ve fâcirlerin ta kendisidirler.´Ey ALLAH´ın Rasûlü! ALLAH, alışverişi helâl kılmamış mıdır?´ dediler. Hz. Peygamber ´Evet! Alış-verişi helâl kılmıştır. Fakat tüccarlar alışverişte yemin ederler, günahkâr olurlar, konuşurlar, yalan söylerler´ dedi.157Üç sınıf vardır. Kıyamet gününde ALLAH onlarla konuşmaz ve onlara (rahmetle) bakmaz:1.Sadakasıyla minnet eden (başa kakan)2.Yalan yemin ile malını satan3.Kibir ve gururdan ötürü eteğini yerlerde sürükleyen.158ALLAH´a yemin eden bir kimse, yeminine bir sivrisinek kanadı kadar yalan katarsa, o yemin kıyamete kadar onun kalbinde bir (siyah) nokta teşkil eder.159Üç sınıf vardır. ALLAH Teâlâ onları sever:1.Bir grup arkadaşının içinde bulunup, (düşmana karşı)göğsünü, ölünceye kadar veya ALLAH kendisine ve arkadaşlarına bir yol açmcaya kadar geren kimseyi,2.Kendisine eziyet veren kötü bir komşusu olduğu halde ölünceye veya göç edinceye kadar sabredip onun eziyetine göğüs geren kimseyi,3.Arkadaşları ile yolculuğa veya düşman üzerine giden, yolculuğun kendilerini yorduğu, herkesin yatıp dinlenmeyi arzuladığı bir zamanda, arkadaşları yatarken bir kenara çekilip namaz kılan, arkadaşları uyanmcaya kadar ibadetle meşgul olan kimseyi ALLAH Teâlâ sever.Üç grup da vardır ki ALLAH Teâlâ onlara buğzeder:1.Fazla yemin eden tüccar,2.Gururlu olan fakir,3 Verdiğini başa kakan cimri.160 Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:Başkalarını güldürmek için yalan söyleyen kimseye cehennem vardır. Azap ona olsun, azap ona olsun!161Rüyamda bir kişi bana geldi ve ´Kalk!´ dedi. Onunla birlikte kalktım. Bir de gördüm ki iki kişinin yanındayım. Onlardan biri ayakta, diğeri oturmuş... Ayakta olanın elinde çengeller vardı. O çengelleri oturan kişinin ağız boşluğundan geçiriyor, dudakları omuzlarına yetişinceye kadar çengelleri çekip uzatıyordu. Sonra tekrar çekiyordu. Sonra çengeli çıkarıp ağzının öbür tarafına takıyor, onu çektiği zaman, öbür tarafı eskisi gibi oluyordu. Beni kaldırana ´Bu manzara nedir? dedim. Bana dedi ki: ´Şu oturan kişi yalancıdır. Kıyamete kadar kabrinde bu şekilde azap görecektir.162Abdullah b. Cürad163 şöyle anlatıyor: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Mü´min bir kimse zinâ eder mi?´ dedim. Hz. Peygamber ´Bu bazen olur´ dedi. ´Ey ALLAH´ın Peygamberi! Mü´min bir kimse yalan söyler mi?´ deyince Hz. Peygamber ´Hayır!´ dedikten sonra hemen şu ayet-i celîleyi okudu: ´Yalanı ancak ALLAH´ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte bunlar asıl yalancı olanlardır´. (Nahl/105)164Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber´den şöyle rivayet ediyor:Ey ALLAHım! Kalbimi münâfıklıktan, tenâsül uzvumu zinâdan ve dilimi yalandan temizle.165Üç sınıf vardır ki, ALLAH onlarla ne konuşur, ne de onlara iltifat eder ve ne de onları över veya kalplerini temizler. Onlar için elem verici bir azap vardır:1.Zina eden evli veya yaşlı bir kimse2.Yalan söyleyen padişah3.Gururlu olan bir fakir.166Abdullah b. Amr167 şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber evimize geldi. Küçük bir çocuktum. Oynamak için dışarıya çıkmıştım. Annem ´Ey Abdullah! Gel sana bir şey vereceğim´ dedi. Hz. Peygamber anneme dedi ki:-Sen ona ne verecektin?-Hurma verecektim.-Dikkat et! Eğer ona hurma vermeyecek olsaydın,bu söylediğin defterine yalan olarak geçecekti.168Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:Eğer ALLAH bana şu kum taneleri kadar nimet verseydi muhakkak onu aranızda taksim ederdim. Taksim ettikten sonra beni ne cimri, ne yalancı ve ne de korkak olarak görmezdiniz.169Hz. Peygamber bunu söylerken yaslanmış bulunuyordu. Sonra şöyle devam etti:´Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? O, ALLAH´a şirk koşmak ve anne ve babaya isyan etmektir´. Sonra kalkıp oturdu ve şöyle dedi: ´Dikkat ediniz! Büyük günahların en büyüğü yalancılıktır´.170İbn Ömer Hz. Peygamber´den şöyle rivayet eder: ´Kul, yalan söylediğinde melek kendisinden bir mil uzaklaşır. Uzaklaşması kişinin söylediğinin pis kokusu nedeniyledir´.171Enes, Hz, Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder: ´Bana altı hasletle kefil olunuz, ben de size cennetle kefil olayım. Ashâb-ı kirâm ´O altı haslet nedir?´ diye sorunca şöyle dedi:1.Sizden birisi konuştuğu zaman yalan söylemesin.2.Söz verdiği zaman sözünden dönmesin.3.Emin sayıldığı zaman hıyânet etmesin.4.Gözünü haram bakıştan korusun.5.Tenâsül uzvunu zinâdan korusun.6.Ellerini zulümden uzak tutsun.172Yine şöyle buyurmuştur: ´Muhakkak şeytanın sürmesi, enfiyesi ve çerezi vardır. Çerezi yalan, enfiyesi öfke, sürmesi ise uykudur´.173Hz. Ömer birgün hutbe okurken şöyle dedi: ´Ey insanlar! Sizin içinizden buraya çıktığım gibi, Hz. Peygamber de bizim içimizden bu makama çıkıp şöyle buyurmuştur:Benim ashabıma iyi davranın. Sonra onları tâkip eden tâbiîne de iyi davranın. Sonra yalan yayılacaktır. Hatta kişi, yemine dâvet edilmediği halde kendiliğinden yemin edecektir. Kendisinden şahidlik istenilmediği halde şahidlik yapacaktır.174Kim yalan olduğunu bildiği halde benden hadîs rivayet ederse, o yalancının biridir.175Kim yalan yere yemin eder, müslüman bir kişinin malını o yalan yeminiyle haksız olarak elde ederse, böyle bir kimse, ALLAH´ın huzuruna, ALLAH kendisine kızgın olduğu halde gelir.176Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber bir kişinin şahidliğini -uydurduğu bir yalan yüzünden- reddetmiştir.177Yalan ve hâinlik dışında müslümanda her haslet bulunabilir.178Aişe validemiz dedi ki: ´Hz. Peygamber´in ashabına, yalandan daha ağır ve zor gelen bir huy yoktu. Hz. Peygamber ashâbından bir kişinin yalan söylediğine muttali olursa, onun göğsünden menfi tesiri silinmezdi. Ta ki o kişinin söylediği yalandan tevbe ettiğini bilinceye kadar../Hz. Musa (as) dedi ki: ´Yarab! Amel yönünden kullarından hangisi daha hayırlıdır?´ ALLAH Teâlâ ´Yalan söylemeyen, kalbi fısk ve fücur taşımayan ve zinâ etmeyen kul´ dedi.179Lokman Hakîm oğluna şöyle dedi: ´Ey oğul! Yalandan sakın! Çünkü yalan serçenin eti gibi tatlıdır; Fakat pek kısa bir zamanda sahibi kendisinden bıkar!´Hz. Peygamber, doğruluk konusunda şöyle buyurmuştur.. Dört haslet vardır. Bunlar sende bulunursa, senin dilinden ne çıkarsa çıksın sana zarar vermez. O dört haslet şunlardır:1.Doğru konuşmak2.Emâneti korumak3.Güzel ahlâk4.Yemekte afiftik.180Ebubekir Sıddîk, Hz. Peygamber benim şu makamımda durarak Ebubekir bunu söyledikten sonra ağladı- şöyle dedi..Doğruluktan ayrılmayınız. Çünkü doğruluk, sevapla beraberdir. Onların ikisi cennettedir.181Hz. Muaz Hz. Peygamber´in kendisine şöyle dediğini naklediyor:Sana ALLAH´tan sakınmayı, doğru konuşmayı, emaneti yerine getirmeyi, sözüne sahip çıkmayı, selâm vermeyi ve mütevazi olmayı tavsiye ediyorum.182Ashab´ın ve Âlimlerin SözleriHz. Ali (r.a) şöyle demiştir: ´ALLAH nezdinde hatalıların en büyüğü yalancı dildir. Pişmanlığın en kötüsü kıyamet günündeki pişmanlıktır´.Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: ´Ben uçkurumu bağladıktan bu yana bir defa olsa dahi yalan söylemiş değilim´.Hz. Ömer şöyle demiştir: ´Sizin bizce en sevimliniz, sizi görmediğimiz zamanda ismen güzel olanınızdır. Sizi gördüğümüz zaman bizce en sevimliniz, ahlâkça en güzel olanmızdır. Sizi denediğimiz zaman bizce en sevimliniz, sözü en doğrunuz ve eminlikte en büyüğünüzdür´.Meymun b. Ebî Şebib´den183 şöyle rivayet edildi: ´Bir mektup yazmak için oturdum. Bir kelimeye geldim. Eğer o kelimeyi yazarsam mektubu güzelleştirmiş ve fakat bunun yanında yalan söylemiş olacaktım. Bu bakımdan terketmeye karar verdim. Sonra Kâbe cihetinden şöyle çağırıldım:ALLAH, iman edenleri dünya hayatında da, ahiret hayatında da sağlam sözle tesbit eder.(İbrahim/27)Şa´bî der ki: ´Ben hangisinin cehennemde daha derine dalacağını bilmiyorum; yalancı mı, cimri mi?´184Bağdadlı İbn Semmak şöyle demiştir: ´Zannetmem ki yalanı terkettiğimden dolayı sevap kazanmış olayım. Çünkü ben yalanı şerefime yediremediğimden terkediyorum.185Halid b. Sabih´e ´Acaba bir tek yalan söylediği için kişiye yalancı denilir mi?´ diye soruldu. ´Evet denilir´ diye cevap verdi.Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: "Birtakım kitaplarda okudum. ´Hiçbir hatip yoktur ki hutbesi ameliyle karşılaştırılmasın. Eğer ameli sözüne uygunsa tasdik edilir. Eğer yalancı ise, dudakları ateşten yapılmış makaslarla -bizim bağlarımızı kestiğimiz gibi-kesilecektir´ diye yazılıdır".Yine Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: ´Doğruluk ile yalancılık, kalpte şiddetli bir kavgaya tutuşurlar. Ta ki biri diğerini kalpten çıkarıp kovuncaya kadar kavgaları devam eder!´Ömer b. Abdülaziz, Abdülmelik´in oğlu Velid ile birşey hakkında konuşuyordu. Velid, Ömer´e ´Sen yalan söylüyorsun!´ dedi. Ömer, Velid´e cevap olarak şunları söyledi: ´Yemin ederim ki yalanın, söyleyeni rezil ettiğini bildiğim günden beri yalan söylemedim´.[/] 150) Ebu Dâvud, Tirmizî 151)İbn Mâce, Nesâî 152)İbn Adîy, (Ebu Umame´den) 153)Buhârî 154)Müslim, Buhârî, (İbn Mes´ud´dan) 155)Ebu Feth el-Ezdî 156)Ebu Şeyh 157)İmam Ahmed, Hâkim 158)Müslim 159)Tirmizî, Hâkim 160)İmam Ahmed, (Ebu Zer el-Gıfarî´den) 161)Ebu Dâvud, Tirmizî 162)Buhârî 163)Âmirî boyunun el-Ukaylî s oyundandır. Buhârî, bu zatın sahabî olduğunu söyler. 164)İbn Abdilberr 165)Hatib 166) Müslim ? 167)Adı Abdullah b. Amir b. Rebî b. Mâlik el-Enzî´dir. Babası Âmir sahabe- nin büyüklerindendir. Hicrî 80´den sonra vefat etmiştir. 168)Ebu Dâvud 169)Müslim 170)Müslim, Buhârî 171)Tirmizî 172)Hâkim, Harâitî 173)Taberânî, Ebu Nuayın 174)Tirmizî 175)Müslim 176)Müslim, Buhârî 177)İbn Ebî Şeybe , İbn Adîy 178)İbn Ebî Şeybe 179)İbn Ebî Dünya 180)Hâkim, Harâitî 181)Ebu Nuaym 182)Ebu Nuaym 183)Bu zat Kûfelidir, künyesi Ebu Nasr´dır. Hicrî 33´te Cemacim vakâsında vefat etmiştir. 184)İbn Ebî Dünya 185)İbn Ebî Dünya Konu Duygu'Seli~ tarafından (02-02-2009 Saat 15:08 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
#49 |
![]() Yalana İzin Verilen Yerler
Yalan, bizzat kendisi için değil, muhatabın veya başkasının zararına yol açtığı için haramdır. Çünkü yalanın en az derecesi, haber verenin, verdiği haberin aksine inanmasıdır. Bu bakımdan kişi bu hususta câhildir. Fakat bazen bu câhillik başkasının zararına yol açar! Bazen de bir şeyi bilmemekte ya bilmeyenin veya başkasının maslahat ve yararı vardır. Bu bakımdan yalan, onu bilmemek faydalı olduğu için bazen ruhsatlı, bazen de farz olur. Nitekim Meymun b. Mihran ´Yalan, bazı yerlerde doğrudan daha hayırlıdır. Acaba bir kişi kılıçla başka bir insanı öldürmek için k-valıyorsa, o kovalanan insan bir eve girse, kovalayan adam sana gelip ´Sen filan adamı gördün mü?´ dese ne dersin? ´Hayır, görmedim´ demez misin? İşte bu, farz olan bir yalandır´ dedi. O halde deriz ki: ´Konuşma, maksat ve hedeflere götüren vesiledir. Bu bakımdan hem doğruluk, hem de yalanla güzel maksada varılabiliyorsa, orada yalan söylemek haramdır. Eğer o güzel maksad mübahsa ve doğrulukla değil, ancak yalanla varılabiliyorsa, burada yalan söylemek mübahtır. Eğer elde edilmesi istenen maksat farz ise, ona varılmak için yalan söylemek de farz olur. Nitekim müslümanın kanını korumak farz olduğu gibi, onu korumak için yalan söylemek de farzdır. Bu bakımdan ne zaman doğruyu konuşmakta, bir zâlimin zulmünden gizlenen bir müslümanın kanının akıtılması sözkonusu ise, burada yalan söylemek farz olur. Ne zaman savaşın maksadı veya barışın tamamlanması veya mazlumun razı edilip anlaşmaya yanaştırılması, yalan söylemeden olmuyorsa, bu takdirde yalan söylemek mübahtır. Ancak şu vardır ki mümkün olduğu kadar yalana ruhsat verildiği yerlerde bile yalandan kaçınmak uygundur. Çünkü kişi yalan kapısını bir defa açarsa o açılan kapının onu yok yere ve zaruret hududunu aşan kısma sürüklemesinden korkulur. Bu bakımdan yalan esasında haramdır. Ancak zaruret için mübah olur. Bu istisnaya, yani zaruret için mübah oluşuna Ümmü Gülsüm´den rivayet edilen şu hadîs-i şerîf delâlet eder. Ümmü Gülsüm şöyle diyor: Hz. Peygamber´in yalanın hiçbir şekline ruhsat verdiğini duymadım. Ancak üç yer müstesna: 1.Kişinin, müslümanların arasını bulmayı ve ıslah etmeyi kasdettiği söz. 2.Kişinin savaş halinde müslümanların faydası için söylediği söz. 3.Kişinin hanımına, hanımın da maslahat için kocasına konuşması.186 Yine Ümmü Gülsüm´ün rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: İki kişinin arasını ıslah etmek için yalan söyleyen veya yalanı kendiliğinden katan bir kimse yalancı değildir.187 Yezid´in kızı Esma Hz. Peygamber´den (s.a) şöyle rivayet ediyor: Yalanın hepsi, Ademoğlu´nun defterine yazılır. Ancak iki müslümanı barıştırmak için yalan söyleyen kişinin yalanı müstesna.188 Ebu Kâhil´den189 şöyle rivayet ediliyor: Ashâb-ı kiramdan iki kişinin arasında kılıç kılıca gelecek derecede münakaşa oldu. Ben onların birisiyle karşılaştım ve kendisine ´Seninle filan adamın arası niçin bozuldu? Oysa o, seni övüyor, medh-u senâ ediyor´ dedim. Sonra öbürüne rastladım, aynı şeyleri ona da söyledim. Böylece onların ikisini barıştırdım. Sonra dedim ki bu iki kişinin arasını buldum ama nefsimi de helâk ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber´e gittim hâdiseyi anlattım. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Ey Ebu Kâhil! Yalanla da olsa halkın arasını bul!190 Atâ b. Yesar şöyle diyor: ´´Bir kişi Hz. Peygamberi ´Ben hanımıma yalan söylüyorum!´ dedi. Hz. Peygamber ´Yalanda hayır yoktur7 dedi. O da ´Ben ona şöyle yapacağım diye söz veriyorum´ dedi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu; Öyleyse bu hususta bir günahın yoktur.191 Rivayet ediliyor ki İbn Ebî Uzre ed-Duelî, Hz. Ömer´in halifeliği zamanında evlendiği kadınlara hul´a yapardı.192 Bu bakımdan halk arasında hoşa gitmeyen dedikodular yayıldı. Bunu duyduğu zaman Abdullah b. Erkam´ın193 elinden tuttu, onu evine getirinceye kadar elini bırakmadı. Sonra hanımına dedi ki: ´Sana yemin ettiriyorum, benden nefret ediyor musun?´ Kadın ´Bana yemin mi teklif ediyorsun!´ dedi. O tekrar ´Sen ALLAH adına doğruyu söyle!´ dedi. Kadın ´Evet! Senden nefret ediyorum´ dedi. Bu sefer İbn Erkam´a dönüp ´Kadının dediğini işittin mi?´ dedi. Sonra ikisi beraber Hz. Ömer´e vardılar ve ´Siz, benim kadınlara zulmetmek için hul´a yaptığımı söylüyorsunuz, İşte İbn Erkam´a sor!´ dedi. Hz. Ömer, İbn Erkam´a sordu. İbn Erkam işittiğini olduğu gibi Hz. Ömer´e söyledi. Bunun üzerine Hz. Ömer, İbn Ebî Uzre´nin zevcesine haber saldı. Kadın, halasıyla beraber Hz. Ömer´e geldi. Hz. Ömer, kadına "Sen misin, kocasına ´Ben senden nefret ediyorum´ diyen?" dedi. Bunun üzerine kadın dedi ki: ´Ben ilk tevbe eden ve ALLAH´ın emrine dönen kimseyim. Kocam bana yemin ettirdi. Ben de yalan söylemekten çekindim. Ey mü´minlerin emiri! Yalan mı söyleyeydim?´ Hz. Ömer ´Evet! Bu hususta yalan söyle! Eğer siz kadınlardan biriniz erkeklerden birini sevmezse, sakın kendisine sevmediğini söylemesin. Çünkü sevgi üzerine bina edilen evler çok azdır. Halk, İslâm ve soylarla birbiriyle muaşeret ederler´ dedi. Nevvas b. Sem´an b. Hâlid el-Kilâbî Hz. Peygamberden şöyle rivayet eder: Neden ben sizin -pervanenin ateşe atıldığı gibi- yalanlara atıldığınızı görüyorum? Şüphesiz ki yalanın tümü, insanoğlunun aleyhine yazılır. Ancak kişi savaş halinde yalan söylerse, bu müstesnadır. Çünkü harb hile demektir veya iki kişinin arasında buğz olursa, kişi onların arasını düzeltirse veya hanımına birşeyler söyleyip onu razı ederse (bu durumlarda yalan söylemek mübahtır).194 Sevban der ki: ´Yalanın tümü günahtır. Ancak bir müslümana fayda veren veya ondan zararı defeden yalan müstesnadır´. Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: ´Sizlere Hz. Peygamber´den hadîs naklettiğim zaman yemin ederim ki gökten düşüp parçalanmam, Hz. Peygamber´e yalan isnad ederek hadîs uydurmaktan bana daha sevimli gelir. Sizinle benim aramızda cereyan eden hâdiseleri konuştuğum zaman muhakkak harb hileden ibarettir´. İşte bu üç durumda ruhsat verilmiştir. Bunlara benzer diğer durumlarda böyledir. Tabii ki o yalan ile bir müslümanın faydasını düşünüyorsa böyledir. Malına gelince, bir zâlimin kendisini tutup malının nerede olduğunu kendisine sorması gibidir. Bu takdirde malının yerini inkâr edebilir veya sultan kendisini tutuklar, kendisiyle ALLAH arasında olan yaptığı bir kötülüğü kendisine sorarsa, o kötülüğü inkâr edip ´Ben zina etmedim! Hırsızlık yapmadım´ diyebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kim bu günahlardan bir şeyi işlerse, ALLAH´ın örtüsüyle örtünsün!195 Bunun hikmeti şudur; Günahı açıklamak da ikinci bir günahtır. Bu bakımdan kişi kanını ve zulmen kendisinden alınmak istenen malını ve namusunu diliyle, yalan da olsa koruyabilir. Başkasının namusuna gelince, bir müslüman kardeşinin sırrından sorulduğu zaman inkâr edebilir, iki kişinin arasını sulh etmesi gibi, hanımlarının arasını bulması gibi. Yani kumaların herbirine onu daha fazla sevdiğini belirtmesi gibi bütün bu yerlerde yalan söyleyebilir. Eğer hanımı kendisine ancak, takatinin dışında bir va´dde bulunduğu takdirde itaat ediyorsa, o anda kadına kalbini hoş etmek için o sözü verebilir veya bir insana karşı mazeret beyan etmek veya o insanın kalbi ancak bir günahı inkâr etmek ve fazla sevgi göstermek sûretiyle kendisinden hoşnut oluyorsa, böyle yapmasında sakınca yoktur. Fakat bunun hududu şudur: Yalan mahzurludur. Eğer bu yerlerde doğru söylerse, bu doğruluktan da mahzur doğacaksa bu iki mahzuru karşılaştırmalı, doğru bir terazi ile tartmak... Doğruluktan doğan mahzurun şer´an yalandan daha ağır bir mesuliyeti doğuracağını bildiği zaman yalan söyleyebilir. Eğer o maksad, doğrunun maksadından daha kıymetsiz ise, doğru söylemek farz olur. Bazen iki şey eşit olur. Hangisinin daha şiddetli olduğunda tereddüt edilir, İşte bu takdirde doğruya meyletmek daha evlâ olur; zira yalan, zaruretten veya önemli bir hacetten dolayı mübah olur. Eğer ihtiyacın önemli olup olmamasından şüphe ederse yalanda esas olan haramlıktır. Hedeflerin durumunu idrâk etmek zor olduğundan dolayı, en uygunu, insanın mümkün olduğu kadar yalandan sakınmasıdır. Böylece kişinin bir ihtiyacı olduğu zaman müstahab olan; garezlerini terkedip yalandan uzaklaşmasıdır. Fakat başkasının hakkıyla bağlantılı ise, başkasının hakkı hususunda müsamaha göstermek ve onu zarara sokmak caiz değildir. İnsanın söylediği yalanın çoğu ancak nefsinin arzularını yerine getirmek içindir. Yalanları mal ve mertebenin artması içindir. Elden kaçması mahzurlu olmayan birtakım işler içindir. Hatta kadın kocasından böbürlenmesine vesile olsun diye birtakım şeyleri hikâye eder. Kumalarını kızdırmak için yalanlar uydurur. Bu haramdır. Esmâ, bir kadının Hz. Peygambere şöyle sorduğunu nakleder: ´Benim bir kumam vardır. Ben onu zarara sokmak ve üzmek için kocamın yapmadıklarını mübalâğalı bir şekilde yaptı diyorum. Acaba bundan dolayı bana bir zarar var mıdır?´ Hz. Peygamber cevap olarak şöyle buyurdu: Kendisine verilmeyen bir şeyi verilmiş gibi gösteren bir kimse, yalan (ve riyanın) iki elbisesini giyen bir kimse gibidir.196 Kendisine yedirilmeyeıı bir yemeği yemiş gibi gösteren bir kimse veya kendisinin olmadığı halde ´benimdir´ diyen, kendisine verilmediği halde "bu bana verildi´ diyen bir kimse kıyâmet gününde (riya ve) iftiranın iki elbisesini giyen bir kimse gibidir.197 Âlimin tedkik ve tahkik etmeksizin verdiği fetva, tespit etmeden rivayet ettiği hadîsler, bu hadîs-i şerifin hükmüne girer; zira böyle yapan bir âlimin hedefi, kendisinin faziletini belirtmektir ve bunun için de ´ben bilmiyorum´ demekten kaçınır. Bu ise haramdır. Bu hususta çocuklar da kadınlara benzerler; zira çocuk mektebe ancak va´detmek veya tehditte bulunmak veya yalan bir korku vermekle gidiyorsa, bu takdirde yalan söylemek mübah olur. Bu hususta haberlerde, bu tür yalanın, kulun defterine yalan olarak yazıldığı vârid olmuştur. Fakat mübah olan yalan da kulun defterine yazılır. Kul ondan dolayı hesaba çekilir. O husustaki maksadının tashihi ile sorumlu tutulur. Sonra maksadı doğru olduğundan ötürü affedilir. Çünkü yalan, ancak ıslah maksadıyla mübah kılınmıştır. Bu hususa bazen büyük bir gurur ârız olup katılır! Çünkü bazen insanı bu tür yalana sürükleyen, zaruri olmayan bir gaye ve geçici bir zevktir. Ancak görünürde güya bu değilmiş de, ıslah maksadı kendisini yalan söylemeye zorluyormuş gibi gösterir ve bundan dolayı da defterine bu yalan yazılır. Kim bir yalan söylerse, o ictihad tehlikesine girmiş olur! Yalan söylediği maksadın acaba şeriat nazarında doğru söylemekten daha önemli olup olmadığını bilmelidir. Bunu tefrik etmek ise gerçekten zordur. En ihtiyatlı davranış terketmektir. Yalan söylemek farz olup terketmesi caiz değilse, o zaman durum değişir. Nitekim yalan söylememesi bir müslümanın kanının akıtılmasına veya herhangi bir şekilde büyük bir günahın işlenmesine vesile olacaksa, o zaman yalanı terketmek caiz olmaz. Birtakım insanlar, amellerin fazileti hakkında ve günahlardan sakındırmak için hadîs uydurmanın caiz olduğunu zannetmişler ve ´Gaye doğru olduğu için hadîs uydurmakta sakınca yoktur´ demişlerdir. Onların bu zannı katıksız bir hatadır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kim bile bile benim ağzımdan hadîs uydurursa, o kimse cehennemde yerini hazırlasın,198 Böyle birşey ancak zaruretten dolayı yapılabilir. Oysa din hususunda herhangi bir zaruret yoktur; zira bu husustaki doğruluk yeter de artar bile. Bu bakımdan ayet ve hadîslerde bu hususta vârid olan hükümler yalan uydurmaya ihtiyaç bırakmamıştır. İtirazcının ´Bu husustaki ayet ve hadîsler, çok tekrar edildiğinden dolayı tesirleri azalmış ve sakıt olmuştur. Yeni olan bir şeyin tesiri daha büyük olur´ demesi bir hevesten ibarettir. Hakikatte yeri olmayan bir sözdür; zira böyle yapmak ALLAH´ın ve Hz. Peygamber´in adına yalan uydurmanın mahzuruyla başa çıkacak gayelerden değildir. Bu hususta kapı açmak, İslâm şeriatını karmakarışık edecek birtakım işlere sürükler. Bu bakımdan buradaki hayr, doğacak şerle asla eşit olmaz. Hz. Peygamber´in namına yalan uydurmak, hiçbir şeyle eşit olmayan büyük günahlardandır. ALLAH Teâlâ´dan bizi ve bütün müslümanları affetmesini dileriz!199 186)Müslim 187)Müslim, Buhârî 188)İmam Ahmed 189)Adı Kays b. Âiz´dir 190)Taberânî 191)İbn Abdilberr 192)Kadından alınan para karşılığı talâk veya hul´a lâfzıyla ayrılmaktır. Yani kadın istediği an verdiği para karşılığı kocasını boşayabilir. 193)Adı Abdullah b. Erkam b. Abdiyağus b. Vehb b. Abdimenaf b. Zühre´dir. Fetih senesi müslüman olmuştur. Hz. Peygamber´in, Hz. Ebubekir´in ve Hz. Ömer´in kâtipliğini yapmıştır. 194)Taberânî 195)Hâkim 196)Müslim, Buhârî 197)Irâkî, bu lâfızla görmediğini söylüyorsa da mânâsı sahihtir. Riya´nın iki elbisesi ile izar ve rida kastedilmektedir 198)Müslim, Buhârî 199)Suyutî, İbn Cevzî ve başkaları Cüyeynî´ye göre kasden hadîs uydurmanın küfür olduğunu rivayet ederler. Fakat İmam-ı Haremeyn´e göre bu söz zayıftır. (Bkz. İthaf´us-Saade, VII/528) |
|
![]() |
#50 |
![]() Târiz Yoluyla Yalandan Sakınmak
Târiz Yoluyla Yalandan Sakınmak Selef-i sâlihînden nakledilmiştir ki târizlerle insan yalandan korunabilir. Nitekim Hz, Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Târizlerde kişiyi yalandan koruyacak birtakım özellikler vardır?´ Bu durum, İbn Abbas ve diğer ashâb-ı kirâmdan da rivayet edilmiştir. Onlar ancak insan yalana mecbur kaldığı zaman, böyle yapabileceğini kasdetmişlerdir. Yalana ihtiyaç ve zaruret olmadığı zamana gelince, ne açıkça ve ne de târiz yoluyla yalan söylemek caiz değildir. Ancak yine de târiz yoluyla yalan söylemek daha ha-fiftir. Târizin misali şu hâdisedir: Rivayet ediliyor ki, Mutarrıf201 Basra valisi Ziyad´ın huzuruna girdi. Ziyad ona ´neden ziyaret etmekte geciktiğini´ sordu. O da hastalığını sebep göstererek şöyle dedi: ´Emir´den ayrıldığımdan beri yanımı kaldırmış değilim. Ancak ALLAH´ın kaldırdığı hariç..´ İbrahim Nehâî dedi ki: ´Birinin kulağına menfi olarak senden herhangi birşey gitmişse ve sen de yalan söylemeyi çirkin görüyorsan, ona şöyle de: ´Ondan bir şeyi söylemediğimi muhakkak ALLAH bilir´. Böylece ´söylemediğim´ mânâsına gelen ´mâ kultü´ nün başındaki olumsuz harf olan ´ma´yı ´ibham´ mânâsında kullanırsın. Fakat dinleyen onun ´olumsuz´ mânâsına geldiğini düşünür. Muaz b. Cebel (r.a), Hz. Ömer tarafından bir vazifeye tayin edilmişti. Vazifeden dönünce hanımı kendisine ´Vazifelilerin ve memurların geldiklerinde ailelerine getirdikleri hediyelerden ne getirdin?´ diye sordu. Oysa Hz. Muaz, hanımına hiçbir şey getirmiş değildi. Bunun üzerine hanımına şu cevabı verdi: ´Benim yanımda beni kontrol eden biri vardı´. Hanımı ´Sen Hz. Peygamber´in ve onun halifesi Ebubekir´in yarımda emin idin (vazife aldığın zaman seni kontrol eden birisini seninle göndermiyorlardı. Nasıl olur da) Ömer seninle beraber bir kontrolcü gönderir?´ dedi. Hz. Muaz´ın hanımı, Medine´nin kadınları arasında bunu söyledi ve Hz. Ömer´den şikayette bulundu. Hz. Ömer´in kulağına bu haber gittiğinde Muaz´ı huzuruna çağırdı ve ´Seninle beraber herhangi bir kontrolcü gönderdik mi?´ dedi. Muaz ´Ben hanımımdan özür dilemek maksadı ile çıkar yol olarak ancak böyle söylemeyi uygun gördüm´ dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer gülerek Muaza birşeyler verdi ve ´Hanımını bunlarla razı et´ dedi. Muaz´ın sözündeki ´baskı yapan´ tabirinden ´kontrol eden ALLAH Teâlâ´ kasdedilmiştir, İbrahim Nehâî, kızma ´Sana şeker satın alacağım´ demezdi. ´Sana şeker almamı ister misin?´ derdi. Çünkü bazen şeker alma imkânı olmuyordu. Yine bu zat, hoşlanmadığı bir insan kendisini dışarıya çağırdığı zaman, evde olduğu halde cariyeye ´´Ona İbrahim´i camide aramasını söyle! ´İbrahim burada değildir´ deme ki yalan olmasın" derdi. Şa´bî evinde arandığı zaman, arayan kimse ile görüşmeyi istmediğinde bir daire çizer ve cariyesine "Parmağını dairenin içine koy ve ´Burada yoktur´ de" derdi. Bütün bunlar ihtiyaç zamanında yapılan târizlerdir. İhtiyaç yoksa böyle yapmak caiz değildir. Çünkü burada, her ne kadar lâfız yalan değilse de bu ibareler bir yalanı bildirmektedirler!... Bu ise en azından mekruhtur. Nitekim Abdullah b. Utbe şöyle anlatıyor: ´Babamla beraber Ömer b. Abdülaziz´in huzuruna girdik. Çıktığımızda halk ´Bu elbiseyi sana emîr´ulmü´minîn mi giydirdi?´ diye sordular. Ben de ´ALLAH ona hayrı mükâfat olarak versin´ dedim. Bunun üzerine babam bana dedi ki: "Ey oğul! ´Yalandan sakın ve benzerinden kaçın´ diye rivayet edilmiştir" dedi. İşte görüldüğü gibi Utbe, oğlunu böyle söylemekten menetmiştir. Çünkü böyle söylemekte, soranlara gururlanmak ve onlara yanlış bir zan verme durumu vardır. Bu ise bâtıl bir gayedir ve içinde hiçbir fayda mevcut değildir. Evet, târizler başkasının kalbini mizah yoluyla hoşnut etmek gibi basit bir gaye için de mübahtır. Hz. Peygamberin (s.a) şu sözleri ve benzerleri gibi: ´Cennete ihtiyar kadın giremez!´ ´Senin kocan o gözünde beyazlık olan kimse midir?´ ´Seni deveye değil de devenin yavrusuna bindireceğiz´. Açık yalana gelince, Ensâr´dan Nuayman´ın Hz. Osman´a karşı yaptığı gibi202 ve halkın ahmak insanlarla oynayıp ´filan kadın seninle evlenmek istiyor´ şeklinde onları aldatması gibi... Eğer bu açık yalanda bir kalbi kıracak bir zarar varsa haramdır. Eğer bu açık yalan başkasının kalbini hoşnut etmek içinse, sahibi fısk ve fücur ile nitelendirilemez. Fakat bu yalanı söylemek onun iman derecesini düşürür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kişinin imanı, kendisi için sevdiğini, (müslüman) kardeşi için de sevmedikçe ve şakalarında yalandan korunup sakınmadıkça kâmil olmaz.203 Adam, bir kelime söyler, onunla arkadaşlarını güldürür. O kelimeden dolayı Süreyya yıldızından daha uzak bir mesafeden cehenneme dalar. Hz. Peygamber bu hadîste müslümanın gıybetini veya herhangi bir kalbe verilen eziyeti kasdetmiştir. Burada sadece mizah kastedilmiş değildir. Fâsıklığı gerektirmeyen yalan grubuna, halkın âdetinde cereyan eden mübalağalar da girer. Kişinin başkasına ´ben seni şu kadar aradım´, ´Ben sana yüz defa dedim´ demesi gibi; zira kişi bununla aramanın sayısını anlatmak istemez, çok aradığını anlatmak ister. Eğer kişinin araması sadece bir defa ise ve buna rağmen böyle söylüyorsa bu durumda sözü yalan olur. Eğer birkaç defa aramışsa, böyle demekle günahkâr olmaz. Her ne kadar yüz defa aramamış olsa da... Bunların ikisinin kör olan bu zat mescidde küçük taharetini yapmak istedi. Halk ´Burası camidir´ diye bağırdı. Nuayman onun elinden tutup mescidin başka bir köşesine götürüp ´Burada yap, burası mescid değildir´ dedi. Yine halk ´orası mesciddir´ diye bağırdı. Bunun üzerine ´Acaba kim beni buraya getirdi. Yemin olsun eğer o elime geçerse asam ile ona hakettiği darbeyi indireceğim´ dedi. Aradan uzun bir zaman geçti. Nuayman, âmânın yanına geldi. Hz. Osman da namaz kılıyordu. Âmâya ´Nuayman´dan intikam almak ister misin?´ dedi. Âmâ ´evet´ dedi. Bunun üzerine âmâ´nm elini tutup Hz. Osman´ın yanında durdurdu. Âmâ var kuvvetiyle âsâsını Osman´ın başına indirdi, Osman´ın başını yardı. Halk ´Emîr´ul-Mü´minîne vurdun!´ diye bağırdı. arasında dereceler vardır. Yalanın tehlikesini düşünüp diline sahip olmayan bir kimse burada mübalağaya kaçar. Yalanın âdet olduğu ve müsamaha ile karşılandığı yerlerden biri de şudur. ´Yemek ye!´ dendiğinde, karşıdaki adam da ´Benim iştahım yok´ derse (iştahı olduğu halde böyle diyorsa) böyle demesi -doğru bir gaye güdülmediğinde- yasaklanmıştır ve haramdır. Mücahid, Esma´nın204 şöyle anlattığını rivayet ediyor: Âişe, gelin olup Hz. Peygamber ile gerdeğe girdiği gecede onun arkadaşı idim. Benimle beraber birkaç kadın daha vardı. ALLAH´a yemin ederim, biz Hz. Peygamberin evinde bir ziyafet yemeği görmedik. Ancak bir bardak süt vardı. Hz. Peygamber o sütten içti ve sonra Âişe´ye verdi. Âişe sütü içmekten utanarak çekindi. Ben Âişe´ye dedim ki: ´Hz. Peygamber´in elini geri çevirme. Hz. Peygamber´in eliyle uzattığı sütü al!´ Âişe utanmakla beraber, süt bardağını Hz. Peygamber´den aldı, içti. Sonra Hz. Peygamber ona ´Arkadaşlarına da ver´ dedi. Biz ´Bizim iştahımız yoktur´ dedik. Hz. Peygamber (s.a) ´Sakın açlıkla yalanı bir araya getirmeyin´ dedi. Ben ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bizden biri iştahı çektiği halde iştahım çekmiyor dese bu söz yalan sayılır mı?´ dedim. Şöyle buyurdu: Muhakkak ki yalan, deftere yalan olarak yazılır. Hatta deftere yalancık da yalancık olarak yazılır (yani en hafifi bile yazılır).205 Takvâ ehli, bu tür yalanlarda gösterilen müsamahadan kaçınırlar. Leys b. Sa´d şöyle anlatıyor: "Said b. Müseyyeb´in iki gözü ağrıyor ve çapaklanıyordu. Hatta çapaklar gözün dışında toplanmaktaydı. Said´e ´Eğer gözlerindeki çapakları süsen daha güzel olur!´ dedim. Said ´´Peki! Doktorun ´gözlerine el sürme´ demesi ve benim de ´Evet! El sürmeyeceğim´ demem nerde kalır?" dedi". İşte bu, ehl-i takvânın hareketidir. Bunu terkeden bir kimsenin dili yalan hususunda iradesinin sınırını aşar ve böylece bilmeden yalan söylemiş olur. Havvat et-Teymî´den şöyle rivayet ediliyor: Rebî b. Heyseme´nin kızkardeşi, hasta olan bir yeğenini ziyarete geldi. Hastanın üzerine eğilerek ´Oğlum, nasılsın?´ diye sorunca, uzanan Rebî kalkıp oturarak kız kardeşine ´Sen bunu emzirdin mi?´ diye sordu. Kız kardeşi ´Hayır, emzirmedim!´ dedi. Rebî "O halde sen ´kardeşim oğlu´ deyip doğru söyleseydi, ne zararın olurdu?" dedi. Âdetlerden biri de, kişinin bilmediği şey hakkında ´ALLAH bilir´ demesidir. Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: "ALLAH nezdinde günahların en büyüklerinden biri de kişinin bilmediği şey için ´muhakkak ALLAH bilir´ demesidir´´. Bazen kişi rüyasını hikâye ederken yalan söyler. Burada günah çok büyüktür; zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kişinin kendisini soyundan başka bir soya nisbet etmesi veya uyku halinde görmediğini gözleriyle görmüş gibi anlatması veya benim ağzımdan yalan söylemesi, yalanın en büyüklerindendir.206 Rüya hususunda yalan söyleyen (rüya uyduran) bir kimseden kıyamet gününde iki arpayı birleştirmesi istenir. Oysa hiçbir zaman iki arpayı birleştiremez.207 200)Taftazanî´ye göre târiz, birkaç mânâya gelmesi muhtemel olan bir lâfız söylenmesi ve konuşanın maksadının zıddının anlaşılması demektir. Müteahhîrinin bazısına göre konuşmada olmayan bir mânâya delâlet etmek İçin kinâî, mecazî veya hakikî bir lâfızla bir şeyi zikretmektir. 201)Basralıdır ve tabiîndendir. Güvenilir bir âbiddir. 202)Nevfel´in oğlu Mahreme 115 yaşma gelmiş bulunuyordu. Birgün gözleri kör olan bu zat mescidde küçük taharetini yapmak istedi. Halk ´Burası ca- midir´ diye bağırdı. Nuayman onun elinden tutup mescidin başka bir köşesine götürüp ´Burada yap, burası mescid değildir´ dedi. Yine halk ´orası mesciddir´ diye bağırdı. Bunun üzerine ´Acaba kim beni buraya getirdi. Yemin olsun eğer o elime geçerse asam ile ona hakettiği darbeyi indi- receğim´ dedi. Aradan uzun bir zaman geçti. Nuayman, âmânın yanına geldi. Hz. Osman da namaz kılıyordu. Âmâya ´Nuayman´dan intikam al- mak ister misin?´ dedi. Âmâ ´evet´ dedi. Bunun üzerine âmâ´nm elini tutup Hz. Osman´ın yanında durdurdu. Âmâ var kuvvetiyle âsâsını Osman´ın başına indirdi, Osman´ın başını yardı. Halk ´Emîr´ul-Mü´minîne vurdun!´ diye bağırdı. 203)Dârekutnî, İbn Abdilberr 204)Adı Umeys b. Ma´bed b. Hars b. Kâ´b´dır. Hz. Esmâ Cafer´le beraber Habeşistan´a hicret etmiş, Cafer´den sonra Hz. Ebubekir ile, ondan sonra da Hz. Ali ile evlenmiştir. Faziletli bir kadın sahâbî´dir. 205)İbn Ebî Dünya, Taberânî 206)Buhârî 207)Buhârî |
|
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|